20 Temmuz 2015 Pazartesi

BİR KEZ DAHA HATIRLATIYORUM Kİ EGEMEN İDEOLOJİ EGEMEN SINIFIN İDEOLOJİSİDİR ARTIK EGEMEN İDEOLOJİ KEMALİZM DEĞİLDİR: PEKİ NEDİR VE BU TELAŞ NİYEDİR?



BİR KEZ DAHA HATIRLATIYORUM Kİ EGEMEN İDEOLOJİ EGEMEN SINIFIN İDEOLOJİSİDİR ARTIK EGEMEN İDEOLOJİ KEMALİZM DEĞİLDİR: PEKİ NEDİR VE BU TELAŞ NİYEDİR?

"İktisatçıların tuhaf bir yöntemleri var. Onlar için ancak iki tür kurum vardır: yapay olanlar ve doğal olanlar. Feodalizmin kurumları yapay, burjuvazininkiler ise doğaldır. Böylece, iki tür din arasında ayrım yapan teologları andırırlar; bu sonunculara göre, kendilerininki hariç, her din insanların bir buluşu, kendi dinleri ise tanrının bir vahyidir… Dolayısıyla bir zamanlar tarih vardı ama artık yoktur." (Karl Marx, felsefenin Sefaleti- Proudhon’un Sefaletin Felsefesi’ne Yanıt)

“Eski Yunanlıların ve Romalıların yalnızca yağma ile geçindiklerini düşünen M. Bastiat gerçekten gülünçtür. Ne var ki, yüzlerce yıl yağmacılıkla yaşanması için ortada daima yağma edilecek bir şeylerin bulunması, ya da yağma edilecek şeylerin aralıksız olarak yeniden üretilmesi gerekir. Bundan dolayı, buradan Yunanlıların ve Romalıların da bir üretim süreçlerinin, yani tıpkı burjuva ekonomisinin bugünkü dünyanın temeli olması gibi, o zamanki dünyanın maddi temeli olan bir ekonomilerinin olduğu anlaşılır. Yoksa Bastiat, köle emeğine dayanan bir üretim tarzının bir yağma sistemine dayandığını mı söylemek istiyor? Böyleyse, tehlikeli bir noktada duruyor demektir. Aristoteles gibi dev bir düşünür köle emeğini değerlendirirken yanıldıysa, Bastiat gibi cüce bir iktisatçı ücretli emeği değerlendirirken niçin doğru düşünüyor olsun?

Bu vesileyle, Amerika'da yayınlanan bir Alman gazetesinde, benim Zur Kritik der Pol. Ökonomie, 1859, yapıtıma yöneltilen bir itirazı kısaca yanıtlamak istiyorum.

Orada benim, ‘Her bir üretim tarzının ve onunla uyuşan üretim ilişkilerinin, kısacası toplumun iktisadi yapısının gerçek temel olduğu, hukuki üstyapının bunun üstünde yükseldiği ve buna belli toplumsal bilinç ve düşünce biçimlerinin karşılık geldiği; maddi yaşamın üretim tarzının toplumsal, siyasal ve düşünsel yaşam sürecini, genel olarak belirlediği’ yolundaki görüşümle ilgili olarak, bu söylenenlerin tümünün, maddi çıkarların ağır bastığı bugünkü dünyamız için çok doğru olduğu ama Katolikliğin güçlü olduğu Ortaçağda ve politikanın egemen olduğu Atina’da ve Roma’da doğru olmadığı söylenmişti. Her şeyden önce bir kimsenin kalkıp Orta Çağ ve Antik dünya hakkındaki bütün dünyanın bildiği tekerlemeleri bilmeyen birilerinin kaldığını varsayması insana garip geliyor. Şu kadarı apaçıktır: Ne Ortaçağ Katoliklikle, ne de antik dünya politika ile karnını doyurabilirdi.

Tersine, birinde politikanın, diğerinde Katolikliğin başrolleri oynamasını, o toplumların kendi geçimlerini sağlama tarzları açıklar. Bunun dışında, örneğin, onun gizli tarihini toprak mülkiyeti tarihinin meydana getirdiğini bilmek için, Roma Cumhuriyeti tarihi ile bir parça tanışıklık yeter. Diğer yandan, maceracı şövalyeliğin toplumun bütün iktisadi biçimleriyle bağdaşabileceğini sanmakla yaptığı hatanın cezasını Don Kişot çoktan çekmiş bulunuyor.” (Karl Marx, Kapital cilt 1)

Tarihsel TKP’nin eski ve gerçekten eskimiş bir üyesinin,”işsiz aşsız proleterler” başlığı altında gençlere reva gördüğü ve özet olarak “Kemalizm, TC Devletinin resmi ideolojisidir ve bu onun altı okundan biridir yani ’olmazsa-olmaz’ ilkesidir. Diğer bir deyimle:’ben devletim-devlet benim !’ bu böyle iken, gel gör ki kemalizm ve onun savunucuları, sözüm ona bazı ‘komünistlere’ göre: müttefik sayılıyorlar!

Yıkılması gereken devletin ideolojisiyle müttefik olmak, galiba sadece TC de var!

Bu mantığa göre: Lenin’lerin Çarlık Rus devletini yıkmaları, zinhar günahtır…” diye vaaz eden bir “ders” ten söz ettiğini görünce, üzülerek “böyle ders olmaz” demek istemiştim ama bunun yetmeyeceğini düşünerek, gençlere, güncelliğini uzun süre yitirmeyecek olan bir tarihsel ders sunmayı borç bilmiştim.

EGEMEN İDEOLOJİ EGEMEN SINIFIN İDEOLOJİSİDİR ARTIK EGEMEN İDEOLOJİ KEMALİZM DEĞİLDİR.

Kimsenin kızmaması, hatta daha açığı, bu “ders”i iyi niyetle ders sayarak sunanların ve bu “ders”te bir terslik olduğunun farkında olmayanların kırılmamaları dileğimle, bu “ders”in, zalimin tımarını andırdığını ve gençlerin tımar edilmeyi değil, “eski ama eskimemiş komünistler” den devrime götürecek ilkeleri anlatarak kılavuzluk etmelerini beklediklerini vurgulamıştım!

Ve ilaveten, gençlerin bu eski ama eskimemiş komünistlerden, kendi başlarına ve yoldaşları ile birlikte öğrenmenin ilkelerini anlatmalarını beklediklerini eklemiştim!

Yani, gençlerin, eski ama eskimemiş komünistlerden, sınıf savaşı kızıştığında, tarih hızlı aktığında ortaya çıkan büyük olaylar yeni toplumsal katmanları meydana çıkardığında, dolayısıyla yepyeni ve kalıcı sorular ve sorunları ortaya koyduğunda, kaçınılmaz olarak görülen, gruplaşmalarda, dönüşümlerde nerede durmaları gerektiğinin ipuçlarını beklediklerini ve bunun eski ama eskimemiş komünistlerin gençlere borcu olduğuna işaret etmiştim!

İşte “ders” diye yutturulan ama gerçekte bir tımar misli olan “ders” bunun için, son derece tersti; üstelik gerçeklerin durması, dolayısıyla gençlerin basması gereken zeminin üzerini kapatıyordu; en azından benim baktığım yerden öyle görünüyordu ki, o yer, egemen sınıfın ve bilumum tetikçilerinin bastığı yerin tam karşısına gelen bir yer idi; eski ama eskimemiş komünistler, egemen sınıfın ve bilumum tetikçilerinin bastığı bu yerin her çağda, bunu ”her zaman” olarak da anlayabilirsiniz, egemen düşünceler ile tahkim edildiğinin yine her zaman bilincindedirler!

İşte borç bildiğim dersimin ana teması, ya da püf noktası veya mihenk noktası da diyebiliriz, bu idi; gençlere, Marx ve Engels’in 150 yıldan daha fazla bir zaman önce dile getirdikleri bu mihenk noktasını hatırlatmayı borç bildim; böylece, üzerinde bulundukları tarihsel-nesnel pratikte nereye basmaları gerektiğini, birileri söyledi ya da işaret etti diye değil ama bilimsel ve teorik bir bakış ile kendi bağımsız akılları ile bulacaklar, bilince çıkartacaklardı!

Buna inandım ve bu inancımla Marxist açıdan bir çerçeve açtım ve içine, “Toplumun maddi egemen gücü olan sınıfın, her çağda, aynı zamanda egemen fikri güç olduğu; yani, maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıfın, bu sayede aynı zamanda zihinsel üretim araçlarının da üzerinde egemenlik sağladığı; böylelikle de, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşüncelerini de genel olarak kendine tabi kıldığı ve egemen düşüncelerin, egemen maddi ilişkilerin fikri ifadesi olduğu; düşünceler halinde kavranan egemen maddi ilişkiler olduğu; yani o bir sınıfı, egemen sınıf yapan ilişiklerden başka bir şey olmadığı; yani onun egemenliğinin düşünceleri olduğu ” şeklindeki Marxist önermeye uygun olarak, yani bu önermeye dayanarak, artık egemen sınıfın, yani tekellerin, büyük zenginlerin düşüncelerinin “Kemalizm” olmadığı, dolayısıyla Kemalistleri tasfiye ettikleri, Kemalist yüksek kadrolarca yönetilen cumhuriyetin, yani TC’nin, yönetimini dinci akımların eline teslim ettikleri ve böylelikle cehalet ve miskinlikle malul ve devletin ya da modernitenin kesinlikle reddedildiği bir Tanzimat öncesi Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasını isteyen ve bekleyen büyük zenginlerin, türlü entrika ve manipülasyonlarla, illüzyonist politikalarla dayattığı, yerleştirdiği, egemen kılmaya çalıştığı düşüncenin İslamizasyon ve Osmanizasyon olduğu gerçeğini yerleştirdim ve böylece de, gençlerin, özellikle de yüzünü sosyalizme dönmüş gençlerin bağımsız akılları ile bu durumda nereye basmaları gerektiğine, hangi hasma karşı güç biriktirmek için akıl yürütmeleri gerektiğine netlikle karar verebilmeleri için, bilimsel, teorik ve aynı anlama gelmek üzere Marxist bir çerçeve açmış oldum!

Bununla birlikte, gençlerin, hâlâ alacaklı olduklarını ve de borcumu yeterince ödemediğimi veyahut da kalp bir ödeme yaptığımı düşünüyorlarsa, en sert eleştirilerinin dahi kabulüm olduğunu ve mutlaka borcumu tamamlayacağımı ve de mutlaka eleştirilere şükran duyacağımı vurgulayarak, eksiğim varsa tamamlayacağımın, yanlışım varsa düzelteceğimin sözünü vermiştim!

Ama kimseden ne bir olumlu eleştiri, ne de eksiklerimle birlikte yanlışlarımı da yüzüme vuran bir olumsuz eleştiri gelmişti!

Ve üstelik 2012 yılının sonlarında çizdiğim bu çerçeveden sonra, pek çok kez, bu çerçevenin doğruluğunu destekleyen, bu doğrultuda turnusoller açığa çıkaran nesnel tarihsel pratiğe ve bu pratikle bağlı olarak eklediğim pratik ve teorik açılımlara rağmen, hala bu ötedenberi dediklerime ki, 150 yıldan fazla bir zaman önce Marx ve Engels’in tarihe düştükleri son derece zihin açıcı notlarının hatırlatılmasıdır, bigâne kalındığını görmek son derece öğreticidir!

Bununla birlikte, hala egemen sınıfın yeni ve egemen kılmaya çalıştığı ideoloji ve politikalarına bigâne kalınıp, egemen sınıfın çoktan ıskartaya çıkarıp, tarihin çöplüğüne gönderdiği ve egemenliği çoktan sona ermiş olan, yani pratik olarak “yok” hükmünde olan, Kemalist ideoloji ve politikalarla hala kavga eden bir halet-i ruhiye sergilenmesinde sırıtan tuhaflığı, ya da daha doğru ifadeyle manidarlığı anlamış bulunmamız daha çok öğreticidir!

Oysa dün de vurgulamıştık ki, artık çok daha netlikle ve pratik olarak hissettiğimiz, hatta elle tutabildiğimiz bir pratik haline gelmiş olan İslamizasyonun da Osmanizasyonun da sınıfsallığı, yani bir egemen sınıf eli mahsulü olduğu, netlikle görülmektedir; buna karşın, hâlâ “Kemalizasyon” illüzyonu peşinde koşup, İslamizasyonu ve Osmanizasyonu ve dahi bir Tanzimat öncesi karanlığın etkilerini hissettiren sınıfsallığı görmezden gelmek, üzerini örtmek, “Kemalizm”den başka deccal tanımamanın da sınıfsal olduğunu, başka ifadeyle bir burjuva işi olduğunu netlikle göstermektedir!

Yani buradaki sınıfsallığı görmeyip, büyük büyük zenginlerin ve elbette ABD emperyalizminin şiddetle istediği İslamizasyon ve Osmanizasyonda ve dahi Tanzimat öncesi bir karanlıkta istikbal görerek, egemen sınıfın bu yeni ideoloji ve politikasının sadık savunuculuğunu sürdürenlerin; başka ifade ile bu ideolojik-politik hegemonyayı güçlü kılmak için, hangi bahaneye sarılırlarsa sarılsınlar, türlü çeşit demagoji ile hükmü kalmamış bir ideolojiye, yani Kemalizme düşmanlık üzerinden ideolojik tetikçilik yapanların, egemen sınıfın ideolojik-politik hegemonyası içinde, egemen sınıfın düşüncelerini yaymak için görevli oldukları; daha başka ifadeyle, aynı sınıfsal kategorinin içinde, ezilen ve sömürülen sınıflara karşı, egemen sınıfların safında yer aldıkları son derece netlikle görülmektedir!

Hep vurguladığım sola, sosyalist bakış açısına ait olmayan “öğretilmiş bakış”, tam da burada ve emperyalist politikalara ve hâlâ devam eden Eylülist politikalara tabidir, içindedir ve hareket halindedir.

Demek ki, temel ve eskimiş olan, tasfiye edilmiş olan Kemalizme düşmanlık üzerinden, egemen sınıfın ideoloji ve politikaları ile senkronize hareket edenlerin ölümüne korktukları gerçek şu ki; egemen ideoloji, egemen sınıfın ideolojisidir ve egemen politika buradan şekillenir ve egemen ideoloji artık Kemalizm değildir; yani öyleyse, eninde sonunda bir burjuva ideolojisi, bir egemen sınıf ideolojisi olan, fakat vazgeçilmiş olan Kemalizm, artık egemen sınıfın ideolojisi değildir!

Artık egemen sınıfın egemen ideoloji ve politikalarını, bir devlet ve aynı anlama gelmek üzere modernite içermeyen, sınıfı da bilincini de dışlayan bir cehalet ve miskinlikle malul Osmanizasyon ve İslamizasyon ideoloji ve politikaları olarak, ya da daha vurgulu olması açısından, bir Tanzimat öncesi Osmanlı İmparatorluğuna uygun ideoloji ve politikalar olarak tarif edebiliriz!

Türkiye’nin egemen sınıflarının bu serüveninin 12 Eylülden önce başladığını,12 Eylül faşist darbesi ile atağa kalktığını; bu serüvende, uzun süren ve hala da devam eden Eylülist yönetimler ile Türkiye’nin ezilen ve sömürülen halklarını, sınıflarını Tanzimat öncesi bir karanlığa mahkûm etmek için epey bir yol kat edildiğini ve şimdi Eylülizmin son yönetiminin bu eşiği, Tanzimat öncesi karanlığa bir an önce geçmek üzere eşeleyip durduğunu ve eşeleyip durdukça, bu eşikteki hâkimiyetinin zayıfladığını görebiliyoruz!

Buna karşın, bu eşiği tutabilecek, bu zayıflayan hâkimiyete son darbeyi vurup, Tanzimat öncesi karanlığa karşı ezilen ve sömürülen Kürt ve Türk emekçilerinin, laik, demokratik, halkçı, aydın bir emekçi cumhuriyet kurabilecek istek ve kararlılıklarını açığa çıkararak, sınıfsal güç dengesini bu yönde değiştirebilecek bir bilinçli, bilim ile donanmış, ayrık otlarından sonucu değiştirecek denli arınmış bir öznel etmenin eksikliğini de görebiliyoruz!
Demek ki, riskler de fırsatlar da aynı tarihsel nesnel pratiğin içinde ve içiçedir!

Ama iktidar hâlâ egemen sınıfın elindedir ve Kemalistler de ideoloji ve politikaları da iktidarda değildir; egemen sınıfın isteği doğrultusunda, Kemalist yüksek kadrolar TC’nin yönetimini dinci akımlara bırakmışlardır ve artık iktidarda olan dinci akımlardır; öyleyse Kemalist ideolojiyi bahane ederek yeni ve daha geri egemen ideoloji ile mücadele etmekten kaçmanın affedilir yanı yoktur!

Sosyalizm, sosyalist ideoloji, sosyalist duruş vb. mi demiştiniz?

Kemalizm elbette sosyalist ideoloji değildir; daha doğrusu bir burjuva ideolojisidir; yani egemen sınıfın,12 Eylül ile birlikte vazgeçtiği bir egemen düşüncedir; yani ne Mustafa Kemal sosyalisttir, ne de Kemalistler sosyalisttir; demek ki öyleyse egemen sınıflar Kemalizm’den sosyalist bir ideoloji olduğu için vazgeçmemiştir; kemalizme saldırısı bu nedenle değildir!

Ama hem vazgeçmiş ve hem de yerine yenisini koymak ve kabul ettirmek için ve de hepsini sosyalist hareketi topyekün bertaraf etmek için saldırmıştır; başka ifadeyle bu saldırının sivri ucu sosyalist iktidar mücadelesinedir; öyleyse egemen sınıfın, Kemalizm’in yerine daha iyisini koyacağını beklemek saflık ya da ahmaklık değil ise, köylü kurnazlığıdır; ama daha akla yatkını, egemen sınıf ile bir yakınlık kurmuş olmak demektir; dolayısıyla egemen sınıfın yeni ve söz uygunsa Kemalist ideoloji ve poltikalardan daha geri olan ideoloji ve politikaları ile senkronize hareket etmek demektir!

Peki, egemen sınıfın, daha neti ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin buyurduğu devlet içermeyen, aynı anlama gelmek üzere moderniteyi reddeden, cehalet ve miskinlik ile malul bir İslamik- Osmanik cumhuriyet ne anlama gelmektedir?

Bunun anlamı, birincisi, ulus-devlet sistemini yıkmak ve bu bölgedeki devletleri istikrarsız ve güçsüz hale getirmek ve öyle tutmaktır; yani bölgede ülkelerin sınırlarının anlamını yitirmesi, ulus-devlet sisteminin çökmesi, etnisite ve cemaatlere “Osmanist” millet formunun verilmesi demektir!

İki, hiçbir güçlenmenin kabul edilmediği; aynı zamanda yayılmacı politika güden hiçbir politikacıya izin vermeyen; “Kutsal Topraklar” olarak tarifi yapılmış olan bu topraklarda İsrail’in dışında bütün devletlerin zayıflatılmış olması; yine İsrail dışındaki devletlerde iç karışıklıkların kalıcı olması demektir.

Üç, öyleyse bu Tanzimat öncesi bir karanlığın ifadesi olan İslamik-Osmanik cumhuriyet, aynı anlama gelmek üzere yeni Osmanlı imparatorluğu, Kemalist kalıptan sıyrılmış laikliğe cepheden düşman bir Judaizm ile yüklü İsrail renkli bir hegemonik cumhuriyettir!

Dört, bütün bu ideoloji ve politikalarla senkronize hareket eden, Irak Kürtleri başta, Türkiye’nin ve Suriye’nin Kürt coğrafyasındaki, özellikle Öcalan’ın önderliğinin hegemonyasındaki Kürtler ve Kürt siyasal hareketi de, bu İslamik-Osmanik konuşlanmanın ve koşullanmanın içindedir!

Ve beş, demek ki bu konuşlanmanın sadece Türkiye’yi içermediğini kabul etmek gerekmektedir.

Diğer yandan, egemen sınıfın, Türkiye’nin ezilen ve sömürülen sınıflarını uzun zamandır zapt-ı rapta almak için kullandığı ve abartılı biçimde ciddiye alındığını bildiğimiz Kemalizmden bu kadar çabuk vazgeçmesini, emperyalist dünyanın ve bu dünyada daha etkili biçimde yerini almak üzere emperyal hevesler taşıyan 12 Eylül rejiminin İslamizasyon ve Osmanizasyon politikalarına mahkûm olmasına bağlamak mümkündür!

Gerçekten de, Türkiye’de din tabanlı genişleme, Kemalizm ve Atatürk vurgusunun en çok yapıldığı bir zamanda başlamış ve yayılmıştır; 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte, aşırı bir Kemalizasyon vurgusu eşliğinde, İmam Hatip okullarının hem sayısı ve hem de müfredatı genişletilmiş ve öteden beri bir devlet politikası olarak büyütülen tarikatlar ortalığa saçılarak, devletin şemsiyesi altında daha emin ve güvenli adımlarla ilerlemişlerdir!

Ne kadar ilerlediklerini, nerelere çöreklendiklerini, bugün daha net, pratik olarak ve resmi açıklamalarla da görmekteyiz!

Bütün bu gerçeklik, uzun süre herkesin bildiği bir sır misli,hem açık ve hem de gizli kalmış ancak artık çok net olarak hızla artan oranda kitlelerin dilinde lanetle anılan pratik bir gerçeklik olmuştur!

Bunu hepimiz biliyor ve görüyoruz.

Öyleyse Kenan Evren’i ve son 30 yılın Kemalizm edebiyatı yapan yüksek kadrolarını Kemalist saymak ve böylece Kemalizm’in devam ettiğini kabul etmek ve bunu kabul ettirmeye çalışmak, son derece manidar ve son derece sığ bir düşünce ve dar bir politikadır. Hatta çıkmaz sokaktır.

Bu sokaktan çıkamayanlar, hep Kemalizm sayıklıyorlar ve bu abartılı sayıklama ile hep İslamizasyon ve Osmanizasyon biriktiriyorlar; yani demek ki, bu çıkmazdan kurtulamayanların, bir çıkmaz sokak olan Kemalizm düşmanlığında ısrar etmeleri, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin, bu arada 12 Eylül faşist rejiminin mahkûm olduğu İslamizasyon –Osmanizasyon projesinin ve kendilerinin de, yani hep Kemalizm sayıklayıp, egemen ideoloji ve politikalara bigâne kalanların bu projenin içinde oldukları gerçeğinin üzerini örtmek içindir!

Bir diğer çarpıcı gerçeklik ise, iddia edilenlerin aksine, bugün egemen sınıfa ait bir ideoloji olmadığı apaçık görülen Kemalizme düşmanlıkta sınır tanımayanların, dün Kemalizmi yüksek tutanlar ve aşırı abartanlar olmasıdır!

Dün Kemalizmi yüksek tutan ve aşırı abartanlara karşı, hem bunları ve hem de Kemalizmi aşarak sosyalist iktidar yolunda ilerlemeye çalışanlar, bugün de aynı duruşu göstermekte ve aynı politikayı sürdürmektedirler; bu duruşun ve politikanın pratikteki yansıması ise, elbetteki sosyalist iktidar yolunda yürürken, devrimci sosyalistleri Kemalizm'in ilerletemeyeceği ilkesini ve Türkiye’nin emekçi sınıflarının bir Tanzimat öncesi karanlığına Kemalizm düşmanlığı üzerinden sürüklendiği bir tarihsel –nesnel pratikte, Kemalizmden daha geriye sürüklenmeyi kabul etmemek ilkesini abartmadan yüksek tutmak olarak kendisini göstermektedir!

Bu ne Kemalistleşmek, ne de Kemalizmi yüksek tutmaktır; tam tersine, sosyalist iktidarı ve mücadelesini yüksek tutmak ve bunun için, Tanzimat öncesi karanlığın karşısında durmayı, olmazsa olmaz nitelikte bir sorumluluk saymak demektir!

Yüksek olan sosyalist iktidar mücadelesidir ve bu mücadeleyi dışlamayan, engellemeyen, aksine güç taşıyan, önünü açan her duruş bu yüksekliğin içinde ve yükseltenidir!

Kemalizm'in sosyalistleri,sosyalist hareketi ilerletmediği, aksine kösteklediği ve başarılı olamayınca, yol uzayınca, Kemalizm’den de Cumhuriyetten de vazgeçerek, yönetimlerini de, güçlerini de dinci akımlara teslim ettikleri artık çok net olarak görülmektedir; ancak bu, egemen sınıfların çaresizliğinin yansımasından başka bir şey değildir!

Öte yandan, devlet kapısına öyle ya da böyle kapılanmamış olan, eski ama hala eskimemiş olan komünistlerin ve sosyalistlerin, içinde bulunduğumuz tarihsel koşulların karmaşıklığında, Kemalizmden daha geriye gitmeyecekleri de çok net olarak görülmektedir!

Bütün bunlar, hem tarihsel ve hem de nesnel bir gerçekliğin ifadesidir ama gerçekliğin sınırı bu kadar değil; başka ve bütün bu gerçeklikle içiçe olan, bütünleyen ve hepsini aşan bir gerçeklik daha vardır!

Evet, açtığım ve içini azami oranda ve nitelikli gerçeklerle doldurduğum çerçevenin tam orta yerinden sarkıp, sadece gören gözlerin ve idrak eden akılların önüne dökülen ve görmemeyi, anlamamayı politika bellemiş bilumum sahte sol gömlekli devrim kaçkını aktörlerin görmezden geldiği ve üzerini örtmek için bin dereden su getirdiği bir gerçeklik daha var ki, o da aslında bütün bu açtığım çerçeveyi kapsayan ama fazlasıyla aşan bir ABD-İsrail ve AB ve de elbette bilumum işbirlikçi dinamiklerin renklerini taşıyan emperyalist Yeni Dünya Düzeni ve bu düzenin motoru sayılabilecek “BOP –BİP”, yani “Büyük Kürdistan” projesi ve bunun onlarca belki de yüzlerce yıllık kutsal hikâyesidir!

Yani demek ki, Türkiye’nin ve elbette Tüm Kürt coğrafyalarının, aynı anlama gelmek üzere, Ortadoğu’ nun ezilen ve sömürülen emekçilerinin, halklarının ABD-İsrail renkli bir tasarımın ifadesi olan İslamlaştırılması da, Osmanlaştırılması da, ne Evren ile ne TSK ile ne de Kemalizme ihanet etmiş Kemalist kadrolar ile velhasıl ne de hâlâ kendisini sürdüren faşist 12 Eylül rejimi ile sınırlıdır; yani sınırı çok geniştir ve bütün bir emperyalist dünyanın ve dahi, tekellerin düzeni olan 12 Eylül Osmanik-İslamik faşist rejiminin çaresizliğinin çaresi sınırındadır!

Yani İslamlaştırma ve Osmanlılaştırma bu bölgeye has bir temel politika olmakla birlikte, hem içeriyi, hem de dışarıyı kapsayan bir içiçelik, bir bütünsellik taşımaktadır; bu bütünsellik içinde, aşırı dincilik, aşırı ırkçılık, aşırı işçi düşmanlığı ve yanında ulusal-nihilizm ile kozmopolitizm içiçedir!

Kemalizm düşmanlığı ise bu aşırılıkları örten sinsi bir bahanedir!
Demek ki neymiş, Kemalizm ne kadar emperyalizmin içindeki bir burjuva işi ise, Kemalizm düşmanlığı da o kadar emperyalizm içi bir burjuva işidir!

Bu işi göremeyip, her yerde ve daha çok da bu işin bir burjuva işi olduğunu gören gözlerde, idrak eden akıllarda ısrarla burjuva işi görmek, emperyalizmin içindeki bu burjuva işlere teşne olmak, istikbali bu burjuva işlerde aramak demek olsa gerektir!

Fikret Uzun

14 –Temmuz-2015

Hiç yorum yok: