5 Aralık 2013 Perşembe

KOMÜN MOMÜN BAHANE, SOSYALİZM DÜŞMANLIĞI ŞAHANE



KOMÜN MOMÜN BAHANE, SOSYALİZM DÜŞMANLIĞI ŞAHANE

BORGA kardeş, evet, net olarak görülüyor, benimki nafile çabadır, artık kabul ediyorum ve beni uyaran arkadaşlarımdan özür diliyorum; taşa anlatsaydım taş bile dillenir, gerçeğin yanında yer alırdı ki taş yerinde ağır olduğuna göre, eminim gerçeğin yanında daha da ağır olurdu.
Önceki mektubumu, şu sözlerimle tamamlamıştım:
"...Seni ifadelerimle zorluyorum ve canını da sıkıyorum, ama hepsi emekçi halkımız için, eğer gerçekten derdin emperyalizmin, tekellerin ve onların baskıcı rejimlerinin kanını emdiği, Kürt veya Türk, emekçi halkın kurtuluşu ve mutluluğu ise, inan ki kurduğun cümlelerle bunu gerçekleştirecek tek  bir tuğla bile koyamazsın!
Kurduğun ifadelerin çoğunun anlamsız olduğu ve maddi yaşamda karşılığı olmadığı görülüyor; sen de farkındasın aslında; bu nedenle farkındalığının gereğini yapmalısın, sahne ışıklarına kapılmamalısın, alkışlarla heyecanlanmamalısın, heyecanın gerçeklerin baskısı ile artmalı, bu topraklara hepimizin borcu var, elbette devrimci sorumluluk taşıyorsak, bu nedenle bu sorumluluğumuzu hatırlayarak, bu borcu en tam ifadesiyle ödemek için, biraz olsun yüzünü bilime dönmelisin!
Bunu başardığın andan itibaren arkası çorap söküğü gibi gelecektir.
Ama bilimi "hurafe" diyerek gözden düşüremezsin ve üstelik böyle bir arpa boyu ilerleyemezsin! Düşmanın değirmenine taşıdığın ki zaten taşırken çoğu yerlere dökülüyor, su ile kalakalırsın!
Öyleyse seçimini yapmalısın, bilim mi, bilimdışı ve çoktan eskimiş takıntıların mı? "
Tınlamamışsın bile, demek ki sen seçimini çoktan yapmışsın ve bundan vazgeçmen, mümkün görünmüyor.
Ancak, senin ifadenle,"mevzunun anlayis kısmı" tam buradadır,"bunun asiret komünü ile PKK ile (ama daha çok Öcalan'ın dönüşü bağlamında) ve ABD ile ilgisi" son derece çoktur; bu takıntılarına aşkla bağlı olmasaydın, belki bu gün Öcalan'ın zorlama bir ütopyası olduğu besbelli olan, köklerinden kopmamış, kopmaması için de özen gösterilen bir aşiret komününü, sosyalizmin üzerinde, yükseğinde ve hatta komünizme çok yakın, hatta ve hatta komünizmin hemen hemen kendisi olarak yutturmaya, genç zihinleri yalan-yanlış bilgilerle zehirlemeye yeltenmezdin.
Diğer yandan, diğer tartışmalarımız bir yana, bu en son tartışmamızda ortaya koyduklarımı, neredeyse küçük bir cep kitabını dolduracak denli geniş bir alanı kaplamalarına karşın, hiçbir noktasına karşı, bilimselliğinden vazgeçtim, mantığa sığacak şekilde bir karşı tez, eleştirel yaklaşım koymadığın halde, sürekli olarak, hatta bozuk plak misli, uydurduğun bir "hurafe" lafzı içine doldurup, bertaraf etmeye çalışıyorsun.
Ama sen de biliyorsun ki gerçeklerle bağlı hiçbir söz, senin "hurafe" demenle gerçeklerden koparılamayacağı gibi, gözden de düşürülemez; aksine ağırlık ve gerçeklik katsayısının artmasına vesile olur; öyle de oluyor zaten, ne desen, her dediğin birbirini çeliyor ve sonunda bütün dediklerin dökülüyor; kalan ise kaçınılmaz olarak sadece ve sadece gerçeklerdir; yani sen gerçeklerin üzerinde ne kadar tepinsen de, gerçekler eninde sonunda tepene çıkıyor ve üzerindeki bütün bilim dışı takıntılarını tepeden tırnağa ortaya döküyor; "dökülüyorsunuz" derken demek istediğim budur!

Senin bir türlü etrafında fır dönmekten vazgeçmediğin ve ille de, dayattığın "mevzu"ya dair takıntılarının "bilim olduğunu, bu "mevzu” lara dair ortaya konulan bilimsel ifadelerin ise "hurafe" olduğunu iddia ederek, hiçbir somut ve bilimsel kanıt ileri süremeden inatla gündemde tuttuğun "mevzu"nun, o kadar öyle, "asiret komünü ile, PKK ile, ve ABD ile ilgisi" var ki, daha önce de ifade ettim, sen bu "mevzu" ile hep, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını özgürce belirlemek için mücadele etmesinin ve buna yürekten destek vermenin ilerletici olanın içinde olduğu; ancak, Kürt halkını, ABD emperyalizminin dinci, gerici, ilkel ve itaatkâr bir Kürt devletine mahkûm etme çabasının, dolayısıyla Kürt halkını ABD emperyalizmine teslim etme çabasının gerici ve geriletici olduğu; buna devrimcileri alet etmenin, bu gericiliği ve gerilemeyi,"Kürt halkının kaderini özgürce tayini" diye yutturmanın, hiçbir ilerici, devrimci için mümkün olmadığı, yani bunu akıl taşıyan hiç kimsenin yutmayacağı; dolayısıyla bu gerici yönelişe ne Kürt ilericileri ve devrimcilerinin ne de Türk ilericileri ve devrimcilerinin izin vereceği gerçeğinin üzerini örtmeye çalıştın.
Ve işte sonunda bu gerçeğe dair ne söylendi ise hepsini, ortaya hiçbir dayanak koyamadığın halde,"hurafe"ile yaftalayarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsun.
Oysa bu "hurafe" diye yaftaladığın ifadelerin dayanağı, artık çürütülmesinin mümkünatı kalmadığı ayan beyan ortada olan bir bilimdir; üstelik teorik temelleri, pratik tarafından da kanıtlanmış ve hatta düşmanlarını yeniden ve eskisinden çok daha fazla korkutmaya başlamış olan bir bilimdir.
İşte sen en sonu, çürütebilmenin mümkün olmadığı aşikâr olan bu bilimi de "hurafe" olarak yaftalayarak bir vesile ısırdığın bu ekşi elma tadındaki mevzudan kurtulmaya çalışıyorsun; bu bir mahkûmiyetin getirdiği, bir acizlik, bir çaresizlik içinde çırpınmanın yansıması değilse, akıl tutulmasından başka bir şey değildir.

Sonuçta gerçeklerin üzerini örtüp, gelip gelip girdiğiniz karanlığı bir "kurtuluş", bir "ileri" adım, bir "yüce" uğrak olarak yutturamadın ve aksine gerçeklerin üzerindeki örtüler daha da fazla açılmış oldu ve emin ol BORGA, bu açıklıkları artık ne yapsan örtemezsin ki bu yalan-yanlış ve saçma-sapan lakırdılarına elbette "alkış" tutanlar olacaktır ve bu, alkışların bir yanları ile gocunduğun renkleri taşıyanlardan ve öteki yanları ile "inanıyorum öyleyse doğru söylüyor" doğmasına tutsak olmuş olanlardan başka kimseden gelmeyeceği de son derece nettir!
Diğer yandan BORGA kardeş, kapitalizmin tarihsel rolünün ilerici olduğunu kabul etmek o kadar zor değil, aksine kabul etmenin çok kolay olduğunu gösteren somut göstergeler var ve sen bu göstergeleri göremiyor olamazsın, bu nedenle gerilmene de gerek yoktur; bana göre bu "mevzu" da nettir, hatta üzerinde hâlâ konuşmak fuzulidir ve buna rağmen sana göre hâlâ net görünmüyorsa, bunu, takipçisi olduklarını tekrar etmeye mahkûm oluşuna bağlıyorum.
Ancak, bu gerginliğinin yersiz olduğunu, üstelik takipçisi olduklarının zihnini açmak için ortaya konulan açıklıkları hatırlatarak ki bu açıklıklar, önünde secdeye vardığınız "açılım" paketlerinin ortaya koyduğu (aslında koyamadığı) "açıklıklar"a benzemez, daha önce de gösterdim.
Yani, Kapitalizmin tarihsel rolünün ilerici olduğunu kabul etmenin, kapitalizmin olumsuz ve karanlık yanlarını tümüyle kabul etmeyi; kaçınılmaz olarak kapitalizmin yapısında bulunan ve bu iktisadi rejimin tarihi açıdan geçici niteliğini ortaya koyan, derin ve çok yönlü toplumsal çelişkilerini tümüyle kabul etmeyi dışlamadığını gösterdim.
Ama sen de biliyorsun ki, asıl gösteren ben değilim, ben sadece hatırlattım, asıl gösteren, senin o "hurafe" diye yaftaladığın bilime dayanarak hareket eden Lenin'dir ve Lenin, bununla da kalmıyor.
"Köylülükte farklılaşmanın, tarımımızdaki evrimin kapitalist niteliğinin, verilmiş-toprak sahibi, kırsal ve sınai bir ücretli emekçiler sınıfı doğurduğunun üstünü örtmekle, ünlü "el sanatı" sanayilerimizde, kapitalizmin en alt ve en kötü biçimlerinin tamamen egemen olduğunu saklamakla, Rus kapitalizminin en derin çelişkilerini azımsama (hatta bazen görmezlikten gelme) suçunu işleyenler, kapitalizmin tarihi açıdan ilerici niteliğini kabul etmenin kapitalizmi savunmak anlamına geleceğini göstermek için her çabayı harcayan, Narodniklerdir." diyor.
Peki, sen ne için kapitalizmin tarihi açıdan ilerici niteliğini kabul etmenin, kapitalizmi savunmak anlamına geleceğini göstermek için her çabayı gösteriyorsun BORGA? Yoksa 21. yüzyılda, emperyalizmin barbarizasyon denemeleri altında güleryüzlü bir köylü sosyalizmi peşinde mi koşuyorsun? Ya da aslında ABD emperyalizminin, barbarizasyon emelini tez gerçekleştirmek için dünyanın özellikle ezilen ve katmerli sömürülen ve din kıskacına alınarak disipline edilmeye çalışılan yoksul halklarına dayattığı kozmopolitizmine gönüllü asistanlık yapmanın üzerini örtmek için köylü sosyalizmi peşinde koştuğunu düşünmemizi mi istiyorsun?
Lenin, burada durmuyor ve kapitalizmin ilerici tarihsel rolünü iki kısa önerme ile şöyle özetliyor:
"Toplumsal emeğin üretici güçlerinde artış ve o emeğin toplumsallaşması." Lenin bunu da açıyor; "Ama" diyor, "bu gerçeklerin her ikisi de, ulusal ekonominin farklı dallarında son derece değişik süreçler halinde ortaya çıkarlar.
Toplumsal emeğin üretici güçlerindeki gelişme, ancak geniş çaplı makineli sanayi döneminde tam olarak görülebilir. Kapitalizmin en yüksek aşamasına erişilinceye kadar, tamamen kendiliğinden ve son derece yavaş gelişen el üretimi ve ilkel teknik, hâlâ varlığını sürdürür."
Ve sen tartışmalarımız boyunca, "hurafe" yaftası ile yaftalamadığın zamanlarda, kapitalizmin tarihsel ilerici rolünü kabul edenleri, "gerici" ve "kapitalizmin savunucuları" olarak ilan etmekten bir milim bile geri durmadın; hatta kapitalizmin tarihsel olarak dahi ilerici rolü olmadığını kanıtlamak için çırpındın durdun ki bu halet-i ruhiyenle tam da yüz yıldan fazla bir zaman önce yaşayan ve çıkışında, sonraki mücadele dinamiklerine son derece katkı sağlayan kahramanlıklar ve yiğitlikler gösteren ama tarihsel-toplumsal gelişmenin seyri içinde, sınıf mücadelesinin şiddetlendiği ve yeni görevleri öne çıkardığı süreçlerde, olayların akışını ve ortaya çıkardığı yeni görevleri doğru okuyamadıkları için, küçük-burjuva çeperini kıramadıkları için, gelip gelip sonunda S.R. lere dönüşen ve en sonu Ekim devrimine karşı, karşı-devrimin saflarında yer alan, Kerensky hükümetinin dayanakları haline gelen Narodnikleri tekrar edip durdun.
Dahası bunda, bugüne dair üzerinize alınacağınız hiçbir benzerlik görmeyecek kadar pişkinsin!
Şimdi de,"Orada (Rusya'da), Ekim Devrimi sonrası yapılması gerekenin, 'devletsiz' yaşayan 100 milyonluk topluluğa, mevcut hayatlarını savunma ve geliştirme ekseninde önderlik etmek ve yaklaşık 40 milyonluk, toprağını Çara ve onun zorbalarına kaybetmiş topluluğu, gündelik tercihleri üzerinden organize etmek" olduğunu söyleyerek, Ekim Devriminin ve Ekim Devriminden sonra sosyalizmi kurmak için canhıraş bir çaba ile mücadele eden kahramanların, köylü düşmanı olduklarını, daha da kötüsü, kapitalizmi yüceltmek için köy komünlerini düşman bellediklerini söylemeye çalışıyorsun ki bunu, senin "hurafe" ler prensi saydığın Marx bile yapmıyor ve sen de hatırlarsın, öncesinde eleştirirken, devrim başladıktan ve yenilgi ile sonuçlandıktan sonra Paris'in yiğit komünarlarının kahramanlıklarını göklere çıkarıyordu ki bu anlamda senin şirazenin epey bir kaymış olduğunu yüzüne vurmak zorundayım.
Sende ne tarih bilgisi, ne de bilinci var; olsaydı böyle temelsiz lakırdıların arkasına saklanarak, gerçekleri ille de tepeleyeceksin diye çırpınıp durmazdın!
Her halde sen, Lenin'in Narodniklerle, ki o da bir dönemin Narodnikleri ile, sert polemikler yapmasından, onun bir köylü düşmanı ve komün düşmanı olduğu sonucunu çıkarmış olmalısın; oysa Lenin, öncelikle Narodnik kahramanların hakkını en tam ifadesiyle vermiş ve Narodnizmin geçirdiği evreleri bir birinden ayırt etmiş ve sonunda dedikleri bir bir çıkarak, yukarda da hatırlattığım gibi, Narodnikler gelip gelip kendilerini Sosyalist-Devrimciler içinde eriterek, burjuvazinin ideologları ve en sonu karşı-devrimci olmuşlardır.
Diğer yandan, daha 1905 Şubat devriminden çok önce ve son derece bilimsel bir çaba ile ve son derece zor koşullarda ve kısıtlı imkanlarla ve de özellikle Narodnik taraflılıkla sakatlı olan Zemstvo istatistiklerini enine boyuna inceleyerek ve daha yüzlerce kaynaktan yararlanarak Rusya'da kapitalizmin gelişmesini inceleyip, çıkardığı sonuçları Rusya'nın devrimcilerinin, aydınlarının, bilim adamlarının önüne koymuştur ki bu çalışmasının ne denli yaygın ve ilgiyle okunduğunu, hatta henüz taslak iken onlarca arkadaşının ve bu konu ile ilgilenen aydının eleştirel olarak inceleyip, eleştirileri ve övgüleri ile birlikte görüşlerini sunduğunu sen de biliyorsun.
Bu yapıtın hiçbir sayfasında, senin kuruntularını doğrulayacak bir köylü veya köy komünü düşmanlığına rastlamak mümkün değildir; ayrıca köy komünlerinin gelişme olgusuna rağmen, kapitalist gelişme yolunda bir ısrarı olduğu da görülemez; bu çalışmada görülen, sadece ve sadece Rusya'da nesnel gelişmenin çeşitli ve zengin kaynak ve olgulardan yararlanılarak somut bir biçimde teorik olarak ama zengin donelerle yansıtılmasıdır.
Ama sen, Lenin tarafından oldukça geniş olarak ortaya konulan somut ve artık çoktan pratiğin sınamasından geçerek doğrulanmış gerçekleri o dar bakışının içine sığdıramadığın için, ya da daha uygun ifadeyle, bir türlü hazmedemediğin için, Lenin’in çalışmasını ve sosyalist iktidar yolundaki çabalarını hem anlamamakta direniyorsun ve hem de bundan, Lenin'in Rusya'da olayların akışının kapitalizmin gelişimi yönünde olduğunu gösterdiği ve bunu ayrıntılandırarak teorilendirdiği sonucunun çıktığını görmek istemeyip, sanki Lenin'in ille de kapitalizm istediği ve kapitalizmi savunduğu için Rusya'ya zorla kapitalizm getirdiği ve sonunda da sosyalizme değil bir devlet kapitalizmine vardığı kuruntusuna kapılıyorsun!
Ama bu kadar basit değil ve dünya senin kuruntularının etrafında dönmüyor!
Daha önce de hatırlattım ve herhalde bu son olacaktır, Lenin'in, zindanda kaleme aldığı, Rusya'da Kapitalist Gelişme adlı çalışmasının önsözünde altını çizdiği şu gerçeklik son derece zihin açıcıdır, ama senin ilgini çekeceğini sanmıyorum:
"...köy topluluğunun sağlamlaştırılmasını ve geliştirilmesini talep eden Batı Avrupalı tarımcılar, asla sosyalist değil, işçileri, küçük toprak parçalarıyla bağımlı kılmak isterler ve daha şimdiden buna uygun tedbirlere yasal etkinlik kazandırmaya çalışmaktadırlar. El sanatı sanayini –kapitalist sömürünün bu en kötü biçimini-getirerek küçük köylülüğe 'yardım etme yolundaki çabalarla', en kararlı biçimde savaşılmalıdır”.
Lenin, ilk olarak 1899 yılında gün ışığına çıkan ve çıkar çıkmaz, "Kapital'in devamı" olarak nitelenen, Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi'nin (Temmuz 1907) ikinci baskısına yazdığı önsözünde, "Bu yapıtta, iktisadi bir araştırmaya ve istatistiklerin eleştirel çözümlemesine dayanarak sunulan, Rusya’nın toplumsal ve iktisadi düzeninin ve dolayısıyla sınıf yapısının tahlili, bugün (1907'de), devrimin ilerlemesi içinde, bütün sınıfların, açık siyasi faaliyeti ile doğrulanmıştır. Proletaryanın önder rolü tamamen ortaya çıkmıştır. Ayrıca tarih süreci içinde proletaryanın gücünün, onun toplam nüfus içindeki payından sınırsız ölçüde daha büyük olduğu da ortaya çıkmıştır. Bunun ve diğer olgunun iktisadi temeli, önünüzdeki çalışmada sergilenmiştir." diye yazıyordu.
Bu da senin kurtulmak için bir türlü çaba sarf etmediğin kuruntularının havada kaldığını göstermektedir!
Lenin bununla da kalmıyor, bunları ifade ettikten sonra, köylülüğün durumuna da değinerek şöyle yazıyordu:
"Ayrıca devrim, şimdi, köylülüğün ikili durumunu ve ikili rolünü gitgide daha çok ortaya koymaktadır. Bir yandan, angarya iktisadının bir sürü kalıntısı ve serfliğin her çeşit kalıntısı ile birlikte, yoksul köylünün görülmemiş ölçüde yoksullaşması, devrimci köylü hareketinin derin kaynaklarını, bir yığın olarak köylülüğün devrimci niteliğinin derin köklerini tümüyle açıklıyor. Öte yandan da, mevcut çeşitli siyasi partilerin ve sayısız ideolojik-politik eğilimlerin niteliği, devrimin ilerleyişi sırasında bu yığının, özünde mevcut olan çelişkili sınıf yapısını, küçük –burjuva niteliğini, onun içindeki mülk sahipliği ve proleterlik eğilimleri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı ortaya koyuyor."

Bunları söyledikten sonra Lenin,"Yoksullaşmış küçük mülk sahibinin, karşı devrimci burjuvazi ile devrimci proletarya arasında bocalamasının; her kapitalist toplumda görülen önemsiz bir küçük üreticiler azınlığının zenginleşmesi,”yolunu bulması”, burjuvalaşırken, büyük çoğunluğun ya tamamen mahvolması, ücretli işçiler veya dilenciler haline gelmesi, ya da ebediyen, adeta, bir proleter yaşantısıyla geçinmesi olgusunun gerçekleşmesi kadar kaçınılmaz "olduğunu; köylülük arasındaki bu iki eğilimin iktisadi temeli, önümüzdeki çalışmada gösterilmiştir.” Diye ekliyordu.
Ve ” Bu iktisadi temelle, Rusya’da devrimin, kaçınılmaz olarak bir burjuva devrimi olacağını “ ve “bu marxist önermenin, hiçbir şekilde çürütülemeyeceğini; bunun asla unutulmamasını”; ve bunun,“her zaman, Rus devriminin bütün iktisadi ve siyasi sorunlarına uygulanması gerektiğini.” de eklemeyi ihmal etmiyordu.
İşte senin kuruntularına konu ettiğin ve çürütebilmek için her hangi bir bilimsel dayanak bulamadığından, bu anlamda başka söz bulamadığın için çaresizce yargıladığın "hurafe"ler bunlardır!
Dur bitmedi, Lenin daha fazlasını da söylüyordu:
Bunları not ettikten sonra Lenin,”Ama” diyordu,” bu önermeyi uygulamasını bilmek gerek. Farklı sınıfların durumlarının ve çıkarlarının somut bir tahlili, şu ya da bu soruna uygulanan bu gerçeğin kesin anlamını tanımlamak için bir araç olmalıdır. Plehanov’un başını çektiği sağ-kanat sosyal-demokratları arasında pek sık rastlanan karşıt düşünme biçimi, yani somut sorunlara verilecek cevabı, devrimimizin temel niteliği hakkındaki genel gerçeğin basit mantıki gelişmesinde arama çabası, marxizmin bayağılaştırılmasıdır ve diyalektik materyalizmle açıktan açığa alay etmektir. Bu devrimin niteliği hakkındaki genel gerçekten, örneğin, devrimde “burjuvazinin önder rolü” nü, ya da sosyalistlerin liberalleri desteklemesi gerektiğini çıkaran insanlar için, Marx, pek muhtemelen, bir keresinde, Heine’den aktardığı sözleri gene tekrarlardı. ‘Canavar dişleri ektim, pireler biçtim’.” diye yazıyor ve şöyle devam ediyordu:
“Rus devriminin, mevcut iktisadi temeliyle, gelişiminde ve sonucunda nesnel olarak iki ana çizgiyi izleyebileceği” şeklindeki saptamasını vurguladıktan sonra, “Ya eski toprak beyliği iktisadı, binlerce bağ ile serfliğe bağlanmış haliyle muhafaza edilir ve bu, yavaş yavaş salt kapitalist ‘junker’ iktisadına dönüşür.
Emek hizmetinden kapitalizme nihai geçişin temeli, feodal toprak beyliği iktisadının iç başkalaşımıdır. Devletin tarım sisteminin tümü kapitalist hale gelir ve uzun bir süre için feodal özelliklerini korur.” Birinci çizgi budur.

Lenin, ikinci çizgiyi şöyle açıklar,” ya da “ der,” eski toprak beyliği iktisadı, serfliğin bütün kalıntılarını ve her şeyden önce büyük toprak sahipliğini yok eden devrimle yıkılır. Emek-hizmetinden kapitalizme nihai geçişin temeli, toprak beylerinin malikânelerine köylülük yararına el konulmasının sonunda, müthiş bir hız kazanmış olan küçük köylü çiftçiliğinin özgür gelişimidir. Tarım sisteminin tümü kapitalist hale gelir, çünkü serfliğin izleri ne kadar eksiksiz yok edilirse, köylülüğün farklılaşması o kadar hızlı ilerler. Bir başka deyişle: ya-esas olarak, toprak mülkiyetinin ve eski 'üstyapının', baş dayanaklarının muhafaza edilmesi; dolayısıyla, liberal-monarşist burjuvazinin ve toprak beyinin egemen rol oynaması, hali vakti yerinde köylülüğün hızla onların yanına geçmesi, geniş-çapta mülksüzleştirilmekle kalmayıp, buna ek olarak, Kadetlerce (yani Rus emperyalist burjuvazisinin baş partisi, Anayasal Demokratik Partinin üyeleri – içinde liberal monarşist burjuvazinin temsilcileri, Zemstvo memurları ve gerçek görüşlerini saklamak ve köylüyü kendi yanlarına kazanmak için ”demokrasi” hakkında ikiyüzlü cümleler kullanan burjuva aydınları da vardı) önerilen şu ya da bu türde, toprak-tazminatı ile köleleştirilmiş ve irticaın egemenliği ile ezilmiş ve körletilmiş köylü yığınlarının çökmesi; böyle bir burjuva devriminin yürütücüleri, Ekimcilere ( yani 17 Ekim Birliği – büyük sanayici kapitalistlerin ve topraklarını kapitalist çizgilerde işleyen büyük toprak beylerinin çıkarlarını temsil eden partinin üyeleri) yakın tipteki politikacılar olacaktır. Ya da –toprak beyliğinin ve buna tekabül eden eski “üstyapı”nın bütün ana dayanaklarının yıkılması; istikrarsız ya da karşı-devrimci burjuvazinin etkisiz hale getirilmesiyle proletaryanın ve köylü yığınlarının egemen rol oynaması; işçi ve köylü yığınlar için meta üretimi altında düşünülebilecek en iyi koşullarda, üretici güçlerin kapitalist bir temel üzerinde en hızlı ve en özgür gelişimi; dolayıyla, ilerde işçi sınıfının sosyalist yeniden örgütlenmeyi, bu gerçek ve temel görevini başarması için en elverişli koşulların yaratılması. Kuşkusuz şu ya da bu tip kapitalist evrimin unsurlarının, sonsuz çeşitte birleşmeleri mümkündür ve ancak iflah olmaz bilgiçler, yalnızca, Marx’ın farklı bir dönem hakkındaki şu ya da bu görüşünü aktararak ortaya çıkan özel ve karmaşık sorunları çözmeye kalkışabilirler.”
Lenin bu dediklerinde bir milim şaşmadı; üstelik Lenin'in bütün öngörülerini doğrulayan, onca çalışmasını boşa çıkarmayan iki Şubat devrimi ve bir Ekim devrimi gerçekleştirildi.
Ve sen şimdi kalkmış, üstelik Sovyet sosyalizminin yıkılmış olduğu ve sosyalizmin bayrağının yerlerde ve yabancı ellerde sürüklendirilmeye çalışıldığı ama artık bu bayrağın yerden kaldırıldığı ve dikmek için en yüksek yer arandığı bir zamanda, gerçekleri "hurafe" çuvalına doldurup, "komün" diye diye helak olarak, Rusya'daki, köylüsü hariç, bütün devrimleri nerdeyse bütün günahların kaynağı olarak göstermeye çalışıyorsun!
Bunun bir akıl tutulmasıyla bağlantısı olabilir mi, senin gibi lafları pire gibi oradan oraya sıçratıp, gerçeklerin başını döndürme konusunda sıkıntı çekmeyen bir aklın böyle bir aymazlık içinde olabileceğine inanabilir miyiz?
Hayır! Öyleyse bu bir "öğretilmiş düşünce" içindeki tutumdur ve böyle bir tutum ise sosyalizm yolunda yürüyenlere uzak, sosyalizme düşman olanlara yakın düşmektedir!
Yani mesele, senin kuruntularına mevzu olduğu gibi, komünistlerin köylüleri küçümsemesi de, geri görmesi de, gerici görmesi de ve elbette komünü yadsıması da, türlü çeşit olumsuz lakırdı ile anması da değildir.
Meselenin özü, tamı tamına,"komün" ile hem de kapitalistliğinden pek bir şey kalmamış, hatta "barbarizm"e sürüklenen kapitalist bir yapı içindeki, "demokratik komün" ile sosyalizmin önünün kesilmek istenmesidir.
Başka türlü de ifade edilebilir, ille de emperyalizmin borusunu öttürmek için, senin ifadenle, ABD emperyalizminin şimdilerde en önemli ideolojik saldırısı içinde olan kozmopolitizm borusunu, "sol-yal"a batırarak borudan çıkan seslere sosyalizmden daha ileri bir düzeni çağrıştıran "sol"tonlu bir "komün" sesi vermek için, bu "demokratik komün" lafzı biçilmiş kaftandır!
Peki nedir bu komün, daha doğrusu nedendir bu komün aşkı, ve özellikle de kapitalizm öncesi üretim biçimi olarak? Bunu anlamak için bir kez daha üzerinden geçelim; geçelim ki geride tarihe bir not ve de BORGA'ya zihin açıcı bir tarih bilgisi anısı bırakalım! Ama daha önemlisi, BORGA'nın, eciş bücüş ifadelerle tarihsel bir kategori olan "komün"ü fetişleştirerek, başka bütün gerçekliklerin üzerinden atlamak için, tıpkı öncülleri gibi, ne denli laf ebeliği yaptığını bir kez daha göstermiş olalım.
Biraz uzun, çünkü başını sonunu ve aradaki gelişmesini iyi açımlamak gerek ve tarihe not bırakıyoruz, gelecek kuşaklar hiçbir ayrıntıyı atlamamaya çalıştığımızı ve buna karşın yoğun bir karartma ve inkar etme çabası içinde olan inatçı bir dinamiğin varlığını görmeliler.
Toprak mülkiyetinin bu en eski biçiminin ilk önkoşulu, kendiliğinden meydana gelen evrimden doğmuş bir komünal insan topluluğu olarak görünür: aile, kabile halinde genişlemiş aile, ya da aileler arası evlenmeler ile meydana gelen kabile veya kabileler bileşimi. Çobanlık ya da daha genel olarak göçebeliğin, kabilenin belirli bir yere yerleşmeyerek bir yerde bulduklarını tükettikten sonra yoluna devam ettiği ilk varlık biçimi olduğunu kabul edebiliriz.
İnsanlar doğaları gereği yerleşik değillerdir (maymunlar gibi bir yerden bir yere dolaşırlar). Demek ki kabile topluluğu, doğal topluluk, toprağın (geçici olarak) ortaklaşa mülk edinilmesinin ve kullanılmasının bir sonucu değil, önkoşulu olarak görünür.
İnsanlar nihayet bir yere yerleştiklerinde, bu özgün topluluğun, az ya da çok, ne ölçüde değişikliğe uğrayacağı, çeşitli dışsal, iklimsel, coğrafik, fiziksel vb. koşullara ve onların özel doğal yapılarına - kabile niteliklerine - bağlı olacaktır.
Kendiliğinden evrimleşen kabile topluluğu, ya da deyim yerindeyse, sürü halinde bulunuş, kan, dil, örf, adet vb. birliği, yaşamın ve onu yeniden üreten ve ona maddi ifadesini veren ya da onu nesnelleştiren eylemin (hayvancılıkla uğraşanların, avcıların, tarım yapanların vb. eyleminin) nesnel koşullarının edinilmesinin ilk koşuludur.
Toprak, hem iş araçlarını ve malzemesini, hem de yerleşim yerini, topluluğun temelini sağlayan bir laboratuardır, cephaneliktir. İnsanların toprakla ilişkisi pek safçadır: Onu, kendisini canlı emekle üreten ve yeniden üreten topluluğun mülkü sayarlar.
Birey ancak böyle bir topluluğun, sözcük ya da mecazi anlamında, üyesi olduğu sürece, kendisini bir mülk sahibi ya da zilyedi sayar. Emek süreci yoluyla gerçek mülk edinme, bu önkoşullar altında yer alır ki bunlar emeğin ürünü olmayıp, onun doğal ya da tanrısal ön koşulları olarak görünür.
Temel ilişkiler aynı olduğu halde, bu biçimi, çok çeşitli yollardan gerçekleşebilir. Örneğin, Asyatik temel biçimlerin çoğunda olduğu gibi bu, bütün bu küçük toplulukların üstünde duran ve herkesi kapsayan birliğin en yüksek ya da tek mülk sahibi olarak görünmesi; gerçek toplulukların ise yalnızca mirasçı mülk sahipleri olarak görünmesi olgusuyla pekâlâ bağdaşabilir.
Gerçek mülk sahibi ve ortak mülk sahipliğinin gerçek önkoşulu birlik olduğuna göre, bu birliğin çok sayıdaki tek tek gerçek topluluklardan ayrı ve onların üstünde bir şey olarak görünmesi pekâlâ olanaklıdır.
Bu durumda birey, aslında mülksüzdür; ya da mülk, yani bireyin, emeğin ve yeniden üretimin doğal koşulları ile olan hazır bulduğu ve sahip çıktığı inorganik doğa ile olan, öznelliğin nesnel bedeni ile olan ilişkisi, bütünü kucaklayan birliğin bireye belirli bir topluluk aracıyla ilettiği bir bağış olarak görünmektedir.
Despot, burada, bütün sayısız alt toplulukların babası gibi, böylece de tümünün ortak birliğini gerçekleştiren biri olarak görünmektedir.
Bundan çıkan sonuç şudur ki artı-ürün (ki emek yoluyla yapılan gerçek mülk edinme sonucu yasa ile belirlenir), bu en üst birliğe aittir.
Şu halde, doğu despotizmi, mülkiyetin yasal olarak bulunmayışına yol açar görünmektedir. Ne var ki aslında bunun temeli, çoğu durumda, manifaktür ile tarımın birleşmesiyle ve böylece tamamıyla kendine yeterli hale gelmiş ve üretimin ve artı-üretimin bütün koşullarına sahip bulunan küçük topluluk içerisinde yaratılmış olan kabile mülkiyeti ya da ortak mülkiyettir.
Bunun artı-emeğinin bir kısmı, sonuçta bir kişi olarak ortaya çıkan üst topluluğa aittir. Bu artı-emek, hem vergi vb. olarak ve hem de birliğin, kısmen despotun, kısmen de tanrının, hayali kabilesel varlığının yüceltilmesine yönelik ortak çalışma olarak sağlanır. Bu türden ortak mülkiyet, gerçekten emekle gerçekleştiği ölçüde, iki biçimde ortaya çıkabilir. Küçük topluluklar, birbirlerinden bağımsız olarak yan yana, bitkisel bir yaşam sürdürebilirler ve her birinde birey, kendisine ayrılmış olan toprakta, ailesi ile birlikte bağımsız olarak çalışır.
Bir yandan sigorta denebilecek ortak ihtiyaçlar için, öte yandan topluluğun bu sıfatla yaptığı savaş, dinsel ayin, vb. gibi harcamaların karşılanması için de bir miktar çalışma olacaktır. Beylerin egemenliği, en ilkel anlamında, ancak bu noktada ortaya çıkar, örneğin Slav ve Romen topluluklarında olduğu gibi.
Serfliğe vb. geçiş burada yatar.
İkincisi, birlik bizzat emeğin ortaklaşa örgütlendirilmesini de kapsayabilir ki bu da, Meksika'da ve özellikle Peru'da eski Keltlerde ve bazı Hintli kabilelerde olduğu gibi, gerçek bir sistem oluşturabilir.
Ayrıca, kabile topluluğu içerisindeki ortaklaşalık, ya birliğin kabilesel kan grubunun başı aracılığıyla temsil edilmek olarak, ya da aile başlarının arasındaki bir ilişki olarak ortaya çıkabilir.
Topluluğun daha despotik ya da daha demokratik bir biçim alması buna bağlıdır.
Sulama sistemleri (Asyalı halklar için çok önemlidir), ulaşım araçları vb. gibi emek yoluyla gerçek mülk edinmenin komünal koşulları, bu durumda üst birliğin, alt toplulukların üstünde yer alan despot hükümetin, eseri olarak görülecektir.
Gerçek anlamda kentler, bu köylerin yanında, ancak dış ticaret için elverişli olan ya da devletin başının ve valilerinin gelirlerini (artı-ürünü) emek karşılığında değiştikleri, onu emek fonları olarak harcadıkları noktalarda kurulur.
İkinci biçim de, birincisi gibi, yerel, tarihsel vb. gibi önemli değişikliklere uğramıştır.
Bu, daha dinamik bir tarihsel yaşamın, özgün kabilelerin yazgılarının ve uğradıkları değişikliklerin ürünüdür. Topluluk burada da önkoşuldur ama birinci durumun tersine, burada bireylerin salt rastlantı oldukları, ya da salt kendiliğinden doğal parçaları oldukları şeyin özünü oluşturmaz.
Burada temel, toprak değil, kırsal nüfusun (toprak sahiplerinin) zaten yaratmış bulundukları, yerleşim yeri (merkez) olan kenttir. Tarlalar kentin arazisi olarak görünür; öteki durumda olduğu gibi, köy toprağın salt bir eklentisi olarak görünmez. Toprağın onu işleyen ve onu gerçekten mülk edinenlerin önüne çıkarabileceği engeller ne denli büyük olursa olsun, onunla canlı bireyin inorganik doğası, atölyesi olarak, onun iş aracı, emeğinin nesnesi ve öznenin geçim aracı olarak ilişki kurmak güç değildir.
Topluluğun karşılaştığı güçlükler, yalnızca toprağı daha önce işgal etmiş olan, ya da işgal ederken topluluğu huzursuz eden öteki topluluklardan gelebilir. Bu yüzden savaş herkesi ilgilendiren büyük bir görev, büyük bir komünal uğraştır veya canlı varoluşun temel koşullarını elde etmek, ya da böyle bir elde edişi korumak ve sürdürmek için gereklidir.
Kan gruplarından oluşan topluluk, bu nedenle daha baştan, savaşçı temeller üzerinde, savaşçı, askeri bir güç olarak örgütlenir ve bu onun mülk sahibi olarak varoluşunun koşullarından biridir.
Yerleşmenin kentlerde yoğunlaşması bu savaşçı örgütlenmenin temelidir.
Kabile yapısının niteliği, kan gruplarının üst ve alt gruplar olarak farklılaşmasına yol açar ve bu toplumsal farklılaşma, istila eden ve istila olunan kabilelerin vb. kaynaşmasıyla daha da ilerler. Ortak toprak (komün mülkü), devlet mülkü olarak, burada özel mülkten ayrıdır. Bireyin topluluktan ayrı olarak mülk sahibi olmayıp, daha çok yalnızca zilyed sahibi olduğu birinci durumun tersine, bireyin mülkü, burada doğrudan komünal mülk değildir.
Bireysel mülkiyeti değerlendirmek için (örneğin Doğunun sulama sisteminin gerektirdiği gibi) komünal emek gerektirmeyen durumlar çıkar; kabilenin tamamıyla ilkel olan niteliği, tarihin hareketiyle ya da göçle parçalanabilir; kabile ilk yerleşim yerinden ayrılıp, yabancı toprakları işgal edebilir, böylece yepyeni çalışma ve bireyin enerjisini daha da geliştirme koşulları içine girebilir.
Bu gibi etmenler, ne denli etkin olursa ve bu yüzden de kabilenin komünal niteliği dış dünyaya karşı ne denli uyumsuz bir birlik olarak görünürse ve görünmek zorundaysa, bireyin işlenmesi özel olarak kendisine ve ailesine ait toprağın, belirli bir toprak parçasının, özel sahibi haline gelmesini sağlayan koşullar da o denli çok çıkar.
Topluluk, bir devlet olarak, bir yandan bu özgür ve eşit özel mülk sahiplerinin birbirleriyle olan ilişkileri, dış dünyaya karşı birleşmeleridir.
Pugaçev ayaklanmasına kadar ve onunla birlikte Rusya'daki hemen hemen bütün ve yüzlerce köylü ayaklanmalarının ortak özelliği, çara karşı ayaklanmaya karşı olması tesadüf değildir çünkü çar bütün köylülerin doğal babasıdır.
Bu inanış ve yaklaşım, 1905 devrimine kadar, daha doğrusu, ünlü "Kanlı Pazar"a kadar sürmüştür.
Ve daha öncesinde Rusya'nın merkezi devlet olma yönünde kat ettiği yol var.
Sen ise BORGA kardeş, bu tarihsel gerçekliğe gözlerini kapayıp, daha da kötüsü, gözlerimizi kapatmamızı dayatıp, anlattığın tarih dışı hikâyelere koşulsuz inanmamızı istiyorsun ve sanki köy komünleri, Rusya'nın tarihi ile başlamış ve gelişmiş gibi anlatıyorsun!
Rusya'da köylülerin ayaklanmaları, serfleştirilmelerine rıza göstermedikleri için ve ünlü "Korkunç İvan" ın toprak dağıtımından hemen sonra 17. yüzyılın başında patlak verdi. Eminim bir köylü fetişisti olarak sen de biliyorsun dur ki, ilk isyan, eski bir köle ve diğerleri gibi o da bir Don kazağı olan İvan Bolotnikov önderliğinde başlamış, Moskova'ya kadar dayanmıştı; ancak sözünü ettiğim ortak özellik nedeniyle toprak sahiplerinin zulmüne karşı ayaklanan köylüler, bu zulümden bağımsız ve "babaları" gördükleri çara karşı isteksiz davrandıkları için, ordusu giderek zayıflayan Bolotnikov çekilmek zorunda kaldı ve sonunda teslim oldu ve bir buz kuyusuna atılarak boğuldu.
Diğer yandan, 17. yüzyılın sonlarında, Frederich Wilhelm, ilerde dünyaya kapitalizme yukarıdan aşağıya bir devrimle de geçmenin mümkün olduğunu kanıtlayacak Prusya devletinin temellerini atmak için Junkerleri ikna etmeye çalışırken, Rusya'da merkezi devletin oluşumunda önemli bir yol çoktan kat edilmişti bile. 1480 yılında 3.(Büyük)İvan'ın, Moğol İmparatorluğu Altın Ordu'dan bağımsızlığını ilan etmesinden yaklaşık yarım yüzyıl sonra, üç yaşında Moskova Knezliğinin başına geçirilen 4.(Korkunç) İvan, 17 yaşında iken bütün Rusların çarı olarak taç giymişti.
Korkunç İvan, merkezi devletin ülke içindeki en önemli rakibi olan aristokrasiyi, boyarları, yenilgiye uğrattıktan sonra tarihi, Moskova’dan çok gerilere uzanan ve yerel yönetim gelenekleri yüzyıllar sonra demokratik hareketlere esin kaynağı olacak olan Novgorod şehrini talan etti; bu talan sürerken, bir yandan da, yeni fethedilen bölgelerdeki verimli toprakları dağıtarak, varlığını doğrudan doğruya kendisine borçlu, yeni bir toprak sahibi yaratmaya çalışıyordu.
17. yüzyılın sonunda ise, tahta Büyük Petro geçtiğinde, merkezi devlet yapılanmasını önemli oranda güçlendirmişti; bir taraftan düzenli orduyu kurdu ve diğer taraftan bununla ayrılmaz bir bütünlük arz eden devletin gelirlerinin artırılması sorununu çözdü; vergileri artırdı ve devletin kendisini de üretici ve girişimci haline getirmeye çalıştı. Diğer yandan da, devlet dışındaki olası iktidar odaklarını devlete tabi kılmaya devam etti. Bu alandaki uygulamalarının ilki, 1722 de yayınladığı "Rütbeler Tablosu" ile 15 yaşın üstündeki her boyarın belli bir süre devlet hizmeti görmek üzere bir sicile kaydolmasını sağladı; böylece, toprak sahibi olmak, farklı bir iktidarın kaynağı olabilme özelliğini yitiriyor, devlete hizmet etmenin bir türevi haline geliyordu. İkinci uygulaması ise, kilise ile devlet arasındaki ilişkilerdeki reformlar idi.
Büyük Petro'nun, namı diğer "Deli Petro"nun, 1725'de ölümünden sonra Rusya'da da, Tıpkı Fransa ve kısmen İngiltere'de olduğu gibi, aşırı merkeziyetçiliğe karşı aristokrasiden ciddi tepkiler geldi. Ancak devletin otoritesinin mutlaklaştırılması için alınan tedbirler artarak devam etti; Deli Petro, ölümünden bir yıl önce Rusya'da Bilimler Akademisini kurdu ve genç soyluları eğitim için Batı'ya gönderdi. Bütün bunlar, ona, bir de "aydınlanmacı despot" ünvanı kazandırmıştı. Fransız Aydınlanma hareketinin etkileri burada da görüldü ve 18. yüzyılın sonlarına kadar süren, Alman uyruklu Çariçe Katerina dönemine damgasını vurdu.
Burada duralım ve Rusya'da hiç de senin dediğin gibi bir "devletsiz komün hayatı" olmadığını hatırlatalım.
Bize "Buna ne diyecegiz? " diye soruyorsun; peki ya bunlara ne diyeceksin BORGA kardeş?
Bu ve diğerleri, senin sosyalizme karşı, dolayısıyla sosyalist devrime karşı ve haliyle Ekim Devrimi'ne karşı ne denli derin bir öfke yanında, intikamcı bir kin biriktirdiğini ortaya koymaya yeter! Ama neden? Olmuş bitmiş ve bu güne son derece can alıcı dersler bıraktığı gibi, dünyaya yine son derece önemli bir eylemli bilinç taşımış olan Ekim Devrimi ve Sovyet deneyimine neden hâlâ bu öfke ve kin?
Bu öfke ve kin'i, üstelik sosyalistleri, Kapitalizmin tarihsel rolünün ilerici olduğunu kabul ettiler diye, kapitalizmi göklere çıkarmakla ve savunmakla suçladığın halde, kapitalistlere ve emperyalistlere göstermediğin, onlarla empati kurduğun, en azından kuranlara biat ettiğin ve cümle aleme, biat etmenin erdemlerini anlattığın açıklıkla görülmektedir!
Bu eciş-bücüş, yalan -yanlış, bilmece misli ve özensizce kurduğun ifadelerinin kıymeti harbiyesi budur; ve bir kez daha altını çizeceğim, komün- momün bahane, sosyalizmin önünü kesmek şahane!
Oysa sen de biliyorsun ki BORGA kardeş, senin "hurafe" yaftasıyla kolaylıkla bertaraf edeceğine inandığın Marxizmin ortaya koyduğu anlayış, gökten zembille veya vahiyle inmemiştir; tam tersine, tarih aracıyla, topluma ve toplumsal gelişmeye dair olayların akışı araştırılarak, taşıdığı nesnel gerçekliğinin yansımaları teori biçiminde kurgulanarak oluşmuştur; bu anlamda Marxizm, köylü çiftçiliğinin tamamen özgür olduğu ,"halka ait" ya da "kimseye ait olmayan", ya da " tanrıya ait olan "topraklarda oturan küçük çiftçilerin tamamen eşit olduğu şartlarda bile, bir meta üretimi sistemiyle karşı karşıya olunduğu sonucunu çıkarır.
Küçük üreticiler pazara bağlı ve ona tabidirler. Ürün mübadelesinden paranın gücü doğar, tarımsal ürünün paraya dönüşmesi, işgücünün de paraya dönüşmesi sonucunu yaratır. Meta üretimi kapitalist üretim haline gelir. Ve bu teori, ne bir doğmadır, ne de senin ifadenle "hurafe"dir; bu teori, Rus köylü işletmesinde de olup bitenlerin basit bir anlatımı ve basit bir genelleştirilmesidir.
Bu işletme, topraksızlığa, çiftlik sahibinin şiddetine, toprak mülkiyetinin ortaçağ ilişkileri ve kurumlarının baskısına, köleleştirmeye ve keyfiliğe ne kadar az maruz ise, bizzat köylü işletmesi içinde kapitalist ilişkiler o kadar güçlü gelişir.
Bu, 1861 köylü reformundan itibaren Rusya'nın tarihinin hiç kuşku götürmez biçimde kanıtladığı bir olgudur.
Öyleyse bir kez daha kapitalizmin "tarihi ilerici misyonunu" kabul etmemenizin kıymet-i harbiyesine dönmek gerekiyor.
Yani bunca açıklığa rağmen bu inadınızdan anlaşılıyor ki, kapitalizmin "tarihi ilerici misyonunu" kabul etmemeniz, kapitalizme düşmanlığınızdan değildir; Marxizm'e, dolayısıyla tarihsel ve diyalektik materyalizme ve elbette sosyalizme olan inançsızlığınızdan, dahası düşmanlığınızdandı; kapitalizme düşmanlığın(ız), sadece, tarihsel-nesnel bir olgu olan kapitalist gelişme aşamasına karşı olmanızın ifadesidir.
Oysa şimdi, pekala kapitalizmi benimseyen, masaya oturmakta sakınca görmeyen ve bununla birlikte Amerikan emperyalizmini "dost" bellemek yanında, dünyanın tek otoritesi ve tek kurtarıcısı gören bir yaklaşımı ve üstüne üstlük bütün günahları tekellerin rejimi olan ve devam eden 12 Eylül faşist rejiminden bağımsız olarak, gene aynı tekellerin eski ideolojisi ve politikası olan Kemalizm’in sırtına yükleyip, geride kalan rejimi pür-i pak yapıp Kürt halkına empoze ederek, kapitalizmle ve emperyalizmle bir derdinizin olmadığını gösteriyorsun(uz)!
Ve bunu devrimci renklere bulamak için de, pek de işe yarar bir araç olmamakla beraber, kendinizce "demokratik komün" şiarını öne çıkartıyorsun(uz)! Ya da bu şiara biat ettiğinizi gösteriyor ve model yapmaya çalışıyorsun(uz)!

Hani sormuştun ya,"saf mısınız, sahtekâr mısınız?" diye, tam da bu soruyu hak eden bir tutumla, bütün yalan-yanlış lakırdıları üzerimize boca ediyorsun(uz)!
Mevzu mu istiyorsun? İşte bütün mevzu budur!
Peki, öyleyse mevzuyu derinleştirmeye devam edelim.
Ama önce küçük bir parantez açarak yine küçük bir hatırlatma yapalım. Hatırlatma pek yabancısı olmadığın ve eminim kendi icadın olan "hurafe" yaftasının içine sokmadığın Kautsky'den.
Kautsky'nin tarımda "küçük işletme ve büyük işletme" sorununu enine boyuna incelediğini ve somut sonuçlar çıkardığını sen de biliyorsundur ama erken sevinme, henüz Marxizmden dönmediği bir zamandadır bu.
Tarımda büyük işletmenin küçük işletmeye üstünlüğünün kaçınılmazlığına işaret ederken, "elbette" ancak "diğer koşullar aynı kalmak kaydıyla" şartını koyan Kautsky, büyük işletmenin teknik üstünlüğünü kanıtladıktan sonra," küçük işletmede aşırı çalışma ve düşük tüketim" gerçeğinin tartışmasız olduğunu ortaya koyar ve buradan büyük işletmenin üstünlüğünün, çiftçilerin kooperatif kurma yönündeki çabalarında da dile geldiği gerçeğine geçer; ve "kooperatif işletmesinin, büyük işletme" olduğuna işaret eder.
Genelde küçük-burjuva ideologlarının ve özelde de Rus Narodniklerinin küçük çiftçilerin kooperatifleri üzerine ne kadar gürültü kopardıkları bilinir; Kautsky'nin yaptığı, yani kooperatiflerin rolünün mükemmel tahlili, işte bu nedenle önem kazanır.
Küçük çiftçi kooperatifleri elbette iktisadi ilerlemenin bir halkasıdır, fakat bunlar birçok kez düşünüldüğü ve iddia edildiği gibi kolektivizm yönünde değil, kapitalizm yönünde ilerlemeyi ifade eder.
Kooperatifler, tarımda büyük işletmenin küçük işletmeye üstünlüğünü zayıflatmayıp, tersine güçlendirir, çünkü büyük mülk sahiplerinin kooperatif kurma olanağı daha çoktur ve bu olanaktan daha çok yararlanırlar. Kooperatif biçiminde, kolektif olarak işletilen büyük işletmenin kapitalist işletmeden üstün olduğunu, Kautsky elbette tam kesinliğiyle kabul eder. İngiltere'de Owen ve yandaşlarınca gerçekleştirilen tarımın kolektif yönetimi denemelerine değinen Kautsky, tüm bu deneylerin modern bir tarımsal büyük işletmenin kooperatif üyelerince kolektif yönetiminin pekâlâ mümkün olduğunu çürütülemez bir biçimde kanıtladığını, fakat bunun gerçekleşmesi için "belli bir dizi iktisadi, politik, entelektüel koşulun gerektiğini vurgular.

Son derece zayıf gelişmiş dayanışma duygusu, zayıf disiplini, yalıtıklığı, sadece Batı Avrupalı köylüler arasında değil, Rus topluluk köylüleri arasında da saptanan "mülkiyet fanatizmi" , küçük üreticinin kooperatif üretimine geçmesini engeller.
Kautsky' ye göre, bu durumda, kategorik olarak köylünün kooperatif üretime geçeceğini beklemek çok saçmadır.
Bu küçük hatırlatmadan sonra parantezimizi kapatıp mevzumuzun derinliklerine dalabiliriz.
Rusya'nın tarihinin, batısındaki Avrupa'dan farklı olmasını koşullandıran etmenlerin arasında toprağın kendisi hatırı sayılır bir yer tutuyordu. Rusya'nın üzerinde yer aldığı topraklar doğal bitki örtüsü bakımından üçe ayrılıyordu. Kuzeyde Arktik çemberin içinde kalan tundra; Arktik çemberden Kiev'e kadar uzanan ve tarihsel Rusya'nın merkezini oluşturan dünyanın en büyük ormanı ve buradan Kafkas dağları ve Karadeniz'e kadar uzanan stepler; steplerdeki otlakların yarattığı doğal gübre, buranın ünlü "siyah toprağı"nı dünyanın en bereketli topraklarından biri kılmıştır.
Ancak steplerin doğal bitki örtüsü, toprağı tarım için verimli hale getirdiği gibi, hayvanlar için de ideal bir otlak sağlar ve geleneksel olarak bu bölge, göçebe Slavların, Tatarların ve Moğolların kontrolünde olmuştur. Yerleşik Ruslar, bu toprakların siyasal kontrolünü ancak 16. yüzyılın ortasında, Kazan ve Astrahan Hanlıkları yıkıldıktan sonra elde etmişlerdi. Ancak neredeyse 18. yüzyılın sonuna kadar bu topraklar, özellikle güneyden gelen Kazak akınlarına maruz kalmaya devam ettiler. Öyle ki, ancak 19. yüzyılın başında Rusya'da tarımsal faaliyetin merkezi kuzeyin verimsiz topraklarından, güneyin bereketli siyah toprağına kaydı.
Göçebe kabilelerin akınları ve tarım geleneklerinin görece yeni oluşu, siyah toprağın bereketine rağmen, steplerdeki tarımın veriminin düşük olmasının en önemli nedeni değildi. Rusya'nın iklim açısından talihsizliklerinden biri de, toprağın verimsiz olduğu kuzeyde (özellikle Baltık kıyılarında) yağışın son derecede bol, verimli steplerde ise kıt olmasıydı. Son olarak mevsimlerin yıl içindeki dağılımı da tarımı güçleştiren faktörlerden biriydi. Kuzeyde dört ayla sınırlı olan tarlada çalışılabilecek süre, steplerde hepsi hepsi altı aya kadar uzuyordu. Oysa Batı Avrupa'da bu süre 8-9 ayı bulabiliyordu. Bütün bu koşullar, yazılı tarih boyunca Rusya'nın ortalama üç yıldan birinin kıtlığa yol açacak kadar kötü bir hasat elde etmesi sonucunu veriyordu.
Ancak bütün bunlar, tarımın zaten son derece ilkel bir teknoloji ile yürütüldüğü Ortaçağ'da Rusya'yı Avrupa'dan ayırt etmiyordu. Bu dönemde Avrupa'da olduğu gibi, ekilen Rus topraklarında da, verim bire üçtü. 12. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Avrupa'da yaşanan tarım devrimi, verimin göz kamaştırıcı bir biçimde artmasına yol açtı; 16. ve 17. yüzyılda bire- altı ve bire- yedi oranlarına ulaşan verim, 19. yüzyılda bire-onu buldu. Bu oranlar, artan verimin yanı sıra, topraktan yararlanma biçiminin çeşitlenmesini de getiriyordu; çünkü bire -on gibi bir oran, aynı zamanda mevcut toprağın sadece onda birinin tohumluk ekimine ayrılması gerektiği anlamına geliyordu.
Rusya bu tarım devriminin dışında kaldı. 19. yüzyıla varıldığında bile ortalama verim bire -üçün üzerine çıkmamıştı. Bir ölçeğin tohuma ayrılacağı hesaba katıldığında, bire-üç oranının, tarıma dayalı bir toplumun kendisini yeniden üretebilmesinin asgari koşulu olduğu düşünülebilir. Bunun ille de sefalet ve aşırı yoksulluk anlamına gelmesi gerekmez: ama bu koşullarda kırdan aktarılabilecek artı-ürün neredeyse yok denecek kadar azdır. Yalnızca mujikin değil, Rus devletinin de kaderini belirleyen en önemli etmenlerden biri, devleti ve olası bir şehir hayatını beslemede kullanılabilecek tarımsal artı-ürünün kıtlığı olmuştur.
Slavcıların onca göklere çıkaracağı "Rus ruhu"nun, mujikin alçakgönüllülüğünün berisinde, yüz yıllardır hayatı aynen, herhangi bir genişleme ya da gelişme umudu olmaksızın yeniden üretmiş olmanın şekillendirmiş olduğu alışkanlıkları sezmek mümkündür.
Rusya'da köylülerin serfleştirilmelerinin tarihi, nerdeyse devletin tarihi ile başlar. Gerçi 3. İvan,"yalnızca hasat zamanında olmaması" sınırlamasını getirerek, köylülerin efendilerini terk etme hakkını tanımıştı ama daha Korkunç İvan zamanında ha bire bu hakkın askıya alındığı "yasak yıllar" ilan edilmeye başlandı. Böylece, soylulara dağıtılan topraklardaki sömürü yoğunlaştıkça, köylüler devlet ya da manastır topraklarına ya da şehirlere iltica etmek üzere buralardan kaçmaya başladılar. Sorun çözümsüzdü ve yasak yıllar artmaya başladı; 1649 yılında Rusya'daki bütün köylülerin ruhları işledikleri toprağın sahibine emanet edildi.
Ancak köylülerin mülkiyet anlayışı ile efendilerinin ki arasında büyük bir uçurum vardı. Teknik olarak dvoriane, serflerin değil toprağın sahibiydi. Oysa köylüler, toprak sahiplerinin kendilerini diledikleri gibi kullandıklarını görüyorlardı. Köylüler için, kendilerinin toprak sahiplerinin mülkü oldukları açıktı.
Diğer yandan bütün toprağı işleyen de kendileriydi. Dolayısıyla, toprağın da kendi mülkleri olduğu aynı derecede açıktı. Sahip olunan toprak da bir tarla parçası değil, "mir"di Aynı zamanda köyün ortak toprakları, dünya ve barış anlamına gelen "mir", bütün 19. yüzyıl Rus düşüncesine damgasını vuran bir kavram oldu. Slavcılar tarafından tarihsel olarak Rusya'yı özgül kılan özellik olarak görülen "mir", Narodnikler için de gelecekteki komünizmin çekirdeğini oluşturuyordu. Çünkü "mir", köy komünü tarafından kontrol ediliyordu.
Tipik bir Rus köyünde geniş aileler,"izba" adı verilen dar ve uzun evlerde oturuyorlardı. Her "izba"da aile reisi işlevini gören bir bolşak (büyük) bulunur, bolşak ölünce ya aile dağılır, ya yerine yeni bir bolşak seçilirdi. Komün ise köydeki bütün bolşaklardan oluşurdu. Komünün köyün hayatında tuttuğu merkezi yerin en bariz biçimde göründüğü anlar, belli fasılalarla (örneğin 9, 12 ya da 15 yılda bir) ve aileler arası eşitliği sağlamak için yapılan "kara bölüşüm" lerdi (cherny predel). Bu bölüşümlerde, hane halklarında son bölüşümden beri meydana gelen değişiklikler göz önünde bulundurularak, her ailenin işleteceği toprak parçasının büyüklüğü yeniden belirlendi.
Ancak komünün işlevi tarlaların bölüştürülmesi ile sınırlı değildi. Tarlada çalışabilecek sürenin sınırlılığı yalnızca bireysel emeğin değil, geniş ailenin birlikte sarf ettiği emeğin bile yetersiz kalmasına yol açıyordu. Bu yüzden, bahar gelip, buzlar çözüldüğünde bütün köy birden ayağa kalkıyor ve mevcut toprakları işlemeye başlıyordu. Bu dönem boyunca bütün köy bir arada kendisini hummalı bir faaliyet içinde buluyordu. Çoğunlukla günde 18 saat çalışılıyor; efendinin kendi toprakları diye ayırdığı topraklarda angarya gerektiğinde gündüzleri orada çalışılırken, gecelerin "mir"deki çalışmaya hasredilmesi gerekiyordu. Başka bir deyişle, bu faaliyetin sürdüğü dört ya da altı ay boyunca, köylülerin zamanının çoğu köyün ortak mekânında ve birlikte geçiyordu. Ancak kışın bastırmasıyla birlikte aileler "izba" larına çekiliyorlardı. Başka bir deyişle komün yalnızca toprak bölüşümünü tayin eden merci değil, aynı zamanda tarımsal üretimin de öznesi idi.
Artı ürünün azlığı, hayatın yüzyıllar boyunca köklü hiçbir değişim olmadan yeniden üretilmek zorunda olması, köy komününe paradoksal görünebilecek kimi özellikler kazandırdı. Bir yandan Rus köylüsünün muhafazakârlığı dillere destan oldu. Tarımda üretkenliği artırmayı denemek isteyen iyi niyetli toprak sahipleri bile, serfleri tarafından "zorba" olarak nitelendirildi.
Bütün Avrupa'nın kısa zamanda en önemli besinlerinden biri haline gelen patatesin Rusya'ya girdiği 1830'larda çok şiddetli bir kolera salgını yaşandı. Bu, patatese ilişkin bir dizi batıl itikadın gelişmesine yol açtı. Ve devletin bütün teşviklerine ve hatta zorlamalarına rağmen 1875 'e varıldığında Rusya'da ekilebilir alanların ancak yüzde 1,5'u patatese ayrılmıştı.
Ancak diğer yandan, komünal iş yapma alışkanlıklarından ötürü, kendilerini değişen koşullara uyarlama konusunda büyük bir esneklik gösterdiler. Tipik bir Rus köyünde, bütün bolşakları içeren komünün yanı sıra, özellikle tarım dışı faaliyetler için örgütlenmiş arteller bulunurdu. Bu faaliyetler, belli bir dini bayramın kutlanmasının örgütlenmesi gibi geçici işler olduğu gibi, paçavracılık ve balıkçılık gibi geçim teminine yönelik faaliyetler de olabilirdi. Gönüllü birer birlik olan artellerde kurulan ilişkiler, alabildiğine gayrı resmi idi. Genellikle pratik bir önder olmanın ötesinde, otoritesi olmayan bir şefin başkanlığında birlikte çalışılır, birlikte yenir içilir ve çoğunlukla birlikte barınılırdı.
18. yüzyılın sonunda tarımsal faaliyetin merkezi güneye doğru kaymaya başladıkça, verimsiz kuzey topraklarının sahipleri genellikle serflerinin angarya yükümlülüklerini, salt parasal bir kira yükümlülüğüne çevirmeye başladılar. Bu verimsiz topraklarda, köylülerin tarım ürünleri ticaretinden, gereken kiraları karşılamaları imkânsızdı. Dolayısıyla kira serfliği şehre göçü teşvik etti. Örneğin 1800'lerin başında şehirlerdeki fahişelerin ve araba sürücülerinin çoğunluğu, kira yükümlülüğü altındaki serflerdi. Ancak şehre göçenler kendi komünal alışkanlıklarını beraberlerinde götürdüler. Duvarcılık ya da marangozluk yapan serfler, kendi aralarında artel adını taşıyan ve kâr ortaklığı esasına dayanan kooperatif dernekler kurdular.
Gördüğün gibi, hiçbir şey senin uydurduğun hikâyelere sığmıyor; ortada duran olgular, senin kuruntularına sığmayacak kadar ve yaftalarını da yalan-yanlış bilgilerini de tuzla buz edecek kadar gerçek. Ve ben bunların çoğuna, önceki mektuplarımda ve hatta daha öncesinde de, öyle ya da böyle değinmiştim.

Öyleyse son kez davetimdir, bir kere olsun samimiyetini göstererek, senin o eciş-bücüş, yalan-yanlış ve gerçeğin yanına bile yaklaşamayan ifadelerinin, komüne dair hiçbir açıklık getirmemekte olduğunu ama sadece akıl bozmaya yaradığını kabul edip ve nedamet göstererek, kandırmaya çalıştıklarından özür dilemen oldukça yararlı olurdu; fakat ne yazık ki, komün fetişine gıda yaptığın hezeyanlarını yansıtan bütün bu saçma -sapan lakırdılarının, sadece akıl bozmak için olduğunun farkında olduğun apaçık görülmektedir.
Bitirirken, şu ifadeni de yüzüne vurmak istiyorum ki son derece ibretliktir ve eleştirilerimin ne denli haklı ve yerinde olduğunu teyit etmektedir, belki farkına varır da bu ibretlik durumdan kendine de olumlu pay çıkarırsın:
Komünizmi/sosyalizmi kapitalizmin doguracagi bir sey zannedenler, bu durumda komünal olana kör bakarlar. Tüm özel mülkiyetçi sistemler, komünizmin düsmanıdir. Hiç biri komünizme göre ileri ya da geri degildir. Bunlar birbirine düsmandir.

Şu ifadeye bak BORGA, sanki kapitalizmin "tarihsel ilerici rolünü" inanarak öne çıkaranları, bu inançları nedeniyle mahkûm etmen bir yana, buradan hareketle ve üstelik "karanlığın gücü "adına der gibi lakırdılarla bir de zılgıt çekiyor gibisin.
"Ey kapitalizmde (tarihsel, marihsel anlamam) ilericilik arayarak onu savunanlar, kapitalizm, sosyalizmi de komünizmi de doğurmaz, asıl doğumu "komünal olan" gerçekleştirecektir, bu nedenle "komünal olan"a (miyop da değil) kör bakmayın, aksine önünde secdeye varın; kapitalizm gibi tüm özel mülkiyetçi sistemler, komünizmin düşmanıdır, komünizme düşmansa sosyalizmi de komünizmi de doğuramazlar; hatta onlar, komünizme göre ne ileridedir, ne de geride (demek ki komünizmle aynı yerdeymişler), onlardan bir halt olmaz, bırakın onları birbirleri ile düşmanlıklarını sürdürsünler, siz gelin komüne katılın, sosyalizmi ve komünizmi nasıl doğurduğunu hep beraber görelim ve yaşayalım!"
Söyle bize BORGA kardeş, bu ifade tarzına, gerçeğin üzerini örteceksin diye düştüğün şu garabet duruma gülelim mi, ağlayalım mı?
Ve eminim sen de fark etmişsindir ki kimseden, yani teşekkür için sıraya girenlerden bile, teşekkür mesajı gelmemiş; kuvvetle muhtemel dediklerinin gerçek manasını çözmeye çalışıyorlardır ve belki de özelden soranlar, fikir teatisinde bulunanlar, hatta eleştirenler bile olmuştur; bunlar işaret BORGA, bence artık silkinip kendine gelmelisin ya da bırak bu saçmalıkları, biraz ilim irfan öğrenmeye çalış. Önümüzde duran gerçekler ve hatta olayların akışı ile üzerimize üzerimize gelen gerçekler, önümüzdeki günlerin çok karmaşık ve bir o kadar da büyük olaylara gebe olduğunu gösteriyor; herkes pratiğin sınavından geçecek, ne kadar zırvaladığının farkına varacak ya da ürettiği veya peşinden gittiği teorilerin pratikte doğrulandığını ama karşı karşıya olduğu yeni durumun karmaşıklığını, değişkenliğini ve hızını karşılamaya yetmediğini, yeni ve sık sık değişen teori ve politikalar geliştirilmesi gerektiğini canlı canlı yaşayacak.
İşte asıl o zaman çok faydasını göreceksin ilim irfan öğrenmeye vakit ayırmanın ve bu garabet ifadelerine -kötü niyetle, başkasının düşüncelerine mahkûm olduğun için sarf etmiş olsan da,aymazlığından sarf etmiş olsan da - kendin bile gülüp geçecek, teorik gerçeklerin canlı pratik üzerinde vücut bulmasını net olarak görüp sıçramalı olarak büyüyeceksin, nitelik değiştireceksin ya gerçeğin başına geçecek, ona sahip çıkarak diğer bütün gerçeklerle buluşmasını ve daha büyük bir gerçek olarak güç haline gelmesine mihmandarlık edeceksin; ya da karşı tarafa en tam ifadesiyle geçerek, yeni durumda, pratiğin üzerinde vücut bulmuş teorik gerçekliklerin üzerini pratiğe yönelttiğin karşı-devrimci hücumlarla örtmeye devam edeceksin; ikisini de, yani iki durumunu da, öncesinde bastığın yer belirleyecek; yani bu gün bastığın yer ile yarın basacağın yer, eğer her iki durumda da bastığın yerden memnun isen ve gönüllü isen, aynı olacaktır! Yok eğer aymazlıktan yanlış yere basıyor idiysen, aymazlıktan kurtulmuş olarak farklı ve doğru bir yere basabilirsin, ama farkında olarak, gönüllü olarak ve mahkum olarak basıyor olduğun bir yerden daha sonra farklı bir yere basman mümkün değildir! Basıyor gözükmen de hiçbir şeyi değiştirmez, çünkü böylesi durumlarda, yani olayların hızlı geliştiği ve teorilerin gerçek olduğu, pratik ile teori arasındaki iletişimin jet hızıyla gerçekleştiği zamanlarda "mış gibi" yapmak oldukça zordur.
Bitirirken sarf ettiğim bu ifadeler de kulağına küpe olsun!

Fikret Uzun
04 Aralık 2013

Hiç yorum yok: