19 Ocak 2014 Pazar

YÜKKSELEN DALGA BEKLEMEK Mİ ZOR DALGADAN DALGAYA SIÇRARKEN ÇUKURA DÜŞMEK Mİ KOLAY



YÜKKSELEN DALGA BEKLEMEK Mİ ZOR DALGADAN DALGAYA SIÇRARKEN ÇUKURA DÜŞMEK Mİ KOLAY


Aşağıdaki ifadeler Öcalan’a aittir ve 1990’lı yılların başında söylemiştir ve Serxwebun’un o tarihlerdeki sayılarına bakılırsa bulunabilir!

Dev-Yol fetişistleri yanında, ezbere konuşanların da ufkunu açacak sözlerdir; ancak daha önemlisi, bu tür sözler Öcalan’ın ağzına pek bir yakıştırılırken, başka ağızlara biber sürmeye çalışılması manidar olduğu kadar bir anlamda çaylaklıktır da!

Aktarıyorum:

“Bazıları, ’Dev-Yol Troçkizmin mikrobuna yakalanmış, onun için gelişemiyor’ diyor, kimisi de ‘Dev-Yol sindirilmiştir, bir daha belini doğrultamıyor ’diyor.

Hayır, bana göre, Dev-Yol’un direnmeyişinin tek önemli nedeni, PKK’nin yükselişi ile birlikte ‘Eğer Dev-Yol direnişi de gelişirse devrim olur’kaygısıdır ve bunların da, devrimin kendi devletlerinin çözülüşü anlamına geleceğini gören küçük-burjuvalar olduğudur. Niteliklerinin bu olduğu anlaşılmalıdır. Bunlar, kendi devletlerini zarara sokmak istemedikleri için, eskiden yaptıklarından da pişman olarak, yerlerine oturdular. Devrime yürümemesinin nedeni kesinlikle PKK’nin yükselişidir.

Dev-Yol imkânları olmadığı için veya işkence gördüğü için direnişten vazgeçmedi. Hayır! Yükselen PKK direnişçileri karşısında Dev-Yol direnişçiliği devleti zorlayacaktı ve onlar da devletin zorlanmasından yana değil, aksine, devletin daha da güçlenmesinden yanaydılar. Bu yüzden yaptıklarından pişman olarak yerlerine oturdular. Bunların esas korkusu, esas amaçları, devletin devrimle ele geçirilmesi değildir. Bunların esas korkusu PKK’nin devrime yürüyor olmasıdır. Ortada dolaşan Dev-Yol tartışmaları sahtedir.”

Ertuğrul Kürkçü mü?

Uzun hapislik yıllarından sonra sosyalist mücadelenin kuyruğunu bırakmamış bir profil çiziyordu; ancak Kürt yükselişini görmüyor ve Kürtlere uzak duruyordu ki o zamanın Türkiye’sinin nesnel koşulları, Türkler ile Kürtlerin birlikte örgütlenmesini işaret ediyordu; ama dev-yol gibi Kürkçü’nün de bu birlikte örgütlenme konusunda ipe un sermediğini kimse söyleyemez! Ol tarihlerde de ya devletin politikalarına dayanarak, ya da Kürt yükselişini sosyalizm ve devrimin ayrılmaz parçası sayan politikalara dayanarak hem Kürt yükselişi ve hem de Türkiye’nin devrimine önderlik edecek bir örgütlenme gerçekleşebilirdi!

Bazı arkadaşlar hassasiyet gösterip ki saygı duyulacak bir tutum olduğunu kabul ediyorum, uzun hapislik yılları geçiren ve öncesinde devrimci hareketin içinde özverili çabalar içinde olanların bu geçmişlerini hesap ederek eleştirelim diyorlar; çok doğru, bunu hakediyorlar, ancak bizim de, bu uzun yıllar zindanda yatıp çıkanların ve sosyalist devrim mücadelesinin kuyruğunu bırakmadıklarının profilini verenlerin, bu çürümüş, kokuşmuş tekellerin düzenine, dolayısıyla tekellere ve onlarla birlikte daha çok zenginleşmek isteyen, birlikte Kürt ve Türk emekçilerini ezmede, sömürmede yarış düşleyen Kürt zenginlerine, ağalarına, beylerine kin duymalarını bekleme hakkımız vardır ve bu kini görmezsek hayal kırıklığı yaşamak yanında, sorgulama hakkımız vardır; hatta bu tekelleri ve onlarla her türlü işbirliğine hazır Kürt egemenlerini benimsetmeye çalışanlara karşı tiksinti duymalarını beklemek de hakkımızdır!

Bu aynı düşmana karşı farklı yol ve yöntemlerden hareket ederken birlikteliği korumanın ve ilerlemenin en önemli, hatta vazgeçilmez harcıdır; bu harç yoksa orada farklılığa rağmen birliktelik değil, birlikteliğe rağmen ayrılık vardır; işte bu ilerletici değil gerileticidir; dahası, asıl bölücü olan budur! Bu nedenle bu tür birlikteliklerden ayrılmak, bölmek değil, tam tersine, birleştirmektir. Aynılar bir yere, ayrı olanlar başka bir yere. Bu, Kürtlerle Türklerin birliği için de geçerlidir; Türkler ile Kürtler ayrı değildir; ilerici Türkler ile gerici Kürtler, tersi de doğrudur, ayrıdır; ilerici Kürtler ile İlerici Türkler bir ve aynıdır! Ayrı olanlar karşı yerdedir ve karşıdaki, gerici Kürtler ile gerici Türklerin ittifakıdır!

Yani ayrılık,Kürtlük ile Türklük ekseninde değildir; ilericililik ile gericilik eksenindedir! Kürtlerin ve Türklerin ilericileri ile, gericilerinin karşı karşıya dizildiği eksendedir!

Bunda anlaşılmayacak bir yan yoktur ama anlamayan çoktur; işte burada püf noktası, çürümüş, kokuşmuş tekellerin düzenine kin duyanlarla sempati besleyen ve empati kuranların bir ve aynı olamayacağıdır! Kin yoksa sempati vardır ve tekellere sempati duyanların, tekellere kin duyanlara sempati duyması mümkün değildir; tersi de doğrudur!

Öyleyse anlamayanlar tekellere sempati duyanlardır, en azından kin duymayanlardır!

İşte bu nedenledir ki bunların, kapitalist düzende özgür ve eşit milletler arasında barış içinde rekabeti öngören bir ütopyaya savrulmaları kolay ve kaçınılmaz olmaktadır!

İşte yine bu nedenledir ki bunlar, sosyalistlerden, Türkiye’nin zenginleri ile binbir bağ içinde olan ve daha da zenginleşmek için onlarla birlikte olmak isteyen, hatta onlarla birlikte ezdiği ve sömürdüğü Kürt halkını daha çok ezmek ve sömürmek isteyen ezilen ulusun zenginlerini, ağalarını, beylerini, aşiret reislerini sırf Kürt oldukları için sevmelerini isteyebiliyorlar ve sevmiyorlar diye Kürt düşmanı yaftasını yapıştırabiliyorlar! Oysa sosyalist olmak onları sevmeyi değil, kin duymayı gerektiriyor!
Kürt sorununu işte bu nedenle bir insan hakları sorununa yine bunlar indirgeyebiliyorlar!

Bu kinsiz kafa,12 Eylül faşist darbesinin yerleştirdiği Eylülist rejimin, bir taraftan korkunun kitleselleştirilmesi, diğer taraftan ödüllendirme mekanizmalarının yaygınlaştırılması ve cazip kılınması çabalarının içinde büyütülmüş ve bu çabalara bir sol renk vermenin en önemli mekanizması olmuşlardır!

Şimdi ortada dolaşan bir videoda görülüyor ki, Kürkçü Perinçek’e, Perinçek Kürkçü’ye pek bir kinle karşılık veriyor ancak ikisinin de ol tarihte, şimdi bütün topluma bu arada Kürtlere de sirayet etmiş olduğu anlaşılan çürümüşlük ve kokuşmuşluğun diz boyu olduğu tekellerin düzenine,12 Eylül faşist rejimine hiçbir kinleri yoktur.
Bunlar, “tarihin sonu” edebiyatının yapıldığı ama bu edebiyatı pompalayanların bile, bu edebiyata değil, sosyalist iktidar yürüyüşünün devam ettiği gerçeğine inandığı ve bu yürüyüşe ne kadar çok yorgun ve daha da yorgunlaştırılmış “ sosyalist” aktör yerleştireceklerinin hesabını yaptığı bir zamanda oluyordu!

Tarihte var ve hepimizin hafızalarındadır, ancak hafıza akıl taşımayı gerektiriyor, akıl olmayan yerde hafıza durmuyor, sosyalist iktidar perspektifi sosyalist iktidar mücadelesi verenlerin aklından da ufkundan da hiç çıkmıyor; sosyalist devrime en uzak düşüldüğü bir zamanda bile sosyalist devrimi hedeflemeleri bundandır; dolayısıyla birbirinden en uzak durduğu zamanda bile demokratik devrim ile sosyalist devrim arasına Çin duvarı örmüyorlar; Lenin bunu, “gerekirse tek başıma kapı kapı dolaşarak anlatırım” dediği, Nisan tezlerini anlatırken gösteriyor ve bunda belirleyici olanın, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi olduğunu ortaya koyuyor; buradan hareketle Rusya’da güçsüz sosyalist hareket ile güçlü devrimci-demokrat hareketi birleştirip, iktidarı alıyor!

Bunlar hafızalarımızdadır ve artık bu coğrafyada sosyalizmin yıkıldığını da biliyoruz ve bunu, kısa sürse de, bir zaman “sosyalizmin sonu” diyerek alkışlayan emperyalizmin, tekellerin sosyalizmden duydukları korkularından kurtulamadıklarını; korkularını yenmek için, kapitalizmin tarihinin gerisine ricat etmeyi ve her alanda ricat ettirmeyi çare olarak gördüğünü de biliyor, görüyoruz; görmeyenler gene çoktur!

Sosyalist olsun ya da devrimci-demokrat olsun, bir devrimci hareket, bir kopuş yaşamadan, kendine ait olmayan düşünceleri kovmadan, kendine, yoluna ve halkına güvenini canlı tutmadan yoluna devam edemez, edemiyor!

Ancak buna rağmen, yani halka güvenmek yetmiyor, halkı devrimci yönde dönüştürmek de gerekiyor, bunu başaramayınca da, yoluna devam edemediği oluyor, olmuştur ve şimdi buradayız; hem de uzun zamandır ve buna, kendine, yoluna ve halkına güvensizlik de eklenmiştir! Bu varsa, güveni başka yerde aramak ve başkasına ait düşünceleri düşüncesi saymak kaçınılmaz oluyor!

Çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun içindedir ve bunu artırıyor, artırmıştır! Artmasının nedeni, hastalıklı yapıdan ve düşüncelerden kopmayıp, halkını ve yolunu büyütmeyip, yolundan ve halkından kopmak ve bu çürümenin, bu hastalığın düzeleceğine, yani kapitalizmde hâlâ iş olduğuna inanarak, bu çürümüş, hastalıklı düşüncelerin “gücü”ne,”dost”luğuna yaslanmayı poltika saymaktır!

İşte Kürkçü ile Perinçek’in ortada dolaşan eskimiş videodaki söz düelloları bu tarihi ve bu gerçekliği anlatıyor!

Bugünün “sol” gömlekli mürtecilerinin o günlerde yetiştiğini biyoruz ve bugün çok daha net görüyoruz ki Kürkçü’nün de, ”hayat bizi sosyalizme çağırıyor” yollu çıkış yaptığı bir zamanda, aniden Kürtlere saylav olacağı ve meğer çağrısının sosyalizme değil, sosyalistleri irticai potansiyelle Katolik nikâhı kıyma merasimine davet olduğunu öğreniyoruz! Ve artık nikâhları kıyılmıştır; tıpkı en iyi demokrat olan sosyalistlerin sosyalistliklerinin kalmadığı gibi, en iyi mürteci olabilmek için sosyalizmden vazgeçtiklerini görebiliyoruz! Fuzuli dekorlara ve cafcaflı söylevlere kanmamayı ise çoktan öğrendiğimizi hatırlatmama gerek yoktur ama hatırlatmış oluyorum!

Hep söylüyorum ki Öcalan’ın da yaptığı budur, doğru yere bakmamak, bakılsa da doğru görmemek kitleselleştirilmek istenen ve tekelci düzenin çürümüşlüğünün, kokuşmuşluğunun kaçınılmaz sonucu olan bir politikadır; korkularından kurtulmak ama çürümüşlüğüne ve kokuşmuşluğuna aşkla bağlanmak ve korkularından bu kokuşmuşluğu yayarak kurtulmak, tekellerin kaçınılmaz kaderidir ve kaderlerini yaşamaya devam ediyorlar!

Peki, doğru yere bakılsa görülecek olan nedir ve neresidir?
Bugünün mürtecilerinin, dünün en cabbar “solcu”ları,“devrimci”leri, ”sosyalist”leri, hatta “komünist” leri olduğunu, Osman Cengiz Çandar’a, ondan önce Hasan Cemal’e, Danyal Oral Çalışlara ve dahi TKP’nin son genel sekreterine ve benzerlerine bakarak görmek mümkün ama dün olduğu gibi bu gün de yanlış yerlere bakıldığını ya da doğru yere bakmamak için gözlerin yumulduğunu görebiliyoruz!
Tıpkı Leh Walesa misli, yani kilisenin yoluna girerek ama sosyalist kılıkta, sendikaların içinden ve gizliden, sosyalizme düşman, onu yıkmak için irticai bir pusu kuran örgütlenme misli, “solcu”,  “devrimci”,” sosyalist” görünümlü ama sosyalizme düşman yapılarda, sosyalist harekete en kapsamlı ve sinsi pusuyu, irticayı örgütlediler!

Sonradan katılanlarla birlikte, Kürkçü de dâhil, bütün hepsi, bu gün Kürt cephesini de sardığını görebildiğimiz bu sinsi pusuyu, o zaman da ve hâlâ, birbirlerine, tekellere ve kokuşmuş düzenlerine duymadıkları bir kinle, tıpkı videodaki gibi bağırıp, çağırarak birlikte oluşturdukları ve bir ayağında Eylülist rejim olan, sacayaklarının üzerindeki ocaklarda pişirme ayinleri ile Türkiye’yi tarihinin en gerici, en cahil, en çürümüş ve kokuşmuş, en çok emekçi düşmanı düzenine mahkûm etmenin aşçılığını tedris ettiler!

Şunu da eklemeliyim ki bu da doğru yere ve doğru gözlükle bakılmazsa görülemez, her zaman yükselen dalgalara binmeyi politika bilen bu yeni mürteciler, o günlerin en yüksek dalgası olan Kürt dalgasından hep uzak durdular ama artık içindedirler ve üstüne çıkmaya çalışmaktadırlar!

Hiç değişmez ve istisnası yok denecek kadar azdır, bir kez yanlış yere basılmışsa, o yerden kopmak mümkün değildir; başka türlüsü de doğrudur, devrim kapısından kaçanlar, o kapıya istedikleri için değil, o kapıyı kapatarak kaçmak ve kaçarken herkesi kaçırtmak için gelmişlerdir (kaçmayanları, kaçarken kılıçtan geçirmeleri bundandır) ve o kapıya bir daha asla dönmezler; misyonları, yükselen dalgaları söndürmek ve açık kapıları kapatmaktır. Ve bu topraklarda bunlardan sanıldığından çok fazla vardır!

Ertuğrul Kürkçü mü demiştik, peki devam edelim?

Ertuğrul için yükselen dalganın Kürt yükselişi olmadığı daha o zaman belli idi ve bu gün neyin yükselen dalga olduğunu hep beraber görüyoruz ki bu günlere Murat Belge’nin rahle-i tedrisinde geldiğini, Kürtlere saylav olmadan az önce, emperyalist odakların “demokrasi” şerbetine bulanmış fonları ile “solcu”luk gösterisi yaparak boşluğu dolduran Bianet’te “solcu”luk yaptığını da biliyoruz!

Ondan önce ve videodaki tartışmanın oynandığı sahnenin tarihinde, her halde TKP ile DY birleşmesi peşinde Kuruçeşmelerde koşuşturup duruyordu!

Hemingway’in balığına döndükleri bir zamanda, bundan ne çıkacağını umduğu ayrı bir meseledir ve TKP ile DY’yi birleştirebildi mi bilmiyorum ama böylece, politika yapmak ve yükselen dalgalar beklemek için ÖDP yi mesken tuttuğunu biliyorum.

Burada bir yanlış anlamayı ve demagojiyi önlemek için hatırlatmalıyım ki DY’nin de, TKP’nin de içinde pek çok yiğit insanın olduğunu biliyorum ve hiç yadsımadım, şükranlarımız hep bakidir; Kürkçü’ye, ya da videodaki diğer tartışmacı figürlere de kişisel olarak bir garezimiz yoktur; bunu tartışmıyoruz, tartıştığımız çizgidir ve bu çizginin tarihidir ki bu tarihin sorumluluğunu hiçbir zaman üzerimizden atmadık; ne bu söz konusu aktörlere, ne de başkalarına bıraktık; tartışmaya katılarak, tarihin üzerindeki örtüyü kaldırmak bu sorumluluk gereğidir!

Daha önce de ve ikircimsiz ifade ettim, benim de içinde olduğum TKP’nin tarihi bir ihanetler tarihidir ki çoğu kez kişisel kavgalara yansımış bir iktidar kavgası olarak sürmüş, en sonunda da ünlü son genel sekreter ve şürekası marifetiyle ki yardım almadan yapamayacak denli çapsız oldukları artık net olarak ortadadır, TKP’yi büsbütün tasfiye etmişlerdir; iktidar kavgasını burjuvazinin kazandığını ,yani daha önce yine bir yükselen dalga olan DİSK’i n üzerine paraşütle atlayıp,burjuvaziye teslim eden bu misyoner likidatörlerin ki ben bunlara hep “azap zebanileri” demişimdir, çünkü misyonları budur ve dediğimi biraz Osmanlı tarihi tedris ederek anlamak zor değildir, TKP’yi de TİP’i de bir paravan örgüt kurarak, yani TBKP ile burjuvaziye altın tepside hediye etmişlerdir; amma ve lakin burjuvazinin TBKP’yi, altın değil kalp olarak gördüğünü o nedenle almadığını biliyoruz; ve Nabi Yağcı’ya da teselli ikramiyesi olarak Aydın Doğan hazretlerinin medyasında bol havuçlu misyonerlik tedrisine devam etme imkanı sundukları da belleğimizdedir!

DY den arta kalanlar bir taraftan, tövbekâr TKP liler bir taraftan, 12 Eylül faşizminin zulmüne karşı yürütülen sosyalistlerin ve devrimci-demokratların mücadelesinin ayaklarını bağlamışlardır; başka türlü de ifade edebiliriz ki, bunlar, Kürt cephesi dâhil ve ağırlıklı olarak, Türkiye’nin bütün devrimci örgütlerini beklemeye almışlardır! Şimdi çoklarının ki bir örtüdür, “suç TDH’nindir !“ sakızı çiğnemesi bundandır! Buna karşın, Türkiye’nin sosyalistlerinin ve devrimci demokratlarının mücadelesinin ayaklarını bağlayanlar, bu sakızı çiğneyenlerle aynı yerde buluşmuşlardır!

Türkiye topraklarının derinliklerinden Kürt devriminin atılımı ile zulme ve ihanete karşı iki yoksul emekçi halkın yazgılarının fışkırdığı bir zamanda, işte bu Kürkçü Bey ve diğerleri DY-TKP birleşmesi için kuru çeçme toplantılarında engin düşüncelerini sıkarken, bu fışkırmayla buluşacak olan devrimci-demokratların ve sosyalistlerin birlikte mücadelesi ve kitlelerin katılımı beklemeye takılmıştır!

Şimdi yine bir altın tepside ki tepsiyi kimin verdiğini biliyoruz; yoksul ailenin damadına, zengin gelinin babasından, geline takmak üzere verilen altın takı mislidir, Kürtlerin kurtuluş mücadelesinin ABD emperyalizmine sunulduğu bir zamanda, ol zaman kitleleri ve örgütleri beklemeye almanın misyonerliğini yapanlar, bu altın tepsiye damadın ailesini de, yani Kürt halkını da doldurmak için misyonerliklerine devam etmektedirler!

İkisi de Hemingway’in öyküsündeki balık misli olmuş olan TKP ve DY’nin yolu sığlık ve hafifliktir, düşünceyi kitlesel olarak Hemingway’in balığına benzetmenin adıdır; Kürt devrimini savunacak bir yeri de kalmayan, yani Hemingway’in balığı’nın arkasından ağıt yakmak misli olan bir insan hakları sorununa indirmenin adı ve aracıdır! Kürtlerin kurtuluş mücadelesini, bir pax-Americanaya teslim etmenin en gönüllü aracıdır!

Bu noktada, bu dediklerimden yine ve bilinçli olarak yanlış sonuç çıkaracaklar için peşin peşin hatırlatıyorum ki Kürt mücadelesinin sonunda bir barış şüphesiz olacaktır ama bu mücadelenin kendisi bir barış programı değildir ve bu temeldeki indirgemecilik, yani, Kürt devrimini barış mücadelesine yatırmak, Kürtleri ve mücadelesini celladına teslim etmektir!

Ortada ve bu bölgede süren bir emperyalist savaş varken, bu savaş henüz bu bölgenin halkları lehine sonuçlanmadığı gibi, ABD emperyalizminin bu savaştan vazgeçmeyeceği apaçık ortada iken; başka ifadeyle savaşla dayattığı poltikası”ndan, belki bir adım geri atmış olsa da, vazgeçmediği açıkken, ne 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğünün kendi amacına yönelik olarak Kürtlere dayattığı barışı Kürtler kabul eder; ne de Kürtler, 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğüne, kendi nihai amaçlarına uygun olarak dayattıkları bir barışı kabul ettirebilir!

Peki, hal böyle iken, kartlar apaçık ortada iken, bu oyunun sonucu belli iken, bu oyun içinde oyun, bu “barış” oyunu ne demek oluyor?
Bu oyunu anlamak zor değildir; bunun için, dün Kürt mücadelesi yükselişe geçtiğinde ve Türkiyenin devriminin yolunu açma fırsatı verdiğinde, bu devrimi ilerletmeye niyetleri olmadığı, kürtaj yapmaya ise cesaretleri olmadığı için, beklemeye almak üzere misyon yüklenenler, Kürt devriminden kilometrelerce uzakta iken, bu gün içinde ve tepesinde olmaya aday olmalarındaki kıymeti harbiyeyi düşünmek bile yeter!

Kürt mücadelesi bir insan hakları mücadelesine indirildiği andan itibaren, ki videodaki tartışma oyununun oynandığı tarih sahnesi bu anı resmediyor, Kürt sorununun çözümü çoktan kapitalist devletlerin aralarındaki dengelere bağlanmıştı ve o zamandan bu yana epey bir mesafe kaydedildiği görülmektedir; dengenin Kürtlerin değil, ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin lehine kurulduğunu görmemek için kör olmak gerekir ki görmek istemeyenlerin yaptığı tam da budur ve bu dengenin üzerinden yükselen dalga, tam da bu gün, pek bir “Kürtsever” olan Ertuğrul Kürkçülerin, içine girecekleri, hatta tepesine çıkacakları kıvamda ve renktedir!

Aradıkları dalgayı bulmuşlardır ve bu dalganın bir Amerikan “barış”ı olduğunu, görmek istemeyenler pek rahatsız olacaklar ama biz görebiliyoruz ve gösterebildiğimize de inanıyoruz; şimdi ve öteden beri, bu misyonerlerin yapmaya çalıştıkları, yükselen Kürt kurtuluşunun bölgesel yükselişle taçlanmasını bu “barış” ile boğmak için, Kürt mücadelesini bir barış ve/veya insan hakları mücadelesine indirgemektir!

Ama bir sorun var ve hep vardı, bu sorunu Barzani ile çözemiyorlardı ama Barzanisiz de olmuyordu; bu nedenle Öcalan anahtar olmuştur!

Sorun mu?

Kürt halkı ve ilerici-devrimcileri, öteden beri ve hâlâ bu dengenin altında ezilmeye razı olmamaktadır, kendilerine onca zaman öğretilen kendi dengelerinin kurulmasını istemektedirler ve dolayısıyla bu, yükselen dalga düşmanı misyonerleri,tepelerine bindirmek istememektedirler!

Ve kimse, söylenmedi demesin, işte söylüyorum, böyle giderse, Kürt halkının, Öcalan’ın da tepelerine binmesinden rahatsızlık duyacakları zamanın gelmesi pek uzak bir ihtimal değildir!

Çünkü Kürt halkına ihanetin de, ahmaklığın da, işbirlikçiliğin de, teslimiyetçiliğin de adresini bizzat Öcalan göstermiştir; dün Öcalan’dan çok Öcalanist olarak öne çıkarak, Kürt hareketini zıt köşeye yatırmak için Kürt halkından ve Kürt devrimcilerinden yandaş bulacağını sananlar ama hayal kırıklığı ve öfke içinde başka kamplara sığınanlar(Öcalan’ın zamanında bu kampı ve buraya sığınanları, ”anlaşma yapmayacakları kötülük yoktur” diyerek resmettiğini hatırlattığımı, hatırlatırım,) bu gün yine yeniden Öcalan’dan çok Öcalancı olduklarına ve Öcalan’ın ağzından çıkan bütün harflerin önünde secdeye vardıklarına ve bu temelde misyonerliklerine devam ettiklerine göre, ya bu “Öcalancı”ların daha önce sığındıkları kamp Öcalan’a biat etmiştir, ya da Öcalan’ın çizgisi o kampın çizgisi ile bir ve aynı olmuştur!

Ama marifet, ne Öcalan’dadır ne de o kamptadır, marifetin pax-americana olduğunu hepimiz görebiliyoruz!

Bunları kulaklara küpe olarak ve tarihe not düşerek,”demedin” denmesin diye, akıl taşıyanların akıllarına ve belleklerine sunuyorum!

İyi hatırlansın diye bir kez daha not ediyorum ki bu misyonerler,dün TİP dalgası yüksekken TİP’e binmişlerdir; bu dalga inerken önce MDD dalgasına sonra da TKP dalgasına binmişlerdir ki misyonları hep dalgakıran olmaktır; 12 Eylülün sinsi yolları cehennem taşları ile döşenirken, DİSK’i de Hemingway’in iskeleti kalmış balığına döndürmek ve burjuvaziye teslim etmek için tepesine inmeleri de zor olmamıştır; kısaca bunlar, son tahlilde, dalgakıran olmaya mahkumdurlar! Ve bütün yüksek dalgalar bittiğinde, binecek dalga bulamadıklarında, ya da yükselen dalganın yolunu beğenmediklerinde en tam ifadesiyle dönmüşlerdir ve girdikleri yarıkta bu gün daha net görüyoruz, yeni mürteci rozetleri bulmuşlar ve allahın lütfu misli sarılmışlardır! Hep biat halindedirler!

Ve işte şimdi Kürtler (hangilerinden söz ettiğimi artık biliyorsunuz), geldiler, geldiler aynı yarığa girdiler ki mürteci rozetleri ellerindedir, pax –Americana açılıp saçıldığında, yakalarına takacaklardır ve aslında niyetleri Kürt halkına takmaktır!

Bu belki de şundandır ki TKP’nin son genel sekreteri, namı çoktur ama çapı yoktur, dengeyi kim tutarsa onun rozetini takmaktadır ve son taktığı rozetin yeni-mürteci rozeti olduğunu biliyoruz ve elbette diğerlerini de bundan ayırmıyoruz ve derdimiz de bu değildir, yani kendilerine taktırmalarına itirazımız yoktur ama ne Kürt halkına, ne de Türk halkına bu rozeti takmalarına, takılmasına aracı olmalarına, sosyalistlerin ve devrimci-demokratların izin vermeyeceğinin ve Kürt ve Türk halkının da buna razı gelmeyeceğinin bilinmesini, boşuna kuruntu yapılmamasını söylüyoruz, Şimdi emperyalizmin daha sıkı sarıldığı ve Eylülist rejimin pek sevdiği irticai disiplinin sekreterliğine soyunan bu çapsız sekreter, ol zaman, sekreterliğini yaptığı partinin Eylülist rejime yaslanmasının gerekçesini anlatırken, dünya politikası hakkında harıl harıl analiz yapamamasına, çünkü bunu yapabilcek enstitiülerin bulunmamasına, bunun için de Sovyetler Birliğinin dünya politikasına dair analizlerini almasına vurgu yapıyordu ve mürteci rozetine neden sarıldığını ağlamaklı bir tonda şöyle anlatıyordu:

“tahlil yapamıyorduk, bu nedenle tahlilleri Moskova’dan ithal ediyorduk. TKP’liler tahlil yapabilme imkânına sahip olmadıkları için elbette inanıyorlardı ki Sovyetler Birliği en doğrusunu söylüyor”

Utanmazlık yaşam biçimleri olmuş, Leninist bir partinin genel sekreteri, Lenin’in yeraltındayken ve zindanda iken okudukları ile ve okuyamadığında aklındakilerle yazdıklarını, yani düşünerek analiz ettiklerini, böylece koca koca bilimsel ve tarihe mal olmuş kitapların ortaya çıktığını ve hatta tepesinde olduğu partinin, Lenin’in zindanda ve/veya gizlide iken veya sürgünde iken yazdıkları ile ortaya koyduğu “Leninist parti örgütlenmesi” nin izinde olduğunu kongrelerinde , konferanslarında, plenumlarında haykırdığını unutmuş görünüyorlar!

Demek ki TKP düşünmeyi çoktan bırakmış, Sovyetlerin düşünceleri yetmiş ve Sovyetlerden ithal ettikleri düşünceleri politik büronun düşünceleri diye TKP üyelerinin üzerine boca etmişler; altında kalanların canı çıkmış, kopye çeken torpilliler kurtulmuş ve Sovyetler yıkılınca da, düşünmeyi unutmuş olduklarından, çareyi mürteci olmakta bulmuşlardır!

Şimdi renk budur ve düşünmeye gerek kalmamıştır, başkalarının düşüncelerini, hatta irticanın düşüncesini bile, bu düşünmeyi unutan çapsızların “sol” renkte pazarlaması, pazarlayamazsa, birbirine kaynaştırması kaçınılmaz olmaktadır ki işte hepsinin misyonları budur.

Ne ki şimdi hepsi ve dün çok uzaktılar, Öcalanist’tir ve Öcalan ile birlikte bir Amerikan “barış”ı rüyası içindedirler!

Hergün uyandırıyoruz ve her uyandırdığımızda, uykusunu alamamış tembeller misli, mızmızlanmaktadırlar, ısrarımızı ve kararlılığımızı gördükçe, öfkeden her türlü küfür ve yaftayı bir birinin yerine üzerimize kusmaktadırlar!

İşte bütün mesele budur ve Kürt halkı ile Kürt devrimcileri de buradadır; önlerine dikilmiştir demek istiyorum!
Bu dikilmişliği indiremezlerse altında kalacakları kesindir ve yakındır!

Bitiriyorum, yalnız bir şey daha eklemek istiyorum; bunlar, köylü kurnazlığında okadar ileridirler ki örnek olsun, şimdi pek bir biat etmiş göründükleri ve söyledikleri uğrunda kavga etmeyi kutsal saydıkları Öcalan’dan, ol zaman, yani şu ünlü tartışma sahnesinin izlettirildiği tarihlerde, bu TKP ve DY artığı “sosyalist”ler, düzenledikleri “kürt “ temalı “konferans”larına ağırlık katmak için mesaj istiyorlar ve korktukları için okumuyorlardı ve yayınlamıyorlardı bunu “yayınlasaydık Türkiye’de sansür olmadığı sanılırdı” diyerek gerekçelendiriyorlardı!

Şimdi de her halde “sansür var” zannetmeyelim diye Öcalan’ın ağzından neredeyse yerlere dökülenleri bile toplayıp yayınlamaya ve Kürt ve Türk halkını bilgilendirmeye özen göstermektedirler!

İşte bu kafalar geldiler geldiler bir kör karanlığın içinde, rozetsiz kalmamak için, karanlığın gücü adına, birbirleriyle yarış ediyorlar!

Ne kafa ama Nabigiller de de aynı, Kürkçügillerde de aynı ve artık, dün TKP’nin bir hain çukuru olduğunu, DY ile birlikte PKK yükselişinden korktuklarını ve devlete yaslandıklarını söyleyen Öcalan da aynı çukurda, aynı rozete yakın durmanın politikasını gütmektedirler!

Fikret Uzun

19-0CAK-2014

Hiç yorum yok: