12 Nisan 2010 Pazartesi

Sanat Değişim ve Teori




Bugün, dünyada şişirilen yelkenler Obama rüzgârı ile dünya emperyalist kapitalist sisteminin ve bu sisteme entegre olan bütün yapı ve olguların çelişkilerini örtmek üzere, bütün ikiyüzlülüğü, çarpıtmaları ve sahte umutları ile dünyamızı saran kesif bir sis bulutu içersinde, ezilen ve sömürülen halkların üzerine üzerine gelmekte iken, her aklı bağımsız aydının çözümlemesi, bu sis bulutlarını dağıtmada önemli birer katkı niteliğindedir.
Bu temelde, öncelikli ve önemli kimi konuların bir kez daha üzerinde durmamızın; öne çıkan sorunların önem derecesini hissetmemizin ne denli elzem olduğunun ve bu doğrultuda daha ciddi çalışmalar içine girmemizin görülmesi gerektiğine inanıyorum.
Bu inancımla, bu temeldeki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Bu inançla düşündüklerimi paylaşmaya bugünkü sosyalist hareketin geldiği noktada -ki bu hareket elbette ki bir sıfır noktası değildir- içerilen bir ciddi yaklaşım ya da başka ifadeyle, ciddi bir teorik gelenek sosyalist kadrolara, aydınlara, Türkiye toplumuna mal olmuş mudur, sorusunu sorup, cesaretle cevaplayarak başlamak istiyorum.
Bu sorunun cevabının, kuşkusuz, bu toprakların öyle ya da böyle ürün verdiği gerçeğini, yine öyle ya da böyle, çöküş yaşamasına rağmen, bir sosyalist sistemin yaşamışlığını, ulusal kurtuluş hareketlerinin yaşamışlığını ve hatta burjuva demokratik dönemlerin yaşamışlığını reddetmek anlamında değil ama yine de hayır olduğunu düşünüyorum.

Bu cevap, bugün sosyalist kadroların, aydınların ve toplumun ciddi bir teorik gelenekten yoksun olduğu yönündedir.
Ve hemen, cevap hayır ise; bunun etkisi ve sonuçları üzerinde durmanın önemini vurgulamak ve bu yönde düşüncelerimi paylaşarak devam etmek istiyorum.
Bu teorik gelenekten yoksunluğun etkileri elbette ki, sosyalist hareketin üzerine olmuştur.
Sonuçları ise; sosyalist harekette teorisiz politikaya eğilimin, dolayısıyla teoriye kendiliğinden bir düşmanlığın yerleşmesi olarak ortaya çıkması şeklinde olmuştur.
Başka bir ifadeyle ve pratik yansıması olarak, teorik gelenekten yoksunluk anlamında, bu teorisi olmayan politika, kendini amaçsız ve yalan/yanlış aktarmalar, lafazanlıklar ve kısır diyaloglar ya da tartışmalar olarak göstermektedir.
Bu yoksunluk, diğer taraftan, öz olarak ve belki pratikte kendini böyle göstermese de, teorik bir açlığın nesnelliğine de taban teşkil etmektedir.
Ama bu teorik açlık, pratikte kendini göstermeye fırsat bulamasa da, hızla gelişmekte olduğunun işaretlerini vermektedir.
Bu teorik açlığın bütün nesnel gelişimine karşın, pratikte kendini gösterememesinin temel nedeni özneldir. Yani teoriden çok, yukarda belirtmeye çalıştığım, pratik her gelişme için, bütününe bakmaksızın, teorisiz bir politik yaklaşım geliştirme eğiliminin, öznel olarak politika halinde öne çıkartılması çabasıdır.
Bu eksikliği gidermek, teorik derinliğe ulaşmak için, ciddi bir ideolojik teorik çalışmaya ihtiyaç olduğunu, öteden beri söylediğimi hatırlatmaya gerek duymadan, yinelemek istiyorum. Evet, buna şiddetle ve öncelikle ihtiyaç olduğuna inanıyorum.
Ve bu çalışmanın sivri yönünün, bilimsel sosyalizmin temellerinin dinamitlenmesi çabalarına karşı olması gerektiğini de, tekrar ifade etmek istiyorum. Dolayısıyla bu çalışmanın en sert biçimde eleştirileri içeren ideolojik ve teorik tartışmalar olduğunu tekrarlamış oluyorum. Ve yine önemle altını çizerek, bu tartışmaların, eleştirenle, eleştirilen arasında bir düşmanlık sayılmaması gerektiğine de vurgu yapmak istiyorum.
Evet, düşmanlık sayılmayacağı bir yana, aksine eleştirenin, eleştirilenin düşüncelerine teorik derinlik katacağına inanılması ve bunun zenginlik yaratan en temel yaklaşım olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, bu tartışmalarda amaç, her ne kadar yanlışları bulup ortadan kaldırmak, doğruları hayata geçirmek olsa da, her zaman bir tartışma kulübünün kısırlığını taşıma riski önümüzde olacaktır.
Bu kısırlığı, dolayısıyla riski, ortadan kaldırmak ise; bütün teorik tartışmaları ve mücadeleyi, iktidara yaklaşmaya, onu almaya, korumaya ve sağlamlaştırmaya yönelik olarak yürütmeye bağlıdır.
Buradan hareketle, teorik çalışmanın, bu anlamda, tartışmanın ve mücadelenin ana yönünün, Türkiye’de sosyalist hareketin önüne sosyalist iktidar perspektifini koymak; yepyeni bir sosyalist devrim teorisini geliştirmek olmalıdır.
Bunun için de, bütün yerel, bölgesel ve uluslararası anlamda, genel sorunlar bir bütünsellik içinde ele alınmalı, incelenmeli ve öğrenilmelidir.
Tüm bunların bir bütünsellik kazanması, derinliğine toplumun bütün katlarına nüfuz etmesi ve asıl olanın değiştirmek olduğunun bilince çıkartılması, teorik çalışmanın, sosyalist kişiliğin gelişmesine yönelik çabalara bağlanması ile mümkündür.
Değiştirmek için, değişmek gerektiğinin bilincine varmakla başlayıp, öğrenmenin, bilgi edinmenin sınırının, yaşamın bütün alanlarını kapsaması gerektiğine de inanmak, kabul etmek gerekmektedir.
Bu şu demektir; sosyalist kişiliğin sadece politik mücadele ile sınırlı kalmayıp, küçümsemeden, sanatla, edebiyatla ve şiirle de arası iyi olmalıdır. Bu da, ayrıca şu demektir, sanatçıya sosyalist pencereden bakarken, sanatçıyı, edebiyatçıyı, romancıyı, şairi, yazarı politik mücadeleye uzaktan bakıp bakmaması çerçevesine göre değerlendirmek gerekmektedir.
Bunu ille de farklı bir ifadeyle anlatmak gerekirse, devrimci işi sadece ideolojik, politik, örgütsel mücadele ile sınırlı bir iş değildir; devrimci işi, ciddi olarak teorik çalışmayı sanatı, sanatçıyı da içine alan bir bütünlükle ele alarak, politik mücadeleye bağlamak demektir. Ancak o zaman, politika bir sanattır derken, bunu yürekten hissederek söylemiş oluruz.

Bu önemli konunun önemine vurgu yapmak için, geçmiş dönemden süzülen deneyimler anlamında Marks’ın, Engels’in, Lenin’in dikkat çektikleriyle yetinmek yeterli değildir. Ama bunu hatırlamak ise, bize bu temelde düşünmemizin ve çabalamamızın önemi konusunda fikir verebilmektedir.
Evet, sanatçı ortaya koyduğu eserlerinde, siyasetçilerden ve sadece bu temelde yazan çizenlerden bile fazla bir açıklıkla politik ve toplumsal gerçeklikleri ortaya koymalıdır. Bizim, sanatçıya sosyalist kişilik penceresinden bakışımız ve yaklaşımımız bu yönde olacaktır.
Ancak bu şekilde, aslında çok doğru bir saptama olan, bütün sorunların çözümünün sosyalizmde olduğu gerçeğinin, kurtuluşun sosyalizmde olduğu gerçeğinin, soyut, klişe tekerleme olmaktan kurtulması mümkündür.
Teorik çalışmayı bu temelde ve bu bütünsellikte ele alarak, sosyalizmi içi dolu, yaşamsal bir olgu olarak topluma derinlemesine benimsetmemiz mümkün olacaktır.
Sosyalizmde çözülebilecek sorunların çözümlerini bugünden, kapitalizmin sınırları içersinde gösterebilmenin, dolayısıyla sosyalizmi benimsetebilmenin kolaylaştırıcılığı işte bu bütünselliktedir. Bu kolaylaştırıcılık sayesinde, yığınlar sosyalizme yaşamsal bir gereklilik olarak inanır ve sosyalist mücadeleye katılırlar.
Öyle, kuru, içi boş sloganlar yerine, politik mücadeleyi sanatsal bir yaklaşımla, sanata yönelik çalışmaları politik bir yaklaşımla bütünleştirerek, bütünsel bir teorik mücadeleyi toplumun, yığınların önüne koymak, sosyalizmi mitleştirmekten öteye, yığınların kendi öz deneyimleriyle anlamasını, benimsemesini sağlayacaktır.
Sosyalizmi anlamadan, onu benimsemeden yığınların sosyalist iktidar mücadelesine katılmasını beklemek ham hayalden başka bir şey değildir.
Diğer taraftan bu bütünsellik, şunu da sağlayacaktır, sosyalist olmayan ama bu bütünsellik içersinde ve en azından bir dönem, sanatçıların, yazarların, şairlerin de sosyalizmin benimsenmesinde, genel teorik çalışmaya katkıları sağlanmış olacaktır.
Sonuç olarak, demek istediğim, ideolojik, teorik mücadelenin, toplumsal yaşamın her alanında sanatla, edebiyatla bir bütünlük içersinde yürütülmesi ve bu bütünselliğe sosyalist olmayan ama ufkunda sosyalizm olan sanatçıların, yazarların, şairlerin de katılması gerektiği ve bunun sosyalizmin benimsetilmesinde önemli katkısı olacağıdır. Daha önemlisi, bu teorik mücadeleyi yürüten her sosyalist kadronun, sosyalist aydının sanatı, edebiyatı, şiiri, küçümsememesi gerektiğidir.
Bugüne kadar Marksizm’le ilgili olan herkes, asıl sorunun değiştirmek olduğu üzerinde hemfikirdir. Ama bunu kabul etmek, bunda hemfikir olmak ve bunu sürekli tekrarlamak sorunu çözmemektedir. Bundan sonraki asıl iş, bunun ötesine geçmek gerektiği konusunda hemfikir olmaktır ve bu dahi yetmez; sorun nasıl değiştireceğimiz noktasına gelip dayanmıştır. Şimdi bu noktadayız ve bu önemli noktayı aşmak, değiştirmeyi başarmaya adım atmak demek olacaktır.
İşte bu nedenle, değiştirmenin ana tetikleyicisi, bu temelde öğrenmek, öğrenerek değişmektir.
Değişmenin ana belirleyicisi ise, öğrenmeyi, bu anlamda, teorik mücadeleyi, sosyalist iktidar mücadelesinin ufkunda ele almaktır.
Bu ufkun derinliği, iktidar sorununa bilimsel sosyalist gözlükle bakmayı ve algılamayı sağlarken, bu anlamda ayrışmayı da hızlandıracak ve sosyalist iktidar ufkunu yığınların derinliklerine doğru genişletebilecektir. En önemli devrimci işin bugün bu olduğuna inanıyorum.
Bu devrimci işin temel noktalarını ve yönünü başka bir mektupta ele almak üzere, paylaşıma açtığım ve bir keşif yapmadığıma, aksine bir tekrar yaptığıma inandığım mektubumdaki düşünceler üzerinden ilerlemeyi umduğumu belirterek bitiriyorum.

Fikret Uzun

Hiç yorum yok: