31 Mart 2014 Pazartesi

NEDEN UZUN YAZIYORUM



Bozışık arkadaş, öncelikle sorumu cevapsız bırakmadığın için ama daha çok samimi olduğun teşekkür ederim ve rahat ol,yanlış anlamıyorum, samimi olunca, yanlış anlamak mümkün olmuyor.

Evet, sana katılıyorum ki gerçekten çok çetin bir süreçten geçiyoruz ve haber çok ve de saldıran, akıl bozan, habersiz bırakan haberler daha çok; böyle olduğu için, doğru habere, gerçek habere ve bu saldıran, akıl bozucu haberlere kafa tutan haberlere ihtiyaç da çoktur; bu, taarruzu altında olduğumuz akıl bozan, belleklere hücum eden, gerçekleri bozarak karanlıklara hapseden haberlere, ne olur aklına sahip olanlar artık anlasın ki, kolay haberlerle kafa tutulamaz; okumadan, tekrar tekrar okumadan kafa tutulamaz!

Twiter gençliği ayrı ve onlar bir yol tutturmuş birbirleri ile haberleşirken, kendi çaplarında yalan haberleri, belleklere hücum eden haberleri bertaraf edebiliyorlar ve bunda sınır tanımıyorlar, sınırları delmeyi bırak, yerle yeksan ettiklerini hep beraber gördük ama twitercilerin tuttukları yol kolay yol değildir, okumanın, tekrar tekrar okumanın kolaylaştırdığı zor yoldur ve daha zordur; güzelliği buradan geliyor; alkışlarımız bu yüzden anlamlı oluyor; tekrar tekrar okumadan, uzun uzun okumaya gerek kalmadan anlamanın ve anlatmanın mümkün olmadığı burada da görülüyor!

Biliyorum, benimki kolaylaştırılmış zor değil ama kolaylaştırmak için başlangıç her zaman zordur; en zoru kolay başlamamaktır!

Hiçbir zaman kolay başlamak ve kolay başlatmak istemedim ama artık kolaylaştırdığıma ve kolay devam edeceğimize inanıyorum!

Bu nedenle cevabımı farklı ve kısa kısa cümlelere yoğunlukla içererek vermek istiyorum; deneyeceğim ve bunun bile kısa olacağından emin değilim!

Ama son bir kez, sınırlarını zorlayıp, okumanı diliyorum, hatta istirham ediyorum; ifadelerim "boş beleş" ise demediğini bırakma, sevinmeyeceğim ama suratımda tek bir asık çizgi göremeyeceksin ve samimiyetime inanıyorsan, bil ki sadece şükran duyacağım; çünkü benimki zorunlu bir görevdir ve özgürlük ile zorunluğun ikiz ve yapışık kardeş olduklarını biliyorum!

Ve başlıyorum:

Politika bir güç toplama, bir güç yaratma ve yönetme sanatıdır, felsefesidir; politika hasmının gücünü dağıtma eylemidir! Politika yürürken yol genişletme sanatıdır, balta girmemiş ormanda yol inşa etme sanatıdır!

Büyük politikacı büyük teorisyendir; büyük politikacı, yürürken tek eylemi teori olan kimsedir; büyük politikacı, hep kendisiyle ve yalnızca kendisiyle yarışan kişidir; bakışsız politikacı olmaz, olayların derinine nüfuz etmeden politika yapmak mümkün olmaz!
Öyleyse, politika, her şeyin ötesini görebilen bir bakış ile yaratılan gücü, bir yapıda toplayıp sevk etmeyi anlatıyor!
Sıfırdan başlayarak bir güç toplayıp, güç yaratabilmek politikadır; politikanın eylemliliğinin özü budur; bütün bu politik yaratıcılıkta, bakış en önemlisidir; politika bir bakıştır ve kalıcı olan budur; güç toplamak için önce bakış gerekiyor!

Kürt halkının yükselişi sıfırdan, hatta sıfırın altından başlamıştır ama yükselişinde bakış vardır; bakış Kürt halkının yükselişini devrimcileştirmiştir; Kürt hareketini popülizmden koruyup, halkçı yapmıştır; halkçılık halkla bütünleştirir, popülizm halkı kandırır, devrimcisizleştirir ve eninde sonunda hem kendisine yabancılaştırır ve hem de gerçekler yanında, hareketten uzaklaştırır, halk düşmanlarının kulvarına yakınlaştırır! Ancak bir kez yükselen halk, bir daha kolay kolay alçalmaz, alçaltılamaz ve alçaltılamıyor! Bakış, teoridir, teorik bakıştır! Bu ise okumadan, öğrenmeden olmaz, olmuyor!
Kürtlerin kurtuluşu için Türk ve Kürt emekçilerin ortak örgütlenmesi ve mücadelesi gerekir; bu bir bakıştır; peki bu bakışla, Kürtlerin anayasal yoldan kurtuluşunu düşünebilir miyiz? Düşünebiliriz, ancak bunun için, Eylülist rejimin yasalarına dayanmak zorunludur! Şunu da düşünebiliriz, Kürt halkının kurtuluş özlemlerini sosyalizmin ve devrimin ayrılmaz parçası saymak; bunun zorunlu olduğunu düşünmek; sosyalistlerin bakışı budur ve devrimci-demokratlara, bu bakıştan uzaklaşmanın, kurtuluşu gömmek demek olduğunu gösterme sorumlulukları bu bakıştan doğar! Bu sorumluluk, eninde sonunda Kürt gericiliği ile Türk gericiliğinin ittifakını önlemek ve Türk devrimciliği ile Kürt ilericiliğinin ittifakını kurmak görevi ile karşı karşıya kalınacağını düşünmeyi içerir!
Bu zor yoldur ama sonuç alıcı yoldur!
Demek ki kurtuluş çatallıdır ve birincisi kolay yoldur, ikincisi zor yoldur; ama birincisi kurtuluşu bulanıklaştırır, kolay olan kolay verilir; ikincisi kalıcıdır ve güzel olandır, nettir!
Bugün politika kolaya meyillidir ancak kolay kolaydır ve genellikle güzel değildir; zor güzeldir ve güzelin doğumunda hep zor vardır! Kolaycılık ise cehalet ile kol koladır ve doğrulara karşı inatçı, agresif bir direnişi vardır!
Okumaktan kaçmak, kolaycılıktır ve cehalet kolaycılığın kokusunu çabuk alır! Nerede zordan kaçma varsa orada cehalet vardır; küfür cahilin konuşma üslubudur ve en kolay tartışma biçimidir; hiçbir bilgiye, dolayısıyla öğrenmeye ihtiyaç gerektirmiyor!
En cahilane olanı,“faşist” le “komünist”e, ”komünist”le “faşist”e ve “köpek” ile her ikisine küfretmektir! Örnek olsun “hoşt faşist komünist” küfrü, kolaycılığın tavan yapmış halidir!
Kolaycılıktan kurtulamazsak, zoru yeneceğimize inanmazsak, hayalimizi ve aklımızı yüksek tutmazsak sosyalizme yürüyemeyiz; bu yolda, insanlığımızı büyütmeyi durdurmanın bir adım ötesi uçurumdur; uçurumun kenarına geldikten sonra, uçurumdan yuvarlanmak çok kolaydır!
Zor olan politikadır ve zor olan güç biriktirmektir ve arkasından hep başka zor geliyor ki biriken gücü sevk etmek de zordur; pratik kolaydır ama teori zordur ve teori yoksa pratik kolaycılıktır, kolaycılık ise uçurum demektir!
Mektuplarımı okuyanları kolaycılıktan kurtulmaya, zoru yenmeye davet ediyorum, mektuplarım hep bu daveti anlatıyordu ama önce zoru göstermeye çalıştım!
Zor olanı yaptım ve zor olanı yenmeye çağırdım; kolaycılarla zoru yenmeye çalışanları ayırmaya çalıştım; uzun okumak zordur ama uzun yazmak da zordur ve zor olandan korkmamalıyız; zor olandan korkmak, kolayı, kolay yolu seçmektir, kolayından sosyalizmi kuracaksak, kalsın, kurmayalım!
Zor olan doğrudur ve güzeldir; zor olan güzelin ebesidir!
Tekelci düzen sürekli baskıdır, zordur ve tekelci düzende insan küçük işlerin adamıdır; küçük işleri yapmak sürekli küçülmektir; tekelci düzen edilgen insan istiyor ve edilgen insan sürüdür; sürü ortaçağın insanıdır; tekelci düzen ortaçağı tekrarlıyor; tekelci düzen kendine güvensiz insan yaratıyor, kendine güvensiz insan yozdur!
Bu gün okumak zordur, tekrar tekrar okumak daha zordur, küçük işlerin insanı okumayı sevmez, tekrar tekrar okumayı hiç sevmez; edilgen insan okumak nedir onu da bilmez; sürü, günü yaşar, gelecekten korkar ve masalları sever; kendine güvensiz insan okumaktan korkar, öğrenmekten korkar. Tekelci düzenin insanı budur; tekelci düzen buna muhtaçtır!
Tekelci düzen sevgiden yoksun bir tanrı gibidir; öyleyse tanrı gibidir; sevgisiz tanrı, insanın bilme isteğinin ve karar verme iradesinin düşmanıdır; bu, insanı insansızlaştırma demektir; tekelci düzen insana düşmandır; insansızlaştırma temel politikasıdır; buradan ortaçağa geçmek çok kolaydır! İnsansızlaştırılmış insan köleliği severek kabul eden insandır! Kölenin ufkunda, daha ötesi olmasa da, en azından kölelik zincirinden kurtulma vardır; gönüllü kölede bu ufuk dumura uğramıştır; gönüllü köle, insansızlaştırılmış insandır!
Bugünün insanı insansızlaştırılmıştır ve köleliğe bir itirazı yoktur; “inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasının yaygınlığı ve yadırganmaması buradan çıkıyor!
Öyleyse okumak, tekrar tekrar okumak gerek! Okumak aklındakileri çoğaltmaktır; tekrar tekrar okumak akıl gözüyle okumaktır!
Kapitalizm, iç bunalımlarını, iç baskıyı artırarak çözüyor; iç bunalım varsa halk hareketi de vardır, en azından olma ihtimali yüksektir; iç baskı, halk hareketini bastırmaya yöneliktir; 27 Mayıs bundan ayrılıyor; 27 Mayıs, daha çok, yükselen bir halk hareketinin orduyu da etkisi altına alması olarak görülüyor. Rekabetçi kapitalizm aşamasında, Türkiye kapitalizminin önündeki tıkanıklıkları açan, burjuva Türk milliyetçisi bir hareket görülüyor. Ancak, ne olursa olsun, kapitalizmin iç bunalımını çözmeye yöneliktir ve bundan kapitalist devleti güçlendiren kurumlar çıkıyor.
12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri ise iç bunalımın kaçınılmaz sonucu olan yükselen halk hareketine karşı ve bastırmaya yöneliktir!
Ve sonuçta 27 Mayıs da kapitalizmin önündeki tıkanıklığı aşıp, kapitalist devleti güçlendirir güçlendirmez, iç bunalımların çözümüne hazırlanmak üzere, iç baskıyı kalıcı kılmaya yöneliyor; geldiği noktadan geri çekiliyor; geldiği noktadaki kendine tehdit olarak algıladığı güç ve kurumları tasfiye etmeye hazırlanıyor; 12 Mart ve ardından 12 Eylül askeri darbeleri bu hazırlığın sonucu ve kapitalizmin iç bunalımının şiddetine karşı hazırlanan şiddetin örgütlenmesidir!
İç bunalım, tekelleşme bunalımıdır ve tekellerin düzenine ancak ve ancak daha şiddetli ve kalıcı bir baskı ile alan açılıyor; Lenin, emperyalizm ile tekelci düzeni bir elmanın yarısı olarak gösteriyor; ancak tekelci düzen, faşizm sözcüğünü gereksiz kılacak bir devlet zorunun artışının düzeni oluyor ve sorunlarını dışarıya açılarak çözmeye hazırlanmak oluyor; bu içerde sorun istememek demektir; içerdeki sorunları çözemiyorsa, uykuya yatırmak demektir!
Ancak tekelci düzene gelindikten sonra, ekonomik ve toplumsal sorunları, yalnızca içe yönelik zoru artırarak ve yayarak çözmek imkânı kalmıyor! Tekelci düzen emperyalist senaryolara yelken açmak durumundadır!
Türkiye de, emperyalist senaryoları denemek zorunda kalıyor!
Kürt devrimci mücadelesi tam burada patlıyor ve Türkiye’nin düzenini hem sarsıyor, hem de sıkıştırıyor! Tekelci düzen, tam içerdeki sorunları uykuya yatırdım, artık emperyalist senaryolara hazırlanabilirim derken, bu en büyük ve hatta uykuya yatırılan sorunları da uyandıran sorunu çözmekle karşı karşıya kalıyor!
İç baskı artırılırken, devlet zoruna bir başka kuvvet ekleniyor; basın artık bir kurum olarak, yasama, yürütme ve yargı ile hiç çelişmeyen, bunlarla iç içe olan bir kuvvet olarak, devlet zorunun bir kolu haline getiriliyor; artık, hiçbir baskının, baskı olarak görülmemesi için, bu kuvvet hazır ve nazırdır; faşizm sözcüğünü gereksiz kılmak ve devlet zorunu artırırken hissettirmemek artık kolaylaşmıştır!
Bir yanı tekelci, diğer yanı emperyalist olan Türkiye düzeni, basının da devreye girmesiyle Türkiye toplumunu uyguladığı baskısının şiddetine alıştırıyor, devlet zorunu artırarak yayıyor ve görünmez kılıyor!
İnsanlar insansızlaştırılıyor, sürü imalatı başlıyor; okumak ve okumaya ilgi yerini basının uykuya yatıran masallarına bırakıyor; ne roman kalıyor, ne sanat, ne sanat eseri hepsi işportaya düşüyor, sanat ve edebiyat niyetine akıl bozucu masallar altın madalyalarla topluma kakılıyor; okuyacaksanız bunu okuyun deniyor; bunun için festivaller düzenleniyor, okunmasını istedikleri masallara ödüller dağıtılıyor; okunmasını istedikleri masalları yazmaya aday olanları teşvik ediyor ve model yapıyorlar!
Çarpıcı bir örnek olduğu için Kundera’yı hatırlatmak istiyorum, Kundera hem sosyalizme düşmandır ve hem de sosyalizme başkaldırarak sosyalizme düşman bir düzenin yazınında kendisine bir taht elde etmiştir; artık model hazırdır ve önünde eğilenlere edebiyat ve sanat sertifikaları ödüller eşliğinde dağıtılacaktır; Kundera ise insanın insansız olanını model yapandır; tıpkı Nietsche gibi! Tekellerin insanı böcekleştirdiği bir zamanda tekellere değil insana düşmandır! İdeolojik hegemonya böyle ve bu çerçevede yerleştiriliyor ve güçlendiriliyor! İşte sürü imalatının resmi budur ve Türkiye hâlâ Kundera’dan çıkamamıştır ve Kundera’dan çıkamayanların okumaya ilgi duymasını, hele hele tekrar tekrar okumasını beklemek elbette saflıktır!
Ancak eşitsiz gelişme yasası her yerde ve alanda işliyor ve herkesi bu modele yöneltemiyorlar ki gerçeğin aynasında, bu aynanın aydınlattığı yollarda, okuyanların, tekrar tekrar okuyanların görünmez basınının aynasında yapılan tartışmalarla, yükselen tepkilerle tekelleri üzen sapmalar kaçınılmaz oluyor; okumak ve tekrar tekrar okumak, kararlı bir azınlığın en sevdiği sapma oluyor.
Sapmalar çoğalıyor ve basın da ikiye ayrılıyor ki Kürt mücadelesi önünde diz çökmesi beklenmeyen emperyalist Türkiye’nin Kürt mücadelesi ile “birleşmesi” bağlamında Türkiye basını, “küçük Türkiye” ve “Büyük Türkiye” yanlıları olarak ortadan çatlıyor ve birbirlerini boğazlamak üzere saf tutuyor ve sonra Büyük Türkiye yanlıları kendi aralarında saflaşarak birbirlerini boğazlıyorlar; bu saflaşmada en önde büyük zenginler ve yüksek komutanlar taraf oluyorlar! Sonra bu taraf olanların bazıları bertaraf, bazıları başka bir taraf oluyorlar, olmuşlardır demek istiyorum!
Okuyanlar ama daha çok tekrar tekrar okuyanlar bu sapmaları çok net görüyorlar, gösteriyorlar ve genellikle “demiştik” demeden başka sapmalara bakarak gerçeğin aynasında yeni ve daha geniş yollar açıyorlar! Bu bir zorunlu görevdir ki zorunlu görevler mecburidir ama zorla yaptırılan görevler değildir; zorunluluğun özgürlük olduğunu bilenlerin zorunlu olarak yüklendiği zorunlu görevlerdir!
Okumak bir zorunlu görevdir ve tekrar tekrar okumaz zorunlu olarak özgürleştirir! Yavaş ilerleyen tarihin yolları dardır ve tarih hızlandığında bu dar yollar, bu kitlelerin geçemeyecekleri geçitler, tekrar tekrar okumayı ve tekrar tekrar yazmayı zorunlu görev olarak yüklenenlerin özgürlüğü ve özgürleştirici etkisi ile genişler; önce akıllar genişler sonra geçitlere sığmaz olur ve geçitleri genişletir! Umut, bu dar geçitleri genişleterek büyüyor; umutsuz insan insansızlaştırılmış insandır! Umutsuz insan sevinç duymayan insandır, sevinç duymayan insanın geleceği o andır ve o andan sonrası başka bir gelecektir ve o ana kadar karanlıktır; umudu olmayan, sevinç duymayan insanın her anı karanlıktır; umutsuzluk karanlıktır; karanlık korkuya sarılmaktır; karanlık korkuyu örter ama hep korku yayar; karanlıkta yaşayanlar korkuya karşı son derece dayanıksızdırlar; korku üreten mekanizmalar hem saklanıp hem de korkuyu kalıcı kılarken hep karanlıkla örtünürler’ Karanlığın ve korkunun en azından korkuyu algılamanın ve korkuya karşı dayanıklı olmanın ilacı okumaktır; tekrar tekrar okumak, bu ilacı çoğaltmanın ve geliştirmenin adı oluyor! Okumak, tekrar tekrar okumak halkını sevenlerin, en çok da ezilen halkları ve sınıfları sevenlerin, kaderini onlarınki ile bağlayanların, ezilen ve sömürülen halklara borç ödemenin zorunlu ama özgürleştirici aracıdır ve görevidir; böyle bir borç, ödeyene sevinçten başka bir şey vermez!
Ancak bu zordur ve kolay sevinç yoktur varsa sonu üzüntüdür ve karanlıktır, karanlıkta kaybolmaktır; karanlıkta kaybolmak, burnunun ucundaki mutluluğu ve sevinci başka yerde ve hiç olmayacak yerde aramaktır!
İşte bu nedenle okumak tekrar tekrar okumak ve bunu anlatmak için bile yeter sayıda cümle kurmak zorunludur, görevdir ve özgürlüktür ve zor olan ama güzel olan budur!
Okumaktan korkmak ve kaçmak karanlıktan medet umarak karanlığa kaçmaktır; kaçıyoruz ve habarımız yoktur!
Haber veriyorum, habersizlik katsayısı yüksek olduğu için haberim çoktur ve ancak sığdırıyorum!
İşte böyle Bozışık arkadaş, bir dokundun bin ah işittin; umarım işittiğin ahlar, kulaklarını tırmalamamış, yüzünü astırmamış, umudunu karartmamış, sevincini bozmamıştır; öyleyse karanlıklar uzak, aydınlıklar yakındır; öyleyse gelecek yakındır ve gelecek en uzak haliyle bile görülebiliyorsa umutlar çok büyüktür ve en uzak gelecek kimsenin kuşkusu olmasın, sıçrayarak bize doğru gelen gelecektir!
Yeter ki sıçrarken sağlam basacağı zeminleri hazırlamak için umudu elden bırakmayalım; sıçramak için sağlam basmak, sağlam basmak için sağlam zemin gerekiyor ve gelecek ancak sağlam zeminlere basa basa sıçrıyor ve çok sağlam geliyor!
Bunu daha kolay yoldan anlatabilir miydim? Anlatabilirdim ama kolaycılığa teslim olmam gerekirdi ve haliyle kolaycılığa özendirmiş olurdum ki bu beni hiç sevindirmezdi!
Dediğim gibi zor olan güzel olandır ve zor en güzeli doğurtan ebedir!
Öyleyse yüzlerini bile hatırlamasak ebeler çok güzeldir ve bütün çirkin küfürler ebeleredir!
Saygı ve sevgi ile maruzatım budur ve haberimi tamamlamış oluyorum!
Fikret Uzun
28-Mart-2014

Hiç yorum yok: