25 Nisan 2015 Cumartesi

EY HDPnin AÇIK GİZLİ TÜM MUHİPLERİ - 2



EY HDPnin AÇIK GİZLİ TÜM MUHİPLERİ-2
“Silahlar sussun, barış olsun, kan dökülmesin, analar ağlamasın” diyordunuz!
Biz bunun bizim inisiyatifimizde olmadığını; biz istiyoruz diye silahların susmayacağını ve zaten silahların bir Amerikan pax’ ı için susturulmak istendiğini ve bu nedenle de her şeye rağmen Kürtler ile Türklerin kardeş kalması gerektiğini ifade ediyorduk!
Buna karşı siz hemen “Kürt düşmanı ”diye küfür ediyor, sanki savaş istiyormuşuz, analar ağlasın istiyormuşuz gibi göstermeye çalışıyordunuz! Ve bu acı gerçeği çok çabuk gördünüz; bu iş istemekle olmuyormuş!
Nasıl olduğunu gene biz söyledik; ben söyledim demek istiyorum!
Yani, bütün dünyadaki burjuvazi devrilmeden, mülksüzleştirilmeden, hatta mülk sahibi olma hayallerini de ortadan kaldırmadan ve hepsinden önce silahsızlandırmadan savaşların durdurulmasının, son bulmasının olanaksız olduğunu söyledim!
O zaman bile bizimle alay ettiniz ve fırlatmadığınız yafta kalmadı! Bir kere şiraze kaymasın denge kurmak mümkün olmuyor!
Olmuyor ve sürekli olmayacak dualara âmin dedirtmeye çalışıyorsunuz; Kürt halkının dengesini sizin dengesizliğinizle özdeş hale getirmeye çalışıyorsunuz!
Ne diyorsunuz, “ey Kürt halkı, bizim komünümüz sosyalizmden de ileri ve ondan da ilerisi olan ümmet toplumunu içeriyor!
Bu ölçüsüzlükle ne şiraze kalıyor ne akıl!
“Egemen ideoloji ve politika, egemen sınıfın ideolojisi ve politikasıdır” dedik; gene yafta fırlattınız!
Egemen sınıfı tarif ettik; Türkiye’nin tekelleri, büyük büyük zenginleri, oligarşisi, plütokrasisi dedik; sağıra yattınız!
Bu egemen sınıfın, topluma dayattığı, şırınga ettiği, ne derseniz deyin, kısaca egemen kıldığı Kemalist ideoloji ve politikalara, sosyalist iktidar mücadelesinin önünü kesmek için sıkı sıkıya sarılırken, bunun mümkün olmadığını görüp, bu ideoloji ve politikadan kurtulmak istediğini ve bu ideoloji ve politikaları sürdüren Kemalist yüksek kadrolardan ricacı olduğunu, onların da emir telakki ettiğini ve kendi elleri ile Kemalist yönetimi dinci akımlara teslim ettiğini söyledik; gene bigane kaldınız; olmadı sağıra yattınız; gene olmadı,”Kemalist “ deyyu deli danalar gibi bağıra bağıra dönüp durdunuz!
Ve hâlâ, Kemalizm'in iktidarda olmadığı, hiçbir yapı ve kurumda borusunun ötmediği, yani tasfiye olduğu bir zamanda, tek derdiniz, tek öcünüz Kemalizm olmaya devam etti; egemen sınıfları, tekelleri ve elbette yeni yöneticileri ile yürütülen ideoloji ve politikayı görmezden geldiniz!
Oysa düdük de, boru da Kemalizmde değil, dinci akımların ve her zaman olduğu gibi, 12 Eylülcülerle şiir gibi bir baba oğul, kutsal ruh ilişkisi olan ABD emperyalizmindedir ve kim ki “kahrolsun emperyalizm” dese, en büyük düşman ve kısaca” Kemalist” oldu ve tabii bu yaftayı siz astınız!
Veeee… gel zaman git zaman, bir taraftan “Kemalist devlet”,”deccal devlet”, “ulus-devlet” vb. deyyu kükreye kükreye, bir ithal adayın da süslediği seçim oyununda, bu “Kemalist”, bu “deccal”, bu “ulus-devlet” diye bağırıp-çığırırken helak olduğunuz TC’nin başına başkan olmaya aday oldunuz!
Ve kısaca “siz kimi kandırıyorsunuz?” dedik, pişkin pişkin, “bu daha başlangıç, köylü kurnazlığımızda sınır yok” demeye gelen lakırdılarla dalganızı geçtiniz!
Ve en sonu, her cümlenize “demokratik” sözcüğü ile o olmazsa “demokrasi” diyerek başlarken, “baraj” garabetinin bu sözcüklerle DNA uyuşmazlığı içinde olduğunu unutup; hatta kimin umurunda deyip, “barajı aşıyoruzculuk” oyununa başladınız ve işte tam gaz ilerliyorsunuz!
Ne hikmetse, ABD-AB emperyalizminden, TÜSİAD’ına kadar, CHP’sinden, MHP’sine ne kadar devrim kaçkını sahte sol gömlekliyi barındıran meclis dışı partilere ve devletin “yönetişim” organları olan STK’lara kadar, o sizin deccal tarif ettiğiniz devletin bekası için paralanan medya dâhil, hepsi bir olmuş, “yazık ya bu baraj çok kötü fena bişey, hadi bir el verelim, son derece demokratik, barışçıl, yani akıllı-uslu davranan HDP barajı aşsın, ama sakın ha başka kimse aşamasın, yoksa “süreç-müreç” kalmaz, ABD-AB emperyalizmi de üzülür, TÜSİAD patronları da üzülür, bu yüzden baraj kesinkes kalsın ama HDP ‘ye barajı aştırarak demokrasi getirelim” der misli, tellallığın kitabını yazıyorlar!
Siz dâhil, hiç kimse, “sizin müslümanlığınız sadece HDP için mi?” diye sormuyor; “demokrasi-demokratiklik” sadece HDP’ye mi diye sormak kimsenin aklına gelmiyor; getirilmiyor demek istiyorum; çünkü sorulsa, Amerikan patentli oyunu çözmeye pek fazla mesafe kalmayacak; ve işte bütün yafta bombardımanı, bu abuk-sabuk suçlamalar, kel alaka ifadeler, hepsi ama hepsi, oyunu kralın çıplaklığında bırakacak soruların önünü kesmek içindir; yetmezse, ne denirse densin, ne sorulursa sorulsun, bigâne kalınıyor, sessizlikle boğuluyor!
Ya da daha kestirmesi, üzerleri Kobane ile Rojava ile örtülüyor!
Fakat ne oldu, yüce gök mü işlerinizi bozdu, yoksa tarihin nesnel akışı mı işi kötü yöne sürükledi, iyi düşünmelisiniz ki, büyü bozuldu; o senelerce ve de hâlâ, tiksinerek yaklaştığınız ve büyük bir hücumun hedefi yaptığınız “vatan savunması” gerçeği ile yüz yüze kaldınız! Kaldınız da ne oldu, gene kendinize müslümansınız; kantarın topuzunu gene kendinize çevirdiniz!
Oysa bir yerde “vatan savunmasına” konu olacak bir gelişme varsa, orada, yani bu gelişmenin içinde, hatta bu gelişmenin temel etmeni olarak, emperyalizm ve sömürgecilik vardır; yenisi-eskisi fark etmez; ekonomiği, politiği de fark etmez!
Karşısında da, ister istemez bir bütün olarak, yani ulusal burjuvazi (sanayi burjuvazisi) ile işçi ve emekçilerden oluşan bir ulus vardır ve dolayısıyla ulusalcılık vardır; buna ağalar, beyler, aşiret reisleri ve elbette diğer zenginler yani daha çok zengin olmak ve bunu emperyalistlere, sömürgecilere dayanarak sağlamak isteyen burjuvalar da dâhildir ama dertleri “anavatan” değildir; dertleri petroldür, Petro-dolardır ve ittifak kurmayacakları kötülük yoktur!
Evet, düne kadar ve hatta şekilde görüldüğü gibi hâlâ, “vatan”, ”vatanseverlik”, ”yurt”, “yurtseverlik” sizin için tiksinilecek bir olgu, hatta bir sözcük iken, sap döndü, keser döndü “ en vatansever” siz oldunuz; ama bir farkla, bu vatanseverlik, sadece size, Kobane’ye, Rojava’ya münhasır oldu!
Yani size helal ve hak, başkasına, haram ve yasak!
Bununla da kalmadınız, daha önce Fransa’da Hitler faşizmine karşı komünistlerin, Fransız yurtseverleri ile birlikte Fransız ulusalcılığı yaptıklarını hatırlattığımızda bigane kaldığınız halde, dahası, İspanya iç savaşında faşistlere karşı, dünyanın pek çok yerinden yardıma koşarak, bir anayurt savunması yapan yurtseverlerin yanında savaşan komünistleri, sosyalistleri, devrimcileri örnek verdiğimizde “duymuyoruz” dediğiniz halde, konu Kobane olunca, hem dünyaya seslenip, bize yardıma gelin ey devrimciler yollu haykırdınız ve daha vahimi, bunun en başat müsebbibi olan ABD-AB emperyalizmini, hatta onun NATO’sunu ve elbette o çok “deccal” tarif ettiğiniz TC’nin TSK’sını yardıma çağırdınız ve yardımlarını aldınız da!
Bunları dediğimiz için, bu tespitleri yüzünüze vurduğumuz zaman bile burnunuzdaki kılların tekini bile feda etmeden, üzerimize koca koca “kürt düşmanı” yaftaları fırlattınız; ve bizi bir ABD emperyalizmine şikâyet etmediğiniz kaldı!
Oysa biz, ABD emperyalizminin yarattığı IŞİD canavarına karşı, Kobane’yi savunmanın bir yanlışlığı olmadığını ikircimsiz ifade ettik! Ancak “anavatan savunması” ortada bir anavatan varsa anavatan savunmasıdır; ortada anavatan değil bir Amerikan vatanı varken bu vatanı savunmak eninde sonunda Amerika’nın vatanını savunmaktır!
Neden çünkü size göre, vatan, maldır, mülktür, zenginliktir, petroldür vb. bunların hepsi hain tekellerindir ve bu yüzden işçinin “vatanı yoktur”; öyleyse vatanı savunmak hainliktir; üzerimize bu lakırdıları fırlatıyordunuz!
Peki, ABD emperyalizminin kozmopolitizmi ve ulusal nihilizminin peşinden gitmeye ne oldu; sizden başka herkesi, “ulusalcı-milliyetçi”, zavallı “vatansever” ler olarak küçümsemenize ve lanetlemenize ne oldu? Ve bundan hâlâ vazgeçmemiş olmanız ne tür bir iki yüzlülüktür?
Peki, öyleyse kimin-neyin vatanını savunuyor ve savunurken, asker kaputu giymiş Kürt emekçilerinin ölümüne neden sebep oluyorsunuz?
Üstelik siz değil mi idiniz;“savaş bitsin kardeşlik gelsin” diyen,“barış gelsin” diyen; ve biz değil miydik “bu bizim elimizde değil” diyen; biz değil miydik “önemli olan savaşa rağmen kardeşliktir” diyen?
İşte sizin elinizde mi imiş; bizim elimizde mi imiş, yoksa başka bir şeyin elinde ve emrinde mi imiş gördünüz ama gene de bize zılgıt, ona kardeşlik ve dostluk ihsan ediyorsunuz!
Temel olan şudur, bu bölgenin bu hale gelmesi, acılara, kan dökülmesine, ölümlere, katliamlara, huzursuzluğa, korkulara, kaosa sahne olması, ne Esad’ın, ne de Rojavalı ya da, başka bir yerli Kürt emekçisinin, Türkmen köylüsünün, müslüman çiftçinin, Hıristiyan esnafın vb. suçudur; bunun tek suçlusu ve tek müsebbibi vardır ve o da ABD-AB emperyalizmi, İsrail yönetimi ve onların nesnel ve öznel işbirlikçileridir!
Eğer Kürtler meseleye en baştan böyle baksa idi, durum bu günkü gibi olmazdı!
Aslında Suriyeli Kürtler hemen hemen böyle bakmışlardır, Esad yönetimi de Kürtleri diğer “isyancı” gruplardan, ABD emperyalizminin, CIA’nin beslemelerinden ayırmış ve Rojava’yı bile isteye Kürtlere bırakmıştır!
Demek ki, vatan savunması emperyalistlere nerede ne zaman yarar ve ne zaman bir hainlik olur, bunu çok iyi tarif etmek ve ayırdına varmak gerekmektedir!

Bu durumda Esat yönetiminin, hem de önemli bir halk desteği ile, ABD-AB emperyalizmine ölümüne karşı durması “vatan savunması” değil, ABD emperyalizminden yardım istediğiniz savunmanız “vatan savunması” oluyor öyle mi?
Ve ABD-AB emperyalizminin, kendi yarattığı IŞİD’i bahane göstererek buraya müdahale etmesi, son tahlilde, Suriye’nin iç işlerine müdahale etmesi demektir!
ABD nin ve/veya onun maşası olan bir gücün yürüttüğü bu gerici savaşa karşı, Suriyeli Kürtlerin “vatan savunması” nı öne sürmeleri ilke olarak yanlış değildir; ancak diyorum ki, gene son tahlilde ve gene ilke olarak, bunun için her şeyden önce Rojava’ lı Kürtlerin, ABD emperyalizminin safında değil, aksine ve kesinlikle karşısında olmalıdır!
ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olurken ve zırt- pırt Amerika’ya uçup, ondan yardım isterken, olmadı, dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminden silah yardımı bile isterken ve bunda ısrar ederken, Kobane’de Kürtlerin içine girdiği savaşı, hem “vatan savunması” sayamayız, hem de sonuç alabileceğini düşünemeyiz!
Sonu her zaman en yakın örnek olan Halepçe gibi olabilir!
Yani İran ve Irak barış yaptı, Kürtlere güvence veren taraf Kürtleri sattı ve fatura Kürt halkına Halepçe katliamı olarak kesildi!
Peki, pek “Kürtsever” ABD –AB o zaman nerede idi? Yoksa onların aşkı sadece Öcalan’a mıdır? Yoksa henüz “Büyük Kürdistan “ projesi çok mu ham idi?
Ve kim bilebilir ki, yarın ABD emperyalizmi, çıkarları gereği Esad yönetimi ile sulh yapıp, Kürtleri de tıpkı Barzani’yi kullandığı gibi ki şimdiden “eğit-donat” lafızları ile işaretini vermektedir, Suriyeli Kürtleri ABD emperyalizminin bölgedeki jandarması olarak kullanmak isterse ve Kürtler bunu kabul etmezlerse, Rojava’ lılar ABD emperyalizmini kime şikâyet edecekler, Esad yönetiminden ne yüzle yardım isteyecekler?
Tarih bir kez daha mı tekerrür edecek; ya da Kürtler ABD emperyalizminin gazabından kurtulmak için ona boyun mu eğecekler?
ABD emperyalizmi, birlikte AB emperyalizmi, bu bölgeden de, bu bölgede kurmayı planladığı “Büyük Kürdistan” dan da vazgeçmez! Ama bunların hepsi, ekonomiye dayanıyor; top-tüfek- tank-füze ve elbette mühimmat ve bunları topa, tüfeğe, tanka, füzeye dolduracak, taşıyacak ve tetiği çekecek asker kaputlu emekçilere ihtiyaç var ve hepsinin ucu paraya bakıyor, ekonomiye bakıyor!
Öyleyse Kürt memedin ABD çıkarlarının nöbetine koşulması, conilerin bu coğrafyaya taşınmasından daha ucuz ve üstelik daha “yurtsever” renkli olacaktır!
İşte Kobane bunun ayak sesleri ya da prototypidir desem kim ne yüzle ve hangi dayanakla bu dediğime karşı durabilir?
Ve ilaveten bir kez daha hatırlatmalıyım ki, etrafınız emperyalizm ve kapitalizm denizi ile ve elbette bir işbirlikçilik denizi ile çevrili iken, emperyalizmin bu bölgeye dayattığı politikalarının sonucunun bu olacağı gerçeğine ve bu gerçeklik içinde bağımsızlığınızı da, özerkliğinizi de, hatta krallığınızı bile ilan edebileceğinizi ama bunu elinizde tutamayacağınızı söylerken gene kulaklarınızı tıkadınız ve bu gerçeğe gözlerinizi kapatarak ve bu politikaların sebep olduğu kaotik atmosferde göndere kolaylıkla bayrağınızı çektiniz ki bu ,”bu toprak bizim, biz kaderimize burada yön vereceğiz ve bu bizim hakkımızdır” demektir!
Oysa hepinizi bağlayan KCK sözleşmesi,”…kendi kaderini tayin etme hakkı, (hadi milliyetçi temelde devlet kurmak değil tümcesini saymayalım)…siyasi sınırları sorun yapmadan ve sınırları esas almadan kendi demokrasisini kurma hareketidir…” diyor!
Öyleyse ne demeye “burası bizim toprağımız, bizim vatanımız, bizim yurdumuz… kanımızın son damlasına kadar savunuruz, ama bütün kanlarımızı toplasak yetmez, o nedenle acilen başka kanlara ihtiyaç var” diyerek,“savaş bitsin barış gelsin” den, “anavatanımız için kanımızın son damlasına kadar savaşırız” moduna geçiyorsunuz ve üstelik başka kanlar da aksın diye ilanlar veriyor gönderde tutmakta zorlandığınız bayrak için, dolayısıyla “bizimdir” diyerek sınırını çizdiğiniz “toprak” için bütün dünyayı ayağa kaldırıyorsunuz?
Demek ki, asıl mesele bayrağı orada tutmaktır; sınır çizmektir ve işte zor olan budur!
Ve sanıyorsunuz ki, bu çaresizliğinizde yanınıza gelen ve kendi çocuğuna ateş topları atan ABD emperyalizmi, sizin bu “vatanınızı” gene sizin için koruyor; hayır, kendi çıkarlarını koruyor ki bu da orada size ait hâlâ bir “vatan” yok demektir!
Hal böyle iken, biriniz çıkıp da, KCK sözleşmesinin ki bir devlet yapılanmasının anayasasıdır, hükümlerine bakıp, soru sormuyorsunuz; bu karşı karşıya kaldığınız nesnel-tarihsel gerçeklik karşısında bu hükümlerin ne denli çelişkili olduğunu, başka ifadeyle birinden birinin yanlış olduğunu, pratiğe hiç uymadığını görmek ve anlamak istemiyorsunuz!

bu Sözleşme ile birlikte Kürdistan halkının özgürlüğü de klasik ulusal kurtuluşçuluk ve isyancılıkta aranmamaktadır” diyen ve bununla birlikte,“ Kürt halkının özgürlüğünün güvencesi ne devlet ne de devletçiklerdir. Kürt halkının özgürlüğü ve Kürt sorununun demokratik çözümü Kürdistan ve Ortadoğu’yu demokratikleştirmektir” diyen de bu sözleşmedir!

“Koma Civakên Kürdistan”ın bir “devlet sistemi olmayıp, halkın devlet olmayan ve sınırları esas almayan demokratik sistemi olduğunu” ve “İçte demokratik ulusu, dışta ise ulus üstülüğü esas alır.“ hükmünü veren de bu sözleşme değil mi?
O halde ve öyleyse,”vatan savunması” na ne gerek var? Bırakın bu toprak parçasını savunmayı, Kürtleri “demokratik ulus” yapmak için ve dışarda da “ulus üstülüğü” esas almak için çalışın deme hakkımız doğmaz mı?

Hem böylece şu tiksindirici “vatan savunması” sözünden de kurtulmuş olursunuz!

Ama işin aslı başka değil mi? Bu söz, dün olduğu gibi bugün de, sadece, bu bölgede süren emperyalist yağma savaşını ve bu çerçevedeki burjuva yalanları örtbas etmek için lazım gelmektedir değil mi?

Yani bu bölgede para kaynağı olan bir petrol boru hattı söz konusu ve bu şimdi Kürtlerin mülkü mü oldu?
Öyleyse iş değişti değil mi?
Artık mesele, bu mevziiyi, asker kaputu giymiş Kürtleri, içiniz parçalansa da, analarının ağlamasına kulaklarınızı tıkayıp savaşa sürerek korumak gerek değil mi?

Peki Kürtler için bu gerekiyorsa, Türkiye’nin yer altı ve yer üstü zenginlikleri emperyalist tekellere peşkeş çekilirken, hatta bu işlerin ABD emperyalizminin bölgedeki politikaları gereği olduğu hiç saklanmazken, yani 12 Eylül rejiminin yönetimi defalarca,” Biz Ortadoğu’da ABD’nin BOP projesinin eş-başkanlığını yürütüyoruz, bu proje çerçevesinde Diyarbakır bir yıldız olabilir” demişken, Türkiye’nin yurtseverleri bu işe karşı durunca, bunun arkasında da Emperyalizm olduğunu ve bu nedenle de bu karşı duruşun emperyalizme karşı duruştan ayrılmayacağını hatırlatarak, dolayısıyla Amerikan emperyalizmine karşı Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, doğal kaynaklarını ve kamu yatırımlarını savunduklarında, Türkiye’nin iç işlerine ABD-AB emperyalizminin karışmasına karşı çıktıklarında, yani Kürtlerin ne idüğü belirsiz “kurtuluşu” üzerinden, Türkiye’nin parçalanmasına karşı “vatan savunması” ndan söz ettiklerinde, bu neden size tiksindirici geliyordu ve hâlâ öyledir?
Siz bayrak dikerek bizim dediğiniz ve üzerindeki, ya da altındaki zenginlikleri korumak için kendinize öyle ya da böyle bir devlet kuracaksınız; burayı ve buradaki zenginlikleri korumak için asker kaputu giydirdiğiniz emekçi çocuklarının kanını dökeceksiniz, bir yurt savunmasında öldükleri için “şehittir” diyeceksiniz ve bu bir yüce “vatan savunması” hikâyesi olacak ama öbür tarafta ABD-AB emperyalizminin ve işbirlikçilerinin, bu bölgedeki mülklerini emperyalist tekellere devrederek, topraklarının bir bölümünü hediye ederek, küçülmelerini dayattığı devletlerin halklarının yurtseverlik hikâyesine bigâne kalacaksınız ve hatta bu işte ABD-AB emperyalizmi ve işbirlikçileri ile aynı tarafta olduğunuzu, bunun için mücadele edeceğinizi, bunu, şu ünlü KCK sözleşmesinde,“Siyasetin demokratikleştirilmesi temelinde, Kürdistan üzerinde egemen olan devletleri (Türkiye-Suriye-Irak-İran) köklü bir reforma yönelterek küçülmelerini ve demokrasiye duyarlı hale gelmelerini sağlamak. “ şeklinde hükme bağlayarak ilan edeceksiniz!

Öyleyse Türkiye’nin ve dünyanın devrimcilerinden, sosyalistlerinden, komünistlerinden, yurtseverlerinden, söz konusu Türkiye olduğunda,”bırakın parçalansın” ”kapitalist modernite çöksün bize ne” demelerini ama söz konusu Kobane olunca, size yardıma gelmelerini, kanınızın damlaları yetmeyeceği için, kanlarını vermelerin istemeniz biraz haksızlık, biraz da traji- komik olmuyor mu?

O topraklar, üstelik henüz daha dejure sizin olmaması bir yana, defacto dahi sizin mülkünüz sayılmayan bir yeri kanınızın son damlasına kadar savunmak en yüce göreviniz oluyorsa, Türkiye’nin ter altı ve yer üstü zenginliklerinin ABD-AB emperyalizmi tarafından yağmalanmasına ve bunun için Türkiye’nin ABD-AB emperyalizmi lehine toprak kaybetmesine ve bunun için Türkiye’nin ulus-devlet yapısının çözülüp, bir aşiret devletine dönüştürülmesine,Türk halkının karşı durması, anti-emperyalizm hattında birleşmesi ve bu toprakları savunması haydi haydi yüce bir görev olmaz mı?
Gerçekler çok acımasız değil mi?

Bu Kobane denilen yerde önemli bir petrol boru hattı var öyle değil mi? Bu bence sizin için de, “demokratik” ulus yaratma uğraşınızdan daha önemli bir ayrıntı ve olmazsa olmaz veya olmazsa çok büyük bir kayıp olur öyle değil mi?

Ve ABD emperyalizmi, bunu size yedirmeyeceğinin mesajını çoktan verdi, bu da öyle değil mi?

Demek ki, kendimizi sözcüklerin ardı sıra sürüklenmeye bırakırsak, sözcüklerin kölesi olursak işler her zaman sarpa sarmaya hazırdır!

Evet,“anayurdun savunulması” deyimi ve tutumu, tarihte bir kez işçi sınıfını bölerek, onları ulus birliği temelinde birbirlerine kurşun atar hale sürüklemiş ve devrimcileri de gerçek devrimciler ve oportünistler olarak ikiye bölmüştü!

Ama işi toparlayan ve yerli yerine oturtan da, o sizin şimdilerde sık sık sevmediğinizi gösterdiğiniz, “kapitalizme hizmet ettiğini” vaaz ettiğiniz Lenin ve arkadaşları olmuştu!

Anayurt savunucularının, o zamanki emperyalist savaşı ve bu savaş üzerine söylenen yalanları örtbas etmek için bu sözü kullandıklarını da aynı Lenin öğretti ve tarihe kaydetti!

Ama sonra, işçiler burjuvaziyi devirip, Sovyetleri iktidara getirince, Rusya’da çar’ın değil, burjuvazinin de değil, Sovyet iktidarının bayrağı göndere çekilince iş değişti öyle değil mi?

O saatten itibaren, “anavatanın savunulmasını” kabul etmek, hem gerekli ve hem de zorunlu hale geldi!

Çünkü savaştan önce Rus proletaryasının devrimci politikası demokrasiyi ve sosyalizmi kurmak ve korumak üzerine idi!

Öyleyse proletarya burjuvazinin iktidarını devirip, kendi iktidarını kurduğunda, “anavatan savunması” nın, bu politikanın şiddet yoluyla sürdürülmesinden başka bir anlamı yoktu!
Yani bu, işçi demokrasisini, proletarya devletini, emperyalist çetelere ve kapitalist karşı-devrimcilere karşı savunmak anlamına geliyordu. Peki ya siz “komüncü” baylar, neyi ve kime karşı savunuyorsunuz?
Türkiye’nin zenginliklerinin ABD-AB emperyalizmi ile bağlı ÇÜŞ’ lere devredilmesine, aynı anlama gelmek üzere işsiz, çaresiz, savunmasız ve geleceksiz, kalmaya karşı mücadele eden Türkiye’nin işçi ve emekçilerine karşı mı savunuyorsunuz?
Türkiye’nin ABD-AB emperyalizmi karşısında hepten güçsüz ve savunmasız kalmasına, ekonomisinin viraneye çevrilmesine, aynı anlama gelmek üzere, açlığa, köleliğe, emperyalist boyunduruğa, çok uluslu tekellerin azgın sömürüne karşı ulusal ekonomiyi savunan bunun için emperyalizmin karşısına dikilen yoksullaştırılmış Türk halkına karşı mı savunuyorsunuz?
Ya da yoksa emperyalizmle ve onunla bağlı ÇÜŞ’ lerle içli-dışlı olan TÜSİAD patronlarına karşı mı savunuyorsunuz?
Ya da hatta bu TÜSİAD patronları ile yediği içtiği ayrı olmayan, onlar gibi daha çok zengin olmak isteyen Kürt zenginlerine, ağalarına, beylerine, aşiret reislerine karşı mı savunuyorsunuz?
İyi de, Türkiye’nin bu TÜSİAD patronları sizinle birlikte Newroz kutlamalarını şereflendirmiyorlar mı; onları bu şenliklerde siz değilseniz, Kürt ağa ve beyler, Kürt zenginler ağırlamıyorlar mı; onlarla ihale ortaklıkları, rafineri ortaklıkları, enerji hattı ortaklıkları yapanlar gene aynı Kürtler değil mi?
Öyleyse apaçık ortada değil mi? Savunmanızı ABD-AB emperyalizmine ve onlara kalın urganlarla bağlı olan bu zengin bloğa ve bilumum işbirlikçi ve tetikçilerine karşı yapmanız gerekmiyor mu?
İşte sınıfsal olan bu değil mi? Yani ortada ulusal değil, sınıfsal bir mevzu yok mu?
Ve öyleyse, yani siz ABD-AB emperyalizmi ile, bilumum işbirlikçileri yanında, Kürt ağa ve beyleri ile, aşiret reisleri ile ve dahi Kürt burjuvaları ile dostane ittifaklar ve pazarlıklar içinde olursanız; hatta “kanton”larınıza ekonomik ortaklıklar kurmak üzere, ÇÜŞ’ lerin ceo’ larını davet ederseniz; IŞİD denilen “canavar”, has be has ABD emperyalizminin yaratığı ise, ki öyledir ve yardıma gene ABD emperyalizmini çağırıyorsanız, o bayrak diktiğiniz yerleri kime karşı korumuş oluyorsunuz?
Ortada kala kala Türkiye’nin yoksul, çilekeş işçi ve emekçileri ile Kürt halkı kalmıyor mu?
O halde Kobane’yi vesaireyi bu Kürt ve Türk emekçilerine karşı mı savunmuş oluyorsunuz; öyleyse ne demeye onlara, asker kaputu giydirip, birbirlerini kırdırıyorsunuz!
Bu akla, izana, vicdana sığar mı?
Siz kimi kandırıyorsunuz?
Fikret Uzun
25-Nisan-2015

Hiç yorum yok: