19 Nisan 2011 Salı

EMPERYALİZMİN KOZMOPOLİTİZM İDEOLOJİSİNE, KÖLELEŞTİRİLMEK İSTENEN HALKLARIN KANMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.

EMPERYALİZMİN KOZMOPOLİTİZM İDEOLOJİSİNE KÖLELEŞTİRİLMEK İSTENEN HALKLARIN KANMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Emperyalizmin ki ABD-AB den söz ediyoruz, bu coğrafyada güçlü ve emperyal bir ulus-devlet yaratmaya çalışırken, bunu da Kürtlerin kaderlerini tayin hakkı üzerinden yaparken Kürt milliyetçiliğini dominant hale getirmesi, kimi ahmak solcuların ezilen ulus milliyetçiliğini meşru kılmaya çalışmak şeklindeki asistanlıkları ile bunu sol içinde de haklılık yüklenen bir zeminde yaygınlaştırması, ama öte yandan, ulus-devlet yapılarını bölüp parçalamak ve kurmaya çalıştığı ulus-devletin gücü ile daha kolay ve kalıcı olarak köleleştirilen halk hapishanelerine döndürmek çabalarının merkezine kozmopolitizmi yerleştirmesi tesadüf değildir.
Ama ahmak solcuların, bir taraftan, ağaların, beylerin, gerici-dinci bezirgânların, işbirlikçi burjuvaların, burjuva -demokratik bile olmayan, tümüyle emperyalistlerle işbirliği içindeki, ezen ulus egemenleri ile ortaklık içindeki ve ezen ulus egemenlerinin son çaresi olarak gerici-dinci, faşist bir derebeylik rejimini ki 12 Eylül rejiminin en son durağıdır, konuşlandırmasında koltuk değnekliği yapmayı politika sayan; Kürtleri gerici-dinci ve emperyalizmin direkt sömürüsüne maruz bırakacak olan; İsrail’in daha büyük ve daha güçlü ve de daha zengin bir devlete sahip olması için, Kürt yoksul emekçi halkının iyiden iyiye köleleştirildiği bir düzene mahkûm edecek olan çabaları, Lenin’den kilometrelerce uzaklaştıkları ve Lenin’i sopalı bir diktatör göstermeyi politika saydıkları halde, Lenin’i kaynak göstererek UKKTH hakkına dair, nutuklar atıp, “demokratik Türkiye” ,”demokratik anayasa “ lafzı ile göklere çıkartırken, diğer yandan, Türkiye’nin ulus devlet yapısının bozulmasından, burjuva cumhuriyetin çökertilerek, feodal, dinci bir yeni Osmanlı cumhuriyetinin yerleştirilmesinden ileri demokrasi çıkartmaları akla zarar değilse, bir yerlerine mutlaka yarar var demektir ve yararın kaynağının YDD için, dünyada ne kadar aşağılık insan müsveddesi, hain, dönek, burjuva ajanı varsa harekete geçiren emperyalizmin yabancı halkları da sömürerek tepelediği dolarları olduğunu söylemek zor olmasa gerektir.
Oysa Türkiye’de, Türkiye cumhuriyetinin çözülmesi ile ortaya ne demokratik bir burjuva cumhuriyeti çıkacaktır, ne de sosyalist cumhuriyet kurulmuş olacaktır. Tam tersine, demokratik cumhuriyetten çoktan uzaklaşıldığı bir tekelci düzenin, sosyalist cumhuriyete açık kalan tek bir kapı bile bırakmayacağı, gerici--dinci-faşist bir feodal diktatörlük ile Türkiye toprakları parça pinçik olacak, emperyalist tekellerin, emperyalist düzeneğin, bu parçalanmışlığın yanı başında kurulan BİP inin ve ABD-AB emperyalizminin, bu parçalanmışlık içindeki halkları köleleştirici çabalarının garantörlüğünü sağlayacak olan ucuz jandarmalığının yerleştirilmesi gerçekleşmiş olacaktır.
BİP ile ifadesini bulan Kürt devleti ise, başlı başına, Kürt yoksul emekçi halkının karabasanının adı olacaktır.
Arap dünyasının, Afrikalı yoksul halkların ve hatta Ermenilerin ise en korkulu rüyası, en köseleleştirici, en sömürgeleştirici ve hatta kendi topraklarında esir yapan emperyal deccalı olacaktır.
Beklenen Mesih de kendilerinden olduğu için, Deccalı yenmek o kadar kolay olmayacak ama kölelik, sömürge olmak, 21. yüzyılın doğasına aykırı olacağı için, hani bir iki gün önce, Erzurum’da, öfkelenen dindarların gözü ne kur’an, ne din, ne iman gördü ve havada Kur’anı-Kerimler uçuştu, yerlerde parçalandı ya, işte o misli, Köleleştirilmek istenen halklar, sizin Deccalinize de, Mesihinize de diyerek kükreyip, Siyonizm’e bodoslama dalacaktır.
Ama ne yazık, geride çekilen onca acı, onca kayıp ve onca gerilik kalacak, insanoğlunun bu bölgede ilerlemesi için hayli fazla uğraşmak gerekecektir.
Tarihin mantığı insanoğlunun önüne siyasal durumu belirleyenin, ekonomik durum olduğunu gösteren sayfaları defalarca koydu ama her koyuşunda, emperyalizmin ideologları ve satın aldıkları, devşirdikleri aydınlar, sahte solcular hep üzerini örttü, emperyalist kapitalizmin çürümüşlüğüne rağmen yaşamını sürdürmesi için, ölmüş ata kırbaç vurmak misli, kapitalizme methiyeler düzüldü, kapitalizmi yamayarak ayakta tutmaya türlü kılıflar ama en çok demokrasi kılıfı uyduruldu.
İşte bu bölgede, emperyalizmin oyunlarının bir ucunda, siyasal durumunu, yani emperyalizmin, köleleştirici, daha fazla sömürüye dayanan ve yok edici egemenliğini ayakta tutmak için yerleştirmeye çalıştığı, daha çok bölmeye, parçalamaya ve köleleştirmeye ve de dinselleştirmeye dolayısıyla hepsini birden taşıyacak siyasal yapıyı kalıcı kılmak üzere, feodalleştirmeye yönelik olan YENİ DÜNYA DÜZENİnin yerleştirilmesi için BOP-BİP projesi varken, diğer ucunda, kapitalist toplumun ekonomik düzeninin tarihsel olarak misyonunu tamamlamış olmasına rağmen ayakta durması, yaşaması için, dayattığı siyasal durumun ekonomik durumun belirleyeni olduğunu ikna edici, ideolojik saldırıları vardır.
Oysa ekonomik durum, ezelden beri, siyasal durumun belirleyenidir ve kapitalizmin dayandığı, daha doğrusu artık dayanamadığı, ekonomik durum kapitalizmin dibini bizzat kendisi süpürmekte ve sadece bu süprüntülerin yığdığı molozların ortadan kaldırılıp, alan temizliği yapılarak, kapitalizmi ait olduğu yere gönderecek ve dünyayı insanlığın fışkıracağı bir alana açacak olan öznel etmenlere iş kalmaktadır. ( * ) EK
İşte bu nedenle, emperyalist kapitalizm, bir taraftan kendi laboratuar ideologlarını seferber edip insanların aklını bozarken, diğer taraftan sol içinden devşirdiği sahtekârlarla, halk düşmanı azap zebanileri ile solun aklını bozmaya ve emperyalizmin dayattığı siyasal durumun yerleşmesine yarayacak ne kadar sis bombası misli ideolojik saldırı aracı varsa kullanmaları için, devasa çıkarlar sağlayarak onlara alan açmaktadır.
Bu alanda tekellerin ideolojik silahı olarak solun içine akıl bozucu bombalar atan bu sahtekârların, bombalarından birisi "işçilerin vatanı yoktur" şeklindeki son derece somut ama tarihsel olarak tam gerçeğin ifadesi olmayan, başka ifade ile bu günkü koşullarda karşılığı olmayan bir açılımı pompalayan ideolojik şaşırtma bombasıdır.
Bir diğeri ise, "Kâbelerini insan, vatanlarını dünya" yaparak, Emperyalizmin YDD ile tüm insanlığa,"dünya vatandaşı" olma şansının kapılarını açtığını propaganda eden ideolojik şaşırtma bombalarıdır.
Hepsi, emperyalist YDD nin, bölgedeki projelerinden akan menfaatlerin biraz daha fazlalıkla paylaşılması yönünde ağızlarından akan suların yalanmasını resmetmektedir.
Bu fotoğraf açık ve netlikle sırıtırken, arka planındaki fonda, gericiliğin, dinselliğin ve diktatörlüğün renkleri apaçık görülürken, demokrasiden, insan haklarından, hümanizmden, barıştan söz ederek ve bu sözleri, dünyanın neredeyse tamamını köleleştirmeye ve bunun için dünyanın büyük kısmını çöle döndürmeyi göze alan emperyalist tekellere bir talepname misli yönelterek zevahiri kurtarmak mümkün olmadığı gibi, emperyalizmin dünyayı bir yıkımın eşiğine götürme çabalarını cesaretlendirmektedir.
Öyleyse, uzun zamandır, cılız da olsa yükselen ya barbarlık, ya sosyalizm derken ne demek istendiği üzerinde ve bu gün, ekonomik durumun, hangi siyasal durumu dayattığının kodları üzerinde adam gibi düşünmek ve bütün ahmaklığa yatan solcuların, gerçekte birer sahtekâr olduğu bilinci ile onları emperyalist tekellerin safına koyarak, onların her türlüsünden kopmak gerekmektedir.
Bu gün, bu günkü ekonomik durumun belirlediği ve işaret ettiği, siyasal durumun kodları, henüz dünya çapında olmasa da, bölgesel sosyalist iktidarları işaret etmektedir.
Ancak, sosyalist iktidarların siyasal üst yapısı, nesnel olarak vardır ama siyasal alt yapısı, özneleri, örgütsel dayanakları henüz tam olarak ve maddi olarak mevcut değildir.
Bu ifadeden anlaşılması gereken, temel yapıdaki çelişkilerin toplumsal üstyapıya politik olarak yansımasının ifadesidir. Ama sosyalist üretim ilişkilerinin toplumsal üst yapıya yansıyan olgunluğunun ifadesi değildir. Diğer yandan, bu ifadeden anlaşılması gereken, mevcut ekonomik alt yapıya egemen olan sınıfın, üst yapıya hâkim olan kendi politik egemenliğini de kuracağını yani toplumsal üst yapıya da egemen olacağının yadsınamayacağıdır.
Yani, temel yapıdaki, üretim ilişkilerinin nesnelliğin yansıttığı çelişkiler, bu günkü sosyoekonomik yapının özgül öğesi olan üst yapıdaki siyasal egemenliğe ve hareketliliğe yansısa da, temel yapıdan hâkim olan sınıfın, üst yapıda da siyasal olarak hâkim olmasını engelleyemeyeceği yadsınamaz.
Ancak yine de, toplumun sosyoekonomik yapısının özgül öğesi olan ve toplumdaki üretim ilişkilerinin tümünün ifadesi olan ekonomik yapının yani toplumun temel yapısının üzerinden yükselen üst yapı, temel yapının yani toplumun ekonomik yapısının savunulmasından, korunmasından ve geliştirilmesinden ibaret olan bir işleve sahip olarak, ekonomide egemen rol oynayan siyasal güce, üst yapıda da ideolojik ve politik egemenliği tam olarak her zaman sağlayamaz.
Ayrıca, üstyapı sadece ideolojik bir güç değildir, üretim ilişkilerinin topluma yansıttığı fikirleri, bu fikirlerin örgütlendiği politik, hukuksal bütün kuruluşları kapsayan bir yapıdır.
Örneğin, devlet politik bir üst yapı kurumu olup, ekonomik yapının üst yapıya yansıttığı çelişkileri, toplumu, ordu, polis, mahkemeler ve tutuk evleri gibi denetim altında tutan maddi etkenlerle bastırır ve temel yapının, ekonomik ilişkilerin, üst yapıya politik olarak egemen olan sınıfın egemenliğinin önüne geçecek şekilde, ya da egemen olacak şekilde yansımasını engeller.
Öyleyse, temel yapı ile üst yapı arasında, temel yapı birincil olsa bile, diyalektik bir ilişki mevcut olup, bu ilişki, üst yapı ile temel yapı arasındaki ilişkide nesnel bir denkliğin ifadesi olsa da, egemen sınıfın üst yapıya egemen kıldığı politik ve ideolojik egemenlik araçları ile üstyapı, temel yapıyı, tüm nesnel çelişkilerine rağmen etkileyebilir.
Bunun anlamı, temel yapıdan yansıyan çelişkilerin, üst yapıyı temel yapının gelişmesini hızlandıracak biçimde etkilemesinin önüne, üst yapıya egemen olan sınıfın, politik ve ideolojik araçlar ile geçebileceğidir.

Öyleyse, temel yapıdaki nesnel çelişkilerin, üst yapıya yansımasında devrimci politik ve ideolojik öznenin ve onun örgütsel dinamiğinin, temel yapı ile denklik taşımayan üst yapıdaki politik yapının ideolojik ve politik hegemonyasını yıkabilecek denli hâkim olması, nesnel olarak gelişimini sürdürebilmesi için değişmeyi içeren ekonomik temel yapıdan yükselen çelişkilerin, üst yapıdaki yansımasına denk düşen politik üst yapısı ile üst yapıya egemen olan sınıfın üst yapıdaki egemenliğini de yıkabilecektir.
Bunun için, toplumsal üst yapıyı, ekonomik yapının, temel yapının nesnel gelişimine yol verecek biçimde, çoğunluğa dayanarak, ideolojik ve politik yönden donanımlı bir azınlık ile egemen sınıfın ideolojik ve politik araçlarının denetleyici etkisinden kurtarmak ve böylece ekonomik ilişkilerin nesnel gelişimini körükleyici etki yaratan bir üst yapıyı egemen kılmak yani temel yapının nesnel gelişimi ile denklik taşıyan sosyalist iktidarın politik hegemonyasını kurmak.
O nedenle, sosyalist iktidara giden yolda, sosyalist iktidarın çözmesi için beklenemeyecek denli sorunların birikmişliği söz konusudur ve bu sorunlar mevcut siyasal yapı içersinde ama mevcut siyasal yapının hegemonyası kırılarak çözülecek ve çözülürken de, sosyalist iktidara daha fazla yakınlaşılacak, öznelerinin ve maddi dayanaklarının açığa çıkması kolaylaşacaktır.
Ondan sonrası, ekonomik durumun belirlemelerine rağmen, siyasal yapısını dayatanların egemenliği ile ekonomik durumun nesnel olarak insanlığın önüne koyduğu siyasal durumu insanların anlaması için, tümüyle bu yöndeki ideolojik-politik hegemonyalarını dayatanların egemenliği yer değiştirecektir.
Böylece, insanoğlunun gelişimi de yönünü bulacak, tarihin ilerleme çizgisindeki gerçek düzlemine yerleşecektir.
Sosyalist iktidarları yakınlaştıracak ve dünyayı kaplamak üzere sıçratacak olan acil dönüşümleri sağlayacak olan, iktidar perspektifli, ezilen, sömürülen ve artık gerçek anlamda insan olmak isteyen kitlelere dayanan egemenliğin ideolojik-politik hegemonyası olacaktır.
Hamaset mi yapıyorum, bana göre cevabı hayır olan bir sorudur. Ama yine de zaman gösterecek diyorum.
Ve ekliyorum, teorisiz devrim yoktur.
En ileri devrim ise, en ileri teorinin üzerinden yükselecektir.
Şimdi bunun eşiğindeyiz.
Tek eksiğimiz, bu ileri teorinin ve bu ileri teoriyi taşıyacak, en ileri devrimin motor gücü yapacak öznelerin açığa çıkmasıdır.
İleri teori ve ileri devrim mi, demokrasi peşinde koşmak değildir, aksine demokrasi adı altında, insanlığın ilerlemesinin önüne dikenli teller geren elleri kırmak ve insanlık tarihinden silmektir. Bu aynı zamanda demokrasiyi de gömmek, insanlığın fışkırması için bütün kapakları açmak demektir.
Demokrasi mi, eninde sonunda en az iki zıt sınıfın ve bu sınıfların birbirine olan zıtlığının ve bu zıtlığın yansıması olan çatışmanın ifadesidir. Ancak sosyalist iktidarın taşıdığı demokrasi onların demokrasilerinden bin kat insanlık yüklü, bin kat demokratiktir ama yine de dünyaya demokrasi değil, insanı insan olarak fışkırtan demokrasisiz bir düzen, düzensizlik gibi görünen ama son derece düzenli bir düzen yakışır.
Bunun için onların dikenli tellerinin ifadesi olan demokrasilerine karşı, sosyalist iktidarın demokrasisini ama ondan önce bunu gerçekleştirecek olan devrimci tutumun ifadesi olan, bu dikenli telleri geren ellere karşı, sınıf kinimizi yansıtan çelikten dikenlerin kullanılması ile başlamalıyız.
Hâlâ hamaset mi görüyorsunuz, öyleyse, hem sınıf kininiz sönümlenmiş ya da ferini kaybetmiş, hem de iktidar perspektifinden mahrum yaşıyorsunuz demektir.
Sınıf kini en ileri devrimin motoru ise, iktidar perspektifi, sosyalist iktidarı yakınlaştırmanın motorudur. İkisi bir arada, dikenli telleri gerenlere karşı kullanılacak olan en önemli motor güç, çelikten oklarımızdır.
Emperyalistlerin Yeni Dünya Düzenine karşı, dünyanın en ileri devrimi, tüm çaresizliğin içinden, çare olarak geliyorum diye seslenmekte, toprağın akarken çıkardığı ve gökyüzünü kaplayan kelebeklerin çiçek taşırken çıkarttıkları sesleri işaret etmektedir.
Görmek için bakmak yetmiyor mu, öyleyse biraz daha sınıf kini, biraz daha iktidar perspektifi gerekiyor.
Zor mu, zor olan, zor diyerek kaçılandır. Zor olanı kolay yapmak, sınıf kinini ve iktidar perspektifini rehber edinmekle mümkündür.
Rehber edinince, yakınlaşacağından, bünyemizi kaplayacağından kuşku duymamak gerekmektedir.
Gün işçilerin vatanı olmadığını haykıracak gün değildir ama bunun gerçekliğini dünya âleme gösterecek günleri yakınlaştıracak olan en ileri devrim için en ileri teoriye koşma günüdür.
Koştukça sosyalist iktidarın ne kadar yakın olduğunu ve koştukça, önümüze, her bir turnusol sayacağımız, ne kadar çok dikenli tel gerileceğini ama hiç birinin bizim çelikten dikenlerimizle baş edemeyeceğini, sınıf kinimizi ve iktidar perspektifimizi delip geçemeyeceklerini, engelleyemeyeceklerini göreceğimizden kuşkumuz olmamalıdır.
Gün en ileri devrim için, en ileri teoriye koşma günü ise, ne duruyoruz ki, neyi bekliyoruz ki, diye kendimize sormakla başlayalım mı?
Eminim cevabı bulmak o kadar zor olmayacak ve bu gün değilse, yarın yarın değilse ondan sonraki gün bu cevap bulunacak ve 12 Hazirana kadar cevaba ulaşanlar büyüyecek, çoğalacak, nicelikleri ile nitelikleri kaynaşacak,12 Haziranda dikenli tellerine güvenerek, aydınlığı delip geçeceğini zanneden karanlığa dur diyen öznelerini ama daha çok en ileri teorinin gücünü gören ve en ileri devrimi üzerine yerleştiren öznelerini tarih sahnesine çıkaracak, tarihin dönemeç noktalarındaki yerlerine yerleştirecektir.
( * ) EK-
Bu EK ile Marks’ın, Ekonomi Politiğin Eleştirine Katkı’nın önsözündeki tarihsel maddeciliğin temel önermelerinin ve ilkelerinin klasik bir formülasyonunu yansıtan ifadesini paylaşarak ifadelerimi tamamlayıcı dayanakları da sunmak istiyorum. Ve bu uzun aktarımım ile tarihsellik ilkesinin sıkı bir biçimde gözetilmesinin yani toplumun sürekli gelişme halindeki bir dinamik olarak ele alınmasının önemini, daha başka ifadeyle tarihin, son tahlilde, üretim tarzlarının gelişimi tarafından koşullanan yasal düzenliliklere tâbi bir süreç olarak ele alınması gerektiğini gösteren maddeci görüşün önemini daha bir açıklıkla kavranacağına ve ifadelerimin temel yönünün bu olduğunun daha net anlaşılacağına inanıyorum.
“İnsanlar, yaşamlarının toplumsal üretiminde, maddi üretim güçlerinin belirli bir gelişim basamağına denk gelen, belirli, yani zorunlu ve iradelerinden bağımsız üretim ilişkileri kurarlar. Bu ilişkilerin bütünü toplumun ekonomik yapısını, üzerinde hukuksal ve politik bir üstyapının yükseldiği ve kendisini belirli toplumsal bilinç biçimlerinin tekabül ettiği gerçek temel yapıyı oluştururlar. Maddi yaşamın üretilme tarzı, genel olarak toplumsal ve zihinsel yaşam sürecini koşullandırır.
İnsanların varlığını belirleyen, onların bilinci değil, tam tersine, onların bilincini belirleyen, onların toplumsal varlığıdır.
Toplumdaki maddi üretim güçleri, gelişimlerinin bir basamağında, mevcut üretim ilişkileriyle, ya da bunların yalnızca hukuksal bir ifadesi olan, o zamana kadar içinde hareket ede geldikleri, mülkiyet ilişkileri ile çelişkiye düşerler; üretim ilişkilerinin ( mülkiyet ilişkileri) gelişiminin biçimleri olmaktan çıkan bu ilişkiler, üretim güçlerinin ayak bağı durumuna gelirler. Derken bir toplumsal devrim dönemi başlar. Ekonomik temel yapının değişmesiyle birlikte, koskocaman üst yapının tümü, (temel yapıdan) daha yavaş ya da daha hızlı dönüşüme uğrar.
Bu değişimleri incelerken, her zaman ekonomik üretim koşullarındaki maddi değişmeye bağlı olan doğa bilimine özgü bir kesinlikle saptanabilen temeldeki dönüşüm ile ideolojik biçimleri bir birinden ayırt etmek gerekir.
Yani, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında, o dönemin bilinç durumuna bakarak yargıya varmak olanağı azdır. Daha çok maddi yaşamın çelişkilerinden, toplumsal üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki mevcut çatışmadan hareketle açıklanmalıdır.
Herhangi sosyoekonomik yapı, üretim güçleri tümüyle gelişmeden yani, o sosyo ekonomik yapı, üretim güçlerini kendi bünyesine sığdırabildiği sürece asla çökmez. Yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri nin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında olgunlaşmadan, yeni, daha yüksek üretim ilişkileri, eskisinin yerini alamaz.
Bu yüzden insanlar, ancak çözebildikleri sorunları kendilerine konu edinirler.Çünkü yakından bakıldığında daima görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme götürecek maddi koşulların daha önce var oldukları veya hiç değilse oluşma sürecine girdikleri durumlarda ortaya çıkar.
Kaba çizgilerle Asya tipi, ilk çağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, sosyoekonomik yapıların ilerleme yönündeki dönemleri olarak adlandırılabilirler. Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin uzlaşmaz son biçimidir; uzlaşmazlık, bireysel uzlaşmazlık anlamında değil, bireyin toplumda var oluş koşullarından doğan uzlaşmazlık anlamındadır. Fakat burjuva toplumunun bağrında gelişen üretim güçleri, aynı zamanda bu uzlaşmazlığın çözümünü de getiren maddi koşulları sağlar. Öyleyse bu sosyoekonomik yapıyla birlikte, insan toplumunun tarih öncesi dönemi son bulmuş olacaktır.”
Demek ki, sosyoekonomik yapının, yani mevcut üretim tarzı temeli üzerinde özgül yasalara göre işleyen ve gelişen, bütünsel bir toplumsal sistemin, ekonomik iskeletini, tarihsel bakımdan sınırları belli üretim ilişkileri oluşturur.
İdeolojik ilişkiler ile ekonomik ilişkiler toplumsal ilişkilerin bütününü verir. Ancak, ideolojik ilişkiler, insan faaliyeti olarak, maddi ürünlerin üretilmesi süreci içinde doğan üretim ilişkileri olan ekonomik ilişkilerin üzerinde yükselen bir üst yapıyı oluştururlar. Ekonomik ilişkiler, toplumsal bilinçten bağımsız bir şekilde var olmakla ideolojik ilişkilere göre birincil durumdadırlar.
Politik, hukuksal ve ahlaksal ilişkilerin bir ifadesi olan ve ancak toplumsal bilinç yoluyla bir ön geçişten sonra doğmuş olan ideolojik ilişkiler, ekonomik ilişkilerden türeyen ve ikincil olan üstyapı ilişkileridir.
Üst yapısal biçimlerin içeriğini de belirleyen ekonomik üretim güçlerinin bir biçimi olan belli bir toplumdaki üretim ilişkilerinin tümü, toplumun temel yapısı olan ekonomik yapısını verir.
Toplumsal fikirler, heyecanlar, duygular yani ideoloji ve toplumsal psikoloji ile devleti, mahkemeleri, din kurumları gibi çeşitli örgüt ve kuruluşları ve ideolojik ilişkileri ( ki başlı başına üst yapısal ilişkilerdir) kapsayan üst yapı, mevcut ekonomik temel yapı üzerinde yükselir. Yani üst yapı, temel yapı tarafından belirlenir.
Demek ki her sosyoekonomik yapının bir temel yapısı ve bu temel yapıya denk düşen bir üst yapısı vardır. Öyleyse, temel yapı da, üst yapı da tarihseldir ve bu tarihsellik içinde bir özgüllüğe sahiptir.
Fikret Uzun
19-Nisan–2011

Hiç yorum yok: