TEORİ
VE PRATİK ÜZERİNE GENÇLERE SESLENİŞ
Bu
çağda gencinden yaşlısına, işçisinden, işsizine ve memuruna, kadınından,
erkeğine kadar herkes, yani toplumun ezici çoğunluğu sorunlarla boğuşuyor ama
bu boğuşma gölgesi ile güreş eder gibi oluyor. Gerçek anlamda bu sorunların
çözümü nerededir sorusunu cevaplayacak nitelikte hâlâ somut bir yaklaşım
geliştirememiş; Hatta işçiler bile, hemen hemen, kişisel sorunları bir yana,
aynı toplumsal, sınıfsal sorunları yaşadıkları halde, hem farklı çarelere, hem
farklı örgütlere, hem de birbiri ile kavgaya bile yönelebilmektedir.
Diğer
yandan, onca yenilen kazıklara, vaatlerin üst üste yerine getirilmemesine
rağmen, yine de aynı siyasi aktörlerin ya da örgütlerin oy deposu olmaya devam
edilmektedir.
Ortada
bir de Kürt sorunu var. Kimi der UKKTH; kimi der hem de hâlâ, Kürtler
yabanıldır, onlara devlet mevlet yok, otursunlar oturdukları yerde; kimi der,
Kürtler değil, onları kendi içindeki ağalık, beylik düzeni içinde olan,
Türkiye’nin egemen burjuvazisi ile iş tutan kapital sahibi zenginler devlet
ister; kimi der, verelim kurtulalım; kimi der, devlet verelim ama aynı zamanda
da, Kıbrıs’ta olduğu gibi ekonomik olarak biz bakalım.
Kimi
de der ki, Kürtlerin, özellikle de yoksul, emekçi Kürt halkının kurtuluşu
Türkiye’nin işçilerinin, emekçi halkının kurtuluşu ile bağlıdır ve bunun
anlamının, Türkiye’nin bölünerek küçülmesi değil, bölünmeden, büyüyerek Kürt
ulusunun emekçi halkının, işçi sınıfının, köylülerinin demokratik bir kalkınma
hamlesi ile Türk halkı ile birlikte düze çıkabileceğini söyler.
Bununla birlikte,
Kürtlere özerklik bahane, emperyalizme ve tekellere devasa zenginlik akıtan
musluklar şahane diyenler de vardır.
Uzatmayacağım,
yani Türkiye’de her geçen gün, faşizm dişlerini göstermek üzere yerleşirken,
yine her gün bu yerleştirme "ileri demokrasi "diye yutturulurken,
bazı akıllılar hem bunu ileri demokrasi belleyip ve de belletip, hem de
demokrasi mücadelesini temel sorun ve temel mücadele olarak alırken, bazıları
daha ileri giderek, işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin sömürülenlerin hiçbir
zaman iktidara gelmemesi gerektiğini, onların hep demokrasiyi genişletme
mücadelesi vererek toplumu iyileştirmelerini yüce bir düşünce misli salık
verirler.
Bazıları
da vardır ki, insanın bilincini düzelterek, iyiden yana düşünceler kazanmasını
sağlayarak, yani bireyi düzeltip toplumu da düzeltmiş olarak, mesela sömürünün
bile ortadan kaldırılabileceğini, savaşların kalkabileceğini, çevre katliamının
son bulabileceğini, şiddet, terör vesaireyi hortlatan saldırganlık
içgüdülerinin terapiye tabi tutularak iyileştirilebileceğini dolayısıyla
terörün ve şiddetin ortadan kaldırılabileceğini, hatta daha da ileri gidilerek,
insanlara erdemli duygular aşılayarak, bireysel olarak bunu çoğaltıp, mesela
hiç hırsızı olmayan toplum yaratılabileceği gibi birçok teori yanında,
örgütlenme dinamiği öne sürülmekte, kafalara kakılmaktadır.
Öyleyse,
sorunları çözmek için önümüze bir proje koymak üzere, hangisinin ne derece
doğru ve hangisinin ne derece maksatlı olarak, insanların kafasını bulandırmak
için ortaya atıldığını nasıl anlayacağız.
Bunda
netleşmeden, sorunların çözümüne yönelik projeler nasıl gelişebilir ya da
gelişebilir mi? O nedenle, Sorosvari örgütlerin Fonlamak amacıyla
yönlendirdikleri projelerin, toplumda grift hale gelmiş sorunları tek tek
çözmek bir yana, genel olarak bu sorunların kaynağından uzaklaştırmak üzere ve
daha çok demokrasi ve insan hakkı, özgürlük, barış gibi temalar üzerine
işlendiğini görmüyor muyuz?
Bu
gün özgürlük derken, net olarak ne demek isteniyor? Hangi gencimiz özgürce
görüş bildirebiliyor. Eşitlik-Özgürlük-Kardeşlik 1789 burjuva devriminin harcı
olan yaklaşımlardı. Burjuva devrimini gerçekleştiren ve bunun için işçi sınıfı
ile birlikte hareket eden yeni yetme burjuvazi, daha sonra iktidara geçince,
hem işçi sınıfına ve hem de bu harca saldırmadı mı? Saldırırken hep evrensel
barıştan, evrensel kardeşlikten, evrensel özgürlükten söz etmedi mi? Şimdi ise
artık, o devre de çok geride kaldı. Şimdi tekeller daha çok kâr için, üretimi
artırmaları da para etmediğinden, artı değerlerini yani işçilerin emeğinin
ürettiklerinden çaldıklarını artırmanın telaşındadır.
Bu
da daha çok baskı, daha çok kölelik demektir. Öyleyse, özgürlük bu noktada ne
anlama geliyor. Uluslararası tekeller ta Çin’e, Endonezya’ya ne bileyim
Nijerya’ya ya da başka bir ülkenin topraklarına girip üretim yapıyorsa, oradaki
insanları iş sahibi yapmak, ekonomiyi canlandırmak için midir, yoksa çok daha
ucuz iş gücü sağlamak ve çok daha fazla kâr elde etmek için midir? Bu nedenle
işçileri vatansız, ne oldukları belli olmayan, dünya vatandaşı misli köleler
yapmak istemiyorlar mı?
Ve daha birçok olguyu sayabiliriz ama uzadıkça uzar, sözün özü bütün bu dediklerimde hep birlikte fikir birliği içinde miyiz ki, Teoriden kaçıyoruz, eyleme geçilmesi gerektiğini haykırıyoruz, eylemi fetişleştiriyoruz.
Ve daha birçok olguyu sayabiliriz ama uzadıkça uzar, sözün özü bütün bu dediklerimde hep birlikte fikir birliği içinde miyiz ki, Teoriden kaçıyoruz, eyleme geçilmesi gerektiğini haykırıyoruz, eylemi fetişleştiriyoruz.
Bu
olguların üzerinden yükselen sorunlar, bu sorunların yarattığı ve
keskinleştirildiği çelişkiler, teori olmadan çözüm yolunda değerlendirilebilir
mi?
Bu
gün dünyanın kapitalizmin barbarlık derecesindeki saldırısı ve sömürüsü
koşullarında, bir taraf sürekli yoksullaşıp, yoksunlaşırken, kapitalistler ise
hem merkezileşmekte, hem azalmakta ve hem de daha da zenginleşmekte dünyanın
bütün doğal kaynaklarını bu uğurda talan etmektedir. Yani Kapitalizm, geldiği
noktada artık hem işçi sınıfını, emekçileri ve ezilen halkları daha çok ezip,
daha çok sömürmekte, hem de onların para vermeden kullanabilecekleri doğa
ürünlerinden mesela suyundan, havasından, denizinden, güneşinden, ağaç
gölgesinden onları mahrum etmekte, ederken de doğayı da geri dönüşsüz tahrip etmekte,
mesela ozon tabakasını delmekte, kanseri artırmakta, balık neslini tüketmekte,
doğaya zehirli atık atarak, gömerek nesillerin yavaş yavaş zehirlenmesine neden
olmakta vesaire vesaire.
İşte
bunlar ve diğer bütün üretim faaliyeti içindeki yaşamsal sorunlar, kapitalizmin
geldiği son noktanın ürünüdür ve bunlarla nasıl baş edileceği konusunda envai
çeşit proje geliştirilmekte, geliştirenler fonlanmakta ama değişen bir şey olmamaktadır.
Yani sorunlar çözülemediği gibi, daha da içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.
Çünkü
dünyanın egemenliği, üretim araçlarının egemenliği, doğa üzerindeki hâkimiyet
Kapitalistlerin elinden alınıp, dünyanın neredeyse toplamını teşkil eden, bütün
zenginlikleri yaratan emeğin sahiplerine, onların nesnel ve öznel
bağlaşıklarına verilirse ancak çözülebilecek sorunlar olduğunu onlar da biliyor
ama gerçeklerin üstünü örtmek ve geri dönüşsüz bir köleler dünyası yaratmak
için, var güçle demagojik, şaşırtmacalı, akıl bozucu projeleri ve
propagandaları kitlelerin önüne koyuyorlar.
Öyleyse,
gençler, bu gün üşenip, anı yakalamakla, yaşamakla vakit tüketirlerse,
tükettikleri gelecekleri olacaktır. Bu da geleceğin tüketilmesinde
kapitalistlerin ekmeğine yağ sürmek demektir.
Demek
ki teori en önemli silahlardan biridir ve bu günlerde çok daha önemlidir. Ama
teori öyle anı yaşar gibi, insanın aklına, bilincine, ruhuna, davranışına,
sorun çözme hünerine, anı doğru yaşama yeteneğine içerilemiyor maalesef. Bunun
için biraz akıl yürütmek, bunun için de aklımızı kendi elimize almak gerekiyor.
O da okumaktan, okuduklarımızı eleştirmekten geçiyor. Yadsımıyorum, olmasın da
demiyorum ama bir iki kelimeden ibaret aforizma tabir ettiğimiz
sloganlaştırılmış sözleri bile yakalayamayan iletişim kümeleri ile bunu
başaramayız.
O,sadece
birbirimizle iletişim köprüsünü aynı renk ve tonda oluşturmamıza yarar ve bu da
gereklidir elbet ama bu hâkim olursa, bir süre sonra o köprünün de rengi solar,
tonları grileşir, kapkara bir hal alır ve de o köprüden birbirimizin yüreğine
aklına yönelmemiz mümkün olmaz. Olsa da ki bu daha tehlikelidir, karanlık,
nereye yöneldiğimizi görmemize engel olacağı için, muhtemelen hiç istemediğimiz
veya ummadığımız bir noktaya ilerleyebiliriz ki, bu özünde gerilememiz
demektir.
Bu nedenle, 80 kuşağının, belli oranda bir dünya görüşü var ve rengini 12 Eylül karşıtlığı ile boyamış olarak yer alıyor, bu dünya görüşünün şekillenmesinde bu rengin hakkını vermek gerekiyor. Bunun için de teoriyi küçümsememek, aksine çok daha fazla ciddiye almak gerekir.
Bu nedenle, 80 kuşağının, belli oranda bir dünya görüşü var ve rengini 12 Eylül karşıtlığı ile boyamış olarak yer alıyor, bu dünya görüşünün şekillenmesinde bu rengin hakkını vermek gerekiyor. Bunun için de teoriyi küçümsememek, aksine çok daha fazla ciddiye almak gerekir.
Nazım
ustanın dediği gibi, teoriyi ciddiye alacaksın, çünkü yaşamın sorunları ile baş
etmeye çalışmak şakaya gelmez, anı yaşamaya çalışarak sorunları çözemeyiz de,
çözümü için formüller de geliştiremeyiz. TEORİ BU GÜN EN DEVRİMCİ İŞTİR. (
diğer bütün yaşamsal görevleri askıya almadan tabii)
Teori, hem karanlıkta hareket etmekten kurtaracak, hem de özverinizin sahte dinamiklerce kullanılmasının önüne geçecek bir silahtır ama daha çok bu teori ile anı da, geleceği de bir bütün halinde ve geriden gelenlere yansıtabilecek iradeyi de kazanarak yaşamanın kodlarını sağlayacaktır.
Teori, hem karanlıkta hareket etmekten kurtaracak, hem de özverinizin sahte dinamiklerce kullanılmasının önüne geçecek bir silahtır ama daha çok bu teori ile anı da, geleceği de bir bütün halinde ve geriden gelenlere yansıtabilecek iradeyi de kazanarak yaşamanın kodlarını sağlayacaktır.
Hem
toplumun, hem bireysel olarak, bu temelde hareket etmeyen gençliğin bir adım
önünde olmanın ve kendi geleceğini yönlendirebilmenin yanında, toplumsal
gelişmeye de katkı olacaktır.
Bunları konuşmayacak, bunlar üzerinden fikir geliştirmeyeceksek, 80 Kuşağı rengi ile alanları doldurmanın, taraftar çoğaltmanın ne gibi bir kıymeti harbiyesi olabilir?
Bunları konuşmayacak, bunlar üzerinden fikir geliştirmeyeceksek, 80 Kuşağı rengi ile alanları doldurmanın, taraftar çoğaltmanın ne gibi bir kıymeti harbiyesi olabilir?
68liler
bir rüzgârla ilerledi, hızlı ilerledi, 78lilerle aralarında çok mesafe
bırakmadan 78 kuşağının koşusunu başlattı ve hâlâ iki kuşağın üyeleri de bu
toplumda yerlerini korumakta ama daha çok bu kuşakların ruhu toplumun yüreğinde
dolaşmaktadır.
Denizlere
toplumun bu gün daha da fazla sahip çıkması, bu sahip çıkma üzerinden rol
kapmak ve bu dinamiği sömürmek için oyunlar oynanması, bu toprakların iyiye,
güzele olduğu kadar, doğruya ve yiğitliğe de yüzünü kararlı bir şekilde dönmüş
damarları hâlâ akışkan olduğunu göstermektedir.
Şimdi
80 kuşağı, bu kuşakların üzerine ama arada bir boşlukla geldi. 80 kuşağının,
bir taraftan, kendisinin elle tutulur, gözle görülür bir gerçekliği yaşamaktan
uzak olması, diğer taraftan kendinden öncekilerin taşıdığı, eksiklikleri de,
doğruları da süzgeçten geçirmelerinin ve kendi doğrusunu bulmalarının
gerekliliği ona daha fazla sorumluluk yüklemekte, o oranda teoriye daha fazla
eğilmesini gerektirmektedir.
68liler
40 ile 50 doğumlulardı. 12 Martı da 12 Eylülü de yaşadılar. 78 liler 55–60
doğumlulardır ve bunlar, 12 Martı daha çok 68 li ağabeylerinden dinlediler ama
80 kuşağı, 80 doğumlular ve 12 Eylülde bebek ya da çocuk olanların kuşağıdır ve
onlar ne bizden ne de bizden öncekilerden kalanlardan 12 Martı da,12 Eylülü de
dinleme fırsatı bulamadan büyüdü. Bu kopukluğu ve karanlık boşluğu doldurmak ve
yepyeni bir düzlemde yaşamın yeşil ağacının yeşil rengini toplumsal gelişmeyi
tarihin nesnel ilerleme çizgisi ile örtüşecek biçimde ana kanala akıtabilmek
için, özveriyi geçmişten bağımsız ama onu inkâr etmeden göstermek şeklindeki
tarihsel bir sorumlulukla yüz yüze kalmışlardır.
Bu
sorumluluğu yerine getirmek için özveri göstermeleri, onlardan hemen sonra
yaşama adım atan kardeşlerini de, geçmişin eksikli ve yanlış bakışlarından ama
daha çok da bilinçli olarak, sahtekârca bu güne monte edilmeye çalışılan, hatta
geçmişteki isimlerini de ön plana çıkararak monte edilmeye çalışılan eksikli ve
yanlış düşüncelerden koruyacaktır.
Bunun
için hâlâ en ileri ve en bilimsel teori ile yakınlık kurmak, onu küçümsememek,
onu şakaya getirmeden ele almak bu gün onları güçlü yapacak ve geçmişten gelen
ufuk karartan, perspektiflerini zayıflatan tehlikelerden koruyacaktır.
Bunu kendilerinden
sonra geleceklere ve bu topraklardaki ezilen, sömürülen emekçi halklara
borçlular. Ama en çok kendilerine borçlular.
Fikret
Uzun
Mayıs
2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder