5 Ocak 2010 Salı

SOSYALİZMİ KAPİTALİZME KARDEŞ YAPMAK İSTEYENLERE AÇIK MEKTUP 1-2

SOSYALİZMİ KAPİTALİZMLE KARDEŞ YAPMAK İSTEYENLERE AÇIK MEKTUP
MEKTUP 1

Marks ve Engels’ten beri var olan bir nesnel gerçekliğin, Marks ve Engels tarafından teorilendirilerek açığa çıkarılması ve Lenin tarafından geliştirilmesi ve de Lenin’den fazla Leninci olarak da, Stalin’in pratiğe uyguladığı en mükemmel teori ile pratik bütünlüğüdür.
Ancak, sorun şudur ki, bu bütünlükten uzaklaşılmış, uzaklaşıldıkça, kapitalizmle bulaşıklık artmış ve sap ile saman şimdi bile devam eder halde karışarak kendini göstermiştir.
Yani sosyalizm ile kapitalizm birbirine karıştırılmış, hatta yer yer ve zaman zaman ve şimdi de, nerdeyse mutlak teori düzeyinde kapitalizm ile sosyalizm kardeş ilan edilmiştir.
Komünistler, özel mülkiyet rejimi olan kapitalizmi, bu mülkiyetin sahiplerini yaratırken kendileri mülksüzleşen ve tüm yarattığı zenginliklere rağmen kendisi yoksullaşan, hiçleşen, insanlıktan çıkan, kendi emek ürünlerini zenginlere kaptırdığı yetmiyormuş gibi, kendi emek ürününe, dolayısıyla emeğine yabancılaşan işçi sınıfının, emekçilerin kurtuluşu için, bu özel mülkiyet rejiminin kendisinde yarattığı ve biriktirdiği isyanını bilimsel temele oturtarak, kendi elleriyle kurtuluşu için ayağa kalkan işçi sınıfının devrimci öncülüğünde, kapitalist sosyoekonomik yapının yerine, onun tamamen zıddı olan ve tarih öncesi döneme son veren sosyalist sosyoekonomik yapıyı yani sınıfların ortadan kalktığı ve artık insanı insan yapmanın kapısını açan sosyalizmi hedeflemektedir.
Bu da, özel mülkiyeti ortadan kaldırmayı hedeflemeden, sınıfların ortadan kaldırılmasını hedeflemeden anlaşılamaz.
Bunu hedefleyenleri, hatta ve hatta bu hedefin güvencesi olarak henüz kendini yok etmeyen ama burjuvazi karşısındaki varlığını burjuvaziyi zengin etmek için değil, bu zenginliği insanı zenginleştirmek için kullanmak üzere koruyan ve bunu korumak için de kendi aygıtını kuran, hatta bu aygıt sayesinde kendini gönüllü, karşıtını bu aygıtın kuralları çerçevesinde ortadan kaldırarak, gerçek insanı inşa etmenin kapısını açan işçi sınıfının devrimci ve öncü olmasını bir türlü anlayamayan, bunda bir anti demokratik iz arayan, hatta bir Hitler arayan ama tüm bu bakış açısına rağmen "bir gün mutlaka sosyalizm gelecek" diye felsefe yapmayı da seven kişilerin, grupların anlayacağı, anlasa bile işine geleceği bir olgu değildir.

Anlamamak ya da işine gelmemek dinamiğinde yatan ise şudur; zamanında, devrimin gelişme aşamasını, devrimci bir atılımın var olup olmadığını hesaba katmaksızın, bütün temsili kurumlara ne pahasına olursa olsun katılmayı mutlak bir teori haline getirmenin tersyüz edilmiş aynı hali olan, burjuva parlamentolarda yer alınmamasını savunan otzovistlerin, hatta ultimatom vererek, burjuva parlamentonun işçi ve emekçiler için bir şeyler yapmasını sağlamayı, sağlanamazsa parlamentodan ayrılmayı savunan ultimatomcuların yaptığı gibi, kapitalizmden hâlâ bir şeyler beklemek gerektiğinin teorisini böyle devrimci gevezeliklerle örtülemektir.
Gerçekte, bir küçük burjuva bakışını yansıtan bu tür yaklaşımlarla, daha o zaman diliminde arasına kesin ve uzlaşmaz bir duvar ören Lenin’e yüklenerek, onu işçi sınıfı hareketi içersinde bozguncu ve bölücü olarak bizzat o zamanki sosyal demokratların (komünistlerin) mahkum ettiklerini düşünürsek, bugün de aynı anlama gelen yaklaşımların yanında, bu anlayışlardan ayrılmayı ve bu anlayışlarla kesinkes uzlaşmaz bir tutum almayı, işçi sınıfı hareketini bozan, bölen bir tavır olarak ele alıp mahkum edenlerin olması da normaldir.

Ancak, işçi sınıfı hareketini asıl bölenler ve bozguna uğratanlar; tarihin bir bir açılan sayfaları göstermektedir ki, dün de, bu gün de, bu anlayışlardan kesinkes ayrılarak uzlaşmaz bir tutum alanlar değil; aksine işçi sınıfı hareketini devrimci tumturaklı sözlerle, demokrasi, insan hakları temalarının ardına gizlenerek, küçük burjuva ideolojisiyle şaşırtanlar, işçi sınıfının devrimci hareketini kapitalizmin iyileştirilmesine tabi kılmak isteyenlerdir.
Sosyalizm adına kaygı duyulacaksa, umutsuzluğa kapılmadan ve sosyalizm denilen nesnelliği hiçbir gücün aşamayacağı bilinciyle, bu anlayışların işçi sınıfı hareketi içinde ağırlık taşırken, hâlâ sosyalist hareketin içinde imiş gibi algılanmasına duyulmalıdır.
Bu algıdan uzaklaştırmak, bu anlayışı taşıyanlardan kesinkes ayrılarak ve gerçekte küçük burjuva ideolojisiyle donatılmış bir anlayış olduğunu algılatmakla mümkündür.

Ne zaman ve hangi güç dengesi koşullarında, burjuva parlamentosundan yararlanmayı, bu çerçevede kullanılacak mücadele araçlarından yararlanmayı, proletaryayı güçlendirmek ve sosyalist iktidar mücadelesinin yürüyüşünü güçlendirmek için, gerekli olan esneklikleri bu yürüyüşün ana hattındaki ilkelerden sapmadan kullanmayı politika sanatı olarak, tümüyle nesnel koşulların üzerinden ele almak komünistlerin görevidir ve sorumluluğudur.
Ve buna izin verilmesine, kimsenin öznel niyetleriyle ters düşmesine ve burjuvaziden medet umanların üzülmesine bakmaksızın, bu yönde cafcaflı devrimci gevezeliklerin gerçekte neyi ifade ettiğini ayırt etmeyi de, komünistler en iyi şekilde gösterme sorumluluğunu yerine getireceklerdir.
Bu alan geçmiş tarihteki komünistlerin tarihe nasıl izler bıraktığını, tarihin mantığı çerçevesindeki nesnelliklere cevap veren teorileri üretip üretemediğini ve dahi bundan ders çıkarıp çıkarmadığını irdeleyen bir alansa ve merkezinde eski komünistler, sosyalistler varsa yani özel mülkiyet rejimine karşı mücadele ettiği için, bir sınıfın başka bir sınıfı ortadan kaldırmayı hedefledikleri gerekçesiyle zindanlara atılanlar varsa, öne çıkanların fiziksel varlığına son verilenler varsa, hatta onların ardından gelip aynı bayrağı taşımaya çalışan yeni kuşaklar varsa, elbette bakış açısı hâlâ özel mülkiyeti ortadan kaldırmaya yönelik olacaktır. Bundan tabii bir şey olmadığı gibi, bunu küçük burjuva ideolojileri ile sulandırmaya, bulandırmaya çalışmanın karşısına ikircimsiz dikilmenin de anlaşılmaz bir tarafı yoktur.

Devam ederek, insana dair de biraz konuşalım. Daha önce de ifade ettiğim gibi; İnsanı yükseltecek olan tek güç, proletaryanın, erki ele alarak kendini de, karşıtını da yok edecek olan gücüdür.
Ancak ondan sonradır ki, insanın düşünce gücü, insanlık için sadece ve sadece mutluluğu yaratacak olan yeni tip insanı yaratabilir. Artık böyle bir insanı hayal edebilecek öze kavuşabilir.
Modern burjuva devleti, burjuva toplumunun insanını, çıkara dönük emeğin köleliği altında, kendi bencil ihtiyacıyla, öbür insanların bencil ihtiyacının köleliği altında yaşadığının bilincinde olmayan, bağımsız insan olarak tanımlarken, evrensel insan hakkını işte bu insana tanımaktadır .
Bu, köylü deyimiyle, gütmeyeceği eşeğin önüne ot koymayan ağa misali, burjuvazi,gütmeyeceği insanın önüne insan hakkı koymaz, başka bir ifade ile koyacağı insan hakkı, güdeceği insan boyutundadır.
Bunu değiştirecek olan ise, insan hakkına güdüleceği oranda sahip bırakılan, köle tacirlerinin ya da esir tüccarlarının elinde hem kendi bencil ihtiyaçlarının köleliğini, hem de kapitalistlerin bencil ihtiyaçlarının köleliğini yaşayan soyut insan değil, insan olarak bunu yaşarken, insandışı bir varoluşun gerçekliğini gören, bu alçalmaya karşı isyan biriktirmiş olan, insanlığı kurtarırken, kendini ortadan kaldıracak proleter sınıftır.
Dolayısıyla, kin hem insanca bir duygudur ve hem de proletaryanın en önemli silahlarından biridir. Daha doğrusu proletaryanın isyanını biriktiren en akıllı tutumudur diyebiliriz.
Ancak proletaryanın bu kininin, bencil ihtiyaçların köleliğine yönelik tehlikesi, insanlık dışı, ilkel kini açığa çıkartır ki, bu burjuvazinin ve kapitalizmde kalmak isteyenlerin kinidir ve bu ilkel kine karşı proletaryanın sınıf kini insanoğlunun en haklı ve değiştirici, dönüştürücü eylemini besler.

Bu dile getirdiklerim ne benim tarafımdan yeni söylenmiştir, ne de bundan sonra başka kimse söylemeyecektir ve nasıl bir düşünme sistematiği sorusuna cevap olarak; bu sistematiğin zorlama bir öznelliği yansıtmadığını ortaya koyan ve bunun için konuşturan bizzat bilimin kendisidir.
Bizler sadece bundan anladıklarımızı doğru bir biçimde ifade etmeye çalışıyoruz, hepsi bu.

Diğer taraftan, sosyalizmi hedeflerken, başka gözlükle baksa da sosyalizmi selamlayanların başımızın üstünde yeri olduğunu belirtmek isterim. Ancak buna rağmen, sosyalizmi değil de, kapitalizmin iyileştirilmesi ile dünyayı yaşanılır bir hale getirme hayalini hedefleyenlerin sosyalizmi selamlamasının bir kıymeti harbiyesi olmadığı yanında, kapitalizmde kalarak kurtuluşu hedefleyenlerin ise sosyalizmi selamlamalarındaki ahenk, kapitalizmle sosyalizmin uyum içinde, kardeşçe bir arada olmasını selamlamaktaki kadardır.
O da, sosyalizmin nesnelliği karşısında, bu kardeşlik sayesinde kapitalizm lehine kalıcı bir baskın çıkma durumu hedeflemek demektir.
Yani sosyalizmi gerçekten selamlayanlar, sosyalizmi gerçekten isteyenlerden başka kimseler değildir.
Sosyalistlerin, kapitalizmle sosyalizmin kardeşliği içersinde paylaşma ve çoğalma anlayışı yoktur. Aksine bu şekilde çoğalma anlayışından kesinkes ayrı olmanın katı uzlaşmazlığını taşımaktadırlar.
Başka bir açıklamaya gerek duyarsak, tüketimin sınırlanması yönünde bir telaşımız da yoktur, çünkü tüketim üretimin kardeşidir. Tüketim olmazsa, üretim de olmayacağı ve kapitalistler daha çok kazanamayacağı için bu kardeşlik kapitalizmde hep olacaktır. Buna vurgu yapanlar, hem kapitalizmde kalıp, hem de tüketimi sınırlamaktan söz ederek kapitalizmin iyileştirilmesi özlemini taşıyanlardır.
Ama tüketimin sınırlanmasını, insana değer vermemeye malzeme yapmanın yanlışlığı bir yana, yapılacaksa da, bu, tüketimin sınırlandırılmasını içeren bir kapitalizmi insanın kurtuluşu olarak görenleri ilgilendirir.
Son olarak, bir sürü "nasıl ?" sorusu sorulduktan sonra, bütün cevaplarıyla beraber ve olumsuzlayarak ve hatta bütün günahları da yükleyerek işaret edilen Stalin kadar taşın kapitalistlerin başına düşmesi, yine Stalin kadar bir cevherin de, sosyalizm adına netlik kaygısı duyan, gerçekten sosyalizmi hedefleyenlerin önüne düşmesi, onların elinde ve sosyalist iktidar yürüyüşünde daha geniş ve iktidarı yakınlaştıran daha emin bir yol açan daha büyük bir cevhere dönüşmesi dileğiyle... diyorum.
Ve elbette ki, Marksizm-Leninizm sadece bu cevheri değil, başka ve her geçen gün çoğalan başka cevherleri de, baldırı çıplak hale getirilen işçi ve emekçilerin, kapitalizmde yok olmaya mahkum edilen yoksul ve kelimenin tam anlamıyla baldırı çıplak hale getirilen halkların önüne, biriktirdikleri kin ve nefreti akıtacakları yönü gösterecek ve baldırı çıplaklıklarından kurtulmakla kalmayıp, baldırı çıplak yapan bütün tarih öncesi etmenlerin de kökünü kurutmalarına mihmandar olacak ve dahi gerçek anlamda insan olmaya adım attıracak, onlara dizüstü durumundan ayağa kalkmaları gerektiğini düşünmenin yetmediğini, ayağa kalkmaları gerektiğini göstererek, ayağa kaldıracak bir kılavuz olarak koymaktadır.
Henüz bu ve bunun önemi görülemiyorsa, nesnel olarak yok demek değildir. Bu sadece ahmaklığın belirtisidir.
Bu kılavuz, sorulan hiçbir soruda kendini göstermemektedir. O nedenle, bu cevher, cevherler ancak ve ancak, değerlerinin ayan beyan görüldüğü, dünyanın ve insanlığın oluşumunun ve gelişiminin izlerini taşıyan big-bang teki gibi patlamalar sırasında kılavuzluğu hak edip etmediğinin izlerini gösterecektir.
Görünen köy kılavuz istemiyor yani.

Fikret Uzun



MEKTUP 2

1960 lı yıllarda ABD nin CIA eliyle, tıpkı hâlâ yapmaya devam ettiği işgal operasyonları gibi, pasifikasyon operasyonlarını sürdürürken demokrasi ihracı safsatalarını öne koyması(....) ve dahi çeşitli renklere büründürerek, emperyalist kapitalizmin lehine, onu biraz daha sürdürebilmek için ortaya konan her şeyin içimize dışımıza demokrasi olarak akıtıldığı gibi, Vietnam’da da, kurtuluş hareketinin sosyalist kadrolarının ve dahi onlara karşı dikilmeyip de, ABD’nin kuklası hükümete karşı olan halkın nerdeyse topyekün yok edilmesine karar verilmeden önce yani halkın kalbini ve aklını kazanarak, ulusal kurtuluş hareketinin, sosyalist hareketin ve elbette bunun için mücadele edenlerin yok edilmesine çalışmanın başarı sağlamadığı anlaşılmadan önce, ABD Vietnam’daki operasyonlarını köy kalkındırma programı ile sürdürüyordu.
Ve adı, uluslararası kalkınma teşkilatı(AID) yanında, Amerikan haberler merkezi (USIS), sivil harekat dairesi( OCO) ve Amerikan amme işleri dairesi (JUSPAD) olan ama CIA ajanları tarafından yönetilen örgütlerle köy kalkındırma programı adı altında bu pasifikasyon hareketini koordine ediyorlardı.
İşler kötüye gidince, OCO (sivil harekat dairesi) nun ismi, Devrimci kalkınma desteği için sivil harekat (CORDS) olarak değiştiriliyordu.
Dahası, görevi Vietnam kurtuluş savaşı kadrolarının kökünü kazımak olan örgütün adı, devrimci kalkınma programı(RPD) olarak ilan ediliyordu.
Bitmedi, görevi aslında sorgu merkezlerinin genişletilmesi olan örgütün adının, özel yardım dairesi (OSA) olması da, ayrı bir örnek teşkil etmektedir.

Bu ve bunun gibi, geliştirilerek devam eden örnekler gösteriyor ki, böyle bir savaşta bulaşık bir mücadelenin; talep ederek yürüyen bir mücadelenin başarı getirmeyeceği açıktır.
Zorlama teorilerle sosyalist hareketi, en azından dünya için gerçekten tasa edenlerin hareketini kapitalizmin kuyruğuna takmak ve bütün çözümleri kapitalizm sınırları içinde çözmenin teorisini kabul ettirmek isteyenlerin söylem ve ifade tarzlarını, hatta eylem tarzlarını, yaşamın yeşil renginin üzerinden atlayarak üretilen teoriler olabileceğini bir kez bile düşünmeden "yaşasın sosyalizm" diyerek savunuya geçmek bir çelişkidir.
Bugün bu toprakları uzun yıllara yayılarak bir ahtapot kolu gibi sarmalayan ve bayraklarının bütününde ya da bir bölümünde, demokrasiyi, insan haklarını, barışı simgelemeyi ihmal etmeyen, örnek olarak verdiğim Vietnam’daki gibi örgütlerle sarmalanmıştır.
Demokrasi isteyeni de, insan hakkı isteyeni de, barış isteyeni de ve hatta sosyalizm isteyeni de, hep bu kavramlar içine hapsederek, emperyalist kapitalizmin verdiği kadarına ya da çeşidine gönüllü mahkum etmeye çalışan bu örgütler sayesinde, emperyalist kapitalizmin faşizmi demokrasi diye yutturabilmesi, bu şekilde bir illuzyon yaratabilmesi mümkün olmuştur.
Sosyalistlerin görevi ve heyecanı "yaşasın sosyalizm" diye bağırmakla sınırlı değildir. Bu illuzyonu yaratanların dibindeki, çekirdeğindeki asıl özü, kazına kazına özünün açığa çıkmasını beklemeden görmek ve göstermektir.
Ancak o zaman, doğayı ve elbette dünyayı ama ille de insanlığı kurtarmak için, gerçek anlamda iyi niyetle çaba sarf eden ama bilimsel bakıştan, sınıfsal bakıştan uzak olduğu için çare bulamayanlar, bunlardan ayırt edilebilir ve iyi niyetli eforlarının kapitalizmin ömrüne ömür katması engellenerek, bu çabalarının sınıf bakışıyla bağlanması sağlanabilir.
Tabii böylece, gerçekten ulaşmak istedikleri çözüme adım atmalarının kapısı açılmış olur. Artık o kapı onların ufkunu geliştirecektir ve çözümün kapitalizmde değil, insanı insan yapacak olan, doğaya hakim olmasının önünü açacak olan ve insanlığın doğa ile bütünleşeceğini gösterecek yani dünyayı nesnel yaşam sürecine döndürecek olan sosyalizmde olduğunu göreceklerdir.

İşte, sosyalist harekete zenginlik kazandıracak olan, sosyalistlerin dışındaki dünya için kaygı duyan insanların, bu eninde sonunda bilimsel çizgiye, sınıf hattına yönelecek olan hareketidir.

Merkeze insan konularak, dolayısıyla sınıf savaşımının, sınıflar arasındaki çelişkinin ve tabii bütün bu verilerin kaynağında kapitalizm olduğunun üstünden atlatılmaktadır.
Evet çözüm için merkeze insanı koymak gerekiyor ama gerçekten kendine yabancılaştırılmamış, insanlığından çıkarılmamış insanı koymak gerekiyor. Ve bu, bugünkü görünümüyle ne İshak Alatonlar, ne de eve ekmek götürebilmek için küçücük ve kapkaranlık dünyasının çaresizliğinde yaşayan kendine yabancılaşmış ve giderek baldırı çıplak hale getirilmiş emekçi insan da değil, emeğinin ürününü zengine kaptırmak için gönüllü olsa da, bu haktan mahrum bırakılan işsizliğin pençesindeki insan da değil.
Önce bu insanı yaratmak gerekiyor. Yaratmak için de, insanlığın tapusunu dahi eline geçirenlerden kurtulmak gerekiyor. Bununla da iş bitmiyor, insanın insan olmasının önündeki bütün engellerin kaldırılması gerekiyor. Ve işte bu işin merkezine konulacak olan, baldırı çıplaklığa çoktandır adım atmış işçi sınıfı ve emekçilerdir. Ve özünde onlar da insandır ama, İsak Alaton gibiler onların emek ürünlerini elinden aldığı ve onları emeklerinin ürünlerine ve kendi insanlıklarına yabancılaştırdığı için, merkeze İsaklarla beraber konulmak istenmesi yine yeniden İsak Alatonların zenginliğinin garantisi içindir. Demek ki, insanın insan olabilmesinin önündeki engeller kaldırıldıktan sonra, insan gibi insan yaratılır ve işte bu insanı bütün sorunların çözümünün ve hatta dünyayı yok etmeden yaratılacak olan bütün zenginliklerin kaynağının merkezine koyabiliriz.
Şimdi, şu anda yani, merkeze konulacak insan, işçi sınıfının devrimciliğine, öncülüğüne ve bu temelde sahip çıkması gereken aygıtına eskisinden bin kat fazla inanan ve güvenen ama bunu sadece yürekle değil, akılla da yapan sınıf bilinçli, politik bilinçli insan olmalıdır. İşte bu nedenle yani işçi sınıfının kendi aygıtına sıkı sıkı sarılmasından korktukları için, dün jirondenlerin ve oportünistlerin ve de kapitalizmde bir süre daha kalmak isteyen sosyal demokratların(o zamanki komünistler)içindeki revizyonistlerin panik içindeki korkusunu, bugün bu korkuyu ve paniği kapitalistler adına yaşayan eski sol gömlekli sahtekarlar ve hala kapitalizmde kalmanın erdemlerini sıralayan revizyonistler, reformistler ve dahi kendine demokrat diyenler yaşamaktadır. Demokrasi ile yatıp kalkmaları ve kapitalizme methiyeler düzmeleri bu korkularını bastırmak içindir. Başka ifadeyle, işçi sınıfının, emekçi halkların 1789 ların jirondenlerinin korktuğundan, şimdi hala neden korkulduğunu, daha açık ifadeyle, bu korkunun burjuvazi adına olduğunu anlayacakları rüzgarın esmeye başladığını görmelerindendir.
İnsanın da, insanlığın da ve elbette dünyanın da, şansı ancak ve ancak bu insanda ve bu aygıttadır.
Yani bu şans, yeşiller adıyla ya da başka isimlerle, yaşamın yeşil renginin üstünden atlayarak, sürekli doğanın yeşilinden ve insanlıktan çıkartılan insana insaniyetten söz eden, sürekli kan akıtan bir pınar olan kapitalizm koşullarında kalarak ve hatta onu da katarak, barıştan söz eden, ömrünün baharında olmasa da, kapitalizmin kışının dahi biraz daha uzatılması için çaba sarf edenlerde değildir.

Başka bir dünyanın var olabileceğine inanmak yetmiyor, hele ki bu başka dünyanın kapitalizmde kalarak mümkün olabileceğini pompalayanların hülyalarına kapılarak, bu inancın var olduğuna inanılıyorsa, bu başka dünya, sadece o dünyayı hayal edenin ütopyasıdır ve bu ütopya yaşamın yeşili yanında teorinin gri olması nesnelliğini hiçbir zaman aşamaz.
Dolayısıyla işçi sınıfını da, emekçileri de, işsizleri de, velhasıl çıkarı sosyalizmde olan, bu başka dünyada olan, hiçbir kişi ya da grubu, sınıf ve katmanı da bu dünyanın gerçekleşebileceğine inandıramaz.
Kaldı ki, bu dünya ile ilgili hülyalar herkesin ya da her kesimin kafasında ayrıdır. Nesnelliğe yakın bir özlem bütünlüğündeki hedef olarak, yalnızca bilinçli işçi sınıfının hülyasıdır.
Bunu, bütün nesnelliği içersinde yani yaşamın yeşiline yakın teorisine sahip olarak, aklında ve yüreğinde taşıyanlar ise, her zaman en bilinçli ve bilimsel bakabilen, sınıf hattının o ince sanatkarlığını taşıyan köprünün üzerinde, bu başka dünyaya olan özlemdeki cazibeyi, hem bu köprüyü bir güven köprüsü haline getirebilecek ve hem de bu köprünün daha güvenli hale gelmesini, bu başka dünya hayalini, kitlelere bu hayalin zıt kutbunda olan yani düşmanı olan yani bu başka dünyayı kesinkes istemeyen sınıfla yani kapitalizmle bulaşık hale girmeden anlatabilenlerdir.
Ve bu da, önceden beri söylediğim gibi, Çetin Altanları ve familyasını ve hatta Cengiz Çandarları hâlâ solcu ustalar olarak görmekle olmaz.
Çetin Altan ile ilgili birleşilen nokta, onun boş laf ustası olduğudur. Laflarını salatalık tadında satmak için tumturaklı ama içi boş sözleri bir birine bağlayıp halkın kafasının içindeki başka dünyaları, gerçekte kendisinin hayal ettiği dünyayı açıklamadan, yine halka satan bir pazarcı ustalığındadır.
Bu nedenledir ki, Kültür ve Turizm Bakanlığınca gazeteci yazar Çetin Altan'a değer görülen "2008 Yılı Kültür Sanat Büyük Ödülü"nü verirken Erdoğan, "Türkiye'nin demokrasi tarihine denk bir düşünce serüveni izleyen, düşünceleri için bedel ödeyen, üslup ustası Çetin Altan'ı Türkiye adına, demokrasi ve özgür düşünce adına sevgi ve şükranla selamladığını" belirtmiştir.

İşte bütün bu bulaşıklıklardan uzak olup, öncelikle, tek başına kalmayı göze almak gerekir.
Özgürlük de, demokrasi de ve elbette eşitlik ve kardeşlik de, sosyalist iktidar mücadelesinin açacağı yürüyüşle kazanılacaktır. Sosyalist iktidar yürüyüşünün büyütülmesinden uzak özgürlük ve demokrasi nutukları, sosyalizmi yakınlaştırmak ve bunun için yolu açmak üzere atılan nutuklar değildir.
Kökleri çok gerilerdeki tarih öncesine, mesela örneğini verdiğim Vietnam’daki insani gömlek giydirilmiş, insanın kökünü kazımaya çalışan örgütlerin laboratuarvari dinamiğine uzanmaktadır.
Hem demokrasi, hem özgürlük deyip, hem de bunu sosyalizm adına söylerken, hadi sosyalist hareketin tabanını bir köşeye koyalım, daha özgürlük için, demokrasi için mücadele edecek tabanın dahi doğru dürüst sınıfsal zeminini ele almayanlar, hangi güçle özgürlüğü (ki ne kastedildiği de belli değildir.) ve demokrasiyi kazanacaklarının lafını bile edememektedirler.
Son söz olarak, kapitalizm ne insanlık, ne kardeşlik, ne eşitlik, ne özgürlük, ne de demokrasi ve barış yaratamaz. Çünkü bunların hepsinin düşmanı ve yok edicisi olan ve hatta bunlar olursa yaşayamayacak olan bir özel mülkiyet rejimidir. Kapitalistler, edindikleri özel mülkiyetlerine, bu zenginliklerine, bunu yaratan işçi sınıfı, emekçiler olduğu halde, onları kardeşlik ve eşitlik içinde ortak etmeyeceği gibi, kendi kanından olma kardeşlerini bile bu zenginliğe ortak etmekten uzaktır.
Özgürlüğe ve demokrasiye ise, bunların zenginliklerine bir tehdit olduğunu iliklerine kadar hissettiği için kesinkes izin vermeyeceği apaçık ortadadır.
Barış ise, kapitalistlerin sömürülerinin engelsiz ve artarak devam ettiği sürece attıkları sevinç çığlıkları mertebesinde yaklaştıkları bir kavramdır. Bu zenginliklerini yaratan ve yaşamlarını sürdürmek için gönüllü olarak sömürülmek üzere sıraya dizilen işçi sınıfı ile barış içinde olması ise, bu sömürü için güdülmek üzere önüne konulana razı olduğunu gösterdiği sınırdaki pusudadır her zaman.
Bu sınır aşıldığında, hem daha az sömürülmek istendiğinde, hem de bunu özgürce dile getirmek istendiğinde, hatta bu burjuvaziden bir talep tonunda olsa bile kapitalistler bunu cömertliğine nankörlük olarak görür ve işçi ve emekçileri barışa zorlamak için elindeki tüm zorbalık yöntemlerini kullanır.
Kapitalistlerin dilinden düşürmedikleri ve kendilerinin yerine daha çok devşirme eski solculara bestelettikleri ve çığırttıkları demokrasi şarkısı ise, sömürülmek için gönüllü olan ve bu sömürüye doğru güdülürken, işçi sınıfının emekçilerin önüne koydukları haklar için şükran duymalarını ve bu sömürüyü sürdürmeleri için kapitalistlere canı gönülden yardım etmelerini ezberletmek içindir.
Yani kapitalistlere kapitalistlerin önlerine koyduklarına şükran duydukları oranda ve kapitalistlerin zenginliklerini artırmak için kapitalist devletle canı gönülden yönetişim ilişkisine girdikleri oranda kardeş olabilirler ki, kapitalistler bu kardeşlik için daha önlerine koyduğunu her geçen gün geri alsa bile, onlara bir gün kapitalist yani zengin olma şansı vermekle, bu kardeşliği daha çok pekiştirdiğini saymaktadır.
İşte işçi sınıfına ve emekçi halka yine işçi sınıfı ve emekçi halk kardeş olabilir. Kim ki, kapitalistten bir kardeşlik beklerse ve bu sayede zengin olacağını düşlerse, geriye baksın, kapitalistlerin kar hırsları ve zenginlikleri için kendi öz kardeşlerini kestiğini, hatta kendi babasını ve çocuklarını kesme pahasına bu zenginlik tahtına oturduğunu, hatta kardeşlerini ya da babasını kesmezse bu zenginlik tahtına oturamayacağını görecektir. Kendi öz kardeşlerine, hatta çocuklarına koklatılmayan zenginliğin baldırı çıplak işçi ve emekçilere koklatılmasını beklemek, bunun için al al, mor mor ya da yeşil yeşil hayaller kurdurtmak, kapitalizmle pazarlıkta fiyatını yükseltmekten başka bir şey değildir.
Kapitalizmle kardeşliğe hayır derken, bu kardeşlikten nemalanmak isteyenlere de tiksinti duymak, insanlığı yükseltecek olan sınıf kininin hem en insanca yanı, hem de işçi sınıfının isyanını biriktiren en akıllı tutumu en güçlü araçlarından biridir.

Fikret Uzun

Hiç yorum yok: