9 Aralık 2013 Pazartesi

ABDnin DOSTluğundan, BARIŞ EŞİTLİK KARDEŞLİK VE ÖZGÜRLÜK ÇIKMAZ


ABDnin DOSTluğundan, BARIŞ, EŞİTLİK, KARDEŞLİK VE ÖZGÜRLÜK ÇIKMAZ



Şeriata dayalı bir faşist diktatörlüğe ve ABD'nin BOP projesinin eş başkanlığını yürüttüğünü övüne övüne ilan eden bir yönetime sahip olan tekellerin düzeninde, yani devamlılığından ve özünden hiçbir şey kaybetmemiş olan 12 Eylül kölelik rejimi içinde, barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük, demokrasi vb. düşü görmek ve göstermek için ısrarlı bir çaba sarf edenler, bu düşten uyanmamak ve uyandırmamak için, 12 Eylül rejimi ve yönetimi ile "barış süreci"adı altında sürdürdükleri ilişkilerinde bu "düş"ü dağıtacak hiçbir çelişkinin öne çıkmasını istemezler; istemedikleri, kendi içlerindeki çelişkilerin su yüzüne çıkmasını göze alarak, rejimin ve yönetimin özü gereği keskinleştirdiği çelişkilerin üzerini, "provokasyon" işareti ile örtmelerinden bellidir. Bu, iki tarafın da aynı yere, yani "provokasyon"a, vurgu yapmalarından da ve daha çok belli oluyor!

Diğer yandan bu durum, bu "düş" içinde,"düş" görenler için, vazgeçilemeyecek denli büyük bir (hadi "çıkar" demiyeyim) beklenti olduğunu, bunun Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarları ile ilgisi olmadığını, dolayısıyla Yüksekova'da meydana gelen ölüm hadisesine ilkeler çerçevesinde değil, Kürt halkının tarihsel vazgeçilmez çıkarları çerçevesinde de değil, bu "düş"te yatan beklenti çerçevesinde yaklaşıldığını da gösteriyor.

Bunun sonucunda, soyut bir "provokasyon" vurgusu ile zevahiri kurtarmak ve her ne olursa olsun, 12 Eylül faşist rejiminden gelecek barış, eşitlik, kardeşlik, özgürlük demokrasi, vb. "düş"ünü canlı tutmak, kitleleri bu "düş"ün içinde tutmak mümkün olabilecektir.
Eğer bu "düş"e içerilmiş olanlar, Kürt halkının vazgeçilmez tarihi çıkarları ile bağlı olsa idi; Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarları ile bağlı kaderlerini özgürce tayin etmelerine geçit verse idi, bu "düş" fetişleştirilmez, Kürt halkına başka türlü yansıtılmaz ve her ne pahasına olursa olsun bu "düş" canlı tutulmak istenmezdi.

Çünkü akıl taşıyanlar çok iyi görüyorlar ki aslolan, BOP projesi, yani ABD emperyalizminin kırk yıldır güttüğü "Büyük Kürdistan" projesidir ve 12 Eylül faşist rejiminin yönetimi, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanı olduğunu bir kez değil, iki kez de değil, hatta üç-beş kez de değil,26 kez ilan ve tescil etmiş, bu temelde Diyarbakır'ın bir yıldız olacağından ve en sonu Diyarbakır'da "Kürdistan"dan söz ederek Kürtlere müjde bile vermiştir; amma ve lakin, ortada, bu müjdeyi vermiş olan ve bu müjde temelinde müzakereler yürüten, barış sürecini yöneten ve "demokrasi paketi" ile övünen 12 Eylül rejiminin yönetimi'nin sıkı bir disiplin altında elinde bulundurduğu güçleri "Kürdistan" müjdesi verilen bölgede, Kürtlerin mezarlarının yıkılması nedeniyle tertiplenen ve durumun vahameti nedeniyle bir fazla öfke yüklü protesto gösterilerinde, protestocuların üzerine nişan alarak kurşun sıkması bu müjdeye uymamaktadır; ancak bir de şu var ki, hangisi uymuştur sorusuna muhataptır?

Oysa ABD emperyalizminin kırk yıldır güttüğü "Kürt politikasının" içindeki bir çözüm de olsa, bir "Kürt çözümü" nün taraflarından birisi olan Türk yönetiminin, Kürtlerin mezarlarını, yeniçeri'lerin mezar taşlarının dağıtılması misli dağıtması ve bu nedenle biraz fazla öfkeyle protesto eden Kürtlerin üzerine, resmen nişan alarak ateş ettirmesi veya etmesi mümkün görünmüyor; daha doğru ifadeyle "çözüm süreci" ile yatıp kalkan, "Diyarbakır"ı yıldız yapmaktan ve "Kürdistan"dan söz edilirken, Kürtlerin mezarlarının dağıtılmaması ve buna tepki gösteren Kürt'lere nişan alarak ateş edilmemesi veya ettirilmemesi gerekmektedir.

Ancak, mezarların dağıtılması değil ama iki kişinin nişan alınarak öldürülmesinin, protestocuların üzerine su ve biber gazı sıkan hükümete bağlı polisler tarafından gerçekleştirilmiş olduğu kesindir ve burada sorumluluk mezarların tahrip edilmesi dahil, her açıdan hükümete aittir.

Ancak, hükümete bağlı polisler bunu yapmışsa da, ki yaptığı kesindir, bu yapılanlarda hükümetin sorumluluğu olduğunu, taşıdıkları ortak "düş"ten vazgeçmediği için, Öcalan cephesinin kabul etmesi mümkün değildir; etmemiştir de; öyleyse Öcalan'ın "provokasyon" işareti, iki yönlüdür; birincisi rejimin yönetimini aklamayı içeriyor; ikincisi, bu "provokasyon" işareti, hükümeti bağımsız kılarak öne sürülüyorsa, "vallahi biz 'düş'ümüzün arkasındayız, ama süreç uzadığı için, içimizde uykusu kaçanlar var" ya da "bunu fırsat bilip devrimci rengini öne çıkarmak isteyenler var ve bizden yana sıkıntınız olmasın ama elinizi çabuk tutun" demektir.

Ve akıl taşıyanlar şunu da görüyorlar ki bir değil, iki değil, 12 Eylül rejiminin yönetimi, kendisinin övüne övüne ve "demokrasi"yi artıracağı savlarıyla önemsediğini ve önemsemeyenleri yerdiğini gösterirken, bu sürecin diğer tarafını hep üzmüş, özveriye itmiş, hesaplarını şaşırtmış, takvimlerini geciktirmiş ve hatta sürecin lafzı ile bile çelişki içinde olan yaklaşımlar içine girmiş olmasına karşın, sürecin muhataplarından biri olan Öcalan, Kandil ve/veya BDP tarafı, siz" böyle -böyle yapıyorsunuz, bu bizi üzüyor ve geciktiriyor ama biz sürecin ve verdiğimiz sözlerin arkasındayız, hatta süreci daha rahat yönetmeniz için size süre de veriyoruz, yetmezse, başka süre de veririz, yeter ki siz süreci sonlandırmayın, bizi yarı yolda bırakmayın...!" yollu güler yüzlü, iyimser ve empatik bir tepkiyi dile getirmektedirler; bu tepkiyi dile getirirlerken karşılıklı verilen sözleri hatırlatmaları ile ise, Kürt halkına vazgeçilmez tarihsel çıkarları yönünde verdikleri sözlere değil, ABD emperyalizmine, şeriata dayalı gerici, faşist 12 Eylül diktatörlüğüne verdikleri sözlere sadık kaldıklarını, daha açığı, bu verdikleri söze mahkum olduklarını göstermektedirler.

Son olarak, Öcalan'ın "provokasyon" işaretinin yanında, "bana artık dışarıda rol vermelisiniz ki, ancak böyle, ortak 'düşümüzün' içine, ki ne tesadüf, ABD’nin kırk yıldır içinde yaşadığı "düş" ile çakışmıştır, öyle ya da böyle ikna ederek, Kürt halkının geride duran kesimlerini ve elbette içimizde hala devrimci renk taşımakta ısrar edenlerini, bu "düş"ün içine sokabilirim." anlamını taşıyan ifadeleri de mesajının içine katması, buraya kadar ortaya koyduklarımı doğrular mahiyettedir.

Diğer yandan,"Veren el", "alan el"den üstünse,"veren el"in, "alan el"e verdikleri ya çok önemsizdir, ya da önemi büyükse, bundan daha önemli bir şeyi almak üzere verdiğini ya da her an veya lüzumunda geri almak üzere verdiğini düşünebiliriz!

Her iki durumda da, demek ki verilenler Kürt halkı için ya çok önemsiz şeyler olacaktır ki eşitliğe, kardeşliğe, özgürlüğe ve demokrasiye dair bir kırıntı bile taşımayacaktır; barışı ise, veren elin üstünlüğünü sağlamlaştırmaya yarayan bir sükut anlamında,"pax Kürdiya" misli bir barış anlamında düşünmemiz gerekmektedir; ya da "alan el"in eline, o da "veren el"in maşaları gözetiminde verilen önemli ve büyük bir parça ise bu, daha sonra alınması kesin ve garanti olan bir büyük önemli parça olmaktan öteye gitmeyecektir.

İşte BOP ile BİP özdeşleştirilirken ve artık bu pek de gizlenmezken, anlatılmak ve ilan edilmek istenen içerik budur; ABD emperyalizminin ve/veya İsrail'in hegemonyasında, devrimci renkleri budanmış, gericileştirilmiş, sükut içinde, itaatkar bir "Büyük Kürdistan", hem Öcalan'ın ve hem de, elbette bilumum işbirlikçileri ile birlikte, ABD emperyalizminin gördükleri bir ve aynı "düş"tür.

ABD emperyalizminin yaldızı, "demokrasi"ye bulanmış "Büyük Ortadoğu Projesi" ve "Yeni Dünya Düzeni" dir; Öcalan'ın yaldızları ise "demokratik modernite", "demokratik ulus" ve "demokratik komün" dür.

Kazıyın, altından, ABD emperyalizminin kozmopolitizm propagandası ile gerekçelendirmeye çalıştığı, Öcalan'ın ise "devletsiz devlet" vurgusu ile gerekçelendirdiği "ulus-devlet düşmanlığı" ile devrimci renkleri budanmış, gerici, itaatkâr ve hegemonik bir "büyük Kürdistan" "düş" ü çıkacaktır.

İşte, şimdi hemen hemen bütün renkleri ile ancak sadece içindeyken örtüşen iki "düş" ün, Öcalan'ın ve ABD emperyalizminin "Büyük Kürdistan" "düş"ünün, uzun zamandır bir ve aynı olmasına karşın, bir türlü bu "düş"ün dışındaki canlı, fiziksel gerçekliğin içinde vücut bulamaması, Kürt halkının ve bu "düş"e belli çekincelerle yaklaşan devrimci renk taşıyan Kürtlerin ikna edilememiş veya yeterince manipule edilememiş olmasının sonucudur; ve bu sonuç da, bir süredir keskinleşen çelişkilerin ve ortaya dökülen açıklıkların, turnusolların da diyebiliriz, nedenidir!

Bu, bir doğumun, doğumu gerçekleştirecek olan ve doğuma vesile olacak olan canlı öznelerden bağımsız, cansız bir nesne üzerine çizilen doğum olayını yansıtan kurgulanmış resme benzer ve bu nedenledir ki, bu resim üzerinde, renklerde ve biçimde değişiklikler yapılabilmekte, süresi uzatılabilmekte, hatta bir süreliğine üzeri bir tül ile de olsa kapatılabilmekte, gelişen yeni şartlara uygun olarak da, resmin taşıdığı renklere veya biçime yapılan kurgusal veya fiziki müdahalelerle tamamlanmaya çalışılmasını anlatmaktadır.

Ancak karşı karşıya olduğumuz, bu resme sığmayacak kadar canlı, gerçek ve bilimsel yasalara bağımlı bir doğumdur; bu nedenle Kürt ve Türk halkından, işçi ve emekçi kitlelerden, toplumsal yaşamın canlı renklerinden bağımsız olarak kurgulanarak resmedilmeye çalışılan doğum, bir türlü gerçekleştirilememekte, geliştirilemedikçe de doğumun canlı gerçekliğinin fotoğrafı, bu öznel "düş"leri paramparça edecek denli netleşmektedir!

Bütün bu oynanan tiyatrolar, kırda kötü, kentte iyi polis rolleri ve her iki tarafta da "yağmasam da gürlerim" halleri, "yağmak" zorunda kalınınca da suçu, soyut "provokasyon" hallerinin üzerine atma pişkinlikleri, öznel "düş"leri paramparça edecek denli netleşen canlı gerçekliğin üzerini örtmek; Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin vazgeçilmez çıkarlarına bağlamak içindir.

Bağlanırsa, kurtulan, Kürt halkı mı, Türk halkı mı, çıkarları bir ve aynı olan ve birbirleri ile düğüm halinde Kürt ve Türk işçilerinin, emekçilerinin kanını emen ezen ve ezilen ulusun zenginleri mi, Türkiye'nin emperyal hevesleri olan büyük büyük zenginleri mi, 12 Eylül faşist rejimi mi, ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri mi olacaktır akıl taşıyanlar çok net olarak görmekte ve Öcalan'ın da,ona biat eden sahte "sol" gömlekli mürtecilerin de, bu net olarak görüleni gördüklerini ama görmezden geldiklerini bilmekte ve görmektedirler.

Öyleyse bu "düş", nafile çabadır ve onca zamandır, iki ileri-bir geri hamlelerle kafamıza kakılan ve ille de biat ettirmek için uğraşılan, renkleri birbirine karışmış, hatta kapkaranlık olmuş ve çoktan "düş"lere de, gerçeklere de sığmayacağının sinyallerini vermekte olan resimdeki cansız doğumun gerçekleşmesinin, eşyanın tabiatına uymadığı misli mümkün olmadığını görmek zor değildir.

Bu doğumu gerçekleştirecek veya bu doğumun uyacağı canlı, gerçek, nesnel renkleri yansıtan ve olayların akışının canlı yaşam üzerine çizdiği resimde kendini gösteren, ezen ulusun ezilen ve sömürülen sınıflarının devrimi ile ezilen ulusun ezilen ve sömürülen emekçi halkının emperyalizme ve ezen ulusun egemenlerine karşı yürüttüğü devrimin içiçe geçmiş olmasını ifade eden bilimsel ve iyimser düştür.

Bu bilimsel ve iyimser düş, Öcalan'ın ve ABD emperyalizmin ve elbette işbirlikçilerinin karanlık ve bilim dışı "düş" ü tuzla buz eder, ediyor ve hızlanmıştır.

İşte bu nedenle gerici Kürtler ile gerici Türklerin, ezen ve ezilen ulusun egemenlerinin, yoksul ve yoksullaştırılmış, hatta köleleştirilmiş Kürt ve Türk emekçi halklarının kanının daha da fazlasını emebilmelerine olanak sağlayacak bir kanlı ve karanlık düzen düşü etrafındaki ittifaklarına karşı, tümüyle bilimsel ve bu oranda ve bu bilimselliğe bağlı olarak iyimser düş taşıyan ilerici Kürtler ile ilerici Türklerin birliğini öne çıkarmak, son derece tarihsel ve nesneldir; aynı oranda da başarı şansı yüksek bir politikadır.

Kürt halkının da, Türk halkının da ve elbette tekellerin kanlarını emdiği ve daha da fazla emmeye hazırlandığı işçi sınıfının ve emekçilerin kurtuluşu da, iki ezilen ve sömürülen halkın kader birliğinde ve ortak düşmana karşı, kendi anti-emperyalist renklerinde ama bu renklerin sınıfsal yanı ağır basan bütünleşik halinde mücadele etmelerine bağlıdır.

Yani ABD emperyalizminin "dost"luğuna ve gücüne bağlı değildir; işçi ve emekçilerin daha fazla kanını emmek için her türlü kötülüğe hazır ve nazır olan tekellerin şeriata dayalı faşist 12 Eylül rejiminin baskısı ve yıkıcı-yok edici hamleleri sürekli artan koşullarında ve bunu artırıcı yasalarında görülen "barış", "kardeşlik", "eşitlik", "özgürlük", "demokrasi", vb. düşlerine bağlı değildir.

Akıl taşıyanlar ve Kürt halkının kendi kaderini özgürce tayin etmesi hakkını yürekten destekleyenler, bunu bilir, bunu söyler ve bu günün canlı yaşamının üzerindeki gerçeklikte görünen tam da budur; bunu, ne Öcalan'ın "demokrasi" sosuna batırarak güler yüzlü yaptığı kapitalist "modernite" sine monte ettiği "demokratik komünü", ne de ABD emperyalizminin kozmopolitizme bulanmış, üzerine "demokrasi" tozu serpiştirilmiş, "hümanist" ideolojik saldırısı örtebilir veya ne de bu gerçekliğin gösterdiği sonucu önleyebilir!

İşte tarihin, Kürt ve Türk halkının, işçi ve emekçi kitlelerinin ve elbette onların öncüsü olma iddiası ile öne çıkanların veya ortada dolaşanların ve en çok da akıl taşıyanların önüne koyduğu alternatif budur ve Öcalan'ın ütopyasına sığdırılmaya çalışılan alternatif de, ABD nin kırk yıldır taşıdığı "Büyük Kürdistan" hayaline sığdırmaya çalıştığı alternatif de hep tarihin gösterdiği bu alternatiften korkanların alternafidir ki, eşyanın tabiatına uymayan hiçbir zorlama, öznel, dayatma alternatif, tarihin ortaya koyduğu alternatifi, bu alternatife kendini uydurmaya çalışır ama çiğneyip geçemez, geçemiyor; geçemediğini artık daha net ve daha somut biçimde görüyoruz!

Velhasıl, ABD'nin "Büyük Kürdistan" projesi varsa, akıl taşıyan Kürt ve Türk halkının da aklında bir proje vardır; bu proje, elbette ki, tarihin açıklıkla göstermeye başladığı alternatifin içinden yükselen projedir ve bu nesnellik, artık bağlasan durmaz ve olayların akışına bağlı olarak er ya da geç ama "fi" tarihine kalmadan tarih sahnesine çıkacaktır.

ABD'nin projesi çerçevesinde Kürtleri "Büyük Kürdistan" "düş"üne yönlendirmek ne AKP nin, ne CHP'nin, ne MHP'nin projesidir ve ne de BDP'nin projesidir ve hatta Öcalan'ın projesi de değildir; bu, tamı tamına, hepsinden bağımsız ama hepsinin bağımlı olduğu, 12 Eylül rejiminin, yani şimdilerde şeriata dayalı faşist bir diktatörlük olarak hızla konuşlanan devletin, öteden beri, projesidir.

Dolayısıyla "devlet" tarihsel olgusuna düşman ama şeriata dayalı faşist diktatörlüğün ifadesi olan devletin "demokrasi" paketlerinden, Kürtlere "devletsiz bir devlet" çıkabileceğini uman Öcalan'ın "...takvim gecikti, süreç uzadı, AKP yıkılırsa biz ne yaparız...vb." yollu tasalanmasına gerek yoktur; devletin devamlılığı esas olduğuna göre, eğer işçiler ve emekçi halk,"biz de varız" deme fırsatını ve gücünü bulamazsa, ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin elbirliğiyle AKP'nin yerine iş başına geçirilecek olan restorasyon hükümeti de "süreci" kaldığı yerden devam ettirecektir.

Öcalan gibi politikacı ve en sonu felsefeye de el atan bir "halk önderi"nin bunu bilmemesi, görmemesi mümkün değildir.

Öyleyse bu ısrar ve telaş niye? Yoksa sürecin öngördüklerini saklayan, açılmayan "açılım" paketinde, Öcalan'ın hesabına düşen ve Kürt halkının ve devrimcilerinin bilmemesi gereken bir şey mi var?
Bunu zaman, bu zaman içinde akan olaylar, kaçınılmaz olarak, Kürt halkı dahil hepimize gösterecektir!

Ancak dedim ya, olayların akışının taşıdığı tarihsel nesnellik artık bağlasan durmayacak kıvamdadır ve olayların akışını daha da hızlandırarak, tarihin gösterdiği alternatifin, bir gerçeklik halinde, ezen ve ezilen ulusun egemenleri tarafından ezilen ve sömürülen kitleleri, emekçi halkları, işçileri ve köylüleri, gerçek bir barış, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük temelinde ve sınıf ekseninde ve de en geniş demokratik çerçevede, hem enlemesine, hem boylamasına ve hem de derinlemesine sarmasına ön ayak olacaktır.

Fikret Uzun

9 Aralık 2013


Hiç yorum yok: