17 Ekim 2014 Cuma

KOBANE VE ÇARESİZ EMPERYALİZMİN SON OYUNLARI 2



BORGA kardeş,

Önceki mektubumu,“artık kendinize gelmenizin tam zamanıdır” diyerek bitirmiştim; öyleyse kaldığımız yerden, seni biraz daha bilgilendirmenin bir sakıncası yoktur; hatta faydası vardır, olur ya belki kendinize gelmenizde çorbada tuzum olur!

Tabii hâlâ “fasit daire” rüyaları görüyorsan, yapacak bir şey yoktur ve böylece kendinize gelmenizi umarak nafile çaba içinde olduğumuzu tam olarak kabul edip, sizi kendi dünyanızın rüyasını görmekle baş başa bırakıp, diğer işlerimize döneriz; ama bu dediklerimizde sizin kulağınıza değil ama mutlaka birilerin kulağına küpe olarak kalır!

Antikçağ’da ve ortaçağ’da, ki biri iki bin yıl önceyi, diğeri bin yıl önceyi ifade etmektedir, mülkiyetin ilk biçimi, başlıca, Romalılarda savaşla ve Cermenlerde hayvancılıkla koşullandırılmış olan aşiret mülkiyeti olduğunu, sizin üfürüp-üfürüp ipe astığınız zırvaları çürütürken mecburen ortaya koyduğum gerçekliklerden, artık herkes öğrenmiştir ama sen hâlâ arayıp-arayıp bu gerçeği bulamıyorsun!

Ayrıca, şunu da hatırlatmayı hiç ihmal etmiyoruz ki, antikçağ halklarında aşiret mülkiyeti, devlet mülkiyeti olarak ve bu mülkiyetle bireyin hakkı aşiret mülkiyeti tarzında biricik mülkiyet olan toprak mülkiyeti ile sınırlanmış olmakla birlikte, basit bir zilyetlik olarak görünür; tam anlamında özel mülkiyet, modern halklarda olduğu gibi, eskilerde de kölelik ve komünallik- eski soydan bir Romalı yurttaşın mülkiyeti gibi ortaçağdan çıkan halklarda aşiret mülkiyeti gibi, taşınır mülkiyet ile başlar.

Ve ortaçağdan çıkan halklarda aşiret mülkiyeti, feodal toprak mülkiyeti, taşınır lonca mülkiyeti, manifaktür sermayesi gibi, başka başka evrelerden geçerek, büyük sanayi ve evrensel rekabetin koşullandırdığı katıksız özel mülkiyeti temsil eden, bütün ortaklık görünümlerinden sıyrılmış ve mülkiyetin gelişmesi üzerindeki devletin bütün etkisini bertaraf eden modern sermayeye kadar evrim göstermiştir; işte modern devlet, bu modern özel mülkiyete tekabül eder, özel mülk sahipleri vergiler yoluyla yavaş, yavaş modern devleti ele geçirmişlerdir ve devlet, devlet borçları sistemiyle bütün bütüne onların ellerine düşmüştür ve de devletin varlığı yalnız, borsada devlet değerlerinin yükselip alçalması oyunuyla, özel mülk sahiplerinin, yani burjuvaların kendisine verdikleri ticaret kredisine bağlı kalmıştır.

Özel mülkiyetin komünal mal birliğinden, ortaklıktan kurtulması sonucunda, devlet, sivil toplum (burjuva toplum)yanında ve onun dışında özel bir varlık kazanmıştır; ancak bu devlet, burjuvaların dışarda olduğu kadar içerde de mülkiyetlerini ve çıkarlarını karşılıklı olarak güvence altına almak üzere, zorunluluk yüzünden kendilerine seçtikleri örgütlenme biçiminden başka bir şey değildir.
Öyleyse devlet, egemen bir sınıfın bireylerinin, onun aracılığıyla kendi ortak çıkarlarını üstün ve egemen kıldıkları bir biçim, içinde bir çağın bütün sivil toplumunun özetlendiği bir biçim olduğundan, bunun sonucu olarak, bitin kamusal kurumlar, devlet aracılığından geçer ve siyasal bir biçim alırlar.

Bu nedenledir ki yasanın iradeye dayandığı kuruntusu somut temelinden ayrılmıştır. Aynı şekilde, hukuk da yasaya dayandırılmıştır.

Ama siz ne yapıyor ve neyi dayatıyorsunuz?

Bu somut temelinden ayrılmış olan, burjuva yasalar ile ve bu yasalara dayandırılmış hukuk ile ki artık, bunlara burjuvazinin yasaları ve hukuku demek mümkün değildir, ama hâlâ egemen sınıfların yasaları ve bu yasalara dayandırılmış hukuku olduğu açıktır, işte siz dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin diktatörlüğünün çıkaracağı ve tamı tamına Türkiye’nin işçi sınıfının ve emekçilerinin kırbaçlı köleliliğini tescilleyecek olan bu tür yasalar ile Kürtleri kurtaracağınızı vaaz edip duruyorsunuz ama yine de bütün bunların sorumlusunun Marx, Engels Ve Lenin olduğunda ısrar ediyor, buna gücünüz yetmezse, bu sorumluluğu ve suçu, marxist-Leninistlere yüklüyorsunuz!

Oysa Marxizmin kurucularının yaptığı sadece ve sadece bu tarihsel olguların, tarihsel gelişimini ve yine tarih aracılığıyla açıklamaktır!
Bundan “devletçilik” ya da “devlet severlik” sonucu çıkarmak ancak ve ancak ahmakların işidir; değilse oportünizm işin içindedir!

Yani devleti yaratan da onu kıskançlıkla koruyan da ne Marx, ne Engels, ne Lenin ne de takipçileridir; onların yaptıkları, devletin nasıl ve ne şartlarda tarih sahnesine çıktığını tarih aracıyla tanıtlamaktır ve yine aynı tarih aracıyla devletin tarih sahnesinden nasıl ve hangi şartlarda çekileceğini de tanıtlamışlardır!

Ve ama işte apaçık görülüyor ki ve de bir önceki mektubumda da üstüne bastırmıştım ki, sen hâlâ, bu aşiret komünlerinin, en çok da Rusya’daki köy komünlerinin “silinmesine” eşlik edenlerin, hatta başını çekenlerin Marx, Engels ve Lenin olduğunu hatta onlara Vera Zasuliç’in de katıldığını ve hatta Rusya’da kapitalist modernite’ nin onların dahli ile kurulduğunu bile düşünüyor ve düşündürtmeye çalışıyorsun!

Dolayısıyla dün Kürtleri her açıdan silahsızlandırmak isteyen ABD emperyalizminin bu isteğinin Kürt hareketini tasfiye etmek için olduğunu ifade edip lanetleyen Öcalan’ın şimdi buna harfiyen uyduğunu ve artık ABD emperyalizminin istediği kıvamda bir renkle Ortadoğu’da rol almaya hazır olduğunun açık mesajlarını verdiğini görmezden gelerek, bunu Türkiye’nin devrimcilerine ve daha çok da Kürt hareketini ABD emperyalizminin “Büyük Kürdistan” projesinin peşine taktığınızı Kürt halkına göstermeyi borç bilen devrimcilere mal ediyorsunuz ki, yalanın ve demogojinin ölçüsüzlüğü ancak bu kadar olur!

Diğer yandan işin içine sendikayı da karıştırarak ve sanki sendikaların silahsızlandırılmasının sorumlusu Türkiye’nin devrimcileri imiş gibi yansıtarak, onca zamandır, Türkiye’nin işçi sınıfını ve emekçilerini bütün savunma ve mücadele mekanizmalarından yoksun bırakan, bu anlamda silahsızlandıran dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin diktatörlüğü ile sırf Kürt zenginleri Türkiye’nin zenginleri ile iş tutup daha çok zengin olsun ve buradan dökülen kırıntılarla da Kürt halkının kandırılması kolaylaşsın diye ittifak kurduğunuzu gizlemeye çalıştığınız da gözlerden kaçmıyor!

Gerçi biz, DİSK’in, CHP üzerinden Türkiye’nin tekelleşme sancıları çeken burjuvazisine teslim edilmesinde, TKP’nin sabık yöneticisi Nabi Yağcı’nın ve onunla birlikte başka kurmayların özel çabaları olduğunu biliyoruz; ama bu zat-ı muhteremlerin, dün de ondan sonra da ve şimdi de bir gram devrimcilik taşımadıklarını da biliyoruz ve şu an bulundukları yer tam da sizin bulunduğunuz yerdir ve bu, bir tesadüf değildir!

Diğer yandan ve eminim sen de hatırlıyorsun, sık sık yineliyorum ama sağır numarası yapandan daha sağırı olmadığı için duymanızı hiç beklemedim ve gerçekten de duymuyorsunuz, Kürt halkı, Türkiye’nin işçi sınıfının ve emekçilerinin, dinci-gerici-faşist 12 Eylül rejiminin diktatörlüğü altında ezilmesi pahasına, henüz gerçek içeriğini de tam olarak bilmediği “Kürt kurtuluşuna” prim vermez derken, tam da buna işaret ediyordum!

Ve evet “kavga ekmek içindir” ve bunun içindir ki bu kavga sınıf kavgasıdır; ama bunun ekmek kavgası olduğunu söyleyip, sonra da “sınıf mücadelesi de neymiş, artık böyle şeyler demodedir” demek ancak ve ancak oportünistlerin ve sosyal-şovenistlerin, en tam ifadesiyle ABD emperyalizminin “dost”luğundan medet bekleyenlerin kuruntusudur!

Ve işte bunun için de, zaman zaman “ekmekten önce onur gerek “ diye hatırlatır durur gerçek devrimciler!

Yani evet,”ekmek için kavga” doğrudur ama ekmek için o ekmeğe göz diken ve ilk fırsatta geri alacak olanlarla uzlaşmak yanlıştır, bu göz göre göre yapıldığına göre Kürt halkına, Kürt devrimcilerine ihanettir!!

Kaldı ki, bu kavgada Kürt halkına düşecek bir ekmek kırıntısı da görülmemektedir ki, ekmekler somun - somun, yalnızca Kürt egemenlerin beklentisinin konusudur.

Dolayısıyla Kürt yoksul emekçi halkının yoksulluk katsayısında bir düşme ihtimali bile söz konusu değildir!

Ve bu oportünizm batağında debelenen sizler, Kürt coğrafyasındaki ve elbette Ortadoğu’daki bu ekmek kavgasının, tamı tamına bir emperyalist savaşın ifadesi olduğunu ve burada taraflar, ABD-AB emperyalizmi ile işbirlikçilerinin cephesi ve bu cepheye karşı olan bütün ezilen ve sömürülen halklar ve devletler olması gerekirken, bunu görmezden geliyorsunuz!

Ama aynı zamanda hem ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri ile ittifak halindesiniz, üstelik IŞİD saldırılarına karşı onlardan silah ve yardım talep ediyorsunuz, hem de “ulusal kurtuluş”tan dem vurup, bunun formülü olarak da “devletsiz bir komün”ü işaret edip, bunun da Sovyet sosyalizminden daha “ileri” ve “bilimsel” olduğunu iddia ederek kendinize bir de sosyalist renk veriyorsunuz!

Hatta ve hatta bu sosyalizmden ”ileri” olduğunu iddia ettiğiniz “komün”ünüzü tedrici olarak, yani reformlarla ve kapitalizm koşullarında ama “demokratik” ve “hukuki” bir kapitalizm koşullarında, ”demokratik ulus” inşa ederek, yani Kürt halkını emperyalizmin ve işbirlikçilerinin yardımı ile dönüştürerek gerçekleştireceğinizi vaaz ederek, dünyaya nur gibi ”demokratik” komünler yağdırmaktan söz ediyorsunuz!

Bütün bunlar,”siz kimi kandırıyorsunuz?” dedirten cinsten köylü kurnazlıklarıdır ki ABD emperyalizmi ile karşı cephede olmamak için ipe un sermek ya da “yerim dar” demektir!

Üstelik mademki kuracağınız toplumsal yapı daha “ileri” ve daha “sosyalist” bir düzen olacak, bu neden sosyalizme karşı son derece yüksek bir nefret taşıyan ABD emperyalizmini ve eş başkanlığını yürüten 12 Eylül dinci-gerici –faşist diktatörlüğünü ürkütmüyor ve bu daha “ileri” sosyalizminize göz yumuyor da; neden Rojava’da, Ayn el Arap’da Kürtlerin ilan ettiği “kanton”lara tahammül göstermeyip, IŞİD’i üzerlerine sürüp, sonra da kurtarıcı rolüne soyunuyor ve planlar-mekanizmalar-ittifaklar kurarak, IŞİD’ten, bütünlüklerine sözde “saygı duydukları” devletleri ve Rojava’lı Kürtleri kurtarmak için “özveri” gösteriyor?

Tabii ki her zaman olduğu gibi, ABD emperyalizmi, son tahlilde, ilk çağ devleti tarafından köleliğin tanınmasından başka bir şey olmayan yüce “insan hakları” adına yani emperyalizmin hak gördüğü çıkarları için ve en ucuz ithal maddesi olan asker kaputu giymiş işçi ve emekçi halk çocuklarını IŞİD canavarının karşısına dikerek kendi çıkarları için “özveri” gösteriyor!

Ve siz ABD’nin bu “özveri”sinin, insaniyet namına olduğundan hareketle kendinize yontuyorsunuz! Bundan daha ilginç politik ahmaklık olabilir mi? Değilse, dediğim gibi, işin içinde oportünizm vardır; o varsa ihanet diz boyudur ve Kürt halkı bunun farkındadır, olmayanlar da pek yakında olacaktır!

Ve bütün bunlar, hepsi birden, bir bütün olarak,”KÖH”ün hızla girdiği 12 Eylül dinci-gerici-faşist diktatörlüğünün karanlığından ABD emperyalizminin bu bölgedeki politikalarının en sadık ve en silahlı gücü olmaya hazırlandığını göstermektedir!

Ve ne komik ki, hâlâ “silahı olanın ekmeği” olur diyorsun!
Ve Kürtlerin ne kadar ekmeğe sahip oldukları sorusu bir yana, ne demek istediğini eminim kendin bile bilmiyorsun, yeter ki yalan ve demagojilerini çiftleştirecek akla yatkın sözler bul, yeter ki bu çiftleştirmeden doğurttuğun ucube ifadeler ile Kürt halkının, Kürt hareketine yüzünü dönmüş gençlerin aklını karıştır, gerisi önemli değil öyle değil mi?

Ama doğru, bu kavganın bir ekmek kavgası, bir sınıf mücadelesi ve bir emperyalist savaş olduğunu idrak eden her devrimci bilir ki ve bunu bildiği için bu gerçekleri idrak eder ki, her sınıflı toplumda, ister kırbaçlı köleliğe ve serfliğe, ister şimdi olduğu gibi ücretli köleliğe dayansın, ezen sınıf her zaman silahlıdır ve ezilen sınıfın her zaman silahsızlandırılması için çabalar!

Bu gerçekliğin şimdilerde çok net olarak,bir fotoğraf misli önümüzde durduğu, hatta burnumuzu gıdıkladığı hepimizin malumudur!

Tek bir isyanı dahi örgütlemeye kalkmadınız, tüm isyanlara da karşı çıktınız “ derken muhtemelen bunu, en çok “KÖH”ün yanlış politikalarına ve bunun ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olduğunu bile isteye uygulamaya çalıştığına işaret eden devrimciler için iddia ediyorsun ki, hâlâ kuruntu içinde olduğunu ve bu kuruntunun, kendinizin üretip kendinizin inandığı ama gerçekliği olmayan bir iddianın kuruntusu olduğunu artık herkes görebiliyor!

Alkışçılarını ayırıyorum ki, onlarda da önemli bir azalma olduğu gözlerden kaçmamaktadır!

Ve bunları derken, yaptığınız sadece ve sadece, Marksizme karşı Blankicilik suçlamasını ileri sürerek, acıklı bir ün kazanan oportünizmin büyük ustası Bernstein'ın yoksul "fikir" lerini Marxizm’in önüne koymak ve bu şekilde en devrimci fikirler imiş gibi kafalara kakmaktır; böylece Blankicilikle suçlayarak bertaraf edilemeyen Marxizm’i, Blankiciliği becerememekle suçlayıp bertaraf etmeye çalışıyorsunuz!

Bu cümlenin kıvrımlarında Blankist isyancılara düzdüğün methiyenin izlerini görmek zor değil ve Marksizmin çarpıtılmaları arasında, en kötü niyetlerden birinin bu kıvrımlarda olduğunu da bu vesileyle bir kez daha görmüş oluyoruz!

Yani işinize geldiğinde, ayaklanmayı bir sanat olarak gördükleri için Marxizmi Blankicilikle suçlarken, işinize gelmediğinde, gene ayaklanmayı bir komplo olarak değil, bir sanat olarak gördükleri için aynı Marxistleri, ayaklanma konusunda beceriksiz ve isteksiz olmakla suçlarsınız!

Oysa bu kuruntularınız bir çarpıtma telaşınızın doğal sonucudur ki, gerçek çok farklıdır!

O nefret ettiğiniz Marx’a ve Marxistlere göre bu iş şöyledir BORGA birader:

Birincisi, başarmak için, ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama öncü sınıfına dayanmalıdır.

İkincisi, ayaklanma halkın devrimci atılımına ve katılımına dayanmalıdır.

Üçüncüsü ise, ayaklanma, yükselen devrim tarihinin halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir.

Ayaklanma sorununu ortaya koyma biçiminde, Marksizmin blankicilikten ayrılması sonucunu veren üç koşul, işte bunlardır.

Yani Lenin böyle diyor ki çok doğrudur!

Ama size göre, nedense işinize gelmediği zaman, bunlar, Marxistlerin, ipe un sermelerinin bahanesidir!

Ve bu koşulların ne anlama geldiğini, özellikle de sınıfsal zeminden çok uzak olduğunuz için kavrayamadığınızdan, her gördüğünüz kıpırtıyı veya fırsatı, “ayaklanma” ve hatta “devrim” olarak görme kuruntusundan kurtulamıyorsunuz!

Gölgeler içinde gördüğünüz kıpırtıların arkasında hangi çalkantıların olduğunu görmediğiniz zaman siz Blankist baylar, bu kıpırtılara, ondan ürken düşmanlarının dediği gibi,”komplo” diyerek, o çok “düşman “ olduğunuz devletin önüne kalkan oluyorsunuz; ama gölgelerin içinden ortaya çıkan çalkantıları görünce ve artık bu çalkantılar zaptı rapta alınınca, en cabbar isyancı oluyor, bu çalkantıların yanında olmanın getirisini kimseye kaptırmak istemiyorsunuz!

İşte bütün bu, yalnızca yaklaşık ve yalnızca, yaşadığımız anda, eğer ayaklanma bir sanat olarak görülmezse, Marksizme bağlı kalınamayacağı, devrime bağlı kalınamayacağı olgusunu aydınlatmaya yönelik olarak hatırlattığım şeyleri görmezden gelirsen,“Tek bir isyanı dahi örgütlemeye kalkmadınız, tüm isyanlara da karşı çıktınız.” Demen, hem kolay olur ve hem de komikliği yanında, bu vesile ile taraftarlarını ikna etme konusunda bile acz içinde olduğunu açık etmiş olursun!

Kürtlerin “İsyan” tarihine ise hiç girmiyorum; eğer girersek emin ol ki kuruntularının ne denli temelsiz olduğunu ve ne tür bir isyandan söz ettiğini, kendin bile görüp şaşırabilirsin!

İşte bir tane daha, temelsiz ve acz içinde olma durumunuzu açık eden bir komik iddia daha:

Türlü çeşit bahaneyle yarattığımız bir devlet ve sistemi varmış ve buna desteğimiz erirken, savunanı hızla azalıyor” muş ki buna kargalar bile güler!

Oysa daha yeni, devletin düşünülemeyecek bir zamandan beri var olan bir şey olmadığını; işlerini onsuz gören, hiçbir devlet ve devlet gücü fikri bulunmayan toplumların var olduğunu; toplumun sınıflara bölünmesine zorunlu olarak bağlı bulunan belirli bir iktisadi gelişme aşamasında, bu bölünmenin, devleti bir zorunluluk durumuna getirdiğini; şimdi, üretimde, bu sınıfların varlığının yalnızca bir zorunluluk olmaktan çıkmakla kalmayıp, üretim için gerçek bir engel olduğu bir gelişme aşamasına hızlı adımlarla yaklaşıyor olduğunu; bu sınıfların, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacak olduklarını; onlarla birlikte, devletin de kaçınılmaz bir biçimde yok olacağını hatırlattım ve gerisinin sizin kuruntularınız olduğunun altını bir kez daha çizdim ama siz hâlâ utanmadan, sıkılmadan, bu günlerde neredeyse kanka olduğunuz devletin “en sadık savunucuları” nın ve hatta “yaratan” ın bile biz olduğumuz yalanını işkembe-i kübradan fırlatıp duruyorsunuz.

Ve o kadar öyle fetiş yaklaşıyorsun ki, bunun, akılla veya akıldan yoksun kalmayla ilgisi olmadığını, sadece ve sadece oportünistliğin ölçüsünün kaçmış olmasından kaynaklandığını düşünmek haksızlık olmayacaktır!

Evet, haklısın ki, bunlar da doğrudur, yani bu toprakların üzerinde devrim kelebekleri uçuşurken ve şimdi ayakta tuttuğunuz 12 Eylül rejiminin en güçlü olduğu bir zamanda, Türkiye’nin devrimcilerini ezdiği için böbürlendiği bir zamanda hiç beklenmeyen bir anda ve yerde isyan eteşi yükselirken, Türkiye’nin bu ezik devrimcileri, bu kelebekleri de, isyan ateşini de görmediler; gördü iseler bile ciddiye almadılar, ya da Öcalan’ın deyişiyle ondan korktular ve eyvah “devletimiz” elden gidiyor, uzak duralım dediler!

Ve yine evet, bizim çok “devrimci” ve “sınıf sendikacıları”,  güçlerinin en yüksek olduğu bir zamanda, 15-16 Haziranları boğmaya çalıştılar ve bu vesile ile bütün fabrika kalelerinin düşürülmesinde egemen sınıflara büyük kozlar verdiler, bu noktada çok haklısın!

Ve ben zaman zaman Aziz Nesin’in “Büyük Grev” öyküsünü hatırlatarak, o büyük sendikal ihanetin içine kimlerin girdiğini ve bunların hâlâ yüce sendikal peygamberler, kutsal işçi liderleri misli göklere çıkartılarak anıldığını hatırlatır dururum!

Ama el insaf be birader, ne bu hatırlattıklarıma açıksınız, ne de bu lanetlediğiniz devrimcilerle ittifak kurmaktan bir adım bile geri duruyorsunuz!

Bütün bu haklı olarak lanetlediğiniz ezik “devrimciler” i ve çok matah imiş gibi onların mirasını paylaşamayıp, oyuncağını kaptırmış yaramaz çocuklar misli kavga eden ardıllarını etrafınıza toplayıp, ya da çatınızın altına alıp,”KÖH”e de, HDP’ye de sol renk vermeye çalışan siz değil misiniz?

Hangisi, Mahirlerin ya da Kaypakkayaların anılarını yüksek tutmuştur?

Elbette hiçbirisi; ve yüksek tuttukları, onların resimlerini yerleştirdikleri ve vitrin misli ellerinde taşıdıkları dövizlerden başka bir şey değildir!

Ve evet, bunda da haklısın ki, gerçek devrimciler, bu sonunda ezikliği bir politika belleyen sahtekâr devrimcilerin politikalarına ve sahtekârlıklarına isyanla ortaya çıktılar!

Ve işte sizin etrafınızda pervane olmayanlar bunlardır ama resmini çizdiklerin, ezikliklerinden hiçbir şey kaybetmeden yanınızda olmak için birbirleriyle yarış halindeler; çünkü, en yüksekte görünen şimdi “KÖH” ateşidir; hem birçok getirisi var ve hem de en güvenli yoldur; çünkü o sizin cenk açtığınızı söylediğiniz devletin en resmi politikası ile pek bir senkronizedir; kim bu getirisi büyük yükselen dalganın yanında ve üzerinde yer almak istemez!

Oysa bu ezik “devrimciler”, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin, dolayısıyla Kürt halkının yükselişe geçtiği bir zamanda, Kürtlerin yanından bile geçmiyorlar, gördüklerinde, Kürtlük bulaşmasın diye selam bile vermiyorlardı ve emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Kürtlere yönelik her türlü düşmanlığını kutsamayı ihmal etmiyorlardı!

Şimdi, bu yükselişi söndüren ve bütün kazanımlarını, ABD emperyalizminin “Büyük Kürdistan” projesine gömen “KÖH”’ün yanında olmayacaklar da kimin yanında olacaklar?


Bunların dışında kalan pek çoğu ise, ya “KÖH”ün yanında imiş gibi, ya da “KÖH”ün politikalarına karşı duruyormuş gibi yaparak, yani kısaca, değerli bir şair arkadaşımın deyişiyle ” mış” gibi yaparak “devrimci” liklerini pazarlamaktadırlar!

Yani evet, çok haklısın, bu topraklarda devrimcilik, bu ezik ve egemen sınıfların dümen suyunda, 12 Eylül rejiminin getirisi büyük olan kapılarında, mesela “demokrasi” festivallerinde veya şölenlerinde, senin deyiminle,”köle ruhlu ideolojileri” ile tekellerin ideolojik tetikçiliğine hazırlanarak, güvenli bir şekilde muhalefet yapan; yani “mış” gibi takılan “devrimciler” e rağmen mümkün oldu.
Ama BORGA kardeş, HDP’nin çatısını kaldırırsan, altında bunlardan yani bu “mış” gibi yaparak “devrimcilik” oynayanlardan çok fazla olduğunu, hatta hemen hepsinin onlardan olduğunu görebilirsin ve o Kandilden tehdit ettiğiniz ÖDP’ nin de izlediği rota, en azından başını tutanların ÖDP ’ yi götürdüğü rota, bunlarınkinden farklı değildir!

Onları gördüğün zaman da, üfürüp-üfürüp ipe dizdiğiniz yalan-yanlış lakırdılarınız karşısında dayanamayıp, seninle ve diğerleri ile karşı karşıya gelip, gerçeklere kalkan olan, siz üzerini örttükçe, bir ucundan açıp, görmek isteyenlere, bu gerçeklere sahip çıkmak isteyenlere gerçekleri gösteren devrimcilerin, işte tam da senin dediğin gibi, bu “mış” gibi takılan sahtekâr “devrimciler” in içinden ve onlara rağmen çıkan devrimciler olduğunu daha net anlayacaksın!

Tabii anlaman için, senin de onların içinde olmaman gerekmektedir; içinde isen tez ayrılman gerekmektedir ve emin ol pek yakında nerede olmak istediğini bizzat kendin açık etmek zorunda kalacaksın!
Ve herkes bilir ki, gerçek devrimciler için, “KÖH” değil, Kürt halkının devrimci kurtuluş hareketinin başarıya ulaşmasıdır önemli ve belirleyici olan; ve bu iş, en güzel, en vurgulu isimler takınılarak değil, ancak ve ancak, gerçek sınıfsal politika sanatı ve aynı anlama gelmek üzere savaş sanatı ile mümkündür; “KÖH”, ancak, bu başarıyı gerçekleştireceğinin işaretlerini verdiği zaman, bu sanata eriştiğinin işaretlerini gösterdiği zaman önem kazanacak ve kimin gerçekte ne istediğini, neyin yanında yer aldığını, işte ancak o zaman herkes anlayacak ve görecektir!

Verecek mi bilmiyoruz ama o vermezse, diyalektiktir, mutlaka başka bir yerden, hatta kendi içinden bile bu işareti veren uçların filiz vereceği, hatta fışkıracağı açıktır!

Fikret Uzun
11-Ekim-2014

Hiç yorum yok: