22 Mayıs 2013 Çarşamba

27 MAYIS,12 MART VE 12 EYLÜL



27 MAYIS,12 MART VE 12 EYLÜL

27 Mayısçılar gerçekten, Kemalist devrimin eksikliklerini tamamlamak
ve var olan Kemalist devrimden sapmaları gidermek için yola çıkmıştı.
Ancak TSK`nin, 27 Mayısçılara desteği kısa sürmüştür. 27 Mayıs,
burjuva demokrasisini ifade eder ve hem burjuva demokrasisine vurgu
yapmak, hem de 27 Mayısı faşist bir diktatörlüğün ifadesi olarak
algılamak çelişkidir. Bu çelişkiye düşmek, sığ bir bakışın ifadesi
değilse, kötü niyetin ifadesidir.
12 Mart ve 12 Eylül, 27 Mayısın bıraktığı hukuki ve politik yapı ile
burjuvazinin Türkiye`yi yönetemeyeceğini anlamış olmasının getirdiği
bir sonuç olarak, 27 Mayısın bütün kazanımlarını ortadan kaldıran bir
operasyondur. Dahası Türkiye`yi, zorla tarihin gerisine çekme
operasyonudur.
Sapla samanı karıştırırsak, 27 Mayısla 12 Eylülü karıştırmak da mümkün
oluyor. Böyle olunca da, 27 Mayısın sonucu olan 1961 anayasası ile
geniş bir toplumsal katılıma alan açılarak, devlet gücünün kullanımı
ve hızının dengelenmesinin sağlandığı, Çift meclisli yapısı ile özerk
kurumları ve örgütlenme hakkıyla devlet gücünün kullanımına, devlet
aygıtının işleyişinin hızını azaltacak bir toplumsal katılımı
sağladığı görülemiyor. Darbelerin, toplumsal tartışma ve çatışma
dinamiklerinden kopuk olduğunun kabul edilmesi, Her iki müdahalenin
de, bakışsız profesyonel darbecilerin marifeti olarak görülmesi, son
tahlilde her iki müdahalenin sonuçlarına bakışsız olarak yaklaşmak,
sonuç itibarıyla yerleşen rejimin yerleştirmeye çalıştığı bakışına
tabi olmakla aynıdır.
Bunu şöyle ifade etmek de mümkündür, 27 Mayısla birlikte yükselen sol/
sosyalist hareketlenmenin yöneticileri, Kemalist bakış açısının dışına
nasıl çıkamadıysa, başka karmaşık etmenler bir yana, 12 Eylül
darbesinin sonucunda, o noktaya kadar sosyalist hareketi de peşine
takan ama bunun sosyalizmi durdurmak için bir çözüm olmadığını gören
Kemalist hareketin, çözümü, yönetimi gerici akımlara terk etmekte
bulması ile yerleşen 12 Eylül rejiminin, yani tekelci düzenin
hegemonyasına tabi olmakta tereddüt etmemesi de gayet normaldir. Yani,
27 Mayısın faşist bir diktatörlüğün ifadesi olmadığı görülmektedir.12
Eylül faşist darbesi ile yerleşen 12 Eylül rejimi ise, bir tekelci
düzeni yerleştirme operasyonunun serüvenini taşımaktadır ve tümüyle
emperyalizmin direkt gözetiminde gerçekleştirilmiş olup, emperyalist
kapitalizmin, tekellerin gericiliği ile uyumlu olarak, sosyalizmi yok
etmek üzere, sosyalist örgütlenmenin sığınaklarını yani 27 Mayısın
kazanımlarını ortadan kaldırmak için gerçekleştirilen bir faşist
darbenin eseridir. Ve hâlâ devam etmekte olan 12 Eylül bütün faşist
karakteri ile dururken,'' bütün darbelere karşıyız'' dinamikleri ile 12
Eylül rejimine karşı, tekellerin düzenine karşı yükselmesi muhtemel
olan dinamikleri, 12 Eylül rejiminin, 12 Eylül faşist darbesinin
devamı olduğu ve karakterini taşıdığı unutturularak,27 Mayıslara,
hayali darbelere karşı kurulan dinamiklerin peşine takmak, yalnızca
tekellerin işine yarayacak bir Ali Cengiz oyunudur.

27 Mayıs faşist bir diktatörlük olsaydı,12 Marta ve 12 Eylüle ne gerek
vardı?
27 Mayıs, bir türlü sonuca ulaştırılamayan Kemalist restorasyonun,
burjuva demokratik tarzda sonuçlandırılması çabasıdır ve tümüyle
burjuva düzenin yerleşmesine yöneliktir. Bunu temsil eden ideoloji
Kemalist ideoloji olduğu için, Kemalizm`in damgasını taşır ve ABD`yi
işe karıştırmamakla birlikte, ABD`yi telaşlandırmadığı görülmektedir.
27 Mayıs bugün salt bir askeri hareket değildir. Kemalizm adına,
Ordunun modernizasyonu fikri ile toplumun radikal olarak yeniden
örgütlenmesi fikrinin birleşmesi 27 Mayıs ihtilalının kararına yol
açmıştır. ''Bütün darbelere karşıyız'' demek, darbelerin toplumsal
tartışma ve çatışma dinamiklerinden kopuk olduğunun kabul edilmesi ve
ordunun bu dinamiklerden herhangi birinin etkisinde ya da yönetiminde
ve lehinde diğer dinamiklere müdahale ettiğinin yadsınması demektir.
12 Eylülle birlikte, 27 Mayısın sağladığı bütün burjuva demokratik
kazanımların yerle bir edildiğini daha düne kadar şimdi 27 Mayısı
aynı kategoriye koyanlar da dillendiriyordu. Ne zaman ki, emperyalist
yenidünya düzeni bu bölgede coğrafyaları ve halkları parçalama
dinamiğinin düğmesine bastı bu kapıkulu solcular da, daha önce
dediklerini unutup, aynı masala sarıldı. Ve 12 Eylül için de yaklaşım
aynıdır.12 Eylül, burjuvazinin, tekelci düzeni yerleştirmek için
uyguladığı politikalarının sonucu ve devamıdır. Bu da emperyalist
kapitalizmin politikalarına bağlıdır. Eğer 27 Mayıs faşist bir
diktatörlük olsaydı,12 Marta ve 12 Eylüle gerek kalmadan 24 Ocak
kararları ile başlayan tekelci düzeni yerleştirme restorasyonu
kotarılabilirdi. Oysa bunun önünde engel olarak 27 Mayısın demokratik
kazanımları vardı. İşte 12 Mart ve 12 Eylül ise bu kazanımlara karşı
ve sosyalist hareketi bütünüyle yok etmek için Kemalistlerin yönetimi
gerici/dinci akımlara teslim etmesidir. Öyleyse 12 Eylülü tahlil
ederken de toplumsal gelişme ve çatışma dinamiklerini dikkate
almazsak, bunun her şeyden bağımsız bir askeri hareket olduğunu kabul
edersek,12 Eylül rejimi boylu boyunca durduğu ve faşist niteliğini
günbegün daha açık ve şiddetli uyguladığı halde, bu rejimde bir
demokrasi görür ve daha fazla demokrasi olabilecek hayaline kapılırız.
Yani bununla 12 Eylül diktatörlerinden hesap sorulabileceği
yanılsamasına düşeriz.
Somut olan bu darbenin neye karşı yapıldığı, bu anlamda toplumsal
bağı, etkileri ve bugünkü geldiği noktadır. Eğer bunu unutursak 12
Eylül darbecilerinin peşine düşer,12 Eylül rejimini meşrulaştırırız,
hatta ona omuz vermiş oluruz. Ve yaptırılmak istenen de budur. Her iki
müdahaleyi de, bakışsız profesyonel darbecilerin marifeti olarak
görmekle, son tahlilde her iki müdahalenin sonuçlarına bakışsız olarak
yaklaşmak, sonuç itibarıyla yerleşen rejimin yerleştirmeye çalıştığı
bakışına tabi olmakla aynıdır. 27 Mayıstan sonra Türkiye`deki sol
hareketin, Kemalist bakış açısından ve tarih anlayışından çıkamayıp
sol Kemalizm çizgisinde takılı kaldığını da söyledim, söylüyorum.
Bunları birçok yerde dile getiriyorum. İlk benim söylediğimi de düşünmüyorum. Ve biz Kemalist değiliz, sosyalistiz ve bizim ilerleyeceğimiz nokta sosyalist iktidardır. Ama 12 Eylül rejiminin püskürttüğü noktadan geriye de gitmeyeceğiz.

O nedenle bu noktaya püskürtülen bütün güçlerle aynı noktada durmayı
biz istemedik. Şimdi iş bu noktaya püskürtülmüş bütün güçleri 27
Mayısın demokratik kazanımlarının ifadesi olan burjuva demokrasisi
için mücadeleye değil, tekelci düzene karşı,12 Eylül rejimine karşı
sosyalist iktidar mücadelesine taşımalıyız. Hem burjuva demokrasisini
savunup, hem de sosyalistleri her türlü toplumsal dinamikten
uzaklaştırmaya çalışmak, bunun için türlü şeytanlıklara girmek burjuva
bakışının ürünüdür. Burjuva bakışının ürünü eğer emekçi sınıfların
içinde dolaştırılmaya çalışılıyorsa bunun adı oportünizmdir. Bunun
uzantıları sosyal şovenizm olarak ulusal sorun konusunda da kendisini
göstermektedir. Bir taraftan emperyalizmin gerici milliyetçi
karakterinin bir başka yansıması olan kozmopolitizmi pompalamak, bunun
için Marksist görünmek, diğer taraftan ulusal kültüre, ulus devlete
aşırı vurgu yapmak bunun yaparken de Leninist oluvermek. İşte bu da
tam bir Ali Cengiz oyunudur. UKKTH nı savunmak emperyalistlere,
tekellere onların hükümetine ve Kürtlerin işbirlikçilerine, ağalarına,
beylerine gerici şeyhlerine mi düştü. Besbelli ki, Türkiye`nin
Kürtlerine içi boş bir devlet vaadiyle, onları Araplardan korkan kuzey
ırak Barzani aşiretinin devletine gönüllü bağlamak ve iki parçayı
birleştirerek hem bu bölgedeki varlıkları emperyalizmin hortumlamasına
açmak, karşılığında da Kürt halkına ulusal kültür bahşetmek. Bunu
savunmak mı devrimci tutum? Ayrıca bu temelde oynanan oyunların
tümüyle açığa çıktığı ve iflas ettiği de görülmeyip, UKKTH`nın ne
demek olduğundan bile bihaber, zorla ayrılmalarını teşvik etmeye
çalışmak, işte asıl bu tekellere kement atmış olmanın ve kementleri
sağlamlaştırmaya çalışmanın, dahası düşecek kırıntıları çoğaltma
telaşının tezahürüdür. Ama tarihin akışı durmuyor ve bu bölgede hızlı
akıyor. Gerçekler de hızla kendini gösteriyor. Bu gün bu kırıntılardan
nasibini almak isteyenler dağa taşa nasyonalist yaftası asarken, çok
uzun olmayan bir mesafede sosyal-şovenistliklerini de,
oportünistliklerini de açıkça göstereceklerdir.
Kürt meselesinde söylediklerim ya anlaşılmıyor ya da anlamayı
engelleyen mahkûmiyet var. Benim, ulusal sorunu hiçbir zaman devrimden
sonraya havale etmediğim netlikle bilinmektedir. Ama tekrar gerekiyor;
Çok kısa olarak, söylediğim şudur; ulusların kaderini tayin hakkını
tanımak başka şeydir (ve sonuna kadar ayrılma hakkı dâhil tanımak
gerekir) teşvik etmek başka şeydir. (yani sosyalistlerin işi bu
değildir) üstelik teşvik edenler, hatta ısrarla dayatanlar,
emperyalistler ve ezen/ezilen ulusun egemenleri, işbirlikçileridir.

Son olarak, bir yerde nesnel olarak açığa çıkmış bir güç şeklinde olgu
varsa politik partilerin oraya dükkân açmaları gayet normaldir ama bu
demek değildir ki, o nesnelliği genel olarak sosyalist iktidar
yürüyüşüne bağlayacaktır. Bunu pragmatik yaklaşımlarla, burjuva
politik yaklaşımlarla değerlendirmek partiyi de güçlendirmez,
sosyalist iktidar yürüyüşüne de katkı da bulunmaz. Sadece o
nesnelliğin açığa çıkardıklarının partiye akması sağlanır ki, bu son
tahlilde hiçbir şeydir. Çünkü onu sosyalist iktidar mücadelesine
bağlayamazsan, onun gideceği yer burjuvazinin yanı olacaktır.
Mesele bu topraklarda nesnel olarak var olan yurtseverlik olgusunu,
sosyalist yurtseverlik temelinde tekelci düzene, onun faşist
diktatörlüğüne, ilhak çabalarına ve bu çabalarındaki emperyalist
karakterine, gerici karakterine karşı sosyalist iktidar mücadelesi
eksenine bağlamaktır. O nedenle bu konuda işkembe-i kübradan
konuşulmamalıdır. Dediklerim dinlenilmese bile, biraz araştırıp bilgi
edinilmelidir. Yok, eğer bilgi sahibi olunduğu halde anlamamak için
direniliyorsa, Taraf gazetesine ve AKP ye doğru, hak ettikleri yönde işaret      edenlere kızılmamalıdır.

12 Eylül`ün devamı olan tekelci düzen, sadece sosyalizme değil, Kemalizm`e bile
yolları dar etmektedir. Sadece bu mu, bütün emeği ile yaşayanların
sadece köleliğine, topraksız ya da toprağını işleyemeyen köylünün
serfliğine yani modern feodal düzene kapıyı açık bırakıyor, diğer
bütün kapılar kapalıdır.
Benim Kemalist olmadığım ve sosyalistlik adına Kemalizm`in kuyruğuna
takılanları hep mahkûm ettiğim ve onların sosyalist hareketi
Kemalizm`in peşine takmasının gerçek anlamının sosyalist hareketi
burjuvazinin kuyruğuna takmak olduğunu hep savunduğum bilinmektedir.
Şimdi de farklı hareket etmiyorlar, şimdi de dün CHP nin peşine
taktıkları sosyalist hareketi, AKP`nin peşine takmaya dolayısıyla
tekeller düzenine bağlamaya çalışıyorlar. Kemalizm`e saldırı üzerinden
faşist ve çağ dışı bir rejimi kutsuyorlar. Bu nasıl bir akıl
tutulmasıdır ki, bütün bu sırıtan oyunlara dikkat verileceğine, bu
rejime ve onun iktidarına karşı söz söyleyen ve tabii çare
sosyalizmdir diyen herkesi öcü yapmaktan geri durulmuyor.
Bitirirken, bütün bu söylemleri ya da soruları akıl tutsağı olmadan,
bağımsız bir düşünme dinamiği ile bu toprakların bundan sonraki
dinamiğinin sosyalizm olacağını görerek dile getirişimiz,
sahtekârlıklara örtü vazifesi gören sol gömlekleri eskiyen kapıkulu
devşirme solcuların da görerek telaşa kapıldığı bir olgudur.


Fikret Uzun
28.05.2010

Hiç yorum yok: