17 Ekim 2014 Cuma

KOBANE VE ÇARESİZ EMPERYALİZMİN SON OYUNLARI 3



KOBANE VE ÇARESİZ EMPERYALİZMİN SON OYUNLARI 3

Devam ediyorum ama sırası gelmişken ,”Avrupa’da aşiret yok” dediğin için, toprakların belli bir zaman süresi sonunda yeniden paylaşılması yolundaki Rus tarzının Almanya’da 18. hatta 19. yüzyıla kadar korunmuş olduğunu; Asya ve Hint mülkiyet biçimlerinin Avrupa’da başlangıçta her yere damgasını vurduğunu; Ruslara kalan şeyin ise, komşularının çoktan attıkları biçimlerin uzun süre esiri olduklarını hatırlatarak devam etmek istiyorum!

Ah be kardeşim, ne de güzel söylüyorsun, yahu yüce gök söyletiyor diyeceğim ama benden önce diyenler oldu şimdi bir de bunu vesile yaparak asıl konudan kaçmaya çalışırsın, o nedenle demeyeceğim ama durum anlaşılmıştır; yani ister istemez tam da benim dediğimi diyorsun; ama bunu, gene bir takım lakırdılarla, başka bir takım lakırdıları çiftleştirip, ipe asılacak üfürükler doğurtarak diyorsun.

Yani başka şey diyorsun ama bir gerçeğin de örtüsünü açmış oluyorsun ve eminin fark ettiğinde “tüh ben ne yaptım!” diyeceksin!

Yani, “Bu devletin egemenlik alanında yaşayıp, bu alanın hegemonyasında ama komünizm adına örgüt kurabilip, bu devleti savunmak karşı-devrimciliktir.” Diyorsun ki, hâlâ derdin soyut bir devlet ama bu mekanizmanın gerçek sahiplerini, o etten-kemikten yapılmış olan, gerçek sömürgen, zalim insanları; yani Türkiye’nin işçilerinin, emekçilerinin ve yoksul köylülerinin, küçük-esnafının, gencinin, kadınının, yaşlısının kanını emen, sırtında boza pişirerek, ellerindeki ve kursaklarındaki ekmeklerine el koyan egemen sınıfların üyelerini, mesela her mevsim, Nevruz ateşinde Kürtlere şirin gözükmek için atlayıp-zıplayan, o sizin bizi “taraftarı ve yaratıcısı” olarak gösterdiğiniz devletlerinin “çözüm” süreci taktiğinin önünde heyecanla ve “insaniyet namına” hem yeşil ve hem de gene yeşil hayallerle ellerini ovuşturan TÜSİAD patronlarını, bu Türkiye’nin büyük zenginleri ile iş tutan, onlarla birlikte bu pislik akıtan soygun düzeninin ortağı olmak isteyen Kürt egemenlerini ve elbette onlarla her türlü işbirliğine hazır olan ve hatta bu büyük büyük zenginlerin ideolojik tetikçiliğini yapan, yani bu zenginlerin egemenlik alanında gönüllü yer alan ama türlü- çeşit “sol” renkli sahte gömlekler giyenleri nedense bize talkım vermeyi ihmal etmediğin halde, hiç görmüyorsun ve işin içine bile katmıyorsun!

Diğer yandan, aslında bu iddiana yerleştirdiğin fotoğrafa dikkatle bakanlar göreceklerdir ki, bu fotoğraf size çok uymaktadır!

Ve evet, evet, buna inanıyorum ve sen de inanabilirsin, çok sürmeden, bunu çok daha fazla insan öğrenecek ve kendi gözleri ile görecek!

Bence, atıp tutmadan önce, soyut bir “devlet” lakırdısı ile oyalanıp ve oyalayıp, asıl egemenlik mekanizması ve onun sahipleri ile tam da iddiana yerleştirdiğin tipte bir ilişki içinde asıl sizin olduğunuzu herkesin öğrenmeye başladığını anlayarak, biraz dengeli bir ölçüde durman gerektiğini düşünmelisin!

Bu iddianızı kanıtlamak için, öncelikle ABD emperyalizmi ile ittifaktan vazgeçmelisiniz; ama sözde değil özde vazgeçmelisiniz; beraberinde 12 Eylül dinci-gerici-faşist rejiminin diktatörlüğüne sacayağı olmaktan vazgeçmelisiniz ve bunu da sözde değil özde yapmalısınız; ayrıyeten, Kürtleri gericileştirmekten ve devrimcisizleştirmekten de vazgeçmelisiniz!

Biz ittifak yapmıyoruz demenizin ise hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur! Çünkü görünen köy kesinlikle kılavuza gerek bırakmıyor!

Hemen ifade etmeliyim ki, aklından geçiyordur, gerçek devrimcilerin kılavuzu, sizinki gibi kargalar değil, gerçeklerdir! Kargalar ancak, gerçekler katledilirken ortaya çıkar ve kim gerçekleri katlediyorsa onlara kılavuzluk yapar!

Bu anlamda, bunu özde yapmazsanız, hem kuruntularınız altında kalacaksınız ve hem de hangi yolu tutturduğunuzu pek kısa bir zaman içinde herkes öğrenecek!
Bu öğrenilirken de,“devletin içinde idol haline getirilenlerin de, getirenlerin de…” sizin etrafınızda olduğu pek açık olarak ve kısa zamanda çok daha fazla bir kitle tarafından da öğrenilecektir! Örnek mi istersin? Fidan sana yeter!

Demek “…dünyadaki bütün büyük dinlerin komünizm olduğunu” ispatlayacaksın, ispatla birader, elini, dilini tutan mı var!

Benim dinsel düşünce ve inançlara, bu çerçevede gerçekleştirilen ibadetlere, gelenek ve göreneklere, ne bir düşmanlığım var ve ne de açık bir saldırım var;ve bu, sanma ki “dinden korktuğum” içindir!

Ama işte sen apaçık ediyorsun ve ünlü “komünist” ve de o senin tarif ettiğin fotoğraftakilere tamı tamına uyan Sarısözen’in izinde olduğun belli oluyor ki, devlete cenk açan sen, devletin dinli ve dinci olmasında bir sakınca görmüyorsun!
Düşündüklerimi ve inandıklarımı merak ediyorsan, bu konuda kapsamlı mektuplarım var, dinleri değil ama bir disiplin olarak dini kullanan devletin bunu neden yaptığını anlatan açıklamalarımı da görebilirsin ve bu mektuplarımdan birisini Forum’un sayfalarında da bulabilirsin, eminim sen bile yararlanacaksındır ki zahmet edip aşağıdaki linki tıklatırsan o an gözlerinin önüne düşecektir!

http://www.sosyalistforum.net/bizden-makaleler/47399-sosyalistler-ve-din-alanina-bakis.html

Ama bir şeyden daha eminim ki sen daha çok, benim de şimdi, dün Dühring’in , “Özgür toplumda tapınış olamaz; çünkü üyelerinin her biri, doğanın arkasında ya da üstünde, kurban ya da.dua yoluyla etkili olunabilecek varlıklar bulunduğu ilkel ve çocuksu kuruntusunu aşmıştır. Öyleyse, doğru olarak anlaşılmış bir sosyalite sisteminin ... Kiliseye değin tüm gözbağcılık aygıtını ve bunun sonucu belli başlı bütün din öğelerini ortadan kaldırması gerekir." Dediği gibi konuşmamı ve en sonu “dinin yasaklanması gerektiğini” filozof edasıyla vaaz etmemi ne de çok isterdin!

Bunu, bulunduğun noktanın, beş yaşındaki zekânın da gerisinde olduğunu en açık bir şekilde gösteren bir örnek olarak önüne fırlatıyorum ki, eğer bu noktada bulunmanın zekân ile bağı yoksa bunu ancak ve ancak, o sözde cenk açtığın “devlet”in egemenliği içine boğazına kadar battığın gerçeği ile açıklayabiliriz!

Çünkü Fransız devriminin öncesi ve sonrası ile birlikte burjuvazi, kendi sınıf görüşüne uygun kendi öz ideolojisine sahip olacak kadar kuvvetlendiği bir zamanda, dinle ancak kendisi için bir engel olduğu ölçüde ilgilenerek, kendi büyük, kesin devrimini yapmıştı; ama eskinin yerine yeni bir din koymaktan kaçınmıştı.

Fakat ne zaman ki, diğer sınıflar üzerindeki, özellikle de proletaryanın üzerindeki egemenliğini pekiştirdi, o andan itibaren, din ve tanrı fikrinden, burjuva düzenin korunmasının ideolojik kuvveti olarak, başka ifadeyle ucuz bir disiplin olarak, Marks'ın deyimiyle, halkın afyonu olarak yararlanmıştır.


Hâlâ da yararlanmaya devam etmektedir!

Kant’a göre ise ki, Kant’ın tam senin bastığın yerde durduğunu söyleyebiliriz; “tanrının varlığı tanıtlanamaz ama onu kabul etmek gerekir. Çünkü bu fikir olmazsa, her şey mubah olur, artık büyük adalet koruyucusu olmaz, artık bir gökyüzünün jandarması, bir ödül ve ceza güvencesi kalmaz, doğru olan cesaretini yitirir, kötü olan cesaret bulurdu. Kısaca burjuva düzen tehlikeye düşerdi.”

Demek ki, din, devletin eline geçer geçmez, doğrudan doğruya karşı devrimci bir silah olur ve bu silahın ne canlar yaktığını, ne çok analar ağlattığını ve burjuvaziye ne büyük egemenlikler bahşettiğini hepimiz biliyoruz!

Şimdi artık görülen o ki ve bir zamanlar önderinizin vurguladığı gibi, egemen sınıfların bu bin yıllık silaha çok fena halde ihtiyaçları vardır !

O halde öncekiler ve ardılları gibi senin de, din ile sosyalizmi özdeşleştirmen, olmadı, kardeşleştirmen, en sonu dinlerden komünizm icat etmen tesadüf değildir; ne de olsa ihtiyaç, keşifler gibi icatların da anasıdır!

BORGA birader, eğer, bir taraftan “devlet”e nefretin tavan yapmış görünürken, diğer taraftan bu kadarını bile idrak edemeyecek bir zekâya sahipsen istediğin kadar üfür, sana benden sınırsız izin; ama ben böyle olduğunu düşünmüyorum ki bu daha mı iyi sen karar vermelisin ve şu din üzerinden yaptığın demagojindeki ucuzluğa bakıp da bunu gören herkes, senin egemen sınıfın da, onun egemen düşüncelerinin de dümen suyuna çoktan ve bile isteye girdiğini anlar!

Ama daha önemlisi, “gelip gelip bir karanlığın içine girdiğinizi” söylerken ne denli haklı olduğumuzu da, bizzat senin din üzerinden yaptığın bu ucuz demagojin net olarak teyit etmektedir!

Diğer yandan, Blankist takılarak veya onları yüksek tutarak ne denli ikiyüzlülük yaptığınız da bu ucuz demagojinizle apaçık anlaşılmaktadır ki, ezilen kitleleri din boyunduruğundan ancak emekçi kitlelerin devrimci mücadelesinin kurtaracağını kavramayan Blankistler, dine savaş açılmasını, hatta yasaklanmasını işçi partisinin siyasal görevi olarak yorumlamışlar ve anarşistliğin şanından saymışlardır!

Ama gel gör ki şimdi sen bir de başımıza din âlimi kesilerek “bütün büyük dinlerin komünizm olduğunu” vaaz ediyorsun! Garaudy duysa idi her halde önünde şapka çıkarırdı; çünkü din ile sosyalizmi birleştirmeyi akıl eden Garaudy, bu kadarını akıl edememişti!

Ve evet, bir kez daha altını çizmeliyim ki, yani bir kez daha görüyoruz ki, ihtiyaç icadın ve keşfin anasıdır; daha düne kadar böylesi kelamlar ağzından dökülmüyordu; öyleyse bir kez daha yalanlarınızı yutturma konusunda acz içinde olduğunuz anlaşılmaktadır!

Ve önümüze bu ucuz demagojiyi fırlatıp attıktan sonra, ardından bilgiç bilgiç sorular sorman ise herhalde demagojine biraz magazin tadı vermek için olsa gerek!

Neymiş? “…insanlık niçin hiç görünmeyen, doğmamış, doğurmamış ve her şeyin tek sahibi olan bir tanrı üretti?”

Diğerlerini saymıyorum bile!

Bu soru bile, senin ya gerçekten akıl taşıyanların zekâsı ile dalga geçtiğini, ya da gerçekten son derece dar ve algı körlüğü içindeki bir akıl dinamiğine sahip olduğunu, ya da daha vahimi, bu lafebeliklerini, sırf “KÖH” ün politikalarının ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin politikaları ile senkronize olduğunu gizlemek için yaptığını göstermektedir!

Oysa her din’in, insanların günlük yaşayışını egemenlik altında bulunduran dış güçlerin, onların kafalarındaki düşlemsel yansımalarından, dünyasal güçlerin içinde dünya üstü güçler biçimine büründükleri bir yansımadan başka bir şey olmadığını sen de biliyorsun!

BORGA kardeş, Marx’a ve Marxistlere göre, tarihin başlangıcında bu yansımaya uğrayan ve gelişmenin devamında çeşitli halklar arasında çok çeşitli ve çok değişik kişileştirmelere bürünen güçler, önce doğa güçleridir.

Ama az sonra, doğal güçlerin yanı sıra, bir o denli yabancı ve başlangıçta bir o denli açıklanamaz bir biçimde insanların karşısına dikilen güçler olan toplumsal güçler de işe karışır ve insanları doğa güçlerinin doğal zorunluluk görünüşlerinin tıpkısı bir doğal zorunluluk görünüşü ile egemenlikleri altına alırlar.

Başlangıçta içlerinde yalnızca doğanın gizemli güçlerinin yansıdıkları düşlemsel kişilikler, böylece toplumsal öznitelikler kazanır, tarihsel güçlerin simgeleri durumuna gelirler.

Evrimin daha da gelişmiş bir aşamasında, çok sayıdaki tanrıların tüm doğal ve toplumsal öznitelikleri, bu kez soyut insanın yansımasından başka bir şey olmayan her şeye yetenekli tek bir tanrıya geçirilir. Tarihte, çöküş durumundaki bayağı Yunan felsefesinin son ürünü olan ve dört başı bayındır cisimleşmesini Yahudilerin kendilerine özgü ulusal tanrısı Yahova'da bulan tektanrıcılık, işte böyle doğmuştur.
İnsanların kendileri tarafından yaratılmış ekonomik ilişkilerin, gene kendileri tarafından üretilmiş üretim araçlarının aracılığıyla, sanki yabancı bir güç aracıyla yönetilir gibi yönetildikleri burjuva toplumunda, dinsel yansımanın gerçek temeli ve onunla birlikte dinsel yansının kendisi de varlığını sürdürür.

Hepsi bu ve sen bunu açıklıyormuş gibi yaparken bile işe gizemli bir hava ve kendine de bilge bir ton vermeye çalışıyorsun; bu ne için BORGA? Bununla Kürtlerin kurtuluşunu daha mı iyi kotaracaksınız?

Yoksa bu işi daha da çetrefil hale getirerek, devletin elindeki bu doğrudan karşı devrimci silahın bir ucundan sizin de tuttuğunuzu ancak bu şekilde mi gizleyeceğini düşünüyorsun?

Yani hepsi şu atasözünde düğümlenirken, sen bunu bile örtmeye çalışıyorsun:
İnsan önerir, Tanrı (yani kapitalist üretim biçiminin yabancı egemenliği) düzenler.“

Ve eminim bunu da biliyorsundur ki, Eğer devlet dinden, dini uygar toplum çerçevesinde kendi kendine bırakarak, kendini devlet dininden kurtararak kurtuluyorsa, bireyin de dinden, daha doğrusu din boyunduruğundan, ona karşı artık bir kamu işi karşısında imiş gibi davranarak değil, ama onu kendi özel işi sayarak, siyasal olarak kurtulur!

Bu da, ikide bir “demokratik modernite”ye atıfta bulunup,”kapitalist moderniteyi” reddediyorsunuz ya, işte modern devlet ile din arasında olması gereken ilişkiyi açıklayan yukardaki ifade, sizin şu “demokratik modernite” nize kapak olsun!

Fikret Uzun

11-Ekim-2014

Hiç yorum yok: