18 Ocak 2015 Pazar

MARXI AŞIYORUMCULUK 2





Sıkışmış sorunlara çözüm bulabilmek adına, sorunlara çözüm bulunmasının önüne geçilmesi veya yanlış çözümlere kapı açılması için, o sorunu çözebilecek anahtarları veya anahtar teorileri ıskartaya çıkarmaya çalışmak için, en moda ifadesiyle, yeni kavram ve teoriler geliştirerek, eskimiş veya ıskartaya çıkarılması gereken teorileri “aşmak” fikri ve demogojisi, egemen sınıfların egemen düşüncelerinin ideolojik saldırısı ve hegemonyası içindedir.

Derinlemesine irdelersek, toplumsal düşüncede, büyük teorilerin, hep daha önceki sosyal yapılara dayanmış olduğunu gözlemlemek zor olmaz. Örnek olsun, Marx ve Engels’ in kendi ifadeleri ile bir dönem hem de ateşli birer Hegelist ve sonraki bir dönem Feuerbahyen oldukları bilinen bir gerçektir.

Hatta Marx’ın büyük bir dürüstlükle “ne modern toplumdaki sınıfların varlığını, ne de aralarındaki mücadeleyi keşfetme şerefi bana aittir; burjuva tarihçileri benden çok önce bu sınıflar mücadelesinin tarihsel gelişimini, burjuva ekonomistler de sınıfların ekonomik anatomisini ortaya koymuşlardır” dediğini ve yeni olarak yaptığının, “ sınıfların varlığının, sadece, üretimin belli bir tarihsel gelişme aşamasına bağlı olduğunu; sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürdüğünü ve bu diktatörlüğün kendisinin, sadece, bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir topluma geçişi oluşturduğunu kanıtlamak ” olduğunu söylediğini biliyoruz!

Marx’ın kapitali, kapitalizm yokken ortaya çıkarılan bir bilgi veya formül değildir; tam aksine, bir tarihsel-nesnel zamanın coğrafyasının, mesela 15-17. Batı Avrupa coğrafyasının ekonomik yapısına dayanmaktadır; başka ifadeyle önceden yazılıp,15-17. Batı Avrupa coğrafyasına dayatılan bir ekonomik yapının anlatımı olmuyor!

İlgili çağın, politik-ekonomik yapısı ne ise, bu yapının yüzeyinden ve giderek derinliklerinden bulup çıkarılan ve daha önceki düşünsel zenginliği de işin içine katarak, ortaya konulan bir tarihsel-nesnel –maddesel, yani gerçek insan faaliyetlerine dayanan, fiziksel ilişkilere, üretim ilişkilerine dayanan bir anlatımın ifadesidir!

Yani Marx, kendinden önce oluşan bir sistemi yazmak durumunda kalmıştır; bu sistemi yaratmak için yazmamıştır; böyle bir imkânı da yoktur; bu nedenle Marx kapitali yazarken, yaşanmış ve yaşanmakta olan bir iktisat tarihine dayanmıştır.

Öte yandan Marx, sosyalizmi, burjuvazinin iktidara yürüyüşünün bilimi olan siyasal iktisadın karşıtı bir bilim olarak düşünmüştür; bu düşünce ile bu yeni bilimin temellerini atmıştır ve bu temellerin bir kısmını ütopyacı sosyalistlerden ve diğer bölümünü de burjuvazinin siyasal iktidara yürüyüşünün bilimi olan siyasal iktisattan almıştır.

Bu anlamda, Marx’ın Grundrisse’de siyasal iktisadın kurucusu Ricardo’ya yöneltilen eleştirilerden söz ederken, eleştiricilerin, “ siyasal iktisatın anti-tezinin, yani sosyalizm ve komünizmin teorik ön kabullerini, başta siyasal iktisatın tam ve nihai açıklaması olan Ricardo’da olmak üzere, siyasal iktisatın klasik eserlerinde bulduğunu kavradıklarını “ ifade etmesi, oldukça öğreticidir ve çok açık olarak, sosyalizmi bir bilim olan siyasal iktisadın anti-tezi olarak ve bir bilim olarak ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.

Burada önemli ve dikkat verilmesi gereken nokta budur ve zaten “Marx ve Engelsin Kapitalizmi inceledikleri ama sosyalizmi geliştirmedikleri” şeklindeki tezler, bu noktadan hareketle öne sürülmektedir;

Elbette, Marxizmi karalama niyetiyle yapılıyor olması bir yana, bunda kısmen doğruluk payı var; çünkü Marx ve Engels, bir bilim olan sosyalizmin kuruluşunu ilgilendiren ve kendisi de bir bilim olan siyasal iktisattan bazı temelleri çıkararak teorik geliştirmelerini başlattılar; ancak, pratik olmadan bilim ve teori olmayacağı açıktır; Marx ve Engels, sosyalizm bilimini geliştirmek üzere işe koyulduklarında, Owen ve Fourier’in yaptıklarını, bununla birlikte, Babeuf’un mücadelesini ve kısa süreli Paris komünü deneyimini saymazsak, sosyalizmin pratiği yoktur; bunları bir ölçü olarak kabul etsek bile, bu pratiklerin değeri önemlidir ama sosyalizm biliminin geliştirilebilmesi için gerekli ölçekte bir pratik olmadığı açıktır; gerekli pratiğin tamamlanması, ilk ve tek ülkede sosyalizmin kuruluşu ile birlikte başlamış, ancak bu zamanda sosyalizm biliminin geliştirilmesi için son derece değerli bir fırsat doğmuştur!

Diğer yandan, burjuvazinin iktidar bilimi olan ve haliyle burjuvazi iktidara yürürken devrimci, iktidarı aldıktan sonra tutucu bir bilim olan siyasal iktisat, kapitalizmin küçük ve artizanal işletmelerden geliştiğini gösteriyor; yani küçük burjuvazi, burjuva düzenin başlatıcısı oluyor; bunu siyasal iktisat bulmuştur.

Burjuva iktidarına son veren İşçi sınıfı, köylülükle ittifak yaparak iktidara geliyor ve iktidarının ilk yıllarında köyde ve kentte küçük burjuvazi varlığını koruyor ve sürdürüyor;ancak, küçük burjuvazinin, özellikle tarım kesimindeki küçük işletmelerin varlığı, sosyalist bir düzende kapitalist restorasyonun kapısını açık tutuyor; bunu da siyasal iktisatın anti tezi olan sosyalizm bulmuştur.

Ancak yeterince geliştirilememiş, daha doğrusu Stalin’den sonra yerinde sayılmıştır; bunu, Lenin’in erken ölümüne ve Stalin’in yeterli desteği bulamamasına ya da fazla bir muhalif güçle karşılaşmasına veya belki daha açıklayıcı bir ifadeyle maddi yapının direncine karşı işçi sınıfı iktidarının zor mekanizmasının yeterli olmamasına bağlayabiliriz; bu etmenler, tek ve/ ya da hep birlikte bir engel olabilirler; bu ayrı, ama buradaki ders başkadır; ders, artık sosyalizm biliminin geliştirilmesi için yeteri kadar pratik olması olgusu ve gerçeğindedir!

Bununla birlikte bir başka ders daha var; ilk ve tek ülkede sosyalizmin bilimsel ve reel olarak kurulması çalışmaları, sınıf mücadelesinin son derece şiddetli atmosferinde ve hem çalkantılı ve hem de git gelli bir dinamikle sürdürülmüştür.

1920’li yılların başında Lenin, küçük işletmeleri, sosyalizm için büyük işletmelerden daha büyük bir tehlike olarak görmüş ve göstermeye çalışmıştır; 1920’li yılların başında küçük burjuva yapı, kırda ve kentte, ilk sosyalist iktidarın karşısındaki en büyük tehdit olarak tespit edilmiş ve başlangıçta birlikte yaşamaya tahammül gösterilerek, daha sonra üzerine gidilmiştir.

Stalin, 1920’li yılların sonuna doğru, Sovyetler Birliğindeki tarımsal yapıyı, kapitalist restorasyonun tohumlarını içeren bir kesim olarak görüyor ve tedbir alarak kollektivizasyonu başlatıyordu; ancak son derece şiddetli bir dirençle karşılaşılıyor, fakat tedbirler ve mücadele bırakılmıyordu; sonuçta küçük burjuvazinin varlığı ve aynı zamanda siyasal iktisat da, tam bir tasfiye süreci içine sokulmuştur.

Ve bu, yeni sorunlar doğurmuştur ki, başka nedenler yanında, en önemli neden, köylülükten yeni çıkmış işçilerin nicel olarak çok büyük olması, küçük burjuva ideolojisinin bazı unsurlarının ve bu arada “değer yasası” nın etkinliğini korumaya devam etmesidir!

Bu süreçte, eski sınıftan kalan siyasal iktisat kaldırılmadan okutulmuş olan siyasal iktisat dersleri ve kitapları eleştirilmeye başlamıştır; eleştiriler giderek, “siyasal iktisat okutulacak mı, okutulmayacak mı?” tartışmasına gelmiştir ve tartışma, değer yasası işleyecek mi, işlemeyecek mi tartışmasında düğümlenmiştir!

Eğer siyasal iktisat burjuvazinin bilimi ise, değer yasası da burjuvazinin yönetici ilkesidir!

Tartışma bu noktada düğümlenmiştir ve söylenen şudur ve söyleyen Stalindir:

“ Özellikle bizim derslerimizde ve ders kitaplarımızdaki yanlış düşünce, sosyalizm iktisadında “değer yasası” na yer olmadığı düşüncesinden kaynaklandı. Bu düşünce Marxizm ustalarının çeşitli açıklamaları ve tüm sosyalist kuruluş deneyimi ile açıkça çelişmektedir. Değer yasasının kapitalizmin yükselişinden çok önce işlemeye başladığı, Engels’in yasanın “yaşı” olarak 5 ile 7 bin yıllık bir zaman tahmin ettiği çok iyi bilinir. ( bu, değer yasasının yazılmadan veya formüle edilmeden, pratik olarak binlerce yıl işlediği anlamındadır) Kapitalizmin ortadan kaldırılmasından sonra sosyalist toplum, devleti aracılığıyla, değer yasasını, sosyalizmin çıkarlarına, ekonominin planlı yönetimine tabi kılar ve bu mekanizmayı ( para, ticaret, fiyatlar vb.) bu amaçlar için kullanır.”

Gerçekten, Marx ve Engels, sosyalizmde değer yasasının bir süre daha işleyeceğini önceden görmüşler ve pratik bunu doğrulamıştır; ilk sosyalist iktidarda değer yasası varlığını kuvvetli bir şekilde hissettirmiştir.

Ancak aynı Marx ve Engels, sosyalizmde değer yasasının etkinliğinin giderek artacağını söylememişlerdir; sosyalizmin kuruluşu aşamasında değer yasasından yararlanmak başka şeydir, etkinliğini artırmak, ona daha etkin bir yer açmak bambaşka bir şeydir; sosyalizmin bilim olarak ve reel olarak kurulması ve geliştirilmesi aşamasında, değer yasasını etkinleştirmek ve ona etkin bir alan sağlamak, gelişkin sosyalizm veya komünizm aşamasına geçmenin kapılarını kapatmak demektir!

İşte Sovyet sosyalizminin bilimsel olarak ve reel bir sosyalist toplum olarak, daha kapsayıcı bir ifadeyle komünist topluma geçişi garantileyen bir toplumsal yapı olarak kurulması ve geliştirilmesi sürecinde ilk sosyalist iktidarın, yani ilk işçi sınıfı iktidarının yaşadığı coğrafyada, sosyalizm kuruculuğu ve geliştiriciliği çerçevesinde süren sınıf mücadelesinin bilimsel ve pratik yansıması budur ve bu yansımanın pratiğinde neler yaşandığını hemen hemen hepimiz, ancak tarihe kaydedildiği biçimiyle biliyoruz ve buna göre hüküm veriyoruz!

Bununla birlikte, bunun tarihe nasıl kaydedildiğinin ve bu kayıtın nasıl okunması gerektiğinin ve elbette düzeltilmesinin gerekip-gerekmediğinin anlaşılmasının ne kadar zaman alacağının ve bu sorunun nasıl aşılacağının şifreleri veya öğretici dersleri de, bu yansımalarda mevcuttur!

Peki, bunun ifadesi ve/ya da çaresi, Marxizm-Leninizmi, hem de ondan çıkarak hatta ve hatta karşısında durarak aşmak mıdır?

Daha doğrusu, bu yansımaların bu biçimde gelişmesinin kaynağı, Marxizm-Leninizm’in eksikli ve yanlış yönlerinde ya da eskimişliğinde midir? Yani “aşmak”fiiline ihtiyacı belirleyen bu“olgu”mudur?Yoksa Marxizm-Leninizm’den, kapitalizmde daha fazla kalarak, uzaklaşmış olmak mıdır?

Öyleyse, yani tüm soruları üst üste koyarsak, Marxizmi aşmaktan çok, Marksizm’de kalarak onu en tam ifadesiyle anlamak ve bu çerçevede, yani içinde kalarak geliştirmek için daha fazla teorik bakışa ihtiyaç olduğu anlaşılmıyor mu?

Ve önceleyen teorik işaretleri yanında, reel pratiğin göstergeleri ile birlikte hüküm verilirse, sosyalist düzende de, ancak giderek etkinliğinin ortadan kaldırılması, yani giderek ortadan kaldırılması şartı-kaydıyla, değer yasasının var olacağı ve bir süre etkinliğini korumasının kaçınılmaz olacağı gerçeğini teslim etmek gerekir!

Bu çerçevede Stalin’in “Ekonomik Sorunlar” başlığındaki çalışması son derece önemli ve öğretici açıklıklar getirmektedir!

Bu çalışmanın bir yerinde Stalin şöyle yazıyor; “ Elbette sosyalist rejimde de üretim ilişkilerini değiştirmek gerektiğini anlamayan geri kalmış atalet kuvvetleri olacaktır; ancak, kuşkusuz, olayları bir çatışmaya vardırmadan bunları yola getirmek kolay olacaktır.”

Çatışma çelişkiden doğar gerçeğinden hareketle Stalin’e şu soru sorulur ; “Sovyetler birliğinde, sosyalizmde, 1950 yılı başlarında çelişki var mıdır yok mudur ?”

Stalin bu soruyu şöyle cevaplıyor ; “ sosyalist rejimde, toplumun üretim ilişkileri ile üretici güçleri arasında hiçbir çelişki olmadığını öne süren Yareşonko yoldaş aldanmaktadır; kesinlikle vardır ve üretim ilişkilerinin gelişmesinin üretici güçlerin gelişmesinin arkasında kaldığına ve kalmaya devam edeceğine bakılacak olursa, çelişkiler olacaktır.”

Stalin, bunun ne anlama geldiğini de açıklıyor ; ” eğer yönetici kurumlar doğru bir siyaset izlerlerse, bu çelişkiler uzlaşmaz çelişkilere dönüşmezler ve üretim ilişkileri ile toplumun üretici güçleri arasında bir çatışmaya yol açmazlar. Yaroşenko yoldaşın önerdiği gibi, yanlış bir siyaset izlersek, durum bambaşka olur. O zaman bir çatışma kaçınılmaz olur ve üretim ilişkilerimiz, o zaman üretici güçlerin sonraki gelişmesi için çok ağır bir engel olmak tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.”

Stalin, doğru bir siyaset izlenmezse, sosyalizmde de bir çatışma tehlikesi olacağından söz ediyor.

Stalin aynı çalışmasında,” Bizim sosyalist koşullarımızda ekonomik gelişme devrimle değil, derece derece değişikliklerle yapılır, o zaman eski, doğrudan doğruya yok edilmemektedir; yeniye uymak için eski niteliğini değiştirmekte ve yalnızca biçimini sürdürmektedir; yeniye gelince, o,eskiyi doğrudan doğruya yok etmez ama onun içine girer, biçimini kırmadan ama onu yeninin gelişmesi için kullanarak, niteliğini ve görevlerini değiştirir.”

Diğer yandan “meta dolaşımı rejiminde bile sosyalizmden komünizme geçilebileceği, meta dolaşımının, bu durumda bir engel olmayacağı” kanısında olanlara cevaben, bunun Marxizm’i eksik olarak kavramaktan doğan büyük bir yanılgı olduğunu vurgulayan Stalin’in, Marx’ın kapitalizmi tahlil etmesinin, işçi sınıfının sömürülmesinin kaynağı olan artı-değeri saptamak için ve üretim araçlarından yoksun olan işçi sınıfına kapitalizmi devirmesi için manevi bir silah sağlamak için olduğunu ve Marx’ın bunu yaparken, tamamen kapitalist ilişkilere uygun gelen kavramlar kullandığını, ancak işçi sınıfının, iktidardan ve üretim araçlarından yoksun olması şöyle kalsın, iktidarı elinde bulundurduğu ve üretim araçlarına sahip olduğu sosyalizm koşullarında, bu kavramları kullanmanın gariplikten de fazla olduğunu işaret eden ifadeleri son derece yerinde ve öğreticidir!

Öyleyse ve öncelikle, sosyalizmde değer yasasının etkinliğini artırmanın sosyalizmi geliştirmeye engel olduğunun bir kez daha altını çizerek hatırlamak gerekir ki, sosyalizmde meta üretimi ve dolaşımının etkisi daraltılmalıdır; değer yasasının alanı daha da daraltılmalı ve giderek alansız bırakılmalıdır.

Bunlar nesnel işler; ancak başka işler de gerekiyor; öyleyse bilim adamları, iktisatçılar, aydınlar, bu yeni pratiğe uygun geliştirmeleri, yapmak zorundadır.

Artık sosyalizm reeldir ve bir pratik zenginliğidir; bu durumda, artık kullanılacak kavramların tümü Marx’ın kavramları olamaz. Yenilerini eklemek gerekir!

Öyleyse ne olacağına ; ” İktisatçılarımız, eski kavramların yerlerine, yeni duruma uygun yeni kavramlar koyarak, eski kavramlarla sosyalist ülkemizin yeni durumu arasındaki uyumsuzluğa son vermelidirler” diyerek yine Stalin işaret etmektedir!

En sonu, aynı çalışmanın başka bir yerinde Stalin şöyle ifade ediyor;” Değer ve değer yasası, meta üretiminin varlığına bağlı bulunan tarihsel bir kategoridir. Meta üretiminin yok olması ile değer ve değer yasası da bütün biçimleriyle yok olacaktır.”

Fazlasıyla açık ve Marx’ın teorik olarak, yaşadığı zamanın kısıtlı pratiği içinde ortaya koyduğu önermelerini Stalin, Sovyet sosyalizminin pratik ekonomik sorunlarının içinde ortaya koyuyor!

İşte Stalin’in ifadeleri bu nedenle son derece yerinde ve öğreticidir ki Marxizm-Leninizm’i aşma konusunda ölçüsüz ve ilkesiz konuşanların kulağa hoş gelen lakırdılarına tav olmadan önce, eğer gerçekte sosyalizm için “yerim dar” denilmiyorsa, bu öğreticiliği göz ardı etmemek gerekmektedir!

Ve biz, at izinin it izine karıştığı bir zamanda; Negri ve Hardt türünden, sayıları oldukça fazla olan Marxizm-Leninizm ve haliyle sosyalizm düşmanı ne kadar dejenere olmuş kapitalist yolcu varsa, hepsinin birden “Marxizm-Leninizm’i aşıyorum” culuk oyunu ile majestelerinin gözüne girmeye çalıştıkları ve bunun ayırdına varamama ahmaklığının tavan yaptığı bir zamanda; henüz daha Marxizm-Leninizm’in lafzından çıkamadığımız, özünü kavrayamadığımız, ruhunu içeremediğimiz, ama sık sık “aslolan dünyayı tanımlamak değil, değiştirmektir “ sözünü bir nakarat misli ezbere tekrarladığımız bir zamanda, Marxizm-Leninizmi anlamak yerine, Marxizm-Lenininizmi aşıyorum” culuk oynayan Marxizm-Leninizm düşmanlarının, başka ifadeyle gerçeklerin düşmanlarının peşine takılırsak, bu orta oyuncu Marxizm-Leninizm’in düşmanları tarafından pazarlanan majestelerinin istediği kıvamdaki “Marxist-Leninist” teorilerin karanlık labirentlerinde, “dünyayı devrimci yönde değiştirme” yi bırakalım, dünyanın güneşin etrafında dönerken, kendi etrafında da döndüğü kanıtlanmış gerçeğini bile unutturacak bir kör karanlığın içine, bile isteye hapsolmuş oluruz!

Oysa bugünün gerçekliğinde, şimdi yıkılmış olsa da, bir coğrafyada 70 yıl yaşamış olan reel sosyalizmin, Marx’ın düşüncesinin temellerinin hâlâ sapasağlam ayakta durduğunu görmemek için kör olmak ya da kör numarası yapmak gerekmektedir!

Bugünün gerçekliği ki, reel sosyalizmin yıkılmış olduğu bir zamanın ifadesidir, sosyalizmin, ne Hardt ve Negrilerin “çokluk” unun düzeni olduğunu, ne de “hakiki” ve “yeni hakiki” sosyalistlerin “ savladığı ,“sınıftan bağımsız” olarak kurulabilen bir sosyalizm olduğunu ve ne de işçi sınıfının düzeni olmadığını gösterir!

Bu anlamda Hardt ve Negri’nin Marx’ı ve teorisini ıskartaya çıkarmak gibi bir niyetleri olduğunu söylememeleri veya olmadığını vurgulamaları, onların, Marx’ın teorisinin temellerini dinamitlemek için bilerek, isteyerek çabaladıkları gerçeğini değiştirmez; değilse zaten bu iki profesörü ahmaklık şampiyonu saymak yerindedir!

Bugün, Sovyet sosyalizmi deneyimi, Marx’ın, bunun ikna edici kanıtlarının ve pratiğinin olmadığı bir zamanda teorik olarak ileri sürdüğü sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğu önermesinin doğruluğunu pratik olarak göstermiş olduğunu kimsenin yadsıyabileceğini sanmıyorum.

Öyleyse, Negrilerin iddiası ile sosyalizm, eşitsizliğin ve baskının pek çok biçimine karşı,bir sürü mukavemeti bir araya getiren “demokratik” mücadeleler çokluğu ile gerçekleştirilen ve dolayısıyla işçi sınıfının egemenliğini içermeyen bir düzen değildir!

Diğer yandan, bugün reel sosyalizmin yıkılmış olduğu bir zamanda, egemen sınıflar ve devletler, kaygılarının ve korkularının, kaynağını hâlâ emek süreçlerinde buluyorlarsa ve buradan hareketle, emperyalistler, kendi coğrafyalarına çok uzak topraklara, paralı asker yığıyorlarsa, emek sürecinin belirleyiciliğinin hâlâ sürmekte olduğu gerçeği yadsınamaz derecede açıktır.

Ayrıca, yine reel sosyalizmin yıkık olduğu bir zamanda, hâlâ sınıf mücadelesini köreltmenin, gelişmiş-gelişmemiş bütün ülke politikalarının odağını oluşturması, tarihin lokomotifinin sınıf mücadelesi olmaya devam ettiğini göstermeye yetmektedir.

Bütün bunlar, Negrilerin Marx’ın teorisinin temellerine dinamit koyma peşinde olmalarının nafile çaba olduğu yanında, bu çabaların ve “Marxizm-Leninizmi aşıyorum” culuğun, egemen sınıfın ideolojik saldırısının içinde olduğunu, egemen sınıfların egemen düşüncelerinin hegemonyasını güçlendirmenin aracı olduğunu gösteren olgu ve gerçeklerdir.

Söz konusu Marx’ı ve teorisini aşmak olunca, herkesin, öncelikle Marx’ın kişisel gelişimini ve Marx’ın düşüncesinin oluşumunu, yeterince Marxist yöntemlerle ele alınıp alınmadığını düşünmesi gerekmektedir!

Bu konuda, Lenin’in bir makalesi olduğunu ve önemli açıklıklar sağladığını biliyoruz; ”Karl Marx’ın Öğretisinin Kaderi” başlıklı Mart 1913 tarihinde yazdığı makale’ye ulaşmak pek zor değildir; ama sonrasında, hatta Marx’ın ve Engels’in adına kurulan okullarda daha çok Marx’ı düzeltmek ve/veya aşmak hatta reddetmek üzerine çabalar öne çıkmıştır!

Diğer yandan Marx’ın eserleri Türkçe’ye çevrilirken veya başka dillerde okuyucuya sunulurken, bu konu sık sık işlenmiştir ve hatta hepimiz eğer Marx ve teorisinin hâlâ içinde olduğumuza inanıyorsak, Marxist yöntemlerle Marx ve teorisinin oluşumu ve gelişimini ele alabilir ve tümden red etmek ve tümden tapınmak dışında olan ve çağımızın ihtiyacına cevap verecek şekilde bir bilimsel ve ayrıca devrimci sonuç çıkartabiliriz ; ”Marx’ı aşıyorum” culuk oyunları karşısında Marx’ın ve teorisinin içinde kalarak ortaya konulan bu tür bir yaklaşım oldukça yararlı ve etkili olacaktır!

Ama bunun yeni, aşılmış ve bir “sol marxizm” yazımı olmayacağı açıktır ki, bu tür bir yaklaşımı, sık sık örnek ve kaynak gösterdiğim Anti-Dühring’in yazımı ile Engels’in de gösterdiğini ve bunun da yeni ve aşılmış bir “sol marxizm” olmadığını ve böyle bir iddianın da olmadığını ve de elbette ne anlama geldiğini de biliyoruz.

Engels, Anti-Dühring’i yazarak, marxist dünya görüşünün tüm bilgi alanlarındaki bileşimini, marxizmin temel ilkelerinin açık ve eksiksiz bir açıklamasını yaparak, Marx’ın ve düşüncesinin en tam ifadesiyle anlaşılması ve öğrenilmesini sağlayan bir yapıt bırakmıştır!

Engels böylece, Materyalizmin kendi zamanındaki bilime uygun düşen biçimini saptamış ve bilimin eriştiği yeni sonuçlar içinde, Marxist yöntemin, bilgimizin gelişme ve derinleşmesine katkıda bulunduğunu kesin bir dille ortaya koymuştur.

Aynı şekilde Lenin de ve Engels’ten 30 yıl sonra, Materyalizm ve Ampiriokritisizm adlı çalışması ile Materyalizmin kendi çağının bilimsel bulgularından çıkan biçimini belirlemeye giriştiği gibi, bugün de, aynı eleştirel çalışmaya girişmek zorunludur; bu tarihsel-nesnel gelişmenin dayattığı açıktır.

Ve Lenin’in Marxizme en büyük katkısı ve Marx’ın sisteminin devrimci yönde revizyonu olan “Ne Yapmalı” yapıtını unutmamak, hatta daha fazla ele almak yerinde olacaktır!

Ama bütün bunlar, ne Marx’ı ve düşüncesini aşmaktır, ne reddetmektir, ne de tapınacak bir kitap yapmaktır ; sadece ve sadece marxist yöntemlerle çağımıza uygun, çağımızın karmaşık sorunlarına cevap verecek şekilde yeni bir açıklaması olacaktır.

Emin olunmalıdır ki, ne yapılırsa yapılsın, Marx’ın düşüncesinin bugün hâlâ en bilimsel ve en devrimci teori olduğu, temellerinin sapasağlam ayakta durduğu ama elbette insanlığın son sözü olmadığı sonucundan başka bir sonuca ulaşılmayacaktır!

Fikret Uzun

17-Ocak-2015

Hiç yorum yok: