19 Haziran 2013 Çarşamba

TARİHİN HER BİRİKİMİ SIKIŞINCA KENDİ 15-16 HAZİRANLARINI YARATIR!



TARİHİN HER BİRİKİMİ SIKIŞINCA KENDİ 15-16 HAZİRANLARINI YARATIR!

15-16 Haziranlar, bir anlamda henüz sınıf olduğunun farkında olmayan işçilerin ve onların varlığından haberdar olmayan, başını kuma sokmuş aydınların, daha önce gençlerin gerçekleştirdikleri üniversite işgallerinden aldıkları eylemli bilincin yaşattığı bilmem kaç şiddetindeki şokun fiiliyata geçerek boşalmasıdır ve bu günlerden DİSK yönetiminin dahi ürktüğünü, işçileri yatıştırmaya çalıştığını, hatırlamamamız için çok uğraşılmıştır ama hala hatırlıyoruz; Şimdiki günlerde de,  her gün böyle eylemli bilinç yansıtan şoklar yaşıyoruz ve artık bu bilinç dalga dalga yayılmaktadır; nerdeyse 30 yıldır teorik olarak aktarılanların katı halden sıvı hale geçip kabına sığmayan bir gücünü yansıtıyor; bu, eylemli bilincin kitleye nüfuz etmiş olmasının sonucudur!

Japonya Rus çarını yenmişti ve yenmeden önce Japonya imparatorluğu, Rus halkına çara karşı işbirliği iş birliği önermişti; ilk reddedenler Bolşevikler oldu ve Menşevikler dâhil, Rus halkını Gapon’ların peşine takmakta sakınca görmeyen bilumum sahte dinamikler, peşin peşin kabul etmişti ve devrimin mimarları bu işbirliğini kabul etmeyen Bolşevikler olduğunu biliyoruz; Japonların çarı yenmesi, çarın yenilmez olmadığını ve tanrı yarısı olmadığını gösterdi; ayağa kalkmak kolaylaşmıştı; korku duvarı parçalanmıştı ve Gapon’un peşine takılan işçilerin kıyımdan geçirilmesi, korku duvarını tuzla buz etmiş öfkeyi öne çıkarmıştı ve Bolşeviklerin onca zamandır teorik olarak gösterdikleri kitlelerin öfkesinde vücut bulmuştu; sonra ve yine Bolşeviklerce öfke sınıfsal tabanına oturdu ve 1905 burjuva devriminin yenilgisine ve onca zaman kötü karanlık gerici günler yaşanmış olmasına kimse üzülmedi ve 1917’nin şubatına gelindiğinde tüm bu eylemli bilinç birikimi Ekim devrimini bir kaç aylık bir mesafeye çekmişti ve şokun katsayısı ölçülemez düzeyde idi bütün sahte dinamikler tuzla buz oldu çareyi düşmanın yani emperyalistlerin kucağına koşmakta buldular.

Ancak bugün ve bu güne kadar ne yazık ki bu eylemli bilinç birikimini, sıkıştırılmış dosyalar halinde derin dehlizlere gömmek en başta patronlaşan sendikacıların işi oldu; baraj kapaklarının açılmaması için ellerinden ne gelirse yaptılar; Türkiye’nin 30 yıldır sessiz bir şekilde, illüzyonlar içinde, yaşaması ve emekçi kitlelerin ellerinde ne varsa kaybetmesi hep “vermeyiz, alamazsınız, asarız, keseriz, bu kez olmadı ama gelecek sefer işinizi bitireceğiz” yollu gaz verip, gaz çıkartma eylemleri ile sağlandı ve ciddi patlamaların önü alındı.

Tekel direnişleri, tekel direnişine uygulanan baskının şiddeti ve test edilen gazın şiddeti yeterli eylemli bilinci sağlamadı!

Türkiye 30 yıldır uyuyor; bu havuç ve sopa mekanizması ile ve önce çürümüş, kadavra halde dolaşan aydınlara uygulandı; beraberinde sendikacılara uygulandı ve onların eliyle Türkiye bir "demokrasi" illuzyonuna hapsedilerek, "demokrasi" dini önünde ibadete zorlandılar; bunda devşirilmiş aydınların, işçilikten uzaklaşmış sendikacı ve işçi liderlerinin ve çift inançlı sahtekâr "solcu"ların, “sosyalist"lerin ve hatta "komünistler”in payı çok yüksektir ve elbette düzen partileri yanında, düzenle bir yönetişim köprüsü kuran sivil toplum örgütlerinin payı da az değil ancak onlar nihayetinde kendi partilerinin, burjuva partisinin emirlerini uygulamaktadırlar ama çift inançlı dinamikler, sahte dinamikler, solun, sosyalizm alanlarının içinde, bu alanları bozmak için uzun zamandır kurtlar gibi uluyorlar!

Türkiye’nin derin sessizliği,30 yıldır bir "demokrasi" sisi içinde bu toprakları kaplamış durumdadır; ortaçağın derin sessizliğinde, onca doğaüstü illüzyon eşliğinde ve sürüleşmiş insanların, eğreti yaşayan insanların, Alzheimer insanların, Korsakoff insanların, yaşadığı cehennemden, cennet hayalleri ile kurtulmaya çalışan insanların köleliğinde nerdeyse bin yıl geçti; bu gün ve epey zamandır insanoğlunu ortaçağa sürükleyenlerin hedefinde bu sessiz bin yıl vardı ama bu hayalleri pek çabuk tuzla buz oldu; insanlık şimdi önünde duran ve bu sessizliğin, bu hareketsizliğin, bu gelişememenin sonucu olan hastalıkları daha net görüyor ve kurtulmaya çalışıyor; şimdiye kadar iyileştirmeye çalışıyordu ve artık kurtulmak esastır! Hastalık, yenilginin ve gelişememenin sonucudur ki çürüme diyoruz; çürüyen organizmanın onarılmasının hem zaman alacağını ve hem de hastalığı taşımaya devam edeceğini artık kitleler biliyor ve kitlelerin içinden dışarı fırlayan yepyeni bir nüve, bu hastalıklara bağışık bir nüve, bu hastalıkları toptan reddederek ilerliyor.

Bu sessizlik içinde, bu çürüme eşliğinde, bu havuç ve sopa mekanizmasına rağmen, derinde yine sessiz ve küçük damlalar halinde katılaşan ve sıkışan birikimin küçük küçük kapakları açılarak sıkışıklığı ve patlama potansiyeli artık engellenemiyor.

Engellenemediğini gördük, bütün hastalıkların müsebbibinin ilerleyememek olduğunu da gördük ve ilerlemek gerektiğinin bilinci bu birikim ile birlikte dışarı taşıyor ve kendi yolunu açarak ilerliyor ve daha şiddetli ve de daha usturuplu patlamak için şiddetinin katsayısını ve içindeki renkleri, kokuları düzenlemek üzere kendi kendini tasnif edeceği alanda saf tutuyor.

Ortaçağın gün batımında, insanoğlu aydınlık bir gündoğumuna gözlerini açtı ve onca sessizlikten sonra, patlamanın şiddeti dünya çapında ve dizginlenemez bir şekilde bütün hücrelere nüfuz ederek yayıldı; Fransız devrimi oldu; ardından devrimler durmadı; burjuva devrimleri peş peşe geldi ve en sonu Ekim devrimi patladı;
Öncesinde patlayan prototipini kat be kat aştı; bütün kapitalist dünya hep bir ağızdan “bir daha asla” diye diye kendini aşmaya çalıştı ve insanlık ve en çok ta bunun için emek sarf eden Sovyet devrimcileri, komünistleri, bir gün, bu en son patlamanın şiddetinin kendi içine akmaya başladığını ve sessizlik içinde biriktiğini, ilerlemenin önünü tıkadığını ve patlamanın şiddetini ve sürekliliğini boğarak, tersine patlamaya hazır olduğunu ve patlamadan boşalan bir kapitalizm doğurduğunu gördü; kapitalist dünya kısa bir şaşkınlığın ardından, düğün dernekler kurdu, zil takıp oynadı, ne kadar çift inançlı varsa öne çıktı ve tarihin sonu fikrinde teoriler üretti, devşirilme mekanizmalarını geliştirdi, kanal açtı; bütün birikimleri burjuvaziye hediye etmek için ne gerekirse yaptı ve tarihin ilerleme çizgisini tahrip etmek için laboratuarlar harıl harıl çalıştı, sahte teoriler üretti, sahte umutlar eşliğinde, umutsuzluğu kitleye yaydı; beraberinde deccallar üretilmeye başlandı, insanın kimyası bozuldu; korku teorik olmaktan çıkıp, pratik hale geldi, kitleselleşti; havuç-sopa mekanizması yanında, cennet-cehennem mekanizması öne çıkarıldı; fabrikaları kapladı; sınıf gitti mümin geldi; sendikacılar bayram etti, gömleklerini kolalamaya başladılar, işçilere böcek gibi bakmaya başladılar; düşman sendikalarla ittifak halinde, işçilere çatal kaşık tutma dersi vermeye başladılar; tek dertlerinin bu olduğunu işçilerin kafalarına kaktılar kendileri de havuçları kaptılar; sopadan korkanlar, tekellerin gönüllü sopası oldular.

12 Martı deviren ama 12 Eylülle yeni bir şok yaşayan kitleler, yenilginin artçı sarsıntıları ile gözlerini açamadı ve çaresizlik büyüdü büyüdü, çareyi aramak unutuldu; oysa çarenin çaresizliğin hemen yanında büyüdüğünü hep anlattık, anlattıklarımızı görmüyorlar sanıyorduk, uyuyorlar sanıyorduk, uyku katsayısını abartıyorduk ve uyku halinde daha çok güç birikeceğinin bilincinden uzaklaşmıştık ve bir gün gözlerimizi sabahın ilk ışıklarına açtığımızda, havuçtan anlamayanlara sopa gösterildiğini ama sopalarının kendilerine döndüğünü gördük; beklemiyorduk, birkaç ağaç için değer mi diyorduk, çocuklarımızın derdine düşüverdik ve geride durun, dikkat edin, fazla kalmayın, eve dönün dedik, korkma anne attıklarını yakalayıp gerisin geriye atıyoruz dediler, biz ne yaptığımızı biliyoruz dediler, mesele birkaç ağaç değil dediler, bu son damla dediler, küpelerimize kimse karışamaz dediler, özgürlüğümüze kimse karışamaz dediler, bizi böceğe çeviremezler dediler ve dedikleri ile ne yaptıklarını bildiklerini gösterdiler; Paris Komününü bilmezler diyorduk, bir sabah komünle uyandık, tüketimin örgütlenmesi ile başladı, sonra uygulanan şiddeti bertaraf etmenin örgütlenmesini gerçekleştirdiler; hiçbir silah taşımadan, taş bile atmadan, biber gazlarını havada yakalayıp bertaraf ederek, küçük bir alanı önce tüm Türkiye'ye ve ardından bütün dünyaya genişlettiler; "zor"u elinde bulunduranlar, biber gazının şiddetini ve çeşitliliğini artırdı; şiddetinin katsayısını artırdı; ama ne bir telaş, ne bir geri durma, ne bir alternatif arama söz konusu oldu; hiçbir modeli kabul etmediler, ne CHP si, ne MHP si kendilerine mihmandar olamadı; sol örgütleri, siyasi yapıları ve bir adım öncesinde kitleleri ayağa kaldıran gençlerin örgütlerini işlerine karıştırmadılar, kimilerini tümüyle reddettiler, aralarına duvar ördüler, kimileri ile mesafeli diyalog içine girdiler ama illa ki işimize karışmayın dediler; dahası siz otuz yıldır yaşanan bu uykunun sebebinin içindesiniz dediler; yaptığımız çok mu zordu da siz yapmadınız dediler, biz sizi kuyruğumuzda da istemiyoruz dediler; halkçı görünen ama gerçekte popülistlik yapan, devrimci görünen ama gerçekte havuç peşinde koşan; sosyalist görünen ama gerçekte sosyalizm alanlarını bozmak için teoriler geliştirenler; komünist görünen ama bağımsız bir politika geliştiremeyenler, halkın gerisinde kaldıklarının farkına varıldığını gördüler; suç üstü yakalandıklarını anladılar; önce süklüm püklüm geride durdular, bayrak salladılar, sonra dinamiğin temel rengine bürünmeye çalıştılar ama gençleri yaramadılar; siz deneyimsizsiniz yardım edelim dediler, ertesi sabah komünle karşılaştılar, tuvalet vesaire lazım dediler, ertesi sabah WC tabelaları ile karşılaştılar; biber gazı atıyorlar dediler; atsınlar biz de geri atarız diyen gençlerin eldivenli olduğunu, kova taşıdıklarını gördüler; öfke gösterisi ile dâhil olmaya çalıştılar, taş atmayın diyen gençlerin sesleri ile irkildiler ve, ve, ve...

Bütün bunlar, bütün birikmiş eylemli bilinçlerin üzerine, yepyeni bir eylemli bilinç fırtınasına kapı açmıştır; bu kapıdan dışarı taşacak, şiddetini artıracak olan fırtınanın farkında olanlar, bu kapıları kapamanın yollarını açmaya yöneldiler; önce havuç-sopa mekanizmasını çalıştırdılar, sonra kurtlarla dans etmeyi denediler, tweetler atarak modaya uydular, gençleri daha çok kızdırdılar, internet kuşu sayılan gençler, çoktan internetin başından ayrılmış, Taksimi dünyaya taşımışlardı; cevap dünyanın öbür ucundan geldi ve gelmeye devam ediyor; böyle olmaz yüz yüze görüşelim, havuç meraklılarını tespit edelim dediler, havuçlarınızı da sopalarınızı da bir yerlere gömün diyen gençlerin gözlerindeki öfkenin ve kararlılığın sönmediğini gördüler, kuyruklarını sıkıştırıp, sessizce oyunlarına döndüler!

Oyun içinde oyunlarını nasıl kuracaklarını düşünmeye başladılar!

Buradayız ve Taksim de orada, dünya Taksim’in içinde, kitleler uyanmak ve korkmamak gerektiğinin bilincinde, rüyada olmadıklarını anlamak için bir birlerini cimciklemeye vakit bulamadan biber gazının şiddeti ile kanka vaziyette oyun içinde oyunları da bozmak üzere ve güç hesabı yapmadan, karşı durmanın onurunu büyütüyorlar; bu onuru duyumsayanların öne çıkmasını tetikliyor ve bekliyorlar; belki DİSK'ten değil ama DİSK'li işçilerden bu onuru daha da yükseltmeleri için güçlü adım atmalarını bekliyorlar; mümin olmadıklarını göstermelerini bekliyorlar; halkın içinde siz işçiler de varsınız yerinize geçin diyorlar; fabrikalara giren mümin dinamiğini kovup, sınıf olduklarının bilincine dönmelerini bekliyorlar; ayak direyen, ikircim gösteren, köylü kurnazlığı yapan, işçiyi böcek gören, kendini havuçların büyüsüne kaptıran, sopanın soğuk yüzünden kaçan sendikacıları, işçi liderlerini onurun ekmekten önce geldiğini görmeye çağırıyorlar; onura tercih edilen ekmeğin zaten yetmediğini hatırlatıyorlar; onuru yüksek tutarak ekmeğin artacağını, ekmeklerine ellerini uzatanların ellerinin kırılabileceğini görmeye davet ediyorlar; görüp görmeyeceklerini test etmek için bekliyorlar ve görmeyenleri ezip geçerek, patronlaşmış sendikacılara, holdingleşmiş sendikalara, işçiden fersah fersah uzaklaşmış işçi liderlerine ihtiyaçları olmadığını, kendi gizil güçlerine dönmeleri gerektiğini göstere göstere onuru yüksek tutmak için adım atmaya hazırlanıyorlar!

Çatal kaşık bıçak tutma dersi veren, bir taraftan böcekleştirip, öte yandan burjuvalaştırmaya çalışan sahte aydınlara inat, neyi nasıl tutacaklarını yakında göstermeye hazırlanıyorlar; eninde sonunda belirleyici olanın emek süreci olduğunu ve zaten bu sürecin çok şey biriktirdiğini, bu biriktirdikleri ile neler neler belirleyeceklerini göstermek üzere onuru yükseltmeye ve onurun bekçisi olmaya hazırlanıyorlar.

Ve ben Fikret Uzun soruyorum, hadi DİSK yönetimi kış uykusunda, ya da güç hesabı yapıyor, peki DİSK nedir, DİSK'i oluşturan, her kitlesel eylemde, her sendikal mücadelede, benim ayranım ötekinden daha tatlı, bize gel diyen sendikalar nerede, yoksa DİSK bir anonim şirket mi ki kâr zarar hesabı yapıyorlar, üretimden doğan gücün değerini kimse duyumsamasın diye yanında bile dolanmıyorlar?

Bunları işçiler soruyor, şimdi sessizce, ama yakında yüksek sesle soracaklar! Bu seslerden sessizliğe alışanların kulakları sağır olacak.

Dünün öğrenci işgallerinden model çıkartan ve fabrikaların şalterlerini işgal eden işçiler, bunun için mevcut sendikacıların ve işçi liderlerinin mihmandar olmadıklarını, aksine köstek olduklarını gördüklerinin sinyallerini veriyorlar; dün işçi liderlerine Walesa modelini örnek gösterenler, bu gün işçilerin bu modele değil ama bu modeli büyüten gizil güce dönmesi karşısında kimyaları bozulacağı kesin görünüyor.

Egemen ve çaresiz güçlerin bu onur mücadelesine çomak sokmak için önce sahip çıkıp, hatta seferber olup, sonra geri dönmek için manevra yapmalarına, tam da istedikleri sonucu biriktiriyor olsa da, "benim olsun, sonuca geç ulaşsın!" bildik yaklaşımı ile boğmak ve kendi rengine döndürmek gayretlerine değinmiyorum; bunun hemen herkesin farkında olduğunu ama egemenlerin bunda çaresiz olduklarının da farkında olduklarını görüyor, duyumsuyorum!

Birikimi egemen sınıflara hediye etmenin gayret ve telaşı içinde olan hastalıklı yapıların bu küçücük alana sığdırılan dünyanın içine giremediklerini görüyor ve altını çiziyorum; her yapının asıl renginin hızlandırılmış bir biçimde öne çıktığını ve DNA’larının halkın devrimcileştirilmesine uygun olmadığını, popülizme daha uygun olduğunu bizzat kendilerinin gösterdiklerini görüyor ve altını çiziyorum; eylemli bilincin, gerçeklerden kopuk öğretilmiş teorileri, pratiğin gerisinde kalan teorileri, dayatılmakta ısrar edilen modası geçmiş, küflenmiş formülleri tuzla buz etmese de, yanına yaklaştırmamaya kararlı bir dinamiğin yükseldiğini görüyor ve altını çiziyorum; oynanan oyunların kimyasının bozulduğunu ve hatta oyuncularının çırılçıplak kaldığını, hatta ve hatta çıplak kalan bazılarının, Gezi Parkındaki ağaçların yaprakları ile örtünmeye çalıştıklarını, üşümemek için biber gazının sıcaklığına sığınıp, hoplayıp zıpladıklarını görüyorum ve altını çiziyorum; dahası çift inançlı sahte dinamiklerin, gerçek inançlarının ne olduğunun görüldüğünü görüyor ve altını çiziyorum; Uzun yenilgi yıllarının, yenmenin kodlarını biriktirdiğini ve bütün hastalıkları su yüzüne çıkardığını, pek yakında hastalıksız bir toplumsal organizmaya kavuşulacağını ve yine yeniden tarihin ilerleme çizgisinin kendi seyrinde, kendi ilerlemesi içinde sıçramalar yaratacağını görüyor ve altını çiziyorum; Gezi Parkının onurlu gençlerinin, onca zamandır tersine bükülmeye çalışılan bu çizgiye başlangıç ayarını verdiğini ve artık bu çizginin kendi mekanizmalarının devreye gireceğini görüyor ve altını çiziyorum!

Artık kör olanların, sağır ve dilsiz olanların, buna mahkûm oldukları için öyle davrandıklarının görülmesi ve bu sahtekârlık dinamiğinden kesinkes kopulması gerektiğini ve kopmamanın, kitlelerin ikircimliğindeki payının yüksek olduğunu herkesin görmesi gerektiğini ve de bu kopuş yaşanır yaşanmaz kitlelerdeki ikircimliğin sıçramalı olarak kalkacağını anlamak gerektiğini vurgulayarak bitiriyorum; bitirirken artık sosyalizm alanlarını bozanların iflah olmayacağını, ideolojik ve pratik mücadelenin, onları iflah etmek için değil, aksine onları ait oldukları yere bir an önce göndermek için yapılması gerektiğini ekliyorum.
Duramıyorum ve bir şey daha eklemek istiyorum ki halka dalkavukluk ederek bir yere varılmayacağını, halkı devrimcileştirmeden halk ile bütün olunamayacağını ve bu nedenle uzun zamandır halkın devrimcisizleştirilmeye çalışıldığını artık herkesin görmesi ve bu nedenle önce adım adım, artık hızla gericileşildiğinin, hızla tarihin gerisine yuvarlanıldığının ve hatta ideolojik iş bölümünün buna göre şekillendiğinin, örnek olsun HABER-TÜRK kanalının Osmanlıyı, hurafeleri, deccalı, dünyaya inecek Mesihleri, mesyanizmi, cenneti, cehennemi, vb... Halkın kafasına kakmak için her türlü hüneri gösterdiğinin farkına varmak gerekmektedir; bununla birlikte bu karanlığın içinden bir ışığın renginin nesnel olarak yükseldiğini, bu ışığı da, rengini de büyütmenin, daha ileri renklerle, daha aydınlatıcı ışıklarla buluşturmanın, ancak ve ancak bu ışığa ve rengine sahip çıkarak, onun gerisindeki karanlığa düşmeden ama onda takılıp kalmadan ışığı da, ışığın rengini de koyulaştırarak mümkün olduğunu görmek ve anlamak gerekmektedir! Akıl taşıyanların ilk görecekleri nokta bu olmalıdır, diğer bütün renkler üzerinde, bunu gördükten sonra tartışılabilir ve böylece sonuca götürülebilir!

Eğer hepsini okudu iseniz sabrınıza ve ilginize teşekkür ederim, spontane yazdığım için cümle yapılarındaki, kelimelerdeki aksaklıklar nedeniyle verdiğim zihinsel rahatsızlıktan ötürü affınızı dilerim!

Ve en son olarak bir şey daha eklemek isterim ki sosyal medya ve internet mekanizması olmasaydı, bu sıçramalı sonuca ulaşmak ve dünyanın Taksim’e sığdırılması mümkün olmazdı; öyleyse bir olguyu en tam ifadesiyle değerlendirmek ve onu daha da genişletmek son derece önemlidir; internet, kitleler ve özellikle de yeni yetişen nesiller için bir hapishane, nabızlarını anında duyabilmek için bir laboratuar ve istenilen kıvamda ve biçimde şekillendirmek için uzaktan kumandalı bir aygıt olarak işlev görüyordu; en azından bu niyet hâkimdi ve bir taraftan da küçümseniyordu; şimdi görüldü ki internet, tüm bu niyetlere karşın ve bu niyetleri telaşa sürükleyecek denli, kendini aşmış ve dünyayı küçük alanlara sığdırmanın,küçük alanları düyaya açmanın aracı olmuştur; bu, arap çöllerindeki daha edilgen kitleler ve daha çok gençler için de böyle idi ama yeterince görülmek istenmedi; şimdi artık görmemek kör olmak için özel çaba sarf etmek demektir.
Örnek olsun diye ve herkesin bildiğine emin olarak, Batıda yeri yerinden oynatan bir bilginin altını çizmek ve hatırlatmak istiyorum; şu gençlerin ellerinden düşürmedikleri fiyakalı,dokunmatik ipadler üzerinde parmaklarını dans ettiren gençler bilmelidirler ki bu parmak darbeleri ile, ipadlerinin ekranından bir yerlere parmak izleri ışınlanmakta ve depolanmaktadır; İnterneti devindiren, mekanize eden ve en geniş kitleleri içine çeken hemen bütün mekanizmalarda ipadlere uygulanan cinlikler olduğunu hepimiz biliyoruz ve bunlar neden acaba diye sormaktan ziyade, buna rağmen internetin kendi kalıbını aşarak, en büyük alanı, en küçük alana sığdırmanın mekanizmasına çevirmekten geri durmayan dinamiğin gücünü düşünmek ve asıl sorunun, bunun nasıl en tam ifadesiyle değişimin, dönüşümün, halkı devrimcileştirmenin gücü yapılabileceği sorusu olduğunu düşünmek gerekmektedir!
Fikret Uzun

15 Haziran 2013

Hiç yorum yok: