28 Eylül 2014 Pazar

IŞİD AMERİKANIN YARATTIĞI BİR CANAVARDIR VE ARTIK ORTADOĞUDA YOLA DEVAM ETMESİNİN BAHANESİDİR.



IŞİD AMERİKANIN YARATTIĞI BİR CANAVARDIR VE ARTIK ORTADOĞUDA YOLA DEVAM ETMESİNİN BAHANESİDİR.

Kürt kurtuluşunu ABD emperyalizminin “dost”luğuna bağlayanların belleklerinde en küçük bir izi kalmış mıdır bilmiyorum ama şimdi “KÖH” olan Kürt ulusal kurtuluş hareketinin, çıkışında Türkiye’nin devrimci gençliğinin yolu ile Vietnam devrimcilerinin deneyimlerini kılavuz edinmiş olduğunu biz biliyoruz!

Ve şunu da biliyoruz ki çıkışında değil ama ilerleyen zamanlarda ABD emperyalizmi, bu hareketi, hep devrimci renkleri budanmış, gerici renklere bulanmış ve elbette itaatkâr bir çizgi ile donanmış halde ve müttefikleri arasında görmek istemiştir; bu temelde sık sık Talabani ile haberler gönderip, bu çizgiye gelirse ve sivil siyasete dönerse önünün açık olacağının işaretlerini vermiştir ve bu işaretleri çok iyi anlayan Öcalan, bunu her defasında bir tuzak olarak görmüş ve şiddetle reddetmişti, “bu, sivil siyasete dönmemizi istemeleri, bizi tasfiye etmek istemelerinin işaretidir” demişti.

Görülen o ki, bu işaretler gecikmeli de olsa artık alınmış ve gecikmeyi kapatmak için de var güçle çalışılmaktadır!

Dört bin yıllık tarihi olan Vietnam’ın sömürge savaşının sonu olan 1975 Nisanında, Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNL) ’nin kesin ve muzaffer ilerleyişi karşısında ABD emperyalizminin işgalci güçleri tası tarağı toplayıp kaçmıştı!

ABD emperyalizminin işgal kuvvetlerinin, dünyanın her tarafında uyguladığı pasifikasyon hareketi dünya tekelci medyasının yarattığı illüzyonun da yardımı ile hep yüce amaçlar olarak tanıtılmıştır.

Amerikan emperyalizmi Vietnam’a girerken de aynı filmi seyrettirdiler; pasifikasyon hareketi, “barıştırma”, ”yatıştırma” gibi terimlerle süslendi ve ABD emperyalizmine iyi yürekli, insancıl unvanlarını, hatta dünyanın yegâne kurtarıcısı unvanlarını sağladı.

Başrolde ve ön cephede CIA bağlantısı sır olmayan AID (Uluslararası Kalkınma Teşkilatı) idi. Ne gösterişli bir isim değil mi?

O günlerde başında McDonald vardı.

O günlerde de amaçlarını gizlemedikleri halde, dünyanın ezici çoğunluğuna gerçek niyetleri, Vietnam halkını “barıştırmak”, bunu yaparken “köy kalkınmasına yardım etmek” olarak tanıtan yine tekelci medya idi ve tabii bu yüce amaç uğruna gösterdiği özveriye karşı kötü niyetli “Vietnam ulusalcıları”nı “deşifre edip”, dünyaya “rezil eden” de aynı medya idi; ABD emperyalizminin bu “yüce” amacına karşı ne “utanmazca”, ne ”nankörce” tutum içinde idi Vietnam ulusal kurtuluş savaşçıları; ”rezil ulusalcılar!”

Ol tarihlerde Saygon'da AID'ın başkanının malikânesinde gerçekleştirilen bir yemekli toplantıda, AID adına Vietnam'da görevlendirilen bir CIA yetkilisi, Vietnam'daki yüce amaçlarını şöyle özetliyordu; “Artık gırtlağımıza kadar bu işin içindeyiz ve burada kalacağız; komünistleri kendi oyunları ile yeneceğiz; horozlarını boğazlayacağız; gerekirse kadınları ve çocukları da boğazlayacağız; bu, komünistlerin halk üzerindeki etkisini silene kadar sürecek; burasını bir ameliyathane gibi, mikroplardan arınmış hale getireceğiz ve bu işi Vietkongdan daha iyi becereceğimize de eminiz.”

Vietnam'da AID ile birlikte Amerika’nın paralı askerleri yanında CIA ve USIS (Amerikan Heberler Merkezi) de görev halinde idi.

Hepsi, ABD emperyalizminin Vietnam köylülerini kalkındırmak için gösterdiği yüce özveriye taş koyan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNL) nin “halka yaptığı zulümden halkı kurtarmak” içindi!

Halk, bir defa bu zulümden kurtarıldı mı, hemen Kao Ki'nin ya da yerine geçenin “demokratik yönetimi”ni seçecekti! Sıkıysa seçmesin!

Halk bunu öğrenene kadar Vietkonglu sayılacaktı!

Vietnam'da da Amerikalılar, Kürt coğrafyasında uygulanan Kürt korucuları misli, Vietnamlılardan oluşan kelle avcıları örgütlenmesi vardı ve kelle başına 42 dolar ile 4200 dolar arasında değişen ödül alıyorlardı.

Amerika’nın himaye ve yardımları ile Güney Vietnam polisi hem takviye edilmiş ve hem de yirmi bin olan sayısı, iki yıl içinde yetmiş iki bine çıkarılmıştı. Bunun dışındaki hükümete bağlı daha yetkili teşkilatların emrindeki emniyet kuvvetleri bu sayıya dâhil değildi.

Bu teşkilatlardan birisi, Vietnam’da honcho (kasap-işkenceci ) lakabı ile anılan ve bir süre sonra Türkiye'ye büyükelçi olan ve de üniversite öğrencilerinin arabasını yaktığı ünlü Robert Komer'in Johnson'a övgü ile rapor ettiği, “Sahra Kuvvetleri” dir. Bunların işi, Vietkong'a karşı haber alma faaliyetleri yürütmek ve bu çerçevede ortada duran, ne Vietkonglu ne de Hükümet yanlısı olan Vietnamlıları avlamak ve sahra kuvvetlerine katmaktı.

Bunun yanında, CIA’nin bir başka kolu olan OSA ( Özel Yardım Dairesi) himayesinde kurulan ve Hitlerinkileri aratmayacak denli insanlık dışı yöntemler kullanılan toplama kampları vardı. Bütçesi de epey bir kabarıktı.

Herkes hatırlar, 1970'lerde gençlerin elinden düşmeyen bir “direnme savaşı” başlıklı kitap vardı, işte o kitapta Vietnam zindanlarında, Amerikan emperyalizmine ve onların Saygon uşaklarına karşı verilen mücadelenin destanı yazılı idi ve bu toplama kamplarının insanlık dışılığını bu kitapta net olarak görmek mümkündü ki, 12 Eylül faşizminin sınıf kini yanında ırkçı kini ile de saldırarak korkunç işkenceler yaptığı Kürtlerin hali, bu toplama kamplarındaki Vietkongluların hallerinden kat be kat iyi kalmıştır.

Ve Amerikalılar o kadar yüzsüz ve pişkindiler ki, bunlar olurken, Güney Vietnam'da “Tam bir sosyal devrim” için çağrıda bulunan broşürler dağıtıyorlardı. Amerikan mantığı şu idi: Bir devrimi yenmenin en iyi yolu ona yeni bir devrimle cevap vermektir!

JOHNSON böyle buyurdu ve Ki de işareti alarak, ”öyleyse ben de bir devrim yaparım” dedi; böylece bütün pasifikasyon programını gölgede bırakacak bir “Devrimci Kalkınma Programı” (PRD) uygulanacaktı; mutfağında elbette baş aşçı olarak CIA vardı; mali desteğin çoğunu Özel Yardım Dairesi sağlıyordu!

Hepimiz biliyoruz ki, ABD emperyalizminin yardımseverliği, gütmek istediği eşeğin önüne ot koymakla kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek çerçevesindedir!

Bu Devrimci Kalkınma Projesi ile kotarılacak “devrimci iş“ ise tabii ki, Vietnam Kurtuluş Cephesi kadrolarının kökünü kazımak amacı ile Vietnam’ın bütün köylerine dağılarak sözde köylüleri Vietkong'un teröründen ve zulmünden korumaktı; ancak tam tersi oldu; bu birlikler, Diem zamanında bile görülmemiş ölçüde köylüleri soymakta, kadınların kızların ırzına geçmekte ve sırf zevk için etrafa dehşet saçmakta idiler!

Dolayısıyla AID ve PRD projecileri, ne yaparlarsa yapsınlar, ABD emperyalizminin “yardımseverlikleri”ni halka sevdiremiyor, benimsetemiyorlardı! Güney Vietnam halkı bile “Bunların hepsinin Amerikanın casusu ve gizli polisi olduklarını” düşünüyordu.

Vietnam örneği ABD'nin “devrimci”,”demokratik”,”insani yardımcı”, “kalkındırmacı”, işlerinin gerçekte nasıl bir insanlık dışılık içerdiğini, onun ipiyle kuyuya gidenlerin kuyudan çıkamadıklarını ve tek doğru yaklaşımın ve taktiğin, onun ipini eline verip, poposuna da bir tekme atıp, kendi topraklarına postalamak için, hiçbir güç hesabı yapmadan, hiçbir uzlaşma içine girmeden onunla ve işbirlikçileri ile mücadele etmekten ve hep kendi gücüne ve halkına güvenmekten başka bir şey olmadığını gösterdi. Yalnızca bir örnektir ama tek olmadığını ve ABD emperyalizminin ve elbette onun yanında diğer bütün büyük kapitalist devletlerin sicilinin bu konuda pek bozuk olduğunu hepimiz biliyoruz!

Ve elbette Vietnam'ın Ulusal Kurtuluş Mücacedelesi veren devrimcilerinin, Vietnam'da, ”analar ağlamasın”, “insanlar ölmesin”, diye; ABD emperyalizminin ve bizzat CIA'nin yönetiminde oluşturulan gözü dönmüş, 42 dolara kafa kesen ve kelleyi “Kalkınma Ajansı” adı altında kendini gizleyen CIA yetkililerine teslim edip ödüllerini alan çetelerin dehşetinden kurtulmak için, ABD emperyalizminin Vietnam halkına dayattığı Amerikan “demokrasisi”ne razı olarak, ABD ile ve bu Amerikan “demokrasi”sine boğazına kadar batmış Dien Hükümeti ile pazarlığa, sulh yapmaya girişmediklerini de biliyoruz!

Ve elbette bunun içindir ki, geride Vietnam halkının yüreklerinde son derece vahşet içeren bir yıkımın acı ve dehşet dolu izlerini bırakmakla birlikte, hem ABD emperyalizmi Vietnam’dan kovulmuş, hem de Vietnam Devrimini gerçekleştirmiş olduklarını biliyoruz!

Ama ne Amerika, ne diğer emperyalist devletler ve elbette ne de Amerikan emperyalizminin yerli muhipleri bu gerçeği bilmek isterler!

Ve işte bu yüzdendir ki, mesele ABD emperyalizmi ve onun dünya çapındaki ”demokrasi” fırıldaklıkları iken ve bu bölgede de tarihinin en büyük fırıldağını döndürmeye çalışıyorken, bizim ABD emperyalizminin sevgili muhipleri, ABD emperyalizminin de bir “kapitalist modernite” hem de en kötüsünden, en namlısından, en kara sicilli olanından biri olduğunu akıllarına bile getirmeden, “anti-ABD emperyalizmi”nin lafzına bile tahammül gösteremezken, “Kapitalist modernite” ye ve “devlet”e hücumla, tam da ABD emperyalizminin gönlünde olan bir Amerikan pax'ı için, bir sahte “demokrasi” dünyası için, yani Amerika’nın “Büyük Kürdistan” suretindeki rüyasına biat etmek için her türlü yolu denemektedirler!

Bu çokbilmiş, yafta uzmanları, ne tarih bilinci ile ne de mantığı ile barışıktırlar; hatta bu bilince ve mantığa savaş açtıklarını bile söyleyebiliriz!

ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin bu bölgeye getirecekleri “demokrasi”yi ve bin yıl sürecek bir Amerikan pax'ını cilalayıp cilalayıp, çilekeş Kürt halkına ve Türk emekçilerine yutturmak için “iyi niyetli”, ”insancıl” ve elbette “demokrasi” şampiyonu ABD emperyalizmine ve işbirlikçilerine kalkan olmaya çalışmak ve ABD emperyalizmini Kürt halkına sevdirmek, böylece Kürt halkına ne denli uyanık, köylü kurnazı olduklarını hissettirmek temel politikaları olmuştur.

Çünkü ne Kürt halkına ne de kendilerine güvenleri kalmıştır; bu nedenle apaçık ortadadır ki, ABD emperyalizminin bin yıl sürecek pax'ına teslim olmuşlar ve bundan çıkacak kurtuluş ile Kürt halkının başına, bin yıl sürecek bir “iyi niyetli”, “doğa sevdalısı”, parça pinçik halkları pek seven, sırtını dünyanın en güçlü olduğunu zannettiği jandarmasının gücüne dayamayı en akıllı iş belleyen, bir devlet ya da moderniteyi kesinlikle reddeden, yerine etnik ya da dinsel tarikatların yönetimini koyan, haliyle cehaleti yüksek tutan ve bir ümmet toplumundan medet uman ilkel bir aşiret despotizmini dikmek istemektedirler!

Bu yaftacı baylar, Kemalizm deyip dururlar ama Kemalizm’in egemen sınıfların bir süre ihtiyaç duyduğu ve ihtiyacı kalmayınca ve dahi kendisine köstek olmaya başlayınca, en azından Türkiye’nin pek kocaman zenginlerinin baş düşmanı olan sosyalist hareketi tarihe gömmede yeterli gelmeyince vazgeçtiği ve yerine dinci akımların yönetimini ve haliyle dinci akımların bu yönetimine uygun olan ideolojiyi, ”ılımlı İslam” diye kendileri ilan etmektedirler, ikame ettiklerini görmedikleri gibi, bu ikame edilenin de, dünkü Kemalist ideolojik-politik yönetimsel iradenin de, ABD ile aralarından su sızmadığına da gözlerini kaparlar ve Kemalizme duydukları kini, ABD emperyalizmine de yönetimi eline almış dinci akımlara da, bunun ideolojik-politik iradesinin ardındaki aynı egemen sınıflara da duymazlar; hatta duymamayı en devrimci iş sayarlar!

Bu gerçekleri ortaya dökenlere, ikircimsiz yüzlerine vuranlara, her türlü yaftayı asmışlardır ve şampiyon “ulusalcı” yaftasıdır; amma ve lakin artık, yaftalarına hiçbir yalanı sığdıramadıkları için, yaftaları her tarafından su kaçırdığı için ve dahi üzerlerine üzerlerine bir deccal misli geldiği için, ”şerefsiz”, “alçak” yollu küfrederek korkularını, telaşlarını ve heyecanlarını teskin etmeye çalışmaktadırlar; ama daha çok ABD emperyalizminin “dost”luğunu kaybetmemek içindir bütün bu hezeyanları!

Sanki bir tek kendileri UKKTH konusunda bilgili, bilinçli ve harbi delikanlıdır, politikalarını ve tutumlarını eleştiren başka herkes gayri-delikanlıdır.

İşin garibi mi desem, komiği mi desem, bizzat kendileri, bu ilkeden de, devrimci olmanın ölçütü olan bu ilkeye sıkı sıkı sarılma delikanlılığından da vazgeçtiklerini, tek seçeneklerinin, ünlü kontrgerillacı Mehmet Ağar’ın ifadesi ile düz ovaya inmek ve ABD emperyalizminin ve elbette 12 Eylül rejiminin yıllardır “Marxizm -Leninizmi bırak gel masada anlaşın; sivil siyaset yapın” çağrısına uymak olduğunu; çünkü ulusal kurtuluş mücadelesinin o kadar kolay olmadığını konuşup durmaktadırlar!

Hatta kendilerini her fırsatta “eleştiren” birbirini bilen kırk kişinin üyeleri pek muhterem “eleştirici” bay ve bayanlara, ”sıkıysa gelin siz yapın bu işi” diye zılgıt çektikleri de olmaktadır.

Sonuçta Kurtuluş mücadelesi hareketi gitmiş, yerine özgürlük mücadelesi hareketi gelmiştir ve parolası “demokratik” komün, yol haritası ise ilkel bir aşiret despotizmidir ve bununla bütün dünyanın ezilen halklarına “model” oldukları kuruntusunu, caka satar misli hepimize ama en çok Kürt halkına ve bölgedeki mazlum halklara ki onları Esad'ın zulmünden, Baas'ın zulmünden, “kapitalist modernite”nin, devletin ve ulus-devletin gadrinden kurtaracaklarını ve yerine “sosyalizm” misli hatta ondan da “ileri” bir ümmet toplumunu yani ilkel bir aşiret “komünü” nü koyarak, bütün halkları yoklukta eşit kılacakları yönündeki vaatleri eşliğinde satmaya çalışmaktadırlar!

Oysa düpedüz, bütün tarihlerini inkâr ederek ve bütünsel tarihlerinden hiçbir ders çıkarmadıklarını kanıtlarcasına, ABD-AB emperyalizminin silahlı milis kuvvetleri rolünü üstlenmeye hazırlanmaktadırlar; en son örneklerinden birisi olan Halepçe'nin üzerinden ise henüz çok fazla bir zaman geçmemiştir!

IŞİD'mi?

IŞİD, tüm bu temel olgular yanında, bu olgulara bağlı olarak bizzat ABD emperyalizminin yarattığı bir canavardır ve ABD emperyalizmi bunu hep yapmaktadır; ABD emperyalizmi boğazına kadar IŞİD’lere batmıştır ki bu çaresizliğinin aynasıdır!

El kaide ve Hizbullah canavarlarını herhalde herkes hatırlıyordur!

Öncekiler bir yana, üzerinden henüz çok zaman geçmemiş olan ve Amerika’da herkesin bildiği bir sır olarak konuşulan ABD emperyalizminin, sırf BOP’u kotarmak ve bunun için Afganistan ve Irak'tan başlayarak Suriye üzerinden İran’a ve oradan Türkiye'ye dayanıp, kırk yıllık hayali olan “Büyük Kürdistan”ı kurmak ve İsrail’in ya da kendi mandaterliğinde devrimcisi kıt, gericisi bol ve pek bir itaatkâr Kürtlerden oluşan ümmet toplumunu Kürt işbirlikçilerine hediye etmeyi garantilemek için yarattığı ve tarihe “11 Eylül ikiz-kuleler faciası” olarak geçen bahanesinin yıldönümünde, kendi yarattığı IŞİD canavarı bahanesi ile hem Suriye’de ve hem de Irak ile birlikte diğer hedeflediği ulus-devletlerde yapmayı planladığı operasyonlara devam etmeyi planlamaktadırlar!

Oysa ABD’nin kendine göre şeytanca olan bu planı için, her yerde şu fıkra anlatılmakta ve en sıradan halkın zekâsının bile ABD'nin bu son derece çaresiz planına, hem de mahrem yeri ile güldüğü ortaya çıkmaktadır!

Fıkra şöyle ve anlatalım da ölmüşüz de haberimizin olmadığı ağlanacak halimize haberli bir şekilde gülelim!

Temel bir gün bir yokuştan aşağı inerken tırın freni patlamış. Temel tırı yavaşlatabilmek için ya sağa ya da sola çevirmesi gerektiğini fark etmiş. Sağa bakmış orda bir çocuk oyun oynuyor. Sola bakmış solda bir pazar yeri kurulu "eğer sola çevirirsem pazara girerim yüzlerce kişi ölür, ama sağa çevirirsem sadece bir çocuk ölür" diye düşünmüş ve olay olmuş bitmiş; ertesi gün gazete manşetlerinde şöyle yazıyor:

” Yük dolu bir tır pazar yerine girdi yüzlerce ölü var'' bu sırada temel mahkemeye çıkartılmış. Hâkim sormuş ''oğlum niye tırı pazara çevirdin? “

Temel cevap vermiş:

'' Efendum valla benim bir suçum yok. Ben tırı çocuğa çevirdim ama çocuk pazara kaçtı"

Evet, şimdi herkes IŞİD militanlarının Suriye pazarına kaçacağına ve çaresizlikten son derece Temel’leşmiş olan ABD emperyalistleri ve işbirlikçileri ve elbette KÖH'ün “meşru savunma milisleri” fren tutmayan çaresizlikleri eşliğinde, IŞİD bahanesi ile Suriye pazarına ve ondan sonra artık nereye sıra gelirse o pazara dalacaklar ve böylece tıkanan bahtlarını, Suriye ve diğer Arap pazarlarında bypass edeceklerdir!

Hadi biz, bu bay yaftacılara göre, bu fıkraya gülmekle yetinerek ve Kürtler’e ne yapacakları ya da ne yapmayacakları hususunda ahkâm keserek bu planın karşısında duruyor olmakla kalalım; peki bu dünyada sadece ABD emperyalizmi mi uyanık ve köpeksiz köyde değnek yerine bu fıkralara konu olan cinliklerle mi işi götürmeye çalışıyor?

Dolayısıyla hayallerden çıkıp gerçek hayata indiğimizde, bu uyanıklığa dur diyecek ve çıkarları bu bölgede belki de ABD emperyalizmininkilerden daha önemli olan başka büyük devletlerin olduğunu görmeyecek miyiz? Ve tarih bize, bu durumda, bu büyük devletlerin kendi çıkarlarını savunmak için yönettikleri ve sömürüp ezdikleri halkları hep yanlarına çekmeye çalıştıklarının haberini vermiyor mu? Bu büyük devletler, bu halkların en azından nicel gücüne dayanmamışlar mıdır? İşte ya gene öyle yaparlarsa ve bu işe halk da öyle ya da böyle karışırsa ve hatta halk bunun için epeydir ABD emperyalizmine ve Siyonizme diş biliyorsa, o zaman ne olacak?

Peki ya her bir parçadaki Kürt halkı oyunun farkına varırsa, asıl o zaman ne olacak?

“Temeldir ne yapsa komiktir” deyip gülüp geçmeyeceklerdir herhalde, öyle değil mi?

Bu nedenle komikliği bırakıp, gerçeklerle yüzleşmek ve doğrunun terazisinde tartılmak için, öncelikle yanlışlardan kurtulma cesareti göstermek gerekmektedir; ancak ondan sonra masaya oturarak, ya da aynı yolda yürürken, ne yapılacağı üzerinde konuşulur, tartışılır ve bir ortak çözüm mutlaka bulunabilir!

Ama bunun için, yanlışlardan arınmış olmak ve aynı hedefe doğru giden bir yol güzergâhında, kendi ayaklarının üzerinde durarak ilerlemek üzere, birbirinden bağımsız bir irade ile dizilmiş olmak gerekmektedir!

Aynı yol üzerinde taban tabana zıt hedeflere kilitlenmiş olan iradeler, ne tabanlarını ne de diğer iradeleri birbirlerinin yoluna çekebilirler!

Hele başka ve “gücü”nden sual sorulmayan bir iradeye teslim olanların bunu yapabilmeleri kesinlikle mümkün değildir ve bu hayalin sonu hep hüsranla bitmiştir; ama ne yazık ki, bu hüsranın faturası, öncelikle hep bu hayale inandırılan halkların asker kaputlu ya da sivil kaputlu bireylerine ve onların içinden çıktıkları halklarına çıkarılmıştır!

Peki, Vietnam savaşının son derece acı renklerle yüklü tablosunun resmi bilançosunu merak ediyor musunuz ki bunun içinde yargısız infazlar ve kayda geçmeyen ölümler ile sakat kalan insan sayısı yoktur?

Hemen arz edeyim: Amerikan resmi bilançosu, 1964-1973 arasında Vietnam’da 500 bin sivil, 200 bin Güney Vietnamlı asker, 55 bin de Amerikalının öldüğünü hesaplamıştır.

Ancak resmi olmayan bilgilere göre, Vietkong saflarında ve Kuzey Vietnam’da öldürülen insan sayısı en az 725 bindir.

Ya kaplan kafesleri, onları hatırlıyor musunuz? Hiç sanmıyorum, gözleriniz tavukkarası bakmadığı zamanlarda KÖH fetişizmiyle baktığı için, ne hafızanızın içini görebiliyorsunuz ne de sesini duyabiliyorsunuz!

Saygon’a 220 kilometre uzaklıktaki, Güney Çin Denizi üzerindeki adada kurulan Con Son Ulusal Islah Merkezi” uzun süre “şeytanın adası” adıyla anıldı; işte bu kampın en insanlık dışı “süsü” belki de insanların aylarca içinde tutulduğu aslan kafesleridir.

Bu kampın, emin olunmalı ki, yine ABD emperyalizminin bir eseri olan Guantonamo kampından çok daha dehşet verici bir anısı vardır!

Con Son’da kullanılan zincirler özel olarak ve Massachusetts, Spingfield Smith and Wesson şirketince imal edilmiştir; kalıplı ve düz değildir; F8 demirinden yapılmıştır ve ayakların etini kertikleyen kesici kıvrımları vardır.

Kaplan kafesleri yetmezse, ”öküz kafesleri” veya “manda kafesleri” kullanılmıştır!

“Direnme savaşı”ndan hatırlıyorum, tutsaklar, açlıktan böcekleri yemekte ve susuzluktan çişlerini içmektedirler ve balık istifi ve de çırılçıplak ve üstelik kadın erkek bir arada dar hücrelerde aylarca ayakta tutulmaktadırlar ve o kadar öyle ki, çıplak vücutların birbirlerine sürtünmesinden herkesin vücutlarında derin ve irin dolu yaralar oluşmuştur ki bunların hepsi Con Son toplama kampında yaşanmıştır!

Kürtler ya da Türkler, birlikte ya da ayrı ayrı, ABD emperyalizmini bu topraklardan, hatta bu bölgeden defetmedikçe, ne Kürt devrimi, ne de Türkiye’nin devrimi zafer kazanabilir; eğer ABD emperyalizminin “dost”luğundan ya da “güç”ünden medet umuluyorsa, acilen bunun ham hayal olduğunun bilincine varmak gerekmektedir; bu hayal ile bir halklar hapishanesi olan bu bölgede, ezilen ve sömürülen halklara ne huzur ve mutluluk ve elbette ne siyasal ne de insanal kurtuluş sağlanabilir!

Fikret Uzun

22-Eylül-2014

Hiç yorum yok: