28 Mart 2014 Cuma

TEORİ VE PRATİK ÜZERİNE DERSLERE DEVAM



TEORİ VE PRATİK ÜZERİNE DERSLERE DEVAM

DERS -II

Canım kardeşim, komünist olmaya heveslenmiş genç arkadaşım, el insaf, şimdi sen hem dediklerimden bir şey anlamamış olacaksın ama hem de diyeceksin ki “sen Kürtlerin kurtulmasını, özgür olmasını, kaderini tayinini vesaireyi istemiyorsun” !

Dediklerimden bir şey anlamayıp, bunu anlamanın suçlusunu “yere batasıca teori” de mi göreceksin? Hayır kardeşim hayır, suçlu tam tersine teorisizliktir! Teorik –politik bakıştan yoksunluktur!

Peki, bunun suçlusu kim veya nedir?

İşte yukarda bir kez daha dikkat çektiğim tekellerin ideolojik hegemonyasıdır ve buna en çok asistanlık edenler Nabi misli azap zebanileri ve müritleridir ki ben onlara vaktiyle, yani yerinde ve tam zamanında “anayasacı komünistler” demiştim; AKP’nin anayasa referandumunda ille de “EVET” çıkması için, şimdi meyvelerinin ne olduğu net olarak görülen bir sonucun çıkması için ve bunun bir “ileri demokrasi” hamlesi olduğunun algılanması için canhıraş yırtınmaları, tarihe bir acıklı güldürü ustası olarak, yani “ yetmez ama evet”çi olarak geçmeleri yetmiyormuş gibi, gerçekleşmiş olsaydı bu gün iktidarın iki ortağı arasındaki çatlaktan kimsenin haberi olmayacak olan faşist 12 Eylül anayasasının son darlıklarının da ortadan kaldırılma operasyonu için çok konferanslar verdiler ve çok tuvalet kâğıdının tacizine uğradılar ve AKP-RTE’nin ortağı ile birlikte konuşlandırdıkları faşizmi “ileri demokrasi” görürken, bu tacizlerden faşizm çıkardılar, ”ergenekoncu”ların marifeti saydılar ve işte durum ortadadır ki, siz bunu hâlâ göremiyorsunuz!

Neden göremiyorsunuz?

Fikret uzun,”uzun-uzun yazılar yazıyor”,teoriler fırlatıyor, hâlâ en ileri ve en bilimsel teori olan Marxizm-Leninizm’e dikkat çekiyor, kafanızı şişiriyor, ağız tadıyla pratik yapamıyorsunuz, onun için değil mi? Sevsinler sizi!

Hayır, canım kardeşim, tek nedeni “teorisizlik” ve teorik bakıştan yoksunluktur! Bir şey daha var ve dilim varmıyor ama söylemem lazım ki o da duymamaya, görmemeye ve göstermemeye mahkûm edilmiş olmanızdır ki duymak istemeyen birinden daha sağır kimse yoktur; aynı şekilde görmek istemeyenden daha kör hiç kimse yoktur; konuşmak istemeyenden daha dilsiz de hiç kimse yoktur! Ve daha vahimi, duymayıp, görmeyip, pabuç gibi bir dille konuşmaktır ve işte sizin halinizin otopsisi budur ve bunun da temelinde teorisizlik, teoriden bile-isteye kaçış vardır!

Bu arada en passant belirteyim, teori derken reçete dediğimi anlama sakın, çünkü bu eğilim sende çok fazla! Üstelik hem okumuyorsun ve hem de okumadığın halde “anladığını” söylüyorsun ama anladıkların söylediklerimin, tam tersidir!

Deniz kardeş, Marx, sosyalizmi bir bilim olarak düşündü; Engels de öyle ve öyledir; öyleyse, yani sosyalizm bir bilimse bunun bir teorisi bir de pratiği olmalıdır ve vardır; olduğunu gördük; Sovyet sosyalizmi bize bunu gösterdi!

Sovyet sosyalizmi, Marx’ın teorik olarak ve pratiğinin olmadığı bir zamanda gösterdiğini, pratik olarak gösterdi; sosyalizmin işçi sınıfının düzeni olduğu gerçeğini reel sosyalizm ile dost da düşman da gördü! Sovyet sosyalizmi, yani işçi sınıfının iktidarı, teorisiz bir pratik değildir ve teorisiz kaldığı andan itibaren, başka pratiklere yelken açmış, çözülmüş ve yıkılmıştır!

Dahası var, değer yasası kapitalizmin yasasıdır, Marx ve Engels bu yasanın sosyalizmde de yani komünizme geçiş aşamasında da işleyeceğini önceden görmüşlerdir ve işlemiştir de; ancak, değer yasasının etkinliğinin giderek artacağını söylememişlerdir ve arttığını da biliyoruz; artması demek komünizme geçişin kapılarını kapatmak demekti ve kapanmıştır!

Bunu görebiliyor musunuz? Hiç sanmıyorum, bundan daha çok, Marxizmin eksikliğini çıkartıyorsunuz! Ama tam tersine, Marxist teori işliyor ve doğrudur; pratiği yanlış ise bunun suçlusu teori değildir, teorinin kabalaşmasıdır, teoriden uzaklaşılmasıdır!

Başkası da var, Marx sınıf mücadelesinin sınıflar var olduğu müddetçe devam edeceğini ve varacağı son durağın kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğü olduğunu ve proletarya diktatörlüğünün kendisi ile birlikte ama onun güvencesinde sınıf mücadelesinin de sınıfların da ortadan kalkacağını, daha doğru deyimle sönümleneceğini ifade ediyor, haber veriyor; işte bu teoridir ve bu teori de ve ağır bir faturayla doğrulanmıştır; dahası burada ekonomik alanın belirleyici olduğu ve “zor”un bu belirleyiciliğe tabi olduğu önermesi de böylece doğrulanmıştır!

Canım kardeşim, teorisiz kalkmak, pusulasız kalmaktır; o da olur, pusulasız da yol açılıyor, açıldı ama o zaman bile başka pusulalar devreye girdi, yıldızlara bakıldı, rüzgârın şiddetine bakıldı, güneşin yüksekliğine, aydınlığına, karanlığına vb. bakıldı! Ama teori hep vardı, daha doğrusu insan, insan olmaya başladığından beri vardı ve hep ilerledi, hep gelişti ve geliştikçe insanı yükseltti; şimdi sen yere batırarak, bizi güneşe, yıldızlara, rüzgârın şiddetine yani düşmanın ideolojik hegemonyasına mahkûm etmek istiyorsun!

Ve dahanın dahasının bir tanesini daha hatırlatayım, tarihin, aynı anlama gelmek üzere toplumsal gelişmenin lokomotifinin sınıf mücadelesi olduğu da pratik olarak doğrulanmıştır ve siz “yere batasıca teori”ciler, bunu da görmüyor, daha doğrusu görmek istemiyorsunuz!

Bir önemli nokta daha var ve teori-pratik ilişkisinde çok önemlidir!

Sovyet sosyalizmi kurulurken, en baştaki o sancılı, doğum izleri ile malul olunan zamanda, Avrupa’dan beklenen devrimden ümidini kesen Lenin, tek ülkede sosyalizmi daha uzun yaşatabilmek, ileri kapitalist ekonomilere yetişip geçebilmek için iki önemli ve sapma sayılabilecek politikayı ki bizzat kendisi “kompromi” olarak niteleyerek ve “ama bizim proletarya diktatörlüğümüz var” diyerek eklemiştir, Stalin’in omuzlarına yükledi; ikisine de kendisi başladı ve Stalin sürdürdü!

Biri “NEP” ki buna Marxizm-Leninizm düşmanları, iflah olmaz anti-Stalinistler ve bu arada Öcalan, hâlâ “devlet kapitalizmi” demektedirler, bundan Lenin’in “kapitalizme hizmet ettiği” sonucunu çıkarmaktadırlar, oysa tek başına pazar mekanizmasının kapitalizm demek olmadığı açıktır; ama özel mülkiyeti Pazar mekanizması ile birleştirirsek kapitalizm doğar ve kapitalist restorasyon böyle doğmuştur; diğeri ise “Barış İçinde Bir arada Yaşama” politikasıdır; ikisi de sadece ve sadece geçici birer politika idiler ve ikisinin de etkinliği artarak devam etti! Bir politika idiler ama özellikle Hruşov’la başlayıp, arada uzaklaşılmış olsa da, Garbaçov’la tamamlanarak hep teori katına yükseltildiler!

Bu “bir arada yaşama” politikası, zaten konsümerizmle malul, bir adet McDonald hamburger yemek için saatlerce kuyrukta bekleyen Rus gençliğinin bilincinde, iki zıt düzenin birbirine yakınlaşmasına kapı açtı ve kapatamadı!

Ve hepsi birden gösterdi ki, teori olmadan pratik anlaşılmaz; pratik ise teorinin en son ve en doğru sınanmasıdır. Ancak, her pratik teori olmadığı gibi, her zorunlu ve tarihsel açıdan doğru pratik de teori değildir!

Birinci derste ifade etmiştim, pek çok insanın, çok az bir teorik eğitimle, hatta hiç eğitilmeden, genel olarak sosyalist hareketin pratik önemi ve pratik başarıları yüzünden, harekete katılmalarının bu dün de devam ettiğini biliyor görüyoruz; Bu önemli değil ve bu, çok zaman kaçınılmazdır ama iş onların yüzlerini döndükleri partide biter; eğer komünistsiz bir parti ise, bu eksikli olan sempatizanlar daha da geriler, kadro değil, ümmi olurlar!

İşte tekellerin ideolojik hegemonyası bunun içindir; “komünist”siz “komünist” partileri yaratarak, bu kaçınılmaz olanı hegemonyasına hapsetmek içindir! Ve işte bu nedenle ideolojik mücadele aynı anlama gelmek üzere teori önemli ve son derece gereklidir!

Köpeksiz köyde ki artık tek kutuplu dünya bir köy haline gelmiştir, daha önce köpek varken değnekle dolaşan emperyalistlerin, hâlâ değnekle dolaşmaları, devrimci teoriden duydukları korkularını yenmek içindir; bunun bir doz ilerisi dünyayı teorisiz bırakmaktır ve bırakmışlardır!

Diğer yandan, bu tutum ve düşünceler, daha çok, sosyalist hareketi doğru yolundan saptırmak için çalışan ama sosyalist hareketin içinde boy gösteren düşüncelerle yeterince hesaplaşılamadığı dönemlerde öne çıkar.

Bu nedenledir ki, bir sınıf partisinin, komünist partisinin yaşamının tamamına yakını, mücadele tarihinin neredeyse tamamı, nihai zafere kadar devrim örgütlemekten çok, içindeki ve dışındaki sapmalarla mücadele içinde geçer!


Sosyalist devrim hareketini yolundan saptırmak üzere, sosyalist devrim hareketinin içinde boy gösterenler ise çok daha sinsi ve tehlikelidir!


Bu gün sosyalist hareket içindeki bu tür sinsi saldırılara mantıklı ve kabul edilebilir bir renk vermek için, “farklılıklar zenginliğimizdir” yollu şiar niyetine lakırdılar, bizzat “komünist” adı ile ki yüzlerinin resmi politikalara dönük olduğu apaçık belli olmaktadır, düzene koltuk değnekliği yapan örgütler tarafından pompalanır!


Dolayısıyla görüş ayrılıkları ile hizip kavgaları arasındaki çizgi silikleştirilir; böylece de görüş ayrılıklarının hizip kavgalarına yükselmesinin önü açılır, hizip kavgaları ise görüş ayrılıkları adı altında gizlenir ki sonuç tasfiyeciliktir ve en son tasfiye operasyonunun, likidasyon deyyu senin ağa babalarının dilinden düşmez, Nabi Yağcı ve şürekâsının marifetiyle Türkiye Komünist Partisinin topyekün imhasına neden olduğunu, TKP nezdinde bu topraklara kök salmış komünist hareketin 12 Eylül rejimine altın tepside sunulduğunu biliyoruz!

Senin ağababaların ve diğer birbirini bilen kırk kişi, “likidatör”den öte eleştiri bilmezken, Nabi Yağcı ve şürekâsı ile sor bakalım etrafındakilere kim mücadele etmiş ve onun varacağı yeri en tam ifadesiyle kim haber vermiştir ki, Nabi Yağcı artık bir mürtecidir ve çok önce yüzünü Fetullah Gülen tarikatına dönmüş bir burjuva ajanı olduğunu artık dünya âlem bilmektedir.

TKP’den arta kalan ve TKP’yi sürdürme bahanesi ile kendilerini sürdürüp, eleman toplayan diğerlerinin de farklı olduğu söylenemez ki, Ürüncü –TKP de, TKP ismi artık bir politik unvan olmaktan çok, marka haline geldiği ve bu sertifikayı burjuvaziden kendilerinden önce SİP-TKP aldığı için, “Toplumsal Kurtuluş Partisi “ adıyla apar topar kurulmuş ve kurulurken ilk adımları, hem kuruluş haberlerini vermek ve hem de SİP-TKP yi düzenin sahiplerine şikâyet etmek için, düzen için pek muteber olan bir cemaatin yayın organına mülakat vermek olmuştur!

Çok mu dindarlar, tam tersine, o kadar öyle çift inançlılar ki, dolayısıyla hiç dindar değiller, ama yükselen dalgaya binmek buradan geçmekte ve düzenin sahiplerine “buradayız”, yani “istediğiniz yerdeyiz” yollu işaret göndermek bu şekilde olmaktadır!

Şimdi ve öteden beri, bu sahtekârlıklarla ideolojik-teorik olarak mücadele etmek, bu azap zebanilerinin ipliğini pazara çıkarmak, gençlerin zihnini açmak, “suya sabuna dokunmamak” mı oluyor?

Ama doğru, bu, ipliklerini pazara çıkardığım devrim kaçkınlarının, düzenin devşirmelerinin de ağzında sakızdır ve bu sakızı, en kolay, senin gibi çok az bir teorik eğitimle, hatta hiç eğitilmeden, sosyalist harekete ama yanlış yerde katılmış olan gençlere çiğnetebilirlerdi ve hep şu sakızı çiğnetmişlerdir;

“örgütsüz komünist olur mu?”


Peki, komünist olmayanlardan kurulu bir örgüte komünist parti denilebilir mi? Diye kimse soramaz!

Neden?


Evet, bu soruyu da soramazlar, çünkü artık parti disiplini başlamıştır ve her şeyi "parti bilir", "parti her yerde"dir, ne diyorsa o doğrudur! Bu doğrudur, ancak parti bir komünistler ordusu ise, en ileri teori ile donanmış kadrolardan oluşuyorsa ve en uçtaki kadro ile en tepedeki kadro arasındaki donanım eşite yakın ise bu doğrudur; ancak, komünistsiz “komünist” partilerinde bunun anlamı tarikattır, tekkedir; “inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” dogmasının yönetim ilkesi olmasıdır; işte bu nedenle şimdi “komünist” gömlekle dolaşan ve TKP’den kalan herkesi tasfiye etmek için görev edinmiş bu örgütlerin tepesindekiler, hep resmi politikaların dolayısıyla tarikatların yörüngesinde dolaşırlar!


Evet, parti konusunda çok şey yazdım ve doğrudur, okuduğun “trenli mirenli”, yani “burjuva treninde komünist particilik” başlıklı mektubu da ben yazdım ve belli ki pek bir şey anlamamışsın.

Sosyalist Forum’a da astım, ancak linki duruyor, kendisi yoktur; bence bir kez daha okumalısın ve madem ki komünist olmaya aday bir gençsin, okuyup, eleştirel bir yaklaşımla analiz edip sonuç çıkartarak, yanlışlarım, eksiklerim ve haksızlıklarım varsa yüzüme vurmalısın; ama şu da olabilir ki, kendi çizdiğin profiline göre, bu uygundur, anlayamadığın veya kabul edemediğin noktalar varsa, sorup öğrenebilirsin, hâlâ itirazların varsa, gene sorarsın, gene anlatırım; tabii önce partine de sorabilirsin ve ne demek istediğimi, dediklerimin neresi yanlış ya da hepsi yanlış ise neden yanlış olduğunu sana anlatırlar, aydınlatırlar ve sen ondan sonra dediklerimi çürütür ve dünya âleme benim ne denli “boş beleş “şeyler anlattığımı göstermiş olursun!

Ama bunları yapmadan, bu son dediklerimi söylersen ki söylüyorsun, ama seni yadırgamıyorum, çünkü donanımlı ağabeylerin de aynını ve aynı tarzda söylemektedirler ve söyledikleri sadece budur, hiçbir şey söylemiş olmuyorsun, yani zırvalamış oluyorsun!

Kitap okumayı veya uzun yazıları okumayı sevmiyorsun anladık; sana rafine bilgi ve bilinç tortuları verilecek ve bu öğretilmiş düşüncelerle caka satacaksın onu da anladık ama sen hiç gazete de mi okumuyorsun; belki vaktin yok, hiç internette dolaşırken, neler olup bitmiş onu da mı takip etmiyorsun?

Yahu canım kardeşim, şunu da mı yapamıyorsunuz, en son Kürt şair Yılmaz Odabaşı ki Barzani tandanslı bir gazeteye transfer olduğunda resmi politikalara çark ettiğine, üzülerek dikkat çekmiştim ve şimdi, bu şair arkadaşımız “özür” dilemektedir.

Şöyle diyor Yılmaz Odabaşı:

“Benimle ilgili biri Diyarbakır, diğeri Bursa olmak üzere 12 Eylül suçları kapsamında süren davalardan ilki için, Bursa'da maruz kaldığım işkencelerle ilgili Bursa Cumhuriyet Başsavcılğı'nın 'kovuşturmaya yer olmadığı' kararı bugün elime ulaştı. Kararda işkence suçu için 12 yıl hapis öngörüldüğü, fakat zaman aşımı nedeniyle 'kovuşturmaya yer olmadığı' kararı şahsıma tebliğ edildi. Bu kararı verilmesi, 12 Eylül'le ilgili açılan bütün davaların akıbetinin ne olacağı hakkında da net bir fikir veriyor. '15. maddenin kaldırılmasından sonra 12 Eylül'ün yargılanmasının yolu açılacak' diyen AKP'nin bu konuda da samimi olmadığı böylelikle kesinlik kazanmıştır. Bireysel başvurularımızdan oluşsa da, bir toplumsal davayla ilgili AKP'nin bizlerle adeta alay eden tavrını son derece samimiyetsiz buluyor, bu hükümetin 12 Eylül'ün yargılayacağı vaadine inananların, hem kendimize hem kamuoyuna özür borçlu olduğumuzu düşünüyorum”


Günah çıkartıyordur, samimidir ve saire bu ayrı ama siz bunu bile yapmıyorsunuz ve sen, sözünü ettiğim azap zebanilerinin bayraklarını alıp, çişini kaçıran ahı gitmiş vahı kalmış halleriyle “AKP’ye ve yargılama tiyatrosuna, rica minnet ve uzaktan mektup misli alınan ifadesiyle “hadi oradan” diyerek posta koymaya devam eden yatalak paşaların bir tiyatroyu andıran “12 Eylülü yargılama” mahkemesinden “demokrasi” çıkacak yanılsaması içinde, adliye sarayının önünde boy göstermelerini “suya sabuna dokunmak” olarak görüyor ve sonundaki sahneyi ise hiç görmüyorsun!


“Pratiksiz teori yere batsın”ı öğretmişler ama teorisiz pratiğin ne denli rezilce haller yaşattığını öğretmemişler sana!

İşte senin ve türlerinin sorunu budur; ille birisi öğretecek ve bu illaki bir örgüt olacak ve adında ille de “komünist” olacak; hatta marka tescili nedeniyle bu ismi alamıyorsa “kurtuluş” sözcüğünün baş harfi “K” da yeterlidir, yani bunlar varsa içinde komünist olmaması hiç önemli değildir ve bunun içine girdin ya, en mutlusu sensin ve tam üzerine bastığın canlı yaşamın gösterdiklerine bakmana gerek yoktur! Partin nereye bakarsa oraya bakman yeter; bak bakalım, sayende belki biz de kurtuluruz!

Ve elbette Goethe’den ödünç alarak Lenin’in ünlendirdiği “ teori gridir, yaşam ağacı ise yeşil ” sözünün kıymet-i harbiyesini düşünmeyeceksin; dolayısıyla bir taraftan batsın “pratiksiz teori “diyeceksin, diğer taraftan “canlı yaşam ağacının üzerindeki yeşilliği, yani pratiği ” de görmeyeceksin!

Ve teorinin özünün bu canlı yaşam ağacının yeşilliğini ortaya çıkarmaktan başka bir şey olmadığını; yüzeydekilere bakarak, derindekileri yani özü, esansı ortaya çıkardığını; yani teorinin özünde canlı yaşamın yeşilliğinin yansıması olduğunu aklına bile getirmiyorsun ve zırva sözlerle laf ebeliği yaparak “komünist”liğini tatmin etmeye çalışıyorsun!

Ancak böyle bir yere varılamaz ve böyle zıt yöne giderek o varmaya çalıştığın yer ile sadece arandaki mesafe artar; dolayısıyla hiçbir zaman komünist olamazsın!

Daha yeni ve yine burada sosyalist devrimlerin miadını doldurduğu düşüncesine açılan çanakta toplanmaya çalışılan düşüncelerin sakatlığına karşı çuval dolusu cümle kurdum ve her halde siz de hepsini “boş beleş “çuvalına doldurup çöpe attınız ki hâlâ hem donanımsız, yeni yetme bir “komünist” olduğunu söylüyorsun ve hem de söylediklerimden ders çıkaracağına, söylediklerimle Marx’lığa soyunduğum sonucunu çıkararak aklın sıra ti geçiyorsun!

Sosyalist iktidar mücadelesi kolay değil elbette, zordur ve kolay olan çelik çomak oyunudur ki bundan bir devrim, ya da bir iktidar mücadelesi çıkmaz; öyleyse sosyalist iktidar mücadelesi, sosyalizmin susuzluğunu duyanların ve bu mücadeleye, ilk karşılaştığı güçlükle vazgeçmeden devam edenlerin hareketidir; bu nedenle bu hareketin yakasını da paçasını da bırakmayan sosyalist devrimciler komünist olur ve komünistliğini canlı tutabilir!

Dolayısıyla bu tür tartışmalardaki yaklaşımları ve ifadeleri, ne bir “tekke” yaklaşımıdır ne de ansiklopedik bir caka satma yaklaşımıdır!
Öte yandan, burada iddialı ve kararlı ifadeler kullanmak, bilgi düzeyimizin yüksek olduğunu göstermek için değildir, sosyalist iktidar yürüyüşünde iddialı, samimi, kararlı ve gelecek açısından iyimser olduğumuzu göstermek bir yana, geleceğe olan inancımızdan ve güvenimizden kaynaklanmaktadır, yani tartışmalar bu temelde olmalıdır!

Ayrıca bu, bizim tepeden baktığımızı göstermez aksine nerede ve ne zaman bakacağımızın bilincinde olarak, hem alçak gönüllükle ve hem de hıncımızla bakmayı düstur edindiğimizi gösterir; yani, sosyalizme ve bu temeldeki mücadeleye inanmada, bu temeldeki tartışmada ve hele ki ideolojik ve politik mücadelede alçak gönüllü olunmayacağına, ezilen ve sömürülen sınıfların düşmanlarına hıncımızı sergilemede alçak gönüllü olunmayacağına inandığımızı gösterir; çünkü buralarda alçak gönüllü olmak, düşmana teslim olmak, sosyalizmden vazgeçmek demektir.

Öyleyse bu da eşyanın tabiatına uygundur ki alçak gönüllüğümüzü yoldaşlarımıza, hıncımızı ve iddialılığımızı düşmanlarımıza ve onlara ince ince yardım edenlere sergilememiz son derece sınıfsaldır!

Bu, bizim, Marx veya Leninleri çoğaltmanın kötü bir yanı olmasa da, Marx veya Lenin olmaya soyunduğumuzu değil, ama sosyalist iktidar mücadelesinde, iktidar hırs ve bilinci ile yürümek gerektiğine inandığımızı ve bu yolda yürümek isteyenlere bu yolun kolay değil, zor olduğunu gösterdiğimizi gösterir.

Ve bunun içindir ki, gerçi İ.Seçil nickli üye pek ilgilenmemiştir ama bu forumun ve sosyalizm susuzluğu bitmemiş olan bilinçli üyelerinin düstur edindikleri görevlerinden birinin, sosyalizme inananı bu inancı taşıyanların örgütüne, örgüte inananı da sosyalizme inandırmak olduğunu düşündüğümü belirtmiştim!

Ve sosyalist iktidar mücadelesi için yola çıkanların, her zaman önlerine çıkanlarla yani engel olanlarla kavgaya hazır olması gerektiğini ve olduğunu; yani kavgasız iktidar olunamayacağını, kavgada alçak gönüllülük olmayacağını hatırlatmaya, duyumsatmaya çalışıyorum!

Demek ki, buradaki ve başka yerdeki bu tip tartışmalar, her zaman, içimizdeki, yakınımızdaki, bizle birlikte ve çevremizde olan bütün yoldaşlarımızı ve ayrıca, bizden ayrı, bizden uzakta olan ama dediklerimizi az ya da çok dikkatle dinleyen, hatta kulak ucuyla dinleyen ve sosyalizme susuzluğu devam edenleri de Türkiye sosyalist hareketini ulaşması gereken düzeye yükseltme sorumluluğu ve görevine çağırmak için olmalıdır ve biz hep bunu hatırlatıyoruz!

Öyleyse tekrar etmeliyim ki, sosyalizme ve bu temeldeki mücadeleye inanmada, bu temeldeki tartışmada ve hele ki ideolojik ve politik mücadelede alçak gönüllü olunmaz; ezilen ve sömürülen sınıfların düşmanlarına hıncımızı sergilemede alçak gönüllü olunmaz; çünkü buralarda alçak gönüllü olmak, düşmana teslim olmak, sosyalizmden vazgeçmek demektir ve alçak gönüllülüğümüzü yoldaşlarımıza, hınç ve iddialılığımızı düşmanlarımıza ve onlara asistanlık edenlere göstermemiz son derece sınıfsal ve son derece şiddetli bir mücadelenin ifadesidir!

Dolayısıyla bu kavgada eleştirilere küsmek, alınmak ve kendini düzelteceğine, cahil kalmakta direterek pabuç gibi dillerle küfretmek, terbiyesizlik etmek olmaz! Ne olur, daha çok ümmi olunur!

Öyleyse eleştiriler çok can acıtıcı ve şiddetli ise ve haksız ise, o zaman aynı şiddette bu haksızlığı deşifre etmek için donanımlı olmak gerekir, işkembeden atmamak gerekir! Bunun yerine küfrederek, terbiyesizlik yaparak bu eksikliği kapatmak hem abesle iştigaldir ve hem de bir kuruntunun ifadesidir; çünkü bunlar, haksız eleştirileri deşifre edemeyeceği gibi, gerçeklerin üzerini de örtemez!
Bu nedenle bunlarla gerçekleri örtmeye çalışanların çabaları nafile çabadır!

12 Eylül faşist darbesini baz alırsak ki bu son derece önemli ve büyük bir tahribatın ifadesidir, tam 33 yıldır, Eylülist rejimin ideolojik-psikolojik saldırıları altındaki gençler, zindan niyetine, tekkelere, tekke gibi siyasi ve sendikal ve de demokratik örgütlere hapsedilip durdular ve “teorili pratik” içinde ya da, “teorisiz pratik” içinde, sosyalist iktidar mücadelesi bir yana, Eylülist rejimin “demokrasi” illuzyonunu bile parçalayacak hiç bir faaliyete katılmadılar ve işçiler, emekçiler, sendika patronlarının, işçilikten çoktan uzaklaşmış “işçi liderleri”nin peşlerinden gittikleri alanlarda simit yitip, bayrak salladılar ve kürsüdekileri dinleyip-dinleyip evlerine döndüler; bunu küçümsemek, bir hiç olarak nitelediğimden değil, olanı biteni resmetmek için vurguluyorum, ne ekonomik ne de politik olarak tatmin oldular ve ne de sınıf bilinçleri yönünde ilerleme kaydettiler; fabrikalara tarikatların girmesi ve sınıf bilincini iyiden iyiye bulanıklaştırması da cabası idi; düzenin kapısına yatan, devşirilmiş sahtekârlar, “sol” gömlekli azap zebanileri, bu süreçte Eylülist rejimin en sağlam koltuk değnekleri oldular ve uzatmayayım, sonuçta hem ne yaptılarsa, işçiler ve emekçiler, işçi liderlerine ve sendika patronlarına rağmen yaptılar ve yapıyorlar,

Tekel işçilerinin direnişleri örnektir ve başka örnekler de var elbette ama asıl örnek ve asıl patlama, belki o zamana kadar, pratik bir eylemde hiç görülmemiş olan gençlerden, bu gençlerin analarından, hatta o sendika patronlarının, işçiliğini çoktan kaybetmiş papaz Gapon misli olmuş işçi liderlerinin peşine hiç takılmamış veya takılmış olsa da erkenden içyüzlerini görmüş işçilerden, emekçilerden, yükseldi ve kararlılık katsayısı, örnek olsun, TTB’nin RTE’nin akil adamlığa “yükselen” başkanının, DİSK’in CHP’nin saylavlığına “yükselen” başkanının ve benzeri birçok kitle gösterisini tertipleyenlerin yüzlerini kızartacak denli yüksek oldu ve hepsinin, gerçekte kendi yükselişleri için işçi ve emekçilerin omuzlarına bastıklarını ve işçi ve emekçileri hep küçülttüklerini, silahsız, savunmasız bıraktıklarını, dolayısıyla gerçek yükselişin nasıl olduğunu dosta düşmana gösterdi; dostları birbirine kenetledi; düşmanı ise dağıttı!


Taksim-Gezi direnişinden söz ediyorum, hatırladın mı?

Peki, bu, nasıl oldu? “Lanet olsun pratiksiz teoriye” diyerek mi, bunu diyenlerle mi gerçekleşti?

Elbette hayır, öteden beri “internet kuşu” ,”eylem kaçkını” yollu alay edilen bu, dünyayı değiştirmek için yorumlamanın gerekliğini bilince çıkaran ama daha çok “bu topraklar henüz bizim ve bu topraklarda bizi kör karanlıklara kul –köle edemezsiniz, biz bu toprakları da, halkını da seviyoruz, biz yenidünyamızı bu topraklarda kuracağız ve sana sormayacağız hey Amerika ve işbirlikçileri!” diyen ve dayatılan çağdışı yaşamı kesinkes reddettiklerini ve hiçbir zaman kabul etmeyeceklerini iradi olarak gösterenlerle gerçekleşti (yani sizin gibi sadece ve sadece “işçilerin vatanı yoktur” tekerlemesine hapsolmuş gençlerle değil; sizin gibiler, bu patlamanın çok gerisinde kaldığınız andan itibaren koşa koşa yetişmeye çalıştılar) ve bu kararlılığı görenlerin, kendi kararlılıklarının da farkına varmalarıyla gerçekleşti; bu, tarihe geçen ve bütün dengeleri altüst eden, korkuları ters yüz eden kalkışma, üzerine onlarca ölü toprağı serili olan bu Eylülist rejimin illüzyonist atmosferinde, teorisiz, plansız programsız ve daha önemlisi hırssız, perspektifsiz, bilinçsiz pratiklere hapsedilen, böyle biriken bir “irade” ile değil, tam tersine bunun dışından, buna da tepki ile yükseldi ve bir hapishane misli çalışan “pratik ler”in zincirlerini de kırdı ve bu pratiklerin içinden de, çok sonra ve çok az da olsa, katılım oldu!

Çünkü mevcut ve hemen hemen bütün sol tandanslı örgütlerin ne bir iktidar perspektifi, ne bağlı olduğu planı, ne bir inandığı programı vardı; "İleriye doğru atılan her adımın, her gerçek ilerlemenin, bir düzine programdan daha önemli" olduğu bahanesine sarılarak, önlerindeki çıplak gerçeği iterek kendilerini geri çekmekteydiler; geri çektikleri tabanlarıdır ve hâlâ çekiyorlar!

Ve örneği çoktur, 1905 Şubat Devrimi öncesinde, yükselen dalgaların tepesine tünemiş olan, devrimin öncesinde Gapon’un peşine takılıp, çarın sarayına arzuhallerini götüren işçileri alkış tufanına tutarak popülizm yapan, bugün örnekleri çok olan Menşevikler ve türleri değil, o ana kadar bayraklarının altına taraftar bulmakta bile zorluk çeken Bolşevikler Şubat Devriminin öncüsü olmuşlardır ve yükseklerde süzülen dalgalar, hızla alçaklara düşmüşlerdir!

Hemen hemen hiçbir pratikte varlık gösteremiyor gibi görülen ve parti bürosu açabilecek kadar bile taraftar bulamayan Bolşevikler, nasıl oldu da koskoca grevlerin başına geçtiler, ayaklanmayı hem bir okul ve hem de ilerisi için derinlere kök salan bir örgütlenme biçimine doğru nasıl götürdüler?

İşte bu, hiçbir pratik görevi, hem de güç hesabı yapmadan, rafa kaldırmayıp ama teoriye, ideolojik mücadeleye önem vererek, hız vererek, şiddetlendirerek oldu; bunu Rusya’nın o en sessiz zamanlarında, en sinsi, en baskıcı zamanlarında ve kıt imkânlarla sürdürdüler; sağdan ve soldan sosyalist hareketi yolundan saptırmak isteyenleri teşhir ederek, bunun için kitaplar, broşürler, makaleler, bildiriler, gazeteler hazırlayarak, çok geniş kitlelere ulaşmayacağını bile bile, bundan vaz geçmeyerek, hiç kimsenin gelmeyeceğini bile bile kürsüler kurup, emekçilere seslenerek, sosyalizmi yolundan saptırmanın türlü sinsiliklerini gösterenlerle en şiddetli polemikleri ile kavga ederek, yani teorik bakıp, teori üretip, ideolojik mücadele yürütüp, kıt imkânları ile tarihe not düşerek oldu!

Eğer sosyalizme susuzluk varsa ve bu susuzlukta kararlılık hep canlı ise, en sessiz ve eylemsiz anda bile, bu kararlılığı ve susuzluğu duyan hiç kimse, bütün pratik görevlerini rafa kaldırıp, çenebazlık yaparak, yani “suya sabuna dokunmadan” yaşamamıştır ve yaşamadıklarını Şubat 1905 devrimi patlak verdiğinde gördük ki bu patlama, ne Menşeviklerin, ne Narodniklerin ne diğerlerinin ne de Bolşeviklerin tek başına ya da hepsinin birden tertipledikleri ve patlattıkları bir kalkışma değildir!

Elbette otokrasinin temellerinin sarsılıp yıkılmaya başlamasına kadar hepsinin ve belki de daha çok Narodniklerin, terör eylemleri dâhil, çara karşı mücadelelerinin payı vardır ama asıl pay sahibi, yeter artık, böyle yaşamak istemiyoruz diyerek ayağa kalkan işçiler, kent ve köy emekçileridir! Çarın askerlerinin yaptığı katliam sadece bu zamanı erkene almıştır, bastırılmış öfkelerin fışkırmasına, kararlılıkların zembereğinden boşalmasına bir tetik vazifesi görmüştür!

İşte bunda, başrolde teori vardır, bunun üzerinden gösterilen politik hünerler vardır; bunların bir küpe misli işçi ve emekçilerin, gerçekten kurtuluş peşinde, gerçek peşinde koşan, dürüst, namuslu, yiğit ve öfke ile öne çıkan insanların zihnine içerilmiş olması vardır!
Ve kısa sürede devrimin başına ağırlıklı olarak, hep marjinallikleri ile politikaları ile teorileri ile dalga geçilen, küçümsenen ama bu küpeleri takmaktan hiç vazgeçmemiş olan Bolşeviklerin geçmesi tesadüf değildir; çünkü en ileri teori ile donanmış olan, hiçbir sapma ile malul olmayan ve Lenin gibi bir inançlı, bilgili, bilinçli, hırslı, kararlı ve dürüst, namuslu, yaşadığı toprakları ve halklarını seven lidere sahip olan Bolşevikler idi ve henüz Rusya’da en tam ifadesiyle komünist parti şekillenmemişti, şekillenmiş olanda ise Menşeviklerin borusu daha fazla ötüyordu!

Sana bunları neden anlatıyorum değil mi?

Anlayıp anlamayacağından emin değilim ama her halde gerçekten inançlı ve kararlı bir sosyalist iktidar yolcusu çıkar da sana anlatır diye umuyorum; çıkmasa da tarihe nottur ve devam ediyorum ve devamını üçüncü derse bırakıyorum.

Fikret Uzun


26-Mart-2014

Hiç yorum yok: