13 Nisan 2011 Çarşamba

TARİH ÇALIŞMASI ANI DERLEMESİ MİDİR YOKSA GEÇMİŞE BAKARAK YARINI ANLAMANIN ARACI MIDIR? ÖYLEYSE BU GÜNÜ İYİ ANLAMADAN TARİH ÇALIŞMASI OLUR MU?

TARİH ÇALIŞMASI ANI DERLEMESİ MİDİR YOKSA GEÇMİŞE BAKARAK YARINI ANLAMANIN ARACI MIDIR? ÖYLEYSE BU GÜNÜ İYİ ANLAMADAN TARİH ÇALIŞMASI OLUR MU?

Peki, Zülfikar beyin önerisine katılalım, yeni bir başlangıç olsun, bu grubu güncel politikanın alanı olmaktan kurtaralım. Haberal haberi güncel politikadan sayılıyorsa da onu da arada idare edelim. Ama burada neyin güncel politikaya girdiğini neyin girmediğini, sınırın nerede başlayıp, nerede bittiğini kim belirleyecek onu da sormayı ihmal etmeyelim. Tüzükte bunu belirleyecek bir madde yok. Ben üşenmedim tek tek inceledim ve görmek için bakmak gerek diyorum.

Ayrıca, Haberal konusunda titizlenenlerin, bu türlü her konuda titizlenmeleri gerekmez mi diye de sormayı ihmal etmeyelim.

Öte yandan, güncel politika mı diyorsunuz, bu konuda yerli yerinde bir yaklaşım bulalım. Bana göre güncel politika, halkın güncel çıkarlarını rehber almaktan başka bir şey değildir ve burada Zülfikar'ın güncel politikadan kastının bu olmadığı açıktır. Buradan hareketle örneğin, kimi güncel gelişmeler ile ilgili, imza kampanyalarını buraya taşımak güncel politikadır ve üstelik halkın çıkarlarını rehber aldığını söyleyemeyiz. En azından, görecelik taşır.

Halkın tarihsel ve vazgeçilmez çıkarları, çıkarların kalıcısıdır ve özüdür, rehber budur. Bu da, tarih çalışmasından ayrı değildir. Örnek olsun, Kürtlerin güncel çıkarlarının burada işlenmesi ve bir ön görüş yaratılmaya çalışılması, güncel politikadır. Öyleyse, yani güncel politika bu alanın ilgi alanında değilse, bu da, grubun ilgi alanında olmamalıdır. Önemli olan Kürtlerin tarihsel ve öz çıkarlarıdır.
Demek ki tarihsel ve öz çıkarları savunmak, komünistlerin görevidir ve tarih çalışmasının ayrılmaz bir parçasıdır.

Yine örnek olsun, burada da sıkça telaffuz edildi, Öcalan ABD’nin ajanıdır ya da Mit ile ilişkilidir denildi. Ama aynı telaffuzun içinde, Apo’nun önderi olarak konuşulduğu örgütünün terör örgütü olduğu da yer alıyordu. Ama bazıları buna şiddetle ve fanatik biçimde karşı çıkıyordu. Hatta bu konudaki görüşlere dayatma yapmak için kesin bir cevap bekleyen sorular ortaya atıyorlardı. Şimdi Öcalan ile Hükümet çevrelerinden yetkililerce,MİT ten görevlilerce görüşmeler yapıldığı basında yer alırken ve zaman zaman yalanlamak için söylense de, bu gerçekliği itiraf eder mahiyette hükümet çevrelerinden beyanatlar olduğu halde iken, Apo’nun ABD ve MİT ile ilişkisinin telaffuzu aniden ortadan kalkıyor ve Apo ile ve örgütü ile ilgili hem sessizlik hâkim oluyor ve hem de, bu cenahta pragmatik yaklaşımları politika belleyen Apo ve onunla bağlantılı gösterilen legal ve parlamenter örgütü BDP üzerine yer yer güzellemeler içine giriliyor ki, en son "1920 TKP imzalı bir bildiri ile bunu net olarak görüyoruz. Bu yeni kurulmuş, daha doğrusu kendini Komünist Parti sanan örgüt, daha önce de, BDP nin kuyruğuna takılarak referandumda, "hayır" propagandası yapmıştı. Son beyanatı da bununla uyumludur. Şimdi Apo ve dağdaki önderi olduğu örgütü ateşkes ilan etmiş ve bir ara kaldıracağım yollu açıklama dağdan inse de, BDP nin haykırışları ile bu açıklama yapılmamış gibi yapılmış ve seçimlere kadar ateşkese devam etmeye defacto devam edilmektedir. Öyleyse bir bütünsel uyum var. AKP nin seçimlerde tek parti olarak çıkması, BDP nin nezdinde, Kürt ağa ve beylerinin ama en çok da, Barzani’nin çıkarlarına uygundur. Ne Kürt halkının ne de, Türkiye’nin emekçi halklarının çıkarlarına uygundur. Üstelik bu uyumun tarihsel bir geçmişi vardır ki, ABD -İsrail ortaklığının, Kürt cephesinde, bu gün olanların ifadesinde kendini gösteren gelişmelerin mimarı ve baş aktörü olma görevini, Barzani ve Talabani’ye taksim etmiş olması ile açıklamak yerindedir. Bunun güncel pratik görünümü, Barzanilere, nur topu gibi, zenginlik fışkırtan bir ABD çok uluslu şirketi misli devlet hediye edilmesi çabasıdır. Kılıf ise, Kürtlerin kaderini tayin etme hakkıdır. Dolayısıyla Barzanilerin gerici, feodal ve ABD-AB emperyalizminin güdümünde ve Türkiye’nin tekellerinin, ama daha çok da, yeni ve birden zenginleşerek, holdingleşen tekellerinin işbirliğinde ve elbette emperyalizmin gözetiminde ortaya çıkacak olan Kürt devleti için, UKKTH kılıfı temelinde sosyalistlerin, komünistlerin seferber olması, hem de insanlık görevi cilası da unutulmadan dayatılması sosyalistlikten, komünistlikten sayılmaktadır.
Oysa komünistlerin izlediği politika, halkın güncel çıkarlarının peşine takılarak yürütülen bir politika demek olan, güncel politikayı rehber almamalıdır. Bu çerçevedeki güncel politik yaklaşımlar, kalıcı değildir. Ama Kürt halkının ve Türkiye’nin bütün emekçi halklarının tarihsel çıkarları kalıcıdır ve bu,bu günden bakılarak,net ve gerçekçi bir biçimde ele alınırsa,bu günün tarihsellik içeren politikalarının rehberine ulaşılması mümkün olacaktır.

Öyleyse, adına 1920 TKP diyerek yeraltından ve daha çok interneti kullanarak, hatta Facebook gibi paylaşım sitelerinden medet umarak verilen beyanatlardaki uyum ikilidir ve bunu görebilmek için, hem TKP nin, Kürtlerin tarihsel çıkarları doğrultusundaki yaklaşımının ve hem de Kürtlerin tarihsel çıkarlarının üzerinde bilgi ve düşünce sahibi olmak gerekir. Bunun da pratikteki anlamı, emekçi halkların tarihsel çıkarları rehber alınmaz da, güncel çıkarlarının peşine takılınırsa, son tahlilde, hem tarihsel gerçeklikler yok sayılmış olur ve hem de bu günkü politikaların, tarihsel çıkarlarla uyumu bozulur dolayısıyla güncel çıkarların kuyrukçuluğuna savrulunur demektir.

Yani 1920 TKP adı ile sahneye çıkmaya mı çalışıyor yoksa sahnedekilerin aklını mı bozmaya çalışıyor, her ne ise, adı geçen parti, hem referandumda ve hem de şimdi parlamentodan medet ummaya dönüş yaparak, BDP nin bağımsız adaylarının seçilmesine omuz vermeyi işaret etmesi, Barzanilere verilmeye çalışılan hükümranlığın etrafa saçtığı politikalarla uyumludur.

Bu da şu demektir ki, epeydir, dilimin döndüğünce dikkat çekmekteyim, tarihsel çıkarları rehber edinmeden ortaya konulan politikaların yanlışlığına dikkat çekerek, tarih çalışmasına ancak katkıda bulunulur ve güncel politika yapılmış olunmaz.
Bir örnekle daha tamamlarsak, TİP in, ki birincisinden söz ediyorum, 12 Martı gördüğü tarihte, devrimci demokratlar, ilerici bir asker-sivil zinde kuvvetlerin bekleyişi içinde idi. TİP, "faşizme hayır" kampanyası başlattı ama tek başına kaldı ve önleme gücünün olmadığı bilinciyle, kampanyasını başlattığı gerçekliğe kendisinin de inanmamayı tercih ettiği bu süreçte, "Kürtler vardır" dedi, politik olarak öne geçti, tarihsel olarak da önemli bir gerçekliği savunduğu için, Kürtlerle bağlı bir tarihsel çıkara çomak sokmuş oldu.
O tarihte Kürtler, Kürt olduğunu düşünmeye bile korkuyordu. Kürt aydınlarının o tarihteki yaklaşımlarına ve ürettiklerine bakarsanız Kürt kimliğini gizlemeseler bile, Kürt olduklarını telaffuz etmekten ne kadar uzak olduklarını görürsünüz.
Sonuçta, hem 12 Mart geldi, TİP i doğruladı, Zinde kuvvet bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı ve TİP kapatıldı, Sonra bir daha TİP eski, cılız da olsa var olan gücünü koruyamadı. Sonra da, tam illegale çekilmişken, TKP ile legal bir birleşmenin ittifakına girdi, böylece tamamen bitti.

Bu gün bu gerçeklikleri, TİP in TKP ile legal bir partide, TBKP de, birleşmesine kadar değinmek tarih çalışmasının içinde ve güncel politika yapmaktan sayılmıyor ama TBKP ye gelindiğindeki gerçeklikler bağlamında ele almak ise, hem güncel politikadan sayılıyor ve hem de tarih çalışmasının dışında kabul ediliyor. Böyle bir sakat anlayış tarih çalışmasının nesnel yapısını elbette bozacaktır ve bu, gruptaki tarih çalışması dinamiğinin sessiz kalmasının, tek nedeni değil ama önemli belirleyenidir.
Bu arada, Zülfikar beyin üzerinde durduğu ve gündemde tutmak istediği, grubun işlevi açısından, hem de uzun zamandır, gruptaki tarih çalışmasının çok sağlıklı işlemediği bilinmeyen bir denklem değil, aksine apaçık ortada, hatta bitkisel hayat misli çarpıyor grup üyelerinin, buradaki sessizliği.

Bunun, grubun işleyişinin nasıl sağlığına kavuşturulacağı sorununun, tarih çalışmasının güncel politikadan ayrılmayacağı gerçeğinden hareketle değerlendirilmesi gerektiğini önererek geçmek istiyorum, öneri hakkımı kullanmak tüzük kuralına aykırı mı bilemem ama Zülfikar bey önerebiliyorsa, ben de önerebilirim diye düşünüyorum.
Zülfikar Bey, yeni bir yapılanmaya gitmenin mesajını veriyor. Bu ne demek, buradaki yapılanmanın temel kıstası zaten tüzükte belli değil mi. Bundan ayrı bir yapılanmadan mı söz ediliyor. Üstelik bu yapılamazsa, gidişatın kötü olacağını ifade ediyor. Nedir Zülfikar beyi bu kadar kötümser olmaya iten? TKP tarihinin üzerinde, bu grupta ve TUSTAV kurumda, bir eksik çalışmanın ya da cansız bir çalışmanın varlığından duyulan kaygının yansıması mı söz konusu olan? Yoksa TKP tarihinin hala düzlenemediğinden ve bu düzleme çabasına hala karşı çıkan gruplardan ve bu gruplara nihai olarak çeki düzen vermek gerektiğinden mi söz ediyor Zülfikar Bey?

Oysa Zülfikar Bey," Herkes, doğru veya yanlış argümanlarla veya bilgilerle TKP üzerinde kalem oynatmak, görüş belirtmek, hatta eleştirmek hakkına sahiptir." diyor. Ama bu dedikleri, Oğuzhan Müftüoğlunun TKP ile ilgili, bir işkence seansında önüne konulan bir bildiriden hareketle eleştirilerinin haklı ve yerinde olduğunu savunmasını kuvvetlendirmek üzere sarf ettiği sözlerdir ve diğer yandan, TKP tarihi ile ilgili ortaya konan başka eleştirilere karşı çıktığını hatırlarsak, demek ki Zülfikar beyin tasasının, TKP tarihinin düzlenmesinin gecikmiş olmasına ilişkin olduğu sonucuna varabiliyoruz.

Bu, Zülfikar beyin tasası, grubun resmi yaklaşımı olarak kabul görürse, bu yönde dinamik hızlanacak ve TKP tarihine, bir dönemi ayrı tutarak, salvo ateşi serbest olacak. Bu konuda uzmanlar hazır bekliyor ve bunun işaretlerini de veriyorlar.

Mesela Bilal Şen, İ.Bilenin ve dolayısıyla o tarihten itibaren dışında kaldığı TKP nin, müzmin muhalifidir ki, kişisel bir çaba içinde olduğu apaçık ortadadır. Söylediklerinin TKP bağlamında, komünist hareketin tarihsel çıkarları ile bağı olmadığı, aksine kendisinin kişisel nefretinin dışa vurumu olduğu açıkça görülmektedir. Bilal Bey, pusudadır ve sonraki salvolarının işaretlerini belli edecek atışları şimdiden yapmaktadır.

Zülfikar’ın aynı cümlesindeki bir başka satırda dediklerinden, sadece TKP nin tarihe intikal ettirilmesindeki program aksamasından yakındığını anlamak mümkün. Şöyle diyor," ...TKP butun eleştirilerin üzerinde ilahi bir guc, asla dokunulamaz bir orgut deðildir. Bir siyasi tarikat veya sect ise hic değildir. O da, her örgüt gibi toplumsal işlevini yerine getirdi veya getiremedi ve tarihe intikal etti. Doğal olarak birçok yazının konusu olacaktır."

Bununla kalmıyor, beni teyit etmeye devam ediyor, " Hoşa gidilmeyen her yazı ve yazarı için kampanyalar açılırsa, bir sure sonra kimse TKP hakkında yazı yazamaz duruma gelir." diyor.
Bunun anlamı,"bırakın herkes yalan yanlış, kendi sübjektif penceresinden TKP tarihi hakkında aklına geleni yazsın, böylece TKP nin ne menem bir örgüt olduğu ortaya çıksın ve tarihe bir an önce gömülsün." demektir. Ve " Herhalde istenen bu olmasa gerek." diyerek yani "kimsenin TKP hakkında eleştiri yapmamasını istemeyiz değil mi" demek isteyerek, bu istenenin, artık TKP nin tarihe gömülmesini hızlandırma çabası olması gerektiği yollu işaret veriyor.

Zülfikar'ın bu engin ufkunun yansıması olan teorik yaklaşımında, yani TKP eleştirisinde, TKP nin tarihinin TBKP ye uzanan ve TBKP yi de içeren döneminin ve bu dönemin aktörlerinin yeri yok elbette ve yalnızca bu çerçevede TKP eleştirisi muteber değil ona göre. Bu, aynı zamanda, Grupta resmi hale getirilmek istenen bir yaklaşımdır ve bu yaklaşım Grubun sessizliğindeki en önemli belirleyendir. Bu da, Zülfikar beyin, saçını başını yolsa da, aklında yeşerttiği resmi yaklaşıma ulaşmasının mümkün olmayacağını gösteriyor. Kimse, Zülfikar beyin yaklaşımının peşine takılmak istemiyor, sessizlik bu yaklaşımın kuyruğuna takılmanın ifadesi değildir. Bunu görmemek için kör olmak gerekiyor.

Cümlesinin son satırında ise, Zülfikar bey, TKP ye biraz cilalı güzelleme yaparak, bu tasasının üzerini örtmeye çalışıyor. Sözde her şey TKP nin mücadeleci tarihinin unutulmamasıdır. " Aksine, cok kişinin TKP üzerinde yazi yazmasini teşvik etmek gerekir ki, konu guncelligini yitirmesin, tarihi mücadelesi unutulmasin." diyerek, tıpkı Pasternak’ın, DR Jivagosunda, Çarlık dönemine övgü olmasa da, yeni rejimden bir gömlek daha iyi olduğunu resmetme çabasını, hem örtülemek ama daha çok, Sovyet sansüründen geçmek için, en sonunda Sovyet rejimine övgü içeren bir kaç cümle sarf etmesi misli hareket ettiği açıkça sırıtıyor.

İşaret ettiği eleştiri modeli, Zülfikar’ın, başkasının dilinden de olsa ortaya attığı eleştiriler, TKP ile ilgili olumsuz resimleri öne çıkartan eleştiriler olunca - ki gündeme taşıdığı, Oğuzhan Müftüoğlu’nun, daha önce dediğim gibi, tümüyle kendi örgütünün içine hitap eden ve örgütüne ve elbette kendi icraatlarına güzelleme içerikli yazdığı anılarının bir yerinde, kitabının içeriğindeki hedefi ile uyumlu olarak, TKP yi olumsuzdan öte bir sınırda eleştirmesi ve bu çerçevede tartışmayı kışkırtması, bunun açık kanıtıdır - TKP nin tarihindeki mücadele dinamiği sıfırlanmış oluyor.

Bu, hepimizin içinde olduğu komünist hareketin, eğrisi ile doğrusu ile taşıdığı mücadele ruhunun belleklerden silinme çabası değilse nedir.

Ve bu yaklaşım, komünist hareketin tarihi içersindeki komünistlerin özveri ile mücadele etmelerini yok saymaktan başka bir şey değildir. Çünkü TKP tarihinin mücadele dinamiğini sıfırlayacak şekilde eleştiri dinamiğini harmanlamak, öznelerinin özverili mücadelesini, bu uğurda hayatlarını kaybetmesini, zindanlara düşmesini, sakat kalmasını, sağlığından olmasını ve hala TKP ve komünist harekete inancın ruhunu taşımasını hiçe saymak, üzerinden atlamak ve üstüne üstlük, TKP tarihinin bir dönemini kapsayan, özellikle de en tepedeki yönetici organları bu eleştirel dinamiğin dışında tutmak ama TKP nin bütün olumsuz portresini, sözünü ettiğim sıradan ama TKP nin mücadelesinin özünü taşıyan öznelerinin üzerine serpiştirmek, böylece TKP nin dolayısıyla komünist hareketin, mücadele dinamiğini, TKP eleştirisi ile boyanmış bir olumsuzluk portresi ile kapatmak ama TKP yi bir olumsuzluklar bütünü olarak tarihe göndermek. İşte Zülfikar'ın cinliğine içerilmiş yaklaşım budur ve bu yaklaşımın, resmi bir yaklaşım olması için, gruptaki engellerden kurtulmak gerekmektedir.

Ancak böyle bir birini bilen 40 kişinin huzuru nihai olarak sağlanmış olacaktır. TKP tarihi bahane, TKP tarihinin üzerine oturmak şahane derken ne kadar haklı olduğumu Zülfikar beyin çabaları pek açık bir şekilde göstermektedir. Göremeyenlere de ben göstermiş oluyorum.

Zülfikar beyin deyimiyle,"aman Oğuzhan Müftüoğlu'nu ve onun gibileri rahat bırakın ki rahat rahat TKP yi eleştirebilsin, TKP nin nasıl bir olumsuzluk abidesi olduğunu ve TKP ile birlikte İ.Bilen’in, ama o tarihte İ.Bilen ile aynı ekipte ve Bilene güzelleme yapmayı bir politika olarak kullanan yöneticileri bundan ayrı tutarak, her şeyin sorumlusu olduğu kafalara serbestçe kakılsın ve genç nesiller, TKP ile birlikte İ. Bilen’in ne kadar melanet bir örgüt olduğunu ve İ. Bilen’in, bu günlere gelmemizin yegâne müsebbibi olduğunu anlasın." Zülfikar beyin beklediği budur.
Bilal Şenin ise, söyledikleri karşısında açık ve net ifadelerle ortaya koyduğum eleştiriye cevap vermekten kaçınırken, aynı şarkıyı tekrarlayıp, TKP nin Kominternin bir seksiyonu olduğundan hareketle, icraatlarından mesul tutulamayacağını vaaz etmesi ama Kominternin ömrünün, Sovyet sosyalizminin tarihinin kısa bir dönemini kapsadığından söz etmeyerek bunu vurgulaması ve TKP nin SBKP nin uydusu olduğunu öne çıkartması ama bu resmin dışında kalan tarihsel gerçekler ile bu gerçeklere damgasını vuran aktörleri,Bilal Şen'in de, TKP tarihinin olumsuzluk resminden vareste tutması, Zülfikar’ın çabaları ile uyumludur.

Kaldı ki, Fransız Komünist Partisi, daha Komintern yaşarken, Komintern ilke ve politikalarına zıt politikaları benimsemiş ve yani Kominternin bir seksiyonu olmamış, özellikle Avrupa da kendini gösteren bir bağımsız komünist harekete öncülük eden teorileri, Dünya Komünist hareketine kakmış olmakla birlikte, Fransa da iki dönem Sosyalistlerle ortak olarak iktidara gelmesine rağmen, Avrupa Komünizminin teorisini pratiğe geçirmemiş, aksine, Tekelleri kuşatarak, sosyalist iktidara barışçıl yolla geçeceğine, bu teorisini çoktan unutmuş ve Tekellerin koltuk değneği olmuştur.

Öyleyse, Türkiye’deki bu güne gelinen yoldaki politik olumsuzlukların ne tamamı ne de bir kısmı sadece TKP ye, TKP derken bu dinamik içinde mücadele eden bütün öznelerini kastediyorum, mal edilecek olumsuzluklar değildir. Bu olumsuzluklar, bütünsel olarak Türkiye sosyalist hareketinin toyluktan kurtulamamasının ve bunun sonucu olarak da, sürekli olarak bir araya gelme dinamiğinin fetişleştirilmesi ile sol birlik peşinde koşulurken, solun parçalanmasının artırılması dinamiğini görememesinin, daha doğrusu, toplanarak birliğin ve politik gücün sağlanamayacağı, aksine, ayrışarak politik birliğin ve gücün sağlanacağı gerçeğini ve bunun için de, ideolojik birliğin önemli olduğu gerçeğini görememesinin ifadesidir. İdeolojik ayrılıkların birliğinden ancak bölünmenin çoğalması dinamiği fışkırır ki, böyle olduğunu hepimiz gördük ama hala aynı eksikli bakışta direndiğimizi de görmekteyiz.

Bunun da nedeni, bu gerçekliğin içinde, bu görülememeyi manipüle eden başka bir gerçekliğin var olmasıdır ki, bu gerçeklik, olumsuzlukların belirleyeni olmasa da, egemen güçlerin Nesnel olan ile baş etmek üzere ortaya koyduğu ve zamana yaydığı manipülasyon ağırlıklı politikalarının yol almasını kolaylaştırıcı politikaları, sosyalist hareketin genel teorisine uygun gibi göstererek, sosyalist harekete dayatması ve bunu yapmak için de hem yetki ve hem de olanak sahibi olması söz konusu olan, kimi bilinçli, kimi sığlığı ile malul aktörlerin çabalarının ifadesidir.

İşte bu gün bulunduğumuz noktaya gelmemizin nedenlerinin içinde,belki en önemli neden budur ve bunun net olarak görülebilmesinin sağlanması,ancak ve ancak tarihsel gerçeklikleri irdelerken,tarihe bu günden bakmanın kolaylığına,bu güne tarihten bakma zorluğunu aşacak şekilde,bu günün fotoğrafını da eklemekle mümkündür.

Bu günün fotoğrafında ise, bozuk bir sosyalizm alanında, mesela "özgürlükçü sosyalizm", "demokratik sosyalizm" daha pratik anlatımla "barışçıl geçiş" ,dolayısıyla barışçıl geçiliyorsa, "barışçıl" yani "Proletaryanın Burjuvazi ile paylaştığı bir iktidarı" mutlaklaştıran bir yaklaşım vardır.

Bu yaklaşımın üzerinden yükselecek veya yol alacak bir sosyalist hareket ise, elbette ya bir duvara toslayacaktır - ki o duvar devrim kapısının sadece tekellerin arka bahçesine açılan kapısının açık, diğer bütün kapılarının kapalı olduğu bir duvardır - ya da durulması mümkün olmayan bir uçurumun kenarında yanlış yolda olunduğunun farkına varacak ama iş işten geçmiş olacaktır.

Öyleyse Zülfikar beyin gönlünde yatan TKP eleştirisinde, bu yöndeki ütopyanın yansımasını görmek zor olmasa gerektir.

Yoksa TKP den, Türkiye Komünist Hareketinden çoktan kopmuş olanların, TKP nin tarihi ile ne ilgisi olabilir? Başka bir ifadeyle TKP nin tarihine ilgileri devam ediyorsa, bunun nedeni nedir?

Diyelim ki, TKP tarihi, belleklerden silmeye çalışılmıyor, ilgi bu noktada değildir, öyleyse, TKP tarihinden "demokratik" ya da "özgürlükçü " yani proletaryanın, iktidarı burjuvazi ile paylaştığı bir "katılımcı sosyalizm" mi çıkarmak istemektedirler? O zaman ,"bunun neresi sosyalizm ?" diyecek kimse bırakmamak için midir, bunca TKP düşmanlığı misli eleştirinin canlı tutulması?

Demek ki, bugünden geçmişe doğru dürüst bakamazsak, doğru dürüst bir kavramlaştırma yapamayız. Dolayısıyla yarını anlamaya çalışmayı başaramayız. İşte tarih çalışması budur. Geçmişe bugünden bakıp geçmişten çıkarılan kavramla yarını anlamanın ipuçlarını çıkarmak şeklindeki tarih çalışması, tarihi en önemli ve en güçlü bir silah haline getirir. Dolayısıyla bu, tarihi anlamak için, bu günü çok iyi anlamayı zorunlu hale getiriyor demektir. Bu günün fotoğrafı, insanlarımızı daha çok insanlıktan çıkarmayı, daha çok ilkelleştirmeyi, kısacası insan öncesi bir hale getirmeyi resmediyor. Bu nedenle fotoğrafın yerleştiği arka plandaki renk, daha fazla din ve daha fazla din bozuculuğunu yansıtıyor.

Böylece, tekeller düzeninin tamamen ve geri dönüşsüz yerleşmesi için, insan öncesi insanlara ihtiyaç olduğunun resmini yönetici sınıflara kabul ettirmek kolaylaşıyor.
Ancak bu fotoğraf üzerinde çalışanlar, tarihin, bütün toplumların içten patlamalı bir volkan olduğunu anlattığını, solda olup anlamayanlardan bin kat fazla anladığı için, bu patlamanın fotoğrafa yansımaması için, özellikle sol içinde olanların anlamamasından yararlanıyor, anlamamayı bir dinamik olarak yerleştiriyor.

Ama patlamayı engelleyemeyeceğini de bildiği için, Osmanlı medeni yasası misli bir yaklaşımla sıkışarak genişlemesine meydan vermeden, patlamanın kontrollü olarak gerçekleşmesine olanak sağlıyor ve bu yönde kontrolünü asiste etmeleri için soldaki anlamayanlara müthiş olanaklar sağlıyor.

Hepsinin izleri tarihte var ve günümüze taşınıyor. Görmek için, bugünü çok iyi anlamak, anladıktan sonra geçmişe bakıp onu doğu yönde kavramlaştırmak gerekiyor ve böylece yarına, geçmişin bu güne taşınan ve hala egemen kılınmak istenen izlerinin taşınmasına izin vermemenin teorisine ulaşmak mümkün olabiliyor.
İşte tarih çalışmasının kıymeti harbiyesi buradadır ve temcit pilavı gibi, Güncel Politikanın tarih çalışmasına aykırı olduğundan söz ederken, kendi ölçülerine göre, halkın güncel çıkarlarının peşine takılmaktan kaçınmayanların, diğer yandan emekçi halkların tarihsel ve öz çıkarlarını bu günden bakarak tarih çalışmasına yansıtmayı, güncel politika sayması, tarih çalışmasındaki gerçek kıymeti harbiyenin, dolayısıyla bu günü anlamanın tarih çalışmasındaki öneminin üzerini örtmeyi sağlıyor.

Bu yaklaşımın üzerine bazıları bilinçli olarak atlıyor, bazılarımız ise, sessizliği bu yaklaşıma onay olarak görme kolaylığı ile bu yaklaşımın eğrisi doğrusu üzerinde düşünme zahmetine katlanmayı gereksiz sayıyor. Her iki durumda da, geçmişe doğru dürüst bakmak mümkün olmuyor. Zamanla da, geçmişe bakmak, her ne şekilde olursa olsun, gereksiz olarak görülmeye başlanıyor.

İşte,Grubun otopsisini bu son ifadelerime gelene kadar yeterince ortaya koyamamış olsam bile,bu son cümle net olarak ortaya koymaya yetiyor. Zaten otopsinin, uzun zaman alan bir çabanın sonucunda ortaya çıkan küçük bir işaret, bir iz değil midir aradığı?
Vücudun devrilmesinin, varlığını başka bir biçimde, mesela bir bakteri, bir solucan misli sürdürmek üzere, sonlandırmasının nedeni olan ipucuna ulaşmak için yapılan otopsi, ölü vücudun canlı olarak varlığını sürdürdüğü geçmişinde taşıdığı ama ölümüne neden olan izlere ulaşmak için yapılmaz mı?

İşte ben de, Zülfikar beyi kırmamak adına ama yine Zülfikar'ın önerilerine uyarak, serbestçe yansıttığım düşüncelerimin ışığında, grubun bu günkü ve epeyden beri var olan TKP tarihi çerçevesindeki sessizlik dinamiğinin otopsisini yapmış oluyorum ki, aynı zamanda Komünistlerin tarih çalışmasının nasıl olması gerektiğine, bu otopsiyi de kanıt olarak ele alıp, dikkat çekmiş oluyorum.

Özetin özeti gerekiyor mu, öyleyse, kısaca buraya kadar söylediklerimizi toparlamak gerekirse, bu günü anlamak için, bu günün tarihsel gerçekliği üzerine kafa patlatmak bir yana, dünün bu gün varlığını koruyan aktörlerine değinmek de bir yana, dünün bu güne en yakın noktasına ve o noktadaki aktörlerin sorumluluklarına, eksiklik ya da yanlışlıkları yanında, bilinçli ya da sığlıklarının yansıması olan tarihin hızına ters icraatlarına değinmenin, tarih çalışmasına aykırı bir yaklaşım olmadığının altını çizerek özetimizin özetini, açtığımız paranteze yerleştirmeye devam edelim. Ve çıkardığımız sonuçlardan birini, Bugünü anlamadan tarihe bakmak, buzlu camdan geçmişin fotoğrafına bakmak gibidir, şeklindeki tespitimizi, özetimizin, özetine ekleyelim. Yani, bugün, tarihteki yerlerine baktığımız aktörlerin, hangi noktaya bastığını anlamadan, geçmişe bakıp, geçmişte hangi noktaya bastıklarını anlamak mümkün değildir.

Öyleyse, geçmişe bugünden bakarken, bu günü çok iyi anlamayı, bu bakışa rehber edinmezsek, bu gün hangi noktada olurlarsa olsunlar, geçmişte öne çıkan aktörler, hep geçmişin fotoğrafını verecektir ve o fotoğrafla, yarını anlamamızın önünde en büyük engel olacaklardır.

Yukarda da dile getirdim, Baştan beri ve hala Sosyalist hareketin yükselişinin önündeki en büyük engel olan bu aktörlerin TKP nin dolayısıyla komünist hareketin tarihi ile ne ilgileri olabilir sorusunu sorarak cevabı üzerinde düşünmek gerektiğini burada da tekrar etmeyi yerinde buluyorum ve kendi bulduğum ve gösterdiğim cevabı paylaşarak parantezi kapatmak istiyorum. Cevap çok basittir ve elbette solu, soldan uzaklaştırmanın, düşüncelerini sola kapattırmanın en iyi yolu, tarih bilincini belleklerden silmek olduğu için ilgilenmiyorlarsa, başka ne için ilgileniyorlar sorusunun içindedir. Bunu örtülemek için de, TKP tarihinden, şapkadan tavşan çıkarmak misli, "demokratik",ya da "özgürlükçü" yani, burjuvazi ile ortak bir iktidarı içeren "sosyalizm"i çıkarmak istiyorlar. Bunun hala kapitalizm olduğunu onlar da biliyor ama ancak sosyalizmden uzaklaştıklarını gizleyerek, solun içinde bellek silmeye devam edebilirler ve bu bir; boyunlarına asılan bir mahkûmiyettir. İki; bellekleri silmeleri ise, TKP tarihiyle ilgilenmeleri ile mümkündür. V e mümkünse, TKP tarihini vesayet altında tutmaları daha kolaylaştırıcıdır.

Özetin özeti budur ve yeni bir başlangıç mı gerekiyor, bu dediklerimin de değerlendirilmesi, başlangıcın başlangıcı olarak hepimizi ilerletecektir.

Öyleyse başlangıcın başlangıcına, Nabi Yağcı’nın, bu gruba dayatılmak istenen," hem Sovyetlerdeki ve hem de TKP deki tarih diye ortaya konulan şeylerin hepsinin resmi tarihtir" şeklindeki yaklaşımının, şimdi TKP tarihini düzlemenin ifadesi olan, başka bir resmi tarihi egemen kılmak isteyen - ki bu resmi tarih, Nabi Yağcı'nın mihmandarlığındaki, gerçekte sosyalist hareketin önünü kesici, herkese tepeden bakıp akıl veren ama en çok da AKP ye akıl veren bir yaklaşımın ifadesidir - yaklaşımla yer değiştirmesi çabalarından kurtulmayı koymakla başlayabiliriz.

Nabi yağcı, türleri olan Cengiz Çandarlar, Oğuzhan Müftüoğlular ve Ertuğrul Kürkçüler ve diğerleri gibi,12 Eylül öncesi yükselişi tartışılmaz sosyalist dalganın üzerine binenlerdendir. Dalga epeydir iniktir ve Daha önce bu dalgaya binenlerin kimisi, inmiş olan bu dalga ile birlikte inmişlerdir. Kimisi ise, başka dalgaya binmişlerdir. Nabi Yağcı bana göre, daha önce yani yükselişte bindiği dalgaya binmişken de, bu gün binmiş olduğu başka dalganın üzerinde değil ama içinde idi. Şimdi üzerine çıkmaya çalışıyor. Ama bir türlü, içinden çıkıp, üzerine sıçrayamıyor.

Nabi Yağcı'nın, " Türkiye’de bunca antikomünist propaganda yapılırken, komünist partisine yasal olarak kurulma imkânı verilmezken, bir komünist partisi eğer yasal değilse, bana göre bir tarafa yaslanacaktı. Dünya politikası hakkında analiz yapabilmesi için doğal olarak yasal parti olması, enstitülerinin harıl harıl çalışıyor ve araştırmalar yapıyor olması lazım ki, kendisi özgün bir şeyler yapabilsin. Bu olmadığına göre ne olacaktı? O zaman Sovyetler Birliğinin dünya politikasına dâhil olacaktın, dünya politikasıyla ilgili analizlerini alacaktın." şeklindeki Cumhuriyet gazetesine verdiği mülakattaki sözleri yeterince açık değil mi ve bunu tarih çalışması içinde dile getirmenin nasıl bir aykırı durumu vardır?

Nabi Yağcı, bunları ifade ederken, bir adım öncesindeki, Leninci parti anlayışından ve Lenin’in yolundan yürümekten söz etmiş olmasını ve bunu topladığı kongrenin belgelerine yansıtmış olmasını unutmuş görünüyordu. Ama daha önemlisi ki bu unutkanlığının sonucu olsa gerek, Lenin’in bütün analizlerini, hep yeraltında iken, komünist parti yasak iken yaptığını yani harıl harıl çalışacak enstitülerin olmadığı bir zamanda yaptığını, bunları yaparken Lenin’in ya sürgünde ya da hapiste olduğunu unutmuş olmasıdır. Biz şimdi bunu tarih çalışmasının içine almayıp, güncel politika olarak mı göreceğiz.

Bu ifadeleri ile açıkça, TKP nin dolayısıyla TKP nin politik bürosunun ve elbette genel sekreterinin, analiz yapmayı yani düşünmeyi bıraktığının, dünya politikası hakkındaki tahlilleri Sovyetler Birliğinden ithal ettiklerinin itirafı değil midir.

Ama Türkiye’nin komünistleri,12 Eylül rejiminin ağır baskıları altında ve genel sekreterlerinin bu dâhiyane düşüncelerini bilmeden, analizler yapmaya ve 12 Eylül rejimine karşı mücadelesi için politikalar geliştirmeye çalışırken, Nabi Yağcı ve takımı, bütün analizleri Sovyetler Birliğine yükleyip, düşünmeyi paydos etmiş ve Avrupa’nın göbeğinde ki dünya politikasına daha yakındır, Türkiye’deki sosyalist hareketin 12 Eylül rejiminin baskısına karşı nasıl direneceğini ve nasıl bir çıkış yolu bulacağını düşünmeden, rejimin baskısından uzak, Avrupa diyarlarında acaba ne yapmıştır, kimse merak etmez mi? Şimdi de ve epeydir, analizleri değilse de, demokrasiyi Avrupa’dan beklemesinin kıymeti harbiyesini kimse dikkate değer bulmaz mı?

TKP tarihinin sadece Komintern tarihi ile sınırlı olduğunu düşünenler, Komintern tasfiye olduktan sonra analiz yapmayı, Sovyetler Birliğine havale edip, düşünmeyi askıya alanların kolaycılığı ile ilerlenebileceğini hala mı düşünürler. Düşünmeyi ve analiz yapmayı, komünist partisinin yasal çalışma koşullarının varlığına bağlamaları nedeniyle mi, TBKP projesi geliştirilmiştir de, "TBKP gitti, düşünme ve analiz yapma tamamen gitti" olmuştur. Yoksa uzun zamandır düşünmeyi tatil eden TKP kurmayları, düşünmeyi mi unutmuşlardı da, onca zahmete katlanarak, zindanda yatmayı göze alarak ele aldıkları TBKP nin kapatılması karşısında mülayim bir yaklaşım sergilemişlerdir? Yoksa düşünen ve analiz yapan bir sosyalist düzenin de kalmamasıyla, TKP kurmayı olan Zülfü Dicleli'lnin deyişiyle sosyalizmin de kalmadığına mı, dolayısıyla sosyalizm için düşünmeye gerek kalmadığına mı karar vermişlerdir?

Bu karar, onların tekeline aldıkları bir mutlaklık mıdır ki, TKP üzerindeki vesayetleri ile birlikte ve bunun gücüyle herkese bu kararı dayatmaktadırlar. Sosyalizmden umudunu kestilerse onların sorunu değil midir? Öyleyse, bunu sosyalizmden umudunu kesmemiş olanların da sorunu yapmaya çalışmaları kabul edilebilir mi? Bu sorular, bir komünist hareketin tarihinin aydınlatılması çalışmasını ilgilendirmez mi?

Dahası, Nabi Yağcı ve etkisinde olan TKP lilerin, demokrasi aşkı ile Demirel'in ve Ecevit'in siyasi yasaklarının kalkmasından demokrasi çıkacağı yollu kampanyaların yürütücüsü olmaları, bu gün AKP nin anayasasının "demokratik”liğini, TÜSİAD ın da dâhil olduğu bir kampanya misli propaganda çalışmasına yerleştirmeleri ile senkronize değil midir? Öyleyse, bunları tarih çalışmasının gündeminden çıkarırsak, geriye ne kalacak? Elbette Zülfikar beylerin gönlünde yatan İ.Bilenin, ondan sonrasına ve onunla birlikte olanlara sirayet etmeyen günahlar kalacaktır.

Ayrıca, SHP, CHP den daha mı az düzen partisidir de, TKP den kalan kadrolar, SHP bünyesinde milletvekilliği ve belediye meclisi ya da başkanlığı peşinde koşmuşlardır? Ve şimdi, AKP, onlardan çok daha az düzen partisi midir ki, AKP ye sol ton vermek için bütün hünerlerini göstermektedirler? Öyleyse, geçmişle bu gün arasında, adı hep önde dolaşan bu aktörlerin icraatlarında bir senkronizasyon yok mudur?

Diğer yandan, dün komünist partisi yasal çalışma imkânına sahip değilse, düşünmek ve analiz yapmak mümkün olmuyorsa, bu gün, Sovyetler Birliğinin ve komünist partisinin olmadığı bir zamanda, bunu söyleyen aktörler nasıl düşünebiliyor, ne için düşünüyor? Yani dün tatil ettikleri düşünceyi, yeniden ne için ele alıveriyorlar ve düşünceleri, dağları deviren düşünceler olarak kabul ettirilmeye çalışılıyor?

Peki, DİSKe paraşütle ve sözleşmeli yönetici olarak, siyaseten sendikaya koopte edilen kadrolardan kimsenin haberi var mıdır? Burada tarih çalışması diye diye, burası güncel politika alanı değildir diye diye helak olanlar, bu kadroların, DİSK’i TİP'li ve TSİP'li kadrolardan temizleyip, CHP üzerinden burjuvaziye teslim etmelerinden ve bu görevi kimden aldıklarından haberi var mıdır?

Tamam, İ Bilen, günahların baş taşıyıcısı olsun, ama bu kadroları haliyle DİSK e İ. Bilen koopte etmiştir; Öyleyse, İ.Bilen günahların baş taşıyıcısı ise, taşıyamadıkları günahların taşıyıcıları da, bu, DİSK te tarihe geçen TKP kadroları değil midir? Peki, kimdir bunlar? Bu aktörlerin icraatları tarih çalışmasını hiç ilgilendirmez mi? Bu icraatlar, Oğuzhan Müftüoğlu'nun anılarına malzeme yaptığı TKP bildirisinden daha mı az eleştiri hak etmektedir?

Hepimiz hatırlarız, bir gece şenlik misli toplantı halinde iken, toplantının veya şenliğin ortasından aniden, "Aziz Nesin Sen nesin" sloganı bütün salonu kaplamıştı. Ne anlama geldiğini bile bilmeyenler yükseltilen slogana eşlik ediyordu. Kimdir ve hangi nedendir bu sloganı attıran? Aziz Nesin'in, Büyük Grev hakkında yazdığı kısa öyküsü müdür? Neden ve kimler bu öyküden rahatsız olmuş ve gerekçesini ortaya koymadan, böyle bir sloganı hepimize seslendirtmiştir?

Dahası da var, Aziz Nesin'in ölümünden sonra ise, aynı aktörler, Aziz Nesinin arkasından, sanki Aziz Nesin ölünce melek misli göklere uçmuş gibi,"biz sana vurgunuz" şarkısını çığırıyorlardı. Bu mudur komünistlerin politikası? Kimlerdir bu aktörler ve neden eleştiri oklarından uzaktırlar da, bu okların tam karşısına İ.Bileni yerleştirme konusunda bir konsensüsün sessizliği ve bu sessizliği artırma gayreti vardır?

Evet, bir başlangıç yapalım ama başlangıç, TKP nin tarihini düzlemeye, belleklerden silmeye kapı açıcı bir başlangıç olmasın, başka ifadeyle bu kapıları kapalı tutmak ve sadece TKP tarihinin aydınlatılmasına yol açacak kapıları açık tutmak için direnenlere yeni bir tasfiye kapısı açacak çabalardan uzak olsun.

Olmazsa ne olur? Olmazsa ortaya konulanın TKP tarihi olmadığını, gelecek kuşakların görmesi zor olmayacağı gibi, TKP tarihinin belleklerden silinemeyeceği gerçeğini göstermekten başka bir işlevi olmayacak ve TKP tarihini belleklerden kazımak isteyen aktörlerin tarih sayfalarına belgeli olarak kazındığı bir gerçekliğin de beraberinde taşındığı bir tarih çalışmasının izleri, boylu boyunca gelecek kuşakların önünde duracaktır.


Fikret Uzun

11 Nisan 2011

Hiç yorum yok: