30 Kasım 2013 Cumartesi

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ dikta MIDIR?



PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ “DİKTA” MIDIR?
Gene demagoji yapıyorsun BORGA,

Hiç de görüşlerinin tamamı ile ilgili bir sorunum yok, çok net görülüyor ki, benim ifade ettiklerime verdiğin cevaplar üzerinden cevap veriyorum; tek fark, sen ille de kompozisyon veya bilgi yarışmasını kazanma mantığı ile veya kazandığını gösterme telaşı ile birkaç cümle ile kendince bir konu açıyorsun ve yalan yanlış ifadelerini bu konuya eklemleyerek sorunu çözdün sanıyorsun; oysa sorun ortadadır ve hâlâ açıklık sağlayamadık.

Çünkü sorunu çözmekle zerre kadar ilgilenmiyorsun!

Bununla birlikte, görüşlerinin tamamının tek bir kalıba sığdığı ortada, dönüp dolaşıp o kalıbın çeperlerini tırmalıyorsun ve sonunda gene başa dönüyorsun. Derdinin sorunu çözmek değil, aksine düğüm yapmak ve hatta başka sorunlar ekleyerek, çözümün önünü kesmek olduğu açıkça görülüyor.

Bu nedenle hep bir soyut suçlu buluveriyorsun, daha önce "şahsım" diye tutturdun, ondan önce "bey-paşa" diye tutturdun, şimdi de, güya, tartıştığımız konunun dışındaki görüşlerini okumadığım için, söylediklerimin yanlış veya kabul edilemez olduğunu veyahut da senin görüşlerini yansıtmadığını iddia ediyorsun ki bu iddianın saçma olması bir yana, benim dediklerimi teyit etmekten başka bir işe yaramıyor.

Sen devletsizliğin önünde nerdeyse secdeye varacaksın ama kalkmışsın, "bak daha önce ne demişim" yollu uyararak, "mazlumun kurtuluşu için gerekli olan üç şeyden birinin "proletarya diktatörlüğü" olduğunu" söylediğini ifade ediyorsun!

Peki söylüyorsun da arkasında mı duruyorsun?

Hayır, aksine kendi görüşünü kendin çürütüyorsun; ya proletarya diktatörlüğünün ne olduğundan bihabersin, ya bunu kendi aranızda başka temelde, sanki bir parola misli değerlendiriyorsunuz, ya da hâlâ demogoji yaparak işin içinden sıyrılmak istiyorsun.

Proletarya diktatörlüğünün gerekliliğini telaffuz ettikten sonra dediğine bakalım;

"(kapitalizmi)Yıkmışız, sosyalizmi kurmuşuz ama düşman yeniden ayağa kalkabilirmiş."diyorsun: yani breh breh diyorsun ki boyundan büyük bir alaya almaktır!

Peki, kalkamaz mı? Kalkmadı mı?

Diğer yandan, bu ifadende, birincisi, alayı bir kenara bırakırsak, "yıkmışız" kısmı doğrudur ancak, "sosyalizmi kurmuşuz" kısmı iki kere yanlıştır; çünkü eğer sosyalist inşa tamamlansa idi, yıkılmazdı ve yine de ortada bir sosyalist düzen vardır ve sen bunu küçümsüyorsun. İkincisi, henüz sosyalizmin inşası tamamlanmadığı için, eski sınıfın senin ifadenle "ayağa kalkma", bana göre "kapitalist restorasyon" tehlikesinin somut olduğunu, proletarya diktatörlüğünün de bu tehlikenin önlenmesinin zor mekanizması olduğunu ve hatta bunun bilimsel açıklamasını önüne koyarak, proletarya diktatörlüğünün sınıf mücadelesinin zorunlu olarak varacağı nokta olduğunu söyledik; ama gözlerini ve kulaklarını mühürlediğin için ne görüyor, ne duyuyorsun!
Devam edelim, "o yüzden dikta lazımmış" diyorsun ki, senin ne denli laf cambazlığı içinde olduğunu yukarıdakiler göstermiyorsa bu ifaden net olarak göstermektedir.

"Mazlumun kurtuluşu için proletarya diktatörlüğüne gerek var" diyen sen değil misin? Öyleyse ne oldu şimdi,"proletarya diktatörlüğü", burjuvaziye de uyan biçimde, hatta "faşizm"i de içeren biçimde bir "dikta"oldu ki bu senin hâlâ burjuva bakış açısından zırvaladığını gösterir; "çerçevesi/sınırı yoksa" kaydı şartı ile "bu anlayış mantıklı" imiş, sana göre; yani "çerçevesi ve sınırı varsa külliyen reddederiz" diyorsun; halbuki çerçevesi de sınırı da proletarya diktatörlüğünün sınıfsal içeriğinde boylu boyunca duruyor ve gözlerinize batıyor neredeyse; işte bir kez daha sınıfsal bakmadığınız, bakıyorsanız da düşman sınıfın gözlüğünden bakıyor olduğunuz burada görünüyor.

Oysa binlerce kez anlatıldığı gibi, aynı derecede de pratik tarafından kanıtlanmış olan proletarya diktatörlüğü ile diğer diktatörlükleri aynı kefeye koymanız ahmaklık değilse, kötü niyettir, ya da daha açık ifade ile ve senin tabirinle düşmanın değirmenine su taşımak demektir.

Peki, ya şu ne demek?

"Dikta bu yüzden mi lazım hakikaten? " Bu"dikta", "mazlumun kurtuluşu için gerekli" olduğunu söylediğin o "proletarya diktatörlüğü"mü anlaşılmıyor ama biz proletarya diktatörlüğünün ne için lazım olduğunu, net olarak, hem de Marxizmin kurucularının ağzından ve kendi görüşlerimizi de ekleyerek açıkladık.

Peki sana göre ne yüzden lazım, "işçi sınıfı ve emekçi halk üzerinde, yani toplumun, anti-sovyetizmin bildik lakırdısıyla, bir avuç "revizyonist-bürokratik-sınıf" dışındaki çoğunluğu üzerinde "faşist" baskı kurmak için mi lazım?

Sen bunu net olarak ortaya koymaktan kaçınıyorsun ve demogoji yaparak, "proletarya diktatörlüğüne inanıyorum ama hem şartım var hem de devletsiz bir proletarya diktatörlüğüne inanıyorum diyorsun ve açıklamalarınla da "inandığın" proletarya diktatörlüğünün farklı olduğunu gösteriyorsun ki, bununla proletarya diktatörlüğünü yadsımış olduğun anlaşılıyor ve iyiden iyiye zırvalamış oluyorsun!
Diğer yandan, hepsi bir yana, proletarya diktatörlüğü her ne şekilde olursa olsun, yani senin indindeki her ne ise o çerçevede bile olsun, eninde sonunda bir "zor"u, bir "otorite"yi ve bir "iktidar"ı ifade eder ki son tahlilde bu, senin ne kadar canını sıkacak olsa da, "devlet"ten başka bir şey değildir. Ama sen bu gerçeği, önce kabul etmiş görünüp, sonra da etrafında tur atarak karartabileceğini sanıyorsun!

Ama biz defalarca hatırlattık, proletarya diktatörlüğü, hem eskisine göre kızgınlığı yüz kat artmış olan eski sınıfı bastırmak için; yani (ezmek için değil), eski düzeni yeniden kurmasını önlemek için baskı altında tutmak ve dolayısıyla sosyalizmin kuruluşunu gerçekleştirme yolundaki çalışmaları güvenceye almak içindir. Yani, kapitalizmden komünizme geçerken bir geçiş devletidir; ne tam devlet, ne de tam devletsizlik, öyleyse gerçek anlamda devlet olmayan devlettir.

Ayrıca, devlet mücadelede, devrimde devrim düşmanlarını bastırmak için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir müesseseden başka bir şey değildir. Bu da, tüm halk temsilcilerinin iktidarı elinde tuttuğu koşullarda sosyalizme barışçı yolla geçilebileceğinin "düşünülebilir " olduğunu söyleme "suç"unu işleyen Engels'e aittir.
Ama sen ille de "dikta"diyeceksin ya, asıl kendinin sosyalizmi de komünizmi de "fi " tarihine postaladığını gizleyerek, sosyalizme kara çalacaksın ya, işte en mükemmel demogoji burada yatıyor ve bir taraftan "proletarya diktatörlüğü gereklidir" diyorsun, diğer taraftan proletarya diktatörlüğüne vurup duruyorsun; ama hesapta proletarya diktatörlüğü olmazsa olmaz; tabii ah bir de şartı/şurtu olmasa, o zaman daha rahat reddedebilirdin!

Sonra da,"saf mıymışız, sahtekâr mıymışız!"

Kime yakışır bu soru acaba, bana mı sana mı? İyi düşünmelisin!
Oysa, bu dediklerini çoktan çürüttüğümü sen de biliyorsun ki, öncekiler bir yana, en son mektubum da bu temeldeki açıklıklarla doludur.
Belli ki, fena sıkışmışsın, bu nedenle de zırvalarını hiç düşünmeden fütursuzca salvo atışıyla fırlatıyorsun!

Proletarya diktatörlüğünün "İçerdekinin ümüğünü sıkmak için devlet kurmak" ve "dışardaki ile de barış içinde bir arada yaşamak ." olduğunu, dolayısıyla "böyle sosyalizm olmayacağını" ve bunun "Marx'ta olmadığını" buyuruyorsun!

Yukarda da ifade ettim, proletarya diktatörlüğü, bir kimsenin, eski sınıfın bile, ümmüğünü sıkan bir "zor"u ifade etmiyor ve böyle bir şey de olmamıştır; iki, proletaryanın düzenine saldıranlara karşı savunma amacıyla ümmüklerini sıkmanın her halde bu temelde bir sıkma olmadığını sen de biliyorsun; üç, ama evet proletarya diktatörlüğü, proletaryanın devlet mekanizmasıdır; bu da sınıf mücadelesinin sürdüğünün ifadesidir ki, sınıf mücadelesi bitmeden, sınıflar ortadan kalkmadan, devletin ortadan kalkamayacağını da gösteren somut bir olgudur.

İşte sen, bu olguda çok net olarak, sahtekârlığını örtme çabası içindesin ama mahkum olduğun anlayışı kafamıza kakmaktan vaz geçemediğin için, bu sahtekarlığını yine yeniden ve mecburen öne çıkarıyorsun; çünkü mahkumiyetin var ama ne yaparsan yap gerçeklerin üzerini örtmen mümkün olmuyor.

Diğer yandan " proletarya diktatörlüğü" Marx'ta var ama "Barış içinde bir arada yaşama politikası" yoktur; bu politikanın, Sovyet sosyalizminin pratiğinin bir dayatması olduğunu artık beş yaşında zekâ taşıyanlar bile algılayabilir ama sen ısrarla algılamamak için çaba sarf ediyorsun; çünkü mahkumiyetin var ille de çarpıtacaksın ve kendini en babayani sosyalist göstereceksin ama sosyalizmin de artık gerekli olmadığını, bunu da "demokratik komün" lafzınızın içine hapsederek, yani yerine "aşiret komününü" koyarak kanıtlamaya çalışacaksın!

Dilimin ucuna geliyor ama "oldu paşam" demeyeceğim, sana sözüm var.
Oysa defalarca tartıştık ve kimileriniz Lenin üzerinden, daha doğrusu sanki Lenin'e siper oluyormuş gibi, itirazlar etti, "Barış içinde bir arada yaşama politikası", Lenin'in formüle ettiği ve geçici bir politikadır ki, dışarıdan beklenen saldırıya karşı bir savunma mekanizmasıdır; içerden gelecek küçük burjuva saldırısına karşı ortaya konulan ekonomik politika ile yani NEP ile aynı zamanda ortaya atılmıştır ki bilumum sahtekârlar yanında, Marxizm düşmanları ve elbette sosyalizm düşmanları, kapitalist yolcular, bu iki politikayı da pek çok sevmişlerdir; hatta Stalin'i her kötülüğün taşıyıcısı sayanlar bile, Stalin’i bu iki politika "suç"undan vareste tutmuşlardır.

Bu iki yüzlülükler artık midemi bulandırıyor!

Ama nafile çaba içindesin, kendinin bile inanmadığın bu çaban, eninde sonunda elinde ve dilinde patlayacaktır, daha doğrusu çoktan patlamıştır ama "inanıyorum öyleyse doğrudur" doğması sayesinde henüz etkileri görünmüyor!

Yani BORGA, biz ne "saf"ız ne de "sahtekârız" ,tamı tamına gerçeğin bekçileri ve yayıcıları, yönelen sinsi saldırılara karşı gerçeğin koruyucularıyız!

Gerçeğin bilim ile bağlı olduğunun bilincinde olduğumuz için, bu konuda tereddüdümüz ve umutsuzluğumuz yoktur; aksine en tam ifadesiyle bilimsel bir iyimserlik içinde gerçeğin düşmanları ile savaşıyoruz!

Şimdi de, çaresizliğinin yansıttığı lakırdılara geldik: "Sosyalizm, silahlanmış proletarya demek."miş. Ne cafcaflı bir söz ama içinin boş olduğu çok çabuk, öteki ifadelerinle anlaşılıyor.

"Silahlanmış proletarya" var ama "proletaryanın devleti" yok öyle mi? Yoksa proletarya diktatörlüğünü,"silahlanmış proletarya" olarak mı telakki ediyorsun? Ne desen, nasıl süslesen, en cafcaflı terimleri de icad etsen gerçeğin üzerini örtemiyorsun!

Al bir cafcaflı biraz da yaldızlı söz daha,"Sosyalizm, bütün dünya tek bir bayrak, kızıl bayrak altında toplanana dek kesintisiz devrim" demekmiş!

Herhalde,"Bütün dünyada sosyalizm gerçekleşene dek, durmadan öyle ya da böyle mücadele etmek gerek, yani sürekli olarak devrim yapmak gerek, mesela "aşiret komünü" ile başlayıp, tedrici olarak toplumu dönüştürüp, dünyayı da aynı tedrici "devrim" ile demokratize etmek ve aşağıdan ve üstelik düşmanlı dünyadaki düşmanları da demokratize ederek, "saf " demokrasiyi bütün dünyaya yaymak ve ilkel olmayan komünizmi kurmak için sürekli savaşarak, kızıl bayrak sayısını artırmak gerek "demek istiyorsun! Yani, "bir gün mutlaka", gelecek de gelecektir, işte o, beklediğimiz gelecek olacaktır yani en tam "demokrasi" olacaktır, siz bayrakları artıra arttıra ilerleyin,
artırdıkça "demokrasi" birikmekte ve "saf"laşmakta olacaktır!
Ah kargalar ah gülmeyin ne olur, kulaklarımı tırmalıyorsunuz!

Aç oku Öcalan da bu temelde konuşmaktadır ama sanırsın ki, gelmiş geçmiş en büyük filozof ve Marxizm-Leninizm'i bertaraf ederek, Öcalanizm'i ortaya çıkarmıştır!

Oysa senin yaptığın, birincisi, Bernstein'i tekrarlamak oluyor, ikincisi "mazlumun kurtuluşu için proletarya diktatörlüğüne gerek var" dediğin için, yani bu lafzınla birlikte, anarşistlere anarşistliğini, sosyalistlere sosyalistliğini göstermek istediğin için, kendini bir bulamacın içine hapsetmen demek oluyor.

Oysa bunların hepsi zırvadır ve hepsinin zırva olduğu pratik olarak kanıtlanmıştır.

Öte yandan, sosyalizm kuruculuğunda duraklamak demek, elbette gerilemek ve eninde sonunda kaybetmek, yani eskiye teslim olmak demektir; işte proletarya diktatörlüğü mekanizması, bu durmayı engellemenin ve bu ilerlemeye engel teşkil eden etmenlere karşı önlem almayı ifade etmektedir; tıpkı bisiklet misli, proletarya diktatörlüğü koşullarında sosyalizm kuruculuğu, sürekli pedal çevirmek demektir; ve pedal çevirmeyi bırakırsan, bisikletin devrilmesi kaçınılmazdır.

Yani proletarya diktatörlüğü, bir sınıf mücadelesinin ifadesidir; başka ifadeyle sosyalist inşa sırasındaki sınıf mücadelesinde proletaryanın iktidarını korumanın ve düşmanlarını yenmenin mekanizmasıdır ki bu da bir sürekli devrim demektir; aynı zamanda sosyalizm kuruculuğu da sürekli devrimi ifade eder amma ve lakin, bütün mesele, proletarya diktatörlüğünü sosyalizmin çeperini genişletmek üzere, bütün dünyaya yaymaktadır ve bu da sürekli devrimi ifade eder ve hepsi bir bütündür; tamamlandığında, "katastrof final "diyoruz, yani "finalin finali" demek istiyoruz, son tahlilde, bayrağın proletarya tarafından, insanlığa devredilmesi demektir diyoruz ki, işte bundan sonrasının bilimin ve insanlığın işi olduğu apaçık görülmektedir.

Ancak sizin bütün lakırdılarınız, nesnel olanı atlayıp, gelecekte çözülecek olanı ve bu gün çözülmesi mümkün olmayan sorunları öne çıkarıp, nihai çözümü sürekli ötelemek, mümkünse "fi" tarihine postalamak içindir.

Ve evet, sosyalizmi kurma çalışmasında bir milim duraklamak, bu duraklamada, bu çalışmayı güvence altında tutan mekanizmayı yeterince çalıştırmamak ve iktisadi durumun doğurduğu tehlikelere karşı önlem almakta zayıflık göstermek, eninde sonunda eski düzene kapı açmak demektir ki, bu anlamda "ulus-devlet" kapıdadır ve kapıdan içeri girip, sosyalizm evine temelli yerleşerek, sosyalizmi kovduğunu görüyoruz.

Amma velâkin senin kuruntun olarak kalacak ki sosyalistler, devletin de, ulus - devletin de meraklısı değildir; ulus-devleti, tarihsel bir kategori olduğunun bilinciyle ve feodalite karşısında onayladığımızı; yani öncesinde ilkel komünal topluma varana kadar bir dizi toplumsal yapılar olduğunun ama geleceğinde ise komünist toplumun olduğunun bilinciyle onayladığımızı sen de biliyorsun! Ve hep diyoruz ki, olmadığı zamanlar da oldu ve şimdi varsa tarihselliğindendir ama olmayacağı zaman da kaçınılmazlıkla olacaktır ve kapıdadır!

Ama ABD emperyalizminin açtığı kozmopoltizm kapısında değil!
Ancak, sosyalizm karşısında, ulus-devlete dört elle sarılmadığımızı ve önünde eğilmediğimizi sen de biliyorsun! Sosyalist devlet'i ise, yani proletaryanın devletini ise, geçici olduğunun bilinciyle ve proletaryanın kurtuluşunun tamamlanmasının, sınıfların ve sınıf mücadelesinin ortadan kalkmasının ve elbette devletin sönümlenmesinin, demokrasisizliğin ortaya çıkmasının velhasıl komünizmin tarih sahnesine çıkmasının güvencesi olarak onaylıyoruz.

Ama sen burada da, sahtekarlık yapmıyorsan, kötü niyetli bir demagojik bir çaba içindesin demektir ki,artık "devlet"e değil,"ulus-devlet"e hücumunu öne çıkarıyorsun. Oysa hem daha önce her ne şekilde olursa olsun genel olarak "devlet"e de hücum ediyordun; şimdiyse, sırf "proletarya diktatörlüğünü" sözde onayladığın için, bundan,yani genel olarak "devlet" e hücum modundan geri durmuş gibisin. Oysa düşüncelerin "aynı tas aynı hamam" misli yerli yerinde duruyor!

Sadece bilmecelerin değişmiş ama akıl taşıyanları kandıramadığı kesindir!

Sosyalist devletin bir geçiş devleti olduğu ve bu anlamda devlet sayılmayacak bir devlet olduğu açıkken, hatta komünü de içermesine rağmen, hâlâ bu "devlet"i burjuva "ulus-devlet" ile özdeşleştirme çaban beyhude ve nafile çabadır!

Ve bir kaç adım öncesinde sen demiyor musun ki,"bu, Marx’ta yok" ? Peki ne oldu da şimdi, hem aynı nakaratı gene tekrarlıyorsun ve hem de sanki Marx'ı referans alıyormuşsun gibi yapıyorsun?

Yani,"Lenin Plehanov’dan öğrendi. Plehanov ana/babasının evinden mi getirdi. O da Kautsky’den öğrendi. Kautsky günah keçisi mi. O da Engels’den öğrendi." diyerek son tahlilde bile değil, alenen, Marxizm-Leninizm’in kurucularının ortaya koyduğu düşüncelerin "soslu-yal " olduğunu ifade ederek, Marxizm- Leninizm düşmanlığında çığır açmış oluyorsun ki, aynı zamanda Marx, Engels ve Lenin'i azmetirici, Plehanov ve Kautsky'yi Marxizm-Leninizm kurucuları tarafından kandırılan mağdurlar olarak lanse ediyor gibisin!

Yani senin derdinin "gerçek" olmadığı belli oluyor; Marxizm-Leninizm’i nasıl olur da çürütebilirsin, gerçeğin üzerini nasıl olur da örtebilirsin, bunun formülünün derdine düşmüşsün! O nedenle de bu temelde ne söylense, tez elden, BoRGA'ya has bir kaç bilmece çukuruna batırdığın lakırdılarla "mezbeleliğe dökülmesi" için canhıraş bir çaba göstermekten başka derdin olmadığı görülüyor!
Diğer yandan, onca uğraşınıza rağmen, dediklerimizi mezbelilğe dökemiyorsunuz ama her tarafınızın döküldüğü görülüyor; iş "aşiret komünü"ne gelince, tarihsel kökler en kutsal konunuz ve dayanağınız oluyor ama iş sosyalizm ve Marxizm olunca, bu kökler en kötü lafız, senin yeni deyiminle,"sol-yal" oluyor ve böyle dediniz diye, kuruntunuzdan geçilmiyor ama hiç de dediklerimizi mezbeleliğe dökemiyorsun(uz)!

Oysa Modern sosyalizmin, içeriği bakımından, her şeyden önce bir yandan modern toplumda varlıklılar ile varlıksızlar, ücretliler ile burjuvalar arasında egemen olan sınıf karşıtlıklarının, öte yandan da üretimde egemen olan anarşinin bilincine varmanın ürünü olduğunun söylenmesinin üzerinden çok ama çok zaman geçmiştir.

Ve bir şey daha söylenmiştir ki Modern sosyalizm, teorik biçimi bakımından başlangıçta 18.yüzyıl Fransasındaki büyük aydınlanma çağı filozofları tarafından konulan ilkelerin daha gelişmiş ve daha tutarlı olmak isteyen bir uzantısı olarak ortaya çıkar.

Öyleyse, her yeni teori gibi, modern sosyalizm de kökleri ekonomik olguların derinliklerine daldığı ölçüde, ilkin daha önce var olan düşünler temeline bağlanmak zorunda kalmıştır.

Ama siz bunun etrafında tur atarak, bu bilimsel ve tarihsel olarak da kanıtlanmış gerçekliğin üzerini örteceksiniz ya, o nedenle Avusturyalı komünistler, şöyle demiş, Kautsky itiraz etmiş, Lenin de olduğu gibi katılmış ve BORGA kardeşimiz de bu konularda herkese yetermiş!

Peki konumuz bu muydu BORGA kardeş asıl konunun açıklığa kavuşturulması konusunda bir arpa boyu yol almamışken, sen şimdi bir de başka konuda yarışa davet ederek, asıl konudan uzaklaşmaya mı çalışıyorsun?

Oysa ben sana, hiç de yarışamayacağın kadar açık ve net cümlelerle ve argümanlarla sosyalizme dair de,kapitalizme dair de yeter miktarda bilgi vermiş bulunuyorum; sen bunları çürütememekle kalmıyorsun, sanki bunları özümsemiş ve çürütebilmişsin gibi böbürlenerek, başka bir yarış ile işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsun!

Demek ki sen kurnazsın, biz saf oluyoruz sana göre ki hep aynı hikâye ile işin içinden sıyrılacağına pek güveniyorsun!

Oysa Marx çok önce, sosyalizmi, burjuvazinin iktidara yürüyüşünün bilimi olan siyasal iktisatın karşıtı bir bilim olarak düşündüğünü göstermiştir; Felsefenin Sefaletinde,"Tıpkı iktisatçıların burjuva sınıfının bilimsel temsilcileri olmaları gibi, sosyalist ve komünistlerin de proleter sınıfın teorisyenleri olduğunu." yazarken, aynı zamanda, siyasal iktisadın, burjuvazinin iktidar bilimi olduğunu vurgulamış oluyordu.

Bununla birlikte, Marx ve Engels'in, Ütopyacı sosyalistlerle mücadele ederken, sosyalizmin bilimsel yanına ısrarla parmak basarak, sosyalizmin, toplumun bilimsel yasalarına dayanarak kurulan ve gelişecek olan bir düzen olduğunu ön plana çıkarmış olduklarını da biliyoruz. Böylece "bilimsel sosyalizm" deyimi yaygınlık kazanmıştır.

Öyleyse,Marx'ın Felsefenin Sefaletinde yazdığını göz önüne alırsak, bu "bilimsel sosyalizm" deyiminin pek öyle rahatlıkla kullanılamayacağını da görürüz; Çünkü Marx'ın, sosyalizmi tıpkı iktisat gibi bir bilim olarak düşündüğü anlaşılıyor. Eğer bu anlayış doğruysa,"bilimsel sosyalizm" deyimi, "bilimsel bilim" demekten farksız olacaktır; bu yüzden de "Bilimsel "sosyalizm" deyimini kullanmak bilimsel açıdan sakıncalı olacaktır.

Bunlardan şunu kendiliğinden çıkarmak mümkün, ama önce düşünmek gerekiyor, dolayısıyla düşünmeyi unutmuş olanların hızla arttığı bir zamanda düşünmenin önemi ortaya çıkıyor; düşünürsek, çıkaracağımız sonuç ise şu olmalıdır: sosyalizmi bir bilim olarak değil de, bilimsel olması gereken bir mücadele ve düzen olarak anlamanın sosyalizmi kurmamış ülkelerde , sosyalist mücadeleyi kısırlaştırdığıdır.

"Bilimsel sosyalizm ,"birtakım "bilim havarileri" aracılığıyla sosyalist mücadeleyi kısırlaştırıyor, buradaki "bilimsel" sıfatı, çok zaman,topluma bilimsel gözle bakma yerine, temel kitaplardan bazı sureler aktarma ve daha önemlisi, bir derviş rahatlığıyla başarısızlıkları kapatma eğilimlerini de kolaylaştırıyor.

Eğer sosyalizm bir bilim ise bunun bir teorisi ve bir de pratiği vardır. Bunlar birbirinin kopyası değildir. Bir politikası vardır; bilimseldir, ancak bir sanat yanı vardır.

Neticede, Marx'ın düşünceleri bir icad değildir, olsa olsa bir keşiftir ve diyalektiğin seyrinden, toplumsal gelişmenin yasalarından bulup ortaya çıkardığı bir keşfin ifadesidir;ama masasının başına oturup,saatlerce düşünerek öznel olarak kurgulayarak ortaya koyduğu bir icadlar dizilimi değildir; bu anlamda Marx, sosyalizmi, burjuvazinin iktidara yürüyüşünün bilimi olan siyasal iktisadın karşıtı bir bilim olarak düşünüyor ve bu yeni bilimin temellerini atıyor. Kuşkusuz bu temellerin bir bölümünü mücadele ettiği Ütopik sosyalistlerden alıyor. Bir bölümünü ise doğrudan doğruya burjuvazinin siyasal iktidara yürüyüşünün bilimi olan siyasal iktisattan alıyor.

O halde tekraren hatırlatıyorum ki sosyalizm bir bilimdir ve dolayısıyla bir kaç çapulcunun kurabileceği bir sosyo-ekonomik yapı da değildir. Önce bu bilimi özümsemek gerekir; özümsemek için ise bilimsel bakış gerekir!

İşte bunun içindir ki, bu bilimsel bakışı taşımayanlar, sosyalizmi yererlerken karşısına ondan daha üstün imiş gibi gösterdikleri, tarihin çoktan eskittiği ilkel denemeleri koymaya yeltenirler!
İşte bu nedenle çabaları nafiledir ve her zaman bilimin duvarına çarpacaktır!

Demek "sizin işiniz hareketin yasalarını ve bunun içinden toplumsal hareketin yasalarını bilmek!" Nasıl olacakmış o,bir desen de biz de bilsek? Sen ki hareketin yasalarını kaba bir "determinizm"e hapsederken, toplumsal gelişmenin ilerleme içerikli olduğuna dair yasalara burun kıvırırken, neymiş acaba senin indindeki bu "hareketin yasaları"?

Bak bak, hızını alamamışsın bir de, komünist hareketin nasıl "üretileceğinden" söz etmişsin ! Etmişsin ama bu senin cehaletinin ve "hareketin yasaları" lafzının ezbere olduğunun tescili olmaktadır! Ne demişler,"kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmazmış! "
İşte bir ton lafı kullanmamın kıymet-i harbiyesini anladın mı BORGA ? O bir ton lafın yarısını derinlemesine irdelesen, böyle içi boş turşu fıçısından üzerimize fırlattığın yalan-yanlış ifadelerle bir arpa boyu ilerlenmeyeceğini idrak ederdin!

Ve o bir ton laf ile seni, aslında cepheden saldırdığın ve kesinkes reddettiğin proletarya diktatörlüğüne sahip çıkmak zorunda bıraktığımın farkına varırdın!

Ama nerdeee, sen hâlâ aynı tas aynı hamam, bütün bilmeceleli bulmacalı lafızlarınla gerçeklerin etrafında tur atmaya devam ediyorsun ki, bütün bunlar senin samimiyet katsayının oldukça düşük olduğunu göstermeye yetiyor!

Sen gene kuruntularına devam et ve dediklerimin, hatta bu güne kadar denilenlerin topunun birden mezbeleliklere yuvarlandığına inan!

Ve BORGA kardeş, boşuna işçi sınıfına methiyeler düzme; çünkü eninde sonunda onun da öncülüğü ve devrimciliği konusunda itirazların olduğunu ortaya koymuş olacaksın! Hem bizim, tasan olmasın ki, işçi sınıfının düzen değiştirici ve devrimci rolüne güvenimiz tamdır ve hiç eksilmedi. Ama işçi sınıfını peygamber ya da mesih olarak da görmüyoruz.

İşte turnusol buradadır, düğüm buradadır ve bizim için bu düğümü çözmek zor olmuyor ama sen ki buradaki düğümü çözmekte zorlanırken, işçi sınıfına methiye düzüyorsun,öyleyse kendini sorgulamalısın; çünkü hem bir ikiyüzlülük var ve hem de,tam burada, Marx’tan ve Marxizm’den kalanı tartışmanın, bu determinist güveni kabul etmek ve reddetmekten ibaret olduğu görülmektedir.
Ama senin göremediğin görülüyor.

Yani BORGA kardeş, demek istiyorum ki, temel olarak ve hiçbir biçimde vazgeçilmez olarak,işçi sınıfının düzen değiştirici ve devrimci rolü,Marx'a ve Marxizm'e ait bir renktir!

BORGA burada milyonda bire bile giremeyecek denli bilim dışıdır;bu nedenle de "hareketin yasaları","toplumun yasaları" lafızları ile durumu kurtaramaz!

Yani BORGA, ne yaparsan yap, tarihin ilerleme motorlu toplumsal gelişme çizgisindeki determinizmin bilimsel tonunu anlayamayacaksın; oysa samimi olsan anlamaman mümkün değil ve o zaman da Avusturyalı komünistlerin, Marx'ın bilimsel olarak öne sürdüğü ve "katkı" da, ekonomi politiği eleştirirken çıkardığı sonucun klavuzluğunda (yani karganın kılavuzluğunda değil)geniş olarak açıkladığı "maddi hayatın üretim tarzının, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırdığını ve insanların varlığını belirleyen şeyin bilinçleri değil, tam tersine, onların bilincini belirleyen şeyin onların toplumsal varlıkları olduğu yönündeki çıkarımına uyarak kabul ettiklerini ilan ettikleri ve sınıf mücadelesi ile bağladıkları önermeden "çelişki" çıkararak, Marxist düşüncelerin "sol-yal" olduğunu tanıtlamak ve kanıtlamak beyhude çabası içinde olmana gerek kalmayacaktı.

Ayrıca çabanın özünün, Marxizmin kılavuzluğunun karganınki gibi olduğunu kanıtlamaya çalışmak olduğu da görülüyor.Oysa farkında değilsin ama o saçma sapan,yalana-dolana sarılı lafızların, bu tanıtlamayı tam da senin hak ettiğini gösteriyor!

Kaldı ki, defalarca konu ettik ve samimiyetle anlattık; Marxizm-Leninizm nereden doğmuştur gösterdik ve Marxizm-Leninizm’in düşmanlarının, neden Marxizm ile Leninizm arasına çomak soktuğunu da gösterdik, dahası Leninizm’i de düşmanın silahı haline getirme çabalarından da söz ettik; ve şu soruyu sorduk; madem ki Marksizm -Leninizm karganın kılavuzluğu mislidir, neden burjuvazi hâlâ ondan korkuyor,neden sizin gibi Marxizm-Leninizm düşmanları, düşmanlıklarını Marxizme dayandırmaya çalışmaktadırlar?

Neden dobra dobra değil de, dolambaçlı yollara saparak,kör karanlıklardan saldırarak bu düşmanlıklarını yaymaya çalışırlar?

Madem ki Marxizm "sol-yal"dır, neden sıkışınca ve çoğu kez de Marxizmi çarpıtmaki çin, bu "sol-yal"ı dayanak gösterirler?

Oysa Lenin, çok net olarak Marx'ın bilimsel olarak, o senin dediğin tarihsel-toplumsal "hareketin yasaları"na dayanarak ortaya koyduğu "tarihsel kaçınılmazlık"la bağlı önermesine, devrimci ve bir o kadar da bilimsel müdahale ile yaptığı katkı,Marx'ın bilimsel ifadesine en tam anlamını vermiştir.

Ve olayların akışı, Lenin ile bütünsellik kazanan bu önermenin özündeki bilimsel önermenin ne denli doğru olduğunu da, Lenin'in katkısının ne denli isabetli ve tarihsel olduğunu da, üstelik Lenin'in önermesinin Marx'ın bilimsel önermesine dayandığını da pratik olarak göstermiştir.

Yani, söz konusu olan işçi sınıfının maddi yaşamı ve bu maddi yaşamın, işçilerin görüp görmemesinden, bilincinde olup olmamasından bağımsız olarak taşıdığı, yansıttığı gerçeklikler olmasaydı,işçi sınıfına dışardan bilinç vermenin mümkünatı olabilir miydi?

Tersten soralım, işçi sınıfına dışardan verilen bilinç, maddi yaşamı işçi sınıfının tam zıddı olan burjuva sınıfına verilseydi acaba onlar sosyalist bilinç sahibi olabilecekler ve sosyalizm için çabalayacaklar mıydı; dahası bu mücadelenin önüne dikilen engellere karşı kararlı bir şekilde sosyalizmi savunacaklar mıydı?

Tabii ki hayır ve bin kez hayır!

Ve öyleyse, son tahlilde, işçi sınıfının bilincinin kaynağı, maddi yaşamın üzerindeki gerçeklerden yansımış olmuyor mu; dışardan verilen bilinç eninde sonunda bu yansımanın ifadesi değil mi?

Ama siz Ütopyacı sosyalistlerin bile gerisine düşen bir ütopyaya sığdırdığınız "demokratik (aşiret) komünü" nüzü hem sosyalizmin üstünü örtmek için kullanırken ve hem de kapitalizmin sınırları içinde, emperyalizmin çaresizlik içindeki en azgın bir zamanında, üstelik bütün hızıyla tarihte belki de görülmedik bir karanlığın içine doğru sürüklendiği bir zamanda, bu "komün" ile, uluslararası planda halkları demokratize edeceğinize hem kendinizi ve hem de Kürt halkını inandırmaya çalışmanız bir tarafa, kapitalistleri-emperyalistleri de demokratize edeceğiniz hayalini pompalamıyor musunuz?

Bunun maddi yaşamda bir karşılığı olmadığını, dolayısıyla maddi yaşamın üzerindeki gerçeklerin yansıması olmadığını görmüyor musunuz?

İşte sizin kılavuzluğunuz bu iken, öyleyse neyi, kimi mahkûm ediyorsunuz? Siz bilimdışı,yalan-yanlış kurgularınızla, bilimsel yasaları ters yüz edebileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Öyleyse belki daha çook hayal kurabilirsiniz ama sonunda uğrayacağınız hayal kırıklığının kaçınılmazlığından kurtulamazsınız!
Ama daha önce yaptığın gibi bu ifadelerimden benim işçi sınıfını küçümsediğim sonucunu üreterek bu hayal kırıklığından kurtulmaya çalışacağın kuvvetle muhtemeldir!

Evet, şimdilik yadsıyamıyorsun ve işçi sınıfının değiştirici ve öncü misyonunu teslim ediyorsun ve işçi sınıfına peygamber rolü vermeyi, bu anlamda tarihin motoru olduğunu belirtmeyi ihmal etmiyorsun ama sınıf mücadelesinin tarihin motoru olduğu önermesine kuşkulu baktığın, "tarihsel kaçınılmazlık" önermesine karşı kuşku tohumları ekme çabandan anlaşılıyor!

Ve sınıf mücadelesini olsa olsa burjuvazinin kabul ettiği sınırlarda kabul ediyorsundur; çünkü sınıf mücadelesinin kaçınılmazlıkla proletarya diktatörlüğüne varacağı önermesine ve bunun pratikte kanıtlanmış olmasına burun kıvırıyorsun!

Bu burun kıvırman, seni sınıf mücadelesinin hâlâ tarihin motoru olduğu önermesine yabancılaştırmaktadır!

Ve sorunun öneminin, işçi sınıfının niceliğinde değil, niteliğinde gizli olduğunu yadsıdığın belli oluyor ki, Avusturyalı komünistleri anarken işçi sınıfının niceliğine önem verdiğinin işaretlerini veriyorsun; ama aynı zamanda da işçi sınıfının sayısının arttığı çıkarımına katılmadığını belli ediyorsun.

Öyleyse açıklık gerek ve öncelikle Marx'ın işçi sınıfına değiştirici ve devrimci rol vermesinin tümüyle ve tarih felsefesi yöntemiyle elde edilen bir teorik sonuç olduğunun altını çizmeliyim. O zaman işçi sınıfının devrimci misyonu ile ilgili hiç bir ampirik veri bulunmuyordu.

Marx, insanlığın gelişmesinin durmayacağına inanan bir kuşaktan geliyor; yaptığı, burjuvazinin değiştirici rolünü , emek süreci alanına kaydırmak ve burada ayrıntılandırmak ve ayrıştırmaktan ibaret görünüyor. Bu nedenle emek-süreci belirleyicidir diyoruz ve buna inanıyoruz ki,son mektubumda da bunun nesnel nedenlerine vurgu yaptığımı hatırlıyorum. Marx,ayrıca, sınıf çelişkilerine yer çekimi ölçüsünde önünde durulamaz bir güç veriyor. Bu nedenle sınıf mücadelesinin tarihin motoru olduğunu söylüyor ve inanıyoruz. Bütün bunlarda en küçük bir yanılgıya düştüğünü düşünmediğimi, yine önceki mektubumda ve bir kez daha,argümanlarıyla beraber vurguladım,Eğer Marx,bir milimetre ile ölçülecek kadar yanlış olsaydı, bütün baskı mekanizmaları,işçi sınıfını harekete geçirmek isteyen bir avuç devrimcinin üzerine çullanmazdı,bunu görüyorum ve gösteriyorum!

Marxizm’in formülasyonunu anlamak gibi bir derdin olmadığını da biliyor ve görüyorum; ancak anlamadan eleştirmenin öğretilmiş bir düşüncenin içinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim ve daha önce söyledim; ve buradan hareketle Menşeviklerin, Lenin öncesi Marxizm’e Lenin'in kendisinden çok daha yakın olduklarını ama Leninin, Menşevizmi açığa çıkararak, yalnız Rusya'daki devrimci mücadeleyi değil, aynı zamanda Marxizm’i de kurtardığını söylemenin yanlış olacağını düşünmüyorum.

Menşevikler, Emek-sermaye çelişkisinin sosyalizmi getireceğini ve henüz gelmiyorsa , bunun, bu çelişkinin yetersizliğinden kaynaklandığını ve çaresinin emek-sermaye çelişkisinin artmasında olduğunu ve artmasının kaçınılmaz olduğunu,önlenemez olduğunu ve bu önlenemezlik içinde devrimin de ortaya çıkacağını savunuyorlardı; yani Menşevikler,Marx'ın devrim teorisine dayanarak,herhangi bir poltik müdahale olmadan kendiliğinden olacağını savunuyorlar ve bunun "Hakiki Marx'a ait"olduğunu ileri sürebiliyorlardı.

Ve sen, bunu, yani Menşevik tutumu, Engels’in, Erfurt Programını eleştirirken, "düşünülebilir" deme "suç"u işlediği üzerinden kınarken, aynı zamanda Menşeviklere ve Plehanov'a daha yakın durduğunu gizleyemiyorsun.

Gerçekten dökülüyorsunuz, artık iki yüzlülüğünüz bile dikiş tutmuyor!

Menşevizmin, Narodniklerle mücadele kanalından ve Pyotr Struve ile Plehanov'un başını çektiği legal Marxist aşamadan geçtiğini de biliyoruz. Bu, kapitalizmin okulunda okumayı ifade ediyor ki daha önce Rusya'da Marxistlerin işe,kapitalizmin haberciliğini yaparak başladıklarını hatırlatmıştım;ve başlangıçta Lenin'in de burada olduğunu biliyoruz.Ama içindeki bitmek tükenmek bilmeyen proletarya tutkusuyla Lenin, Struve'nin hayranı olmasına ve hatta ilk önemli çalışmasını, Struveyi doğrulamak için yazmasına karşın, menşevizmi geride bırakarak bu aşamalardan çok daha başka yerlere fırlayabiliyor.

Sen ise, sapla samanı, üstelik tekrar tekrar bu gerçekliğe vurgu yapmama karşın, karıştırarak, Plehanov ile Kutsky'yi aklayıp, bütün günahları, azmettiren olarak gösterdiğin ve klavuzluğunu kesinkes kabul etmediğin, Marxizm’in kurucularının sırtına yüklüyorsun!

Öte yandan, her halde bir çok Marxist ve marxolog yazmıştır ki, Marx, sanayi devriminin teknolojik başarılarının realize edildiği bir zaman aralığında olgunlaştı;bu zamandaki kapitalist perfonmansın gözle görülür ve elle tutulur parlaklığına,kapitalizm,bir daha hiç bir döneminde yaklaşamadı. Marx'ın dışındaki düşünürler, bu parlaklıktan kapitalizmin ebediliğini çıkartırken, Marx, kapitalizmin bütün çelişkileri ortadan kaldırarak emek-sermaye çelişkisini hızlı bir biçimde derinleştireceğini ve dolayısıyla kapitalizmin mezarına önemli bir hızla yaklaşacağı güvenini buldu.

Bütün bunların ışığında,işçi sınıfının değiştirici ve devrimci rolünü, Lenin’in işçi sınıfına bilincin dışardan verilmesi gerektiği yönlü işareti ile birlikte ele almak gerekiyor; ele alınca, işçi sınıfının misyonunun asıl kaynağının,işçi sınıfının gizil güç olmasında olduğunu görmek zor olmayacaktır.

Dışardan aldığı bilinçle, bilincin geldiği yer dahil, toplumun bütün katmanlarının önüne geçerek değiştirici rolünü kabul ettiriyor! Demek ki, sosyalist bilinci ancak dışardan alarak edinebilen işçi sınıfının bu durumu, onun gücünü azaltmıyor ama yapılacakların netleşmesini sağlıyor.

Ayrıca, bilincin sadece sözle ve yazıyla ele alma döneminin de geride kaldığının görülmesinin önemi de öne çıkıyor; hem Paris Komününün ve hem de Ekim Devriminin taşıdığı bilincin, sözle veya yazı ile bilinç götürmekten çok daha etkili olduğu görülüyor; başkaları da var elbet; öyleyse insanların eylemli öğrenmeye yatkın olduklarını kabul etmek gerekiyor. Papaz Gapon’un peşinden ve ellerinde aziz ikonları ile çar babalarına, bugünden bakıldığında son derece naif görülen istekler içeren dilekçeyi vermek üzere yürüyen ve öte yandan büyük grev dalgası yürüten işçiler, çarın ordusunun, tarihe geçen kanlı saldırısı ile kırıldığı andan itibaren, her şey değişiyor ve ardından çarın japonlara yenilmesinin yarattığı berraklık, işçilerin daha önce kulak vermedikleri az sayıdaki devrimcinin ve en başta Lenin'in ve arkadaşlarının sesine kulak vermesine ve bu seste yankılanan öngörüleri ikircimsiz kabul ederek çara karşı öfkeli bir kararlılıkla kavganın en önünde saf tutmasına sıçratıcı bir etki yaratıyor ve tarihte ve de başka hiç bir ülkede görülmemiş büyüklükte siyasi grevler örgütlüyorlar, köylülere bilinç taşımaya başlıyorlar.

Ve Türkiye'de belki bunun prototipi olabilir ama özü aynı olduğu için, yani bir eylemli bilinç taşıdığı için, Türkiye tarihine Gezi Eylemi olarak geçen direniş, çalışan sınıfların, korkmalarına yer olmadığını ve kararlı olunursa korkutanların korkularını açığa vurduklarını görmesine, bilincine varmasına önayak oluyor.

Ol tarihten bu yana Türkiye'de korkutanları bir korkunun sardığını görmek için, söze gerek kalmıyor! Korkutan cephenin şirazelerinin hızla kaydığını görmek şaşırtıcı olmuyor.

Daha önemlisi, teorik olarak, pratiğin bir yansıması olarak ve uzun zamandır, reddetmek anlamında değil ama sendikaların mevcut haliyle işçi sınıfının iktidar mücadelesinde önemli bir kanal olmadığını ve bu önemi gittikçe daha da yitirdiğini ne kadar ifade etsek de, kabul edilmiyorken, artık işçiler ve hem de eskisinden çok daha kararlı olarak, kendi kararlarını kendileri alıyor ve uyguluyorlar; bu, aynı zamanda sendikaları ve sendikacıları da sarsıyor, kimini kendine getiriyor, kimini dışarı atıyor!

Ve tarihe baktığımızda işçi sınıfının örgütlenmelerinin çoğunun gizli olarak geliştiğini, açık mücadeleye pek yatkın olmadıklarını ve demokratik mücadeleye aşırı vurgusunun bile gizlenmek, yani barınak ve sığınak bulmak içgüdüsünü yansıttığı görebiliyoruz.

Öte yandan fabrikaların, işçiler için, tıpkı üniversitelerin yasalarla kazandığı bir dokunulmazlık alanları olduğunu,bu alanlarda kendilerini güvende hissettiklerini görüyoruz ki, kimi fabrikalarda direniş gösteren işçilerin, kendilerini fabrikaya kilitleyip, kimseyi sokmamaları ve çoğu kez sonuç almaları bunu net olarak doğruluyor.
Bu, gizil güçlerinin ve güven duyduğu alanlarının bilincinde olan işçilerin,işçi sınıfının açık örgütlenmesinin yalnızca düzenin reformasyonuna yaradığını, eylemli ve çoğu kez kendi eylemleri ile edindiği bilinçleri ile görebildiklerini gösteriyor.

Bu nedenle, Türkiye'nin işçi sınıfı ve emekçileri, nerden gelirse gelsin, kitlesel bir eylemli bilinç ile uyumadıklarını ve gizilgüçlerini depo ettiklerini kitlesel olarak gösterecekler ve kendi yarattıkları eylemli bilinçle hem kendilerini ve hem de toplumun diğer çalışan kesimlerini politize edeceklerdir.

Bir de BORGA kardeş, BORGA'dan seçme saçmalar geçidi misli, önümüze son derece anlamsız ifadeler koyarak, Engels'in, oportünistlerin, Almanya'daki hukuk düzeninin, bütün taleplerin barış yoluyla gerçekleştirilmesine elverişli olduğunun kabul edilmesinin istendiği bir zamanda ;yani o günkü koşullarda,toplumun gelişerek yavaş yavaş sosyalizme geçeceğine, hem partiyi ve hem de kendilerini inandırmak istedikleri bir zamanda ifade ettiklerinden hareketle ,üstelik sanki bugün kendin farklı tutum izliyormuşsun gibi, onu gözden düşürebileceğini sanmışsın; ama yanılmışsın.

Engels öncelikle saydığı koşullar ne kadar elverişli olursa olsun, yine de oportünistler gibi mutlaklaştırmıyor ve "düşünülebilir" diyor; bu sözcüğün ne anlama geldiğini biliyor musun acaba BORGA?

Evet "düşünülebilir" dediği aynı yerde Engels, önceki ifadesinin devamı olarak şunu da söylüyor : "ve" diyor "kendilerine toplumun sosyalizme geçerken eski toplumsal yapıyı yarı yolda bırakmak zorunda kalıp kalmayacağı, bu eski kabuğu istakoz yavrusunun kendi kabuğunu parçalarken gösterdiği kadar bir şiddete başvurarak atıp atmayacağı sorusu sorulmadan yapılmaktadır; sanki Almanya'da toplum, bundan başka henüz yarı-mutlakiyet niteliği taşıyan ve üstelik de son derece karmakarışık olan siyasi düzenin engellerini de kırıp aşmak zorunda değilmiş gibi."

Ve senin buraya taşıdığın ifadesinden sonra da ,"Ama" diyor Engels, "hükümetin bütün iktidarı elinde bulundurduğu, Reichstag'ın ve öteki temsili organların fiilen hiç bir güce sahip bulunmadıkları Almanya'da, böyle bir şeyi, hem de hiç gereği yokken, iddia etmek, mutlakiyetin asma yaprağını kaldırıp, onun çıplaklığını kendi vücudunla örtmeye benzer."

Demek ki burada ana fikir, Alman sosyal-demokratlarının içindeki oportünist tutumu deşifre etmektir! Sen bunu görmemeyi suç kapsamından çıkartırken, Engels'in ifadesindeki "düşünülebilir" sözcüğünü de "suç" kapsamına alıyorsun.

Öyleyse mahkûmiyetin, bakacağın yerlere sınır koymuştur, bunu görmemek mümkün olmuyor!

BORGA kardeş, hepsi bir bütün olarak, sana bir şey çağrıştırmıyor mu? Engels en azından Halk temsilcilerinin bütün iktidarı ellerinde topladıkları ülkeleri kastederek, sana göre bir "suç " işliyor; ya siz, şu ütopik "demokratik (aşiret) komünü"nüzle, şeriata dayalı ve ABD emperyalizminin bölgedeki "eş-başkanı" olduğunu defalarca ve övünerek ilan eden gerici - faşist 12 Eylül diktatörlüğünün çıplaklığını ne ile örtüyorsunuz, işçisine de, emekçisine de, yoksul köylüsüne de ,gencine de,yaşlısına da dünyayı dar eden, tekellerin kanını emmesi için elinden ne gelirse yapan bir rejimi, şu ünlü "komün"ünüzle demokratize etme hayaliniz hangi suçun kapsama alanı içine girmektedir?

Yoksa siz hâlâ kendinizi en kahraman ve gelmiş geçmiş tek teorisyen ya da filozof sanıyorsunuz da, Engels'i fayton şöförlüğü yaparken, taşıdığı soylu efendilerin lakırdılarını mı taşıyor sanırsınız?

Siz de hiç ölçü kalmamış demekle ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gösteriyorsun; şuraya bakın hele; Engels'in, Alman sosyal-demokrat partinin oportünist temsilcilerinin program taslaklarını eleştirirken yazdıklarından ,üstelik yalnızca küçük bir bölümünden, çıkardığın sonuca bak; "Orda burda asker/ordu konusunda uzman, deha diye sıfatlar atfedilen Engels, mali oligarşinin en kuvvetli olduğu yerlerde silahı atlayıp iktidarı tarif ediyor"muş. "O da yetmiyor" muş, "proletarya diktasını parlamento üstünden mümkün görüyor." muş!

Buna ancak gülerler ama bu, sizin gibi, emperyalizmle en sıkı işbirliği içinde olan, üstelik şeriata dayalı bir faşist diktatörlük olan 12 Eylül rejimi ile barış içinde bir arada yaşanılabileceğine ve eşitlik-kardeşlik-özgürlük düşlerini yayan bir "demokratik" komün ile bütün sorunları çözdüğüne hem kendilerini hem de bizi ve zorla inandırmaya çalışanlardan gelirse acıklı bir güldürüden başka şey olmaz!

Dahası var, siz, "demokratik bir barışla" emperyalizmi bağdaştırmanız yetmiyormuş gibi, demokrasi ile şeriata dayalı bir faşist dikta rejimini de bağdaştırdığınızı; üstüne üstlük, bu faşist dikta rejiminden, ancak demokratik bir cumhuriyette yerinde olabilecek şeyler talep ettiğinizi görmediğimizi sanarak,pişkin pişkin,Engels'i olmadık şeylerle suçluyorsun(uz),üstelik bu suçlamalarınızın temelsiz olduğunu, bir önceki mektubumda göstermiş olduğum halde!

Ve görülüyor işte; ULAK bir kamyon dolusu laf etmiş, ama içinde bir tane içi boş turşu fıçısına sığacak ifade yokken, bir kaç cümleden ibaret olan, senin benzetmenle orantılarsak, bir oyuncak el arabasına ancak sığacak olan ifadelerinin neredeyse hepsi dökülüyor!

Ama sen hâlâ, üstelik henüz dediklerimin, o bir ton ifadenin, hiçbirisini çürütememişken, Engels'i gözden düşürmek için, son derece komik ifadelerin ile böbürlenerek, benim ifadelerimi, mezbeleliklere döküyorsun; dök bakalım, mezbereliklere döktüklerinin mi, yalan-yanlış etrafa saçtıklarının mı izi kalacak?

Diğer, yandan şimdi de "tek ülkede sosyalizm" olgusuna göz kırpmışsın; neden acaba, Öcalan'ın adını da zikrettiğine göre, Öcalan'ın ütopyasına bilimsel ton vermenin argümanı olarak kullanacaksın demektir! Nafile çaba ama umut fakirin ekmeği değil miydi, ne yaparsın?

Fakat yine de "tek ülkede sosyalizm" den size ekmek çıkmaz; Öcalan'ın ütopyasının olabilirlik katsayısını artırmaz ama ikiyüzlülüğünüzü açığa vurur; Engels'in halk temsilcilerinin iktidarı elinde tuttukları bir koşulda, "düşünülebilir" dediği için, yererken, hatta alaya alarak, oportünistlikle mahkûm ederken, emperyalizmin en azgın zamanında, 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğünü konuşlandırmaya hızla devam ettiği koşullarda, aşağıdan, tedrici olarak demokrasinin "düşünülebilir" olduğunu değil, kesinkes mümkün olduğunu buyurmanızdaki iki yüzlülüğünüzü açığa vurur.

Öte yandan ,"tek ülkede sosyalizm" bir teori değil, pratiğin dayattığı bir zorunluluktur; bu nedenle Marx'ta olmaması gayet normal; ama senin aklın bunu almıyor tabii.

Ve ben bunu da ayrıntılı olarak anlattım; ve Ekim Devrimi, Batı Avrupa'dan, gelişmiş kapitalist coğrafyadan beklenirken, geri topraklarda patlak vermiş ve bu devrimin erken olduğu savları ile, devrimi burjuvaziye teslim etmeyi en büyük devrimcilik sayanların sarıldığı aynı teranelere hâlâ sarılındığı bir zamanda BORGA kardeşimiz, bu pratikten bir teori çıkartmış ve bunun Marx'da olmadığından söz ediyor; demek ki işine gelince pratik, BORGA nezdinde teori olabiliyor; ama olmaz; pratik, teori değildir.

Teori de pratik değildir. Teori tek tek pratikten çok ötedir ve teorinin geçerli sayılabilmesi için, kendisine tıpatıp uyan bir tek pratik bile gerekli değildir.

Ancak sosyalistler için ilk ve tek ülkedeki sosyalist iktidarı savunmak ve yaşatmanın en temel görev olduğu zamanlarda, bu tekil pratiklerin "teori" sayılması da inkâr edilemez, değeri küçümsenemez, bir tarihsel zorunluluk olmuştur. Fakat bu tekil pratiklerin bazılarını "teori" katına yükseltme pratiğinin, sosyalist teori üzerinde kısırlaştırıcı bir etki yaptığını da kabul etmek gerekir.

BİZ KABUL EDİYORUZ, AMA SİZ BURALARI GÖRMÜYORSUNUZ BİLE! ÇÜNKÜ BAŞKA YERLERİ GÖRMEYE MAHKûMSUNUZ VE BURALARA BAKAMIYORSUNUZ BİLE!

Velhasıl pratik günü yaşamaktır, teori geleceği yaşamaktır; pratik geleceği hazırlar, teori ise geleceği haber verir. Lenin haber verdi ama BORGA bihaberdir ve hâlâ dualar okuyor, Öcalan'ın "demokratik" komününü kutsuyor.

1917 yılının Eylül ayında Lenin, geleceğe dair şöyle yazdı;" İhtilal, siyasal sistem söz konusu edildiğinde, birkaç aylık bir zamanda Rusya'nın ileri ülkelere yetişmesini sağladı. Ancak bu yeterli değildir. Savaş merhametsizdir; alternatifleri acımasız bir katılıkta ortaya koyuyor: Ya mahvolma ya da ileri ülkelere ekonomik olarak da yetişmek ve geçmek."

Görülüyor, Lenin, Stalin'in omuzlarına kalan bir pratiği, "Yetişmek ve geçmek", (dognati peregnata) politikasını Ekim devriminden sonra değil, önce formüle etti.

Hem de şöyle formüle etti,"Mahvolmak ya da tam yol ileriye atılmak. Tarihin yazdığı alternatif budur."

Bu sözler, tamı tamına teoridir ve üstelik on yıl kadar sonra ortaya çıkan pratik, bu teoriyi doğrulamıştır.

Tek ülkede sosyalizm mi demiştin BORGA?

İşte böyle bir şey ve Lenin, bunun haberini çok önce veriyor ama sen bilimdışı, hatta ecüş bücüş, yalana da yaslanan, yanlışı da kucaklayan anlamsız ifadelerinle bu gerçekliğin ağırlığını hafifletebileceğini sanıyorsun; bunu çek döküntüsü, kapitalist yolcu, Milan Kundera bile başaramadı, sen mi başarabileceksin?

Neyse, meramını sonunda anlatmışsın, demek ki senin ütopyan da "komün" ile jakobenist bir "proleter diktası" karışımının güler yüzlü versiyonu!

Daha doğrusu güler yüzüyle, intikam çığlıkları atan ve düşmanları değil bastırmak, karnındaki bebesini dahi yok edecek denli yok edecek bir haleti ruhiye ile "hareketin ve toplumun yasalarını" harekete geçirmeyi hedef alıyorsun.

Hadi bakalım,"vatan"a ,"millet"e hayırlı olsun,"komün"leri neşe ile doldursun, ütopya sahiplerinin yüzünü güldürsün, Kürt halkına "eşitlik-kardeşlik-özgürlük" ekseninde ve Amerikan "dost"luğunda, 12 Eylül faşist rejiminin "inayetinde",Öcalan'ın "önder"liğinde mutluluklar ihsan eylesin!

İşte böyle BORGA kardeş, bütün samimiyetimle ve laflarımı dolandırmadan ne ise onu bir kez daha anlatmaya çalıştım; senin ya da benim kazanmamızın hiç önemi yok; kazanması gereken gerçekliktir ve elbette bu gerçekliğin bilincine varması gereken işçi sınıfı ve emekçi halkımızdır, Kürt halkını ayırmıyorum, öyleyse aynı samimiyetle dediklerimi derinlemesine irdelemelisin, benim gerçeğe sarılıp kimselere kaptırmama gibi bir niyetim yok, ama tümüyle dediklerinden yola çıkarak, senin gerçeklik ile bir derdin olduğu anlaşılıyor; bu derdin her ne ise, ancak ve ancak gerçekliğin içindekilere vakıf olarak bundan kurtulabilirsin; ama bunun için, lütfen biraz olsun bilime tutunmalısın!

Bu sana da bana da kazanç getirmeyecek ama düşmanlara kayıp, emekçi halkımıza kazanç getirecek ve hafife alma ki buradaki bir kaç doğru ifadenin bile, bu kazancı artırmada ve emekçi sınıfların, halkımızın zaferini yakınlaştırmada son derece önemi ve katkısı vardır.
İşte bizim kazancımız da bu olacaktır; bundan daha büyük kazanç ne olabilir?

Bu nedenle, biliyorum seni ifadelerimle zorluyorum ve canını da sıkıyorum, ama hepsi emekçi halkımız için, eğer gerçekten derdin emperyalizmin, tekellerin ve onların baskıcı rejimlerinin kanını emdiği, Kürt veya Türk emekçi halkın kurtuluşu ve mutluluğu ise, inan ki kurduğun cümlelerle bunu gerçekleştirecek tek bir tuğla bile koyamazsın!

Üstelik, kurduğun ifadelerin, çoğunun anlamsız olduğu ve maddi yaşamda karşılığı olmadığı görülüyor; sen de farkındasın aslında; bu nedenle farkındalığının gereğini yapmalısın, sahne ışıklarına kapılmamalısın, alkışlarla heyecanlanmamalısın, heyecanın gerçeklerin baskısı ile artmalı, bu topraklara hepimizin borcu var, elbette devrimci sorumluluk taşıyorsak, bu nedenle bu sorumluluğumuzu hatırlayarak, bu borcu en tam ifadesiyle ödemek için, biraz olsun yüzünü bilime dönmelisin!
Bunu başardığın andan itibaren arkası çorap söküğü gibi gelecektir.

Ama bilimi "hurafe" diyerek gözden düşüremezsin ve üstelik böyle bir arpa boyu ilerleyemezsin! Düşmanın değirmenine taşıdığın, ki zaten taşırken çoğu yerlere dökülüyor, su ile kalakalırsın !

Kürt ve Türk emekçi halkı bunun için sana aferin demez ama diyecek birilerini illaki bulursun!

Öyleyse seçimini yapmalısın, bilim mi, bilimdışı ve çoktan eskimiş takıntıların mı?


Saygıyla ve sevgiyle kal

Fikret Uzun

29 Kasım 2013

Hiç yorum yok: