30 Nisan 2010 Cuma

DEVRİM TEORİSİNE KATKI

Üretici güçlerin nitelik ve öne geçme anlamında yer değiştirdiği tezi, teknolojik gelişmenin öne geçtiğine ağırlık vererek, bu sorunun gözden geçirilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor. Öyleyse, netleştirmek için, biraz ayrıntı ve biraz da tekrar gerekiyor diye düşünüyorum.
Sorun varsa, Marks’ın devrim teorisinde vardır, başka bir ifadeyle, üretici güçler konusunda, gözden geçirilmeyi gerektirecek ve bütün çözümlemelerin seyrini buna bağlayacak denli sorun var çıkarsaması, Marks’ın devrim teorisinde de sorun vardır, çıkarsamasının kapısını açacaktır, ardından sıra Lenin’in katkısına gelecektir ve Ekim Devriminden çıkarılacak derslerin yönünün değişimi ile birlikte, sorunun çözümüne yaklaşım, bizi Bernstein’e kadar götürebilecektir.
Marks’ın devrim teorisinde, bir tarafta üretim biçimi, öbür tarafta üretici güçler yani emekçiler ve teknolojik gelişim yer alıyor. Marks’a göre, emekçilerin her nitel ve nicel gelişmişlik aşamasında ve teknolojik gelişmenin her gelişmişlik düzeyine uygun bir üretim biçimi ortaya çıkar. Ortaya çıkan yeni üretim biçimi, eski üretim biçiminin yani egemen üretim biçiminin içinden doğandır.
Bizi ilgilendiren, üretici güçlerden emekçilerin tarihsel rolünün, gözden geçirilmeyi gerektirecek denli azaldığı yönündeki savlardır. Bununla birlikte teknolojik gelişmenin bu rolü eline geçirdiği savıdır.
Marks’ın devrim teorisinde, üretici güçler, gelişmişlik derecesinin ilerlemesine engel olan üretim biçimine karşı harekete geçiyor ve devrim kaçınılmaz oluyor. Ama bazı faktörlerin gerekliliği de söz konusudur Marks’ın teorisinde. Bu, işin daha önemli kısmıdır ve üzerinde durulacaksa bu noktanın üzerinde durmak önemlidir.
Şöyle; üretici güçlerin hareketi ya da hücumu karşısında, egemen üretim biçiminin esneklik göstermemesi, aksine sert, katı bir yapı göstermesi gerekmektedir. Üretici güçlerin darbesini, emecek, lokalize edecek esnekliği göstermemesi gerek koşuldur. “Üretici güçlerin gelişimine set çekmek” şeklindeki ifadesinin anlamı budur.
Buradan ilerleyelim, bu Marksın teorisidir ve üzerinde tartışılıp, geliştirmek gereken bu teoridir. Ancak bu teorinin ekleri de unutulmamalıdır ve bu teori üzerine Marks ‘tan kalanların bu kadar olmadığını da unutmamak gerekir. Ekler Lenin’den geliyor ve tümüyle pratik ve politiktir. Yönetenlerin yönetemez duruma gelmesi, yönetilenlerin, eskisi gibi yönetilmek istememesi ve artan kitlesel eylemlilik. Bu, Lenin’in ünlü devrimci durumu anlatan ifadesidir.
Marks’ın devrim teorisinin pratik kanallarını, Lenin’in ekleri ile birlikte, üç ana cephede ele almak ve bu cephelerin bütünselliğini bozmadan incelemek, devrim teorisini ve bu teorideki üretici güçlerin hareketliliği ile üretim biçiminin yapısının ilişkisini daha iyi anlamamızı ve bu gün de, geçerliğini koruyup korumadığı konusunda fikir vermeyi kolaylaştıracaktır. Kapitalizm öncesi ve sonrası devrim pratiğinde, devrim teorisini bütünleyen üç nokta önemlidir. Devrim pratiğinde, ekonomik, ideolojik ve politik mücadele cepheleri, bu gün, Marksın devrim teorisini ve üretici güçlerin hareketi ile üretim biçiminin yapısı ve bu hareket karşısındaki konumu ve tutumu konusundaki ilişkiyi anlamada önemli yer tutmaktadır.
Ekonomik cephede işçi sendikalarını ve toplu sözleşme –grev dinamiğini görüyoruz. Bu cephenin, bu güne kadar ki pratiğin gösterdiklerine göre, burjuvazinin iktidarını zayıflatması yanında, sağlamlaştırmasının da mümkün olabileceğini görüyoruz. Burada Aziz Nesin’in , “büyük Grev” ine bir gönderme yaparak, DİSK in yüksek ücret elde eden toplu sözleşmeler bağıtlaması ile burjuvazinin tekelleşme çabalarının başlamasının ve teknolojik gelişmeye yönelmesinin ve de, dış piyasanın kapalı olması nedeniyle iç piyasaya yönelmesinin aynı zamanlı olduğunu ve bunun da, üretici güçlerin ekonomik cephedeki hücumu karşısında, burjuva düzeninin esneyerek, kendi içinde, üretim ilişkisini yani üretim biçimini değiştirebilmenin koşullarını da sağlayabildiğini hatırlatmak istiyorum. Ancak bu yeni biçime geçtikten sonra yani tekelci düzende, ihracat olanaklarının arttığı zamanda, işçi sınıfının ekonomik mücadelesi, egemen burjuvazinin ekonomik dayanaklarını etkilemekten uzaklaştırılması dolayısıyla sendikaların kendi içinde, kendisi için güçlenmesi söz konusu oluyor. Bu, sendikaların holdingleşmesini, bu da, sendikalarda ideolojik gerilemenin hâkim olmasını getiriyor.
İdeolojik cepheye gelince, ekonomik cepheden ve bu cephenin baskın göründüğü zaman kesitinden ayrı olmamak üzere, ideolojik cephe de, emekçilerin sendikalar aracılığıyla yüksek ücret elde ettiği bir zaman kesitinde, ideolojik hareketlilik de artmakta ve bunu politik hareketlilik izlemektedir. En çok çeviri, en çok kitap basımı ve en çok tartışma bu zaman kesitinde etkisini göstermiştir.
Ancak ihracat olanaklarının arttığı, tekelleşmenin hızlandığı zaman kesitinde, hem ekonomik imkânların ve mücadelenin geriliği hâkim kılınırken, hem de, işçi sınıfının, tekeller karşısındaki ideolojik mücadelesi etkisiz kalıyor.
Bu günkü pratik, bunu daha net göstermektedir. Medya vasıtasıyla tekeller, kitleler üzerinde akıl bozucu etki yapabiliyor, önce entelijansıyayı bozarak, hegemonyasına bağlayarak, akıl bozuculuğu içindeki oyunlarını onlar üzerinden daha inandırıcı kılabiliyor.
En önemlisi de, politik cephedeki hareketlenmedir. Burada yine pratiğin gösterdiği, egemen üretim biçimindeki yapılara, mesela burjuva parlamentolara ya da partilere girerek güç biriktirmek yerine, bu yapıların ve partilerin dışında güç biriktirip gelişmenin, daha doğru ve sonuç getirici olduğu görülüyor. En çarpıcı örnek, Fransa da komünistlerin, sosyalistlerle birleşip parlamentoyu paylaşmasıdır. Bunu iki kez elde etmesine rağmen güç biriktirip, egemen üretim biçimine, onu yıkacak ve yeni bir üretim biçimini doğuracak hücumu yapamıyor, yapmıyor. Daha çok, egemen üretim biçiminin esnemesine ve kendi içinde özünü değiştirmeden biçim değiştirmesine basamak oluyor.
Böylece ve kısaca, devrim teorisini ve üretici güçlerle, üretim biçimleri arasındaki ilişki bütünlüğünü ekleriyle birlikte ve pratiği ile ortaya koymuş oluyoruz.
Buraya kadar ki ifadelerimle, kısaca, ne emekçilerdeki hareketlenmenin, ne de teknolojideki gelişimin tek başına üretim biçimi üzerinde değiştirici, dönüştürücü bir etkisinin olamayacağını, daha önemli etmenlere ve gelişmelere gerek olduğunu göstermek istedim.
İşçi sınıfının, üretici güçlerin, üretim biçimine doğru hareketindeki hücum kabiliyetini de, hücumundaki etkisini de kaybettiği tezinin yeni olmadığını hatırlatarak devam ediyorum.
Yani henüz bilişim teknolojisinin söz konusu olmadığı, teknolojinin gelişmişlik düzeyinin bu güne göre gelişmemiş olduğu bir zaman kesitinde de, işçi sınıfının devrimci ve öncü rolünü yitirdiği savunuluyor ve Marksizm’e yapılan en doğru revizyon olarak gösteriliyordu. Bunu savunan Bernsteindir ki, o zamanın Alman sosyal-demokratlarının ( komünistler) en önemli politikacılarındandır. Ve aynı Bernstein, işçi sınıfından aldığı, bu öncü ve değiştirici rolü, teknolojiye daha o zaman vermiştir.
Bernsteinin, bu günkü aynı tür tezlere ne kadar yataklık ettiği tartışılır ama tezlerinin niteliğinin aynı olduğu tartışma götürmez.
Bu, yani öne geçen teknolojik gelişmenin öncü ve değiştirici rolü ise, üretim biçiminin dolayısıyla üretim ilişkilerinin kendi içindeki değişimine, egemen üretim biçiminin esnemesine etmen olmaktan yani uysal bir itici güç olmaktan öteye geçmemenin ifadesi olmaktadır.
Öyleyse, teknolojik gelişme ne derece öne çıkarsa çıksın, yani diğer üretici gücün, emekçilerin önüne geçerse geçsin, bir politik müdahalenin aktörü olabilecek niteliği taşıyamaz. Başka bir ifadeyle egemen üretim biçiminin bütün dayanak noktalarını yıkabilecek bir politik müdahaleye öncülük edemeyecektir. Olsa olsa, egemen üretim biçiminin esnemesine, kendi içinde, kendisini sağlamlaştırmak üzere biçim değiştirmesine etmen olacak uysal bir itici güç olabilir.
Bununla birlikte, teknolojik gelişme ne denli yüksek olursa olsun, üretici güç olarak emekçilerin, özellikle de bilinçli proletaryanın, politik müdahalesi olmadan üretim biçiminin dayanak noktalarını yıkabilecek hücumla devrimin gerçekleşmesi mümkün olamıyor.
Daha da önemlisi, bugün henüz teknolojik gelişmenin üzerinde, bu yönde tartışacak denli gelişmişlik derecesi taşınması söz konusu olmadığıdır. Çok basit bir nedenden, bilişim teknolojisinin, robot teknolojisinin gelişmişliğine karşın, bu gün yolcu taşıyan uçakların kaptanları da, hostesleri de canlı insanlardır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde bir hava yolunda kaptanların eylemlerindeki belirleyicilik yanında, son derece otomatik üretim araçları ile çalışan emekçilerin bir tek işletmedeki nicel varlığı hâlâ o otomatik üretim araçlarının önünde seyretmektedir. Canlı el emeği söz konusu olmadıkça, o makinelerin çalışması ya da durdurulması mümkün olamamakta, ürettiklerinin, paketlenmesi ve depolanması, pazara sevk edilmesi ve ayrıca o gelişmiş makinelerin bakımı, temizliği kendi kendine olamamaktadır. Bu ve bunun gibi örnekler çeşitlidir, bunun yanında henüz inşaatlarda, tekstil sektöründe ve turizmde, örneğin , “bonjur matmazel” diyerek, sipariş alıp, servis yapan robotların cirit attığı işletmeler mevcut değildir ve bu sektörlerde aksine çok daha geri teknolojiler ve emek-yoğun üretim süreci devrededir.
Kaldı ki, üretici güçlerin, üretim biçimini değiştirmesi yönündeki ilişki ve hareketlilik, emekçilerin niceliğindeki artış ya da azalış ile orantılı değildir. Pratik zorlukları ve olumsuzlukları vardır ama aşılamaz değildir ve bu ayrıdır ve ne Marks’ın bu yöndeki teorisi ile Lenin’in katkıları yanında, devrim pratiğinin önümüze koyduğu noktaların Bernstein’in şimdi de devam eden yaklaşımına varacak şekilde gözden geçirilmesini gerekli ve haklı kılmaz.
Ekim devrimi, işçi sınıfı nicel ve nitel olarak gelişmiş olan Avrupa’dan önce, tüm geri üretim ilişkilerine rağmen, işçi sınıfının nicel ve nitel olarak gelişmişliğinin geri olmasına rağmen, gerçekleşti. Bununla birlikte, devrimin sürekliliği içersinde, sosyalizmi kurma çabalarının sürdüğü pratikte, işçi sıkıntısı çekilmiş, köylülerden kalifiye işçi yapılmaya çalışılmıştır. Bu hem, fabrikalardaki, sanayideki sıkıntıları artırmış ve hem de partideki kadro sıkıntısına, hatta bürokraside eski düzenden kalan kadrolarla iş yürütmek zorunda kalınmasına neden olmuştur. Ama yine de, Ekim Devrimi gerçekleşmiş, sosyalizm kuruculuğunda ilerlemiş, sistem haline gelmiş, hatta emperyalist kapitalizmi geçmiştir. Burada işçi sınıfındaki nicel değişim elbette önemlidir ama asıl önemli ve belirleyici olan bilinçli işçiler yani işçi sınıfının nitel gücüdür. Ve bu, işçi sınıfının nicel durumu, Marks’ın devrim teorisini ve Lenin’in pratik katkılarını ve de Ekim Devrimi pratiğini gözden geçirecek denli sorunlu bir noktada değildir.
Yani işçi sınıfının, ona katılan, proleterleşen diğer katmanlardan gelenlerle birlikte, tarihsel rolü henüz sona ermemiştir. Bu rolü nasıl yerine getireceği, bu rolünü gerçekleştirirken nasıl güç biriktireceği ayrıdır ve üzerinde asıl tartışılması gereken budur ama işçi sınıfının tarihsel rolünü yitirdiğini ve teknolojik gelişmenin bu rolü çaldığını söylemek, erken değil, yanlıştır ve Bernsteincilik’e, kapitalist üretim biçimine, kendi içinde sağlamlaşması için, esneklik kazandırmanın yolunu açar.
Diğer yandan, yukarda da vurguladığım gibi, teknolojinin işçi sınıfının öncü ve değiştirici rolünü çalması mümkün değildir, dün de bu gün de politik müdahale olmaksızın egemen üretim biçiminin dayanak noktalarına yapılan, üretici güçlerin hücumundan devrim çıkması, çıksa bile devamında, egemen üretim biçiminin bağrından çıkan yeni üretim biçiminin kendini koruması, ilerlemesi, gelişmesi ve tarihsel seyirini tamamlaması mümkün olamaz.

Fikret Uzun

Hiç yorum yok: