27 Ocak 2014 Pazartesi

HER YERDE GLADYO ARARKEN FETULLAH ÖRGÜTÜNÜ GÖRMEMEK KÖRLÜKTÜR




HER YERDE GLADYO ARARKEN FETULLAH ÖRGÜTÜNÜ GÖRMEMEK KÖRLÜKTÜR
İşte gördün mü hâlâ sıkılmadan “Ergenekon ”diyorsun !
Hep söylerim, önce akıl gerek, sonra o aklı korumak gerek, yani birilerine teslim edip, o birilerinin aklı ile yürümemek gerek.
Başkalarına ait, yani sola ait olmayan, sola yabancı olan düşünceleri temcit pilavı gibi öne çıkarmamak gerek. Ek olarak bilgi gerek ve akıl taşıyorsan o aklın içine bilgi doldurmak gerek ve ikisiyle birlikte bakmak, baktığın yerde gördüklerinden fikir üretmek gerek.
Yalancısın da, ben, Hrant için "lobilerin, AB nin fonlarından aldığı paraları almak için banka şubeleri arasında koşuştururken" öldürüldü şeklinde bir ifade kullanmadım!
Bunu daha önce de yaptın; "HRANT DİNK kirli ilişkilerin içindeydi, Etyen le beraber derin ilişkiler peşindeydi" dediğimi uydurdun.
O zaman da söylemiştim, ifadelerin tam bir kara mizah. Sen ya hiçbir şey okumuyorsun, ya da sadece bu çerçevede konuşmak için üzerine vazife çıkarıyorsun yahut da zülfiyarene dokunduğum için, tırnağına diken batmış gibi bağırıyorsun!
Diğer zırva yakıştırmalarına ise gülüp geçiyorum.
Ama iyi ki açtın konuyu ve sıkılmadan hâlâ Dink’in “arkadaşları”maskesiyle maskaralık yapıyorsunuz ki dün de sıkılmadan her kötülüğü olduğu gibi, Hrant’ın cinayetini de Ergenekonun suç çuvalına yıktınız ve “Hrant Dink in acisini dindiremeyenler olarak, Ergenekon dan davaciyiz!” diye basın açıklamaları yaptınız. Madem “ergenekoncular” yaptı, altı yıl geçti, ergenekoncular zindana atıldı ve zindana atanlar birbirine girdi ama hâlâ Hrant’ın cinayetini azmettirenler, tertipleyenler bulunamadı, dün de işaret edildi, bu gün de kendi piyonları bile itiraf ediyor, Ramazan Akyürek’e kimse dokunmadı ve “Hrant’ın Arkadaşları” maskesiyle yanlarında dolaşanlarca yönlendirilen Hrant’ın ailesi de suçluları yanlış yerlerde aradı ve işte bütün itiraflar havada uçuşuyor, suçları birbirlerinin üzerine atarak karartmaya çalışıyorlar ve sahte Hrant Din arkadaşları da bu karartmaya katkıda bulunuyor! Hrant’ın “arkadaşları” imiş, sevsinler!
Üç yıl önce, ”HRANT İÇİN YÜRÜMEK” başlıklı bir mektup ta, “Bence dört yıl önceki o insan selinde, "HEPİMİZ HRANTIZ" diyenlerden bazıları o zaman da, şimdi de bunu yalandan söylüyorlardı, söylemeye devam ediyorlar.” Diyordum ve şunu ekliyordum:
“İkincisi, yine bu yalandan HRANT diyenlerin marifetinin de içinde olduğu bir marifetle Hrant'ın katledilmesinin üzerindeki örtünün açılması engellenmektedir; ve ayrıca, bu engellemenin adresi, bu yalandan Hrant diyenlerin de içinde olduğu bir dinamikle başka yerlerde gösterilmekte ve bu yetmiyormuş gibi, içinde oldukları dinamikle birlikte Hrant'ın katledilmesinin üzerindeki örtünün hiç açılmaması için muazzam incelikte bir tiyatro sergilemektedirler. Yani bence, "Bebekten katil yaratan, karanlığa ışık tutmayanlar"ı, yani karanlığı isteyenleri, " Hrant'ın arkadaşları kılığında olanların" içinde aramak gerekmektedir. Bu oyun tarihte her zaman oynanan bir oyundur ve karanlığı isteyenlerle birlikte, karanlıkla mücadele edilemeyeceğini, Hrant Dink'in katlinden çok önce katledilmeleri üzerindeki örtülerin hâlâ kaldırılamamış olmasından anlamış olmak gerekmektedir.”
 Ya ormana bakıp ağacı görmüyorsun, ya da ağaca bakıp ormanı görmüyorsun ki bu hepinizin, bile isteye tutulduğunuz bir hastalıktır; ama son tahlilde hepsi siper olduğunuz fetullahi örgütün üzerini örtmeye mahkûm olduğunuz içindir! O polis şefini ve işkenceciliğini görüp, fetullahi örgütü görmemek böyle bir şeydir işte!
Şimdi açtığın konudan devam edelim, Ergenekon mu demiştim, merak etme anlatacağım, Ergenekon ne imiş, kim ergenekoncuymuş anlayalım!
Kamuoyunda “Çiller Örgütü” olarak da anılan Kontrgerilla örgütlenmesi ve icraatları, uzun süredir tartışılıyordu ama kimseden ses çıkmıyordu. Kontr-gerilla örgütlenmesine karşı, kitlelerin ve yönetici sınıfların içinden çıkabilecek itiraz seslerinin,"PKK" terörü bahane edilerek ve terör ile mücadelede her yolun mübah olduğu kabul ettirilerek kısılabilmişti; bu örgütlenme, herkesin bildiği bir sır halinde idi!
O yıllarda, kimseye şimdi olduğu gibi "barış gelsin-savaş bitsin-analar ağlamasın" yollu haykırışlar öğretilmiyordu; aksine her yol mübah görülerek,”PKK terörü”ne karşı (aslında, sol/sosyalist harekete karşı) oluşturulmuş ve CIA'nın NATO bünyesinde kurduğu Gladyo'nun bir kolu idi.
Oluşturulmuş olan bir karşı-terör hareketi idi; hem faili meçhuller yolu ile PKK'nin ekonomik damarlarını kesiyordu ve hem de bu faili meçhuller üzerinden kitleleri terörize ederek korkuyu kalıcılaştırıyordu ve Kürt halkının devrimcileşmesi yanında, Türkiye’nin devrimci hareketi ile buluşmasına yönelik veya devrimcileşen Kürt ulusal hareketi ile buluşmaya yönelik eğilim ve çabaları engellemeye ama daha çok 12 Eylül faşist rejimini, bu güne taşımak için yolları genişletmeye yönelik idi!
Herkes hatırlar ve henüz bu çeteden burnu kanayan,Ağar'ı ve Ünlü” genel vali" nin "intiharı “nı saymazsak, olmamıştır; oysa Çiller, ki bir seçim darbesi ile ve de paraşütle hem DYP nin ve hem de Hükümetin başına oturtulmuştu, "devlet için kurşun atan da, yiyen de bizimdir" yollu kükrüyor ve” elimizde liste var" diyordu; ardından da faili meçhuller hız alıyordu.
Örnek olsun, o listedekilerden biri, bu gün BDP'de saylavlık yapan, ki o da bir anlamda buraya ısmarlama getirilmiştir (Öcalan'ın kontenjanından getirilmiştir), Pervin Buldan'ın eşi, uyuşturucu taciri, mafya ve aşiret ağası Savaş Buldan idi; "bizim Kürtlüğümüz, aşiret düzeninden, ağalık düzeninden ayrıdır" yollu konuşan Öcalan'ın ittifak yaptığı bir aşiret ağasıdır veya beyidir veya baronudur! İşte bu kişinin, bir gece yarısı operasyonu ile, sonradan Susurluk operasyonunda etrafa saçılarak deşifre olan ve Çiller'in "kurşun atan da bizimdir" dediği, "devlet için kurşun atan" devlet elemanları tarafından öldürüldüğünü biliyoruz!
Devletten ayrı bir derin devlet yoktur; derin devlet devletin kendisidir ve devlet sadece iktidardaki parti değildir; bunu ne tek başına CHP'ye ne de başka birine ve ne de tek başına iktidar partisine mal edemeyiz ama, söz uygunsa ,"bal tutan parmak yalar" misli, iktidar partisine en okkalı parçası düşer!
12 Eylül faşist darbesi, elbette mutfağında ABD -CIA'nın bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir ama daha çok TC’nin, ki kuyruğuna takarak başedemeyeceğine inandıkları sosyalist hareketi toptan yoketmek üzere, TC’nin yönetimini, dinci akımlara teslim etmekten başka çare bulamayan Kemalizmden çoktan uzaklaşmaya başlamış olan Kemalist yüksek kadroların aşçılığında kotarılmıştır!
Bu anlamda, 12 Eylül faşist darbesi ve sonrasında yerleştirilen Eylülist yönetim, tümüyle TC'nin devamlılığı içinde bu günlere gelmiştir ve işte Öncekilerde olduğu gibi, örnek olsun Erdal İnönü keşfedilerek SHP nin başına getirildiği gibi, Çiller de aynı biçimde bir seçim darbesi ile iktidara getirilmiştir, ki Erbakan’ın da aynı koltuğa oturması, Kemalist yüksek kadroların, kemalizme de ihanet ederek, yönetimi dinci akımlara teslim etme ameliyesi içinde bir yerdedir ve devletin devamlılığı içindedir; bizim "devlet düşmanı", anarşist takılan bazı baylarımızın ise, bu gerçek hiç de akıllarına gelmemektedir!
Şimdi, devletin yüzde doksanına yerleşmiş olan ve icraatları ABD dahil herkesi bedbin etmeye başlayan ve hiç istenmese de zayıf bir alternatife kucak açarak, toplumu yine yeniden dönüştürmek için, bu anlamda yeni bir restorasyon yönetimi için start vermeye hazırlananların hedefinde olan ve tıpkı Çillerin oturtulduğu gibi bir seçim darbesi ile iktidar koltuğuna oturtulan ve CHP’sinin, MHP’sinin birer şubesi misli çalışarak ilerlettiği AKP iktidarını ve kadrolarını, bu devamlılıktan ayrı saymak ve elbette hızla ve de alelacele hazırlanıldığının işaretlerini veren "restorasyon hükümeti" arayışlarının bu devamlılık içinde saymamak, safdillilik değilse, 12 Eylül rejimi ile ortaklıktan başka bir şey değildir!
Şimdi bu iktidar, ortaya “paralel devlet” ve “ orduya kumpas” iddiası attı; ve bunu ondan iyi kimse bilemez, çünkü bu şekilde suçladığı ve ihbar ettiği, hâlâ da bu suçlamasının arkasında durduğu ve üstelik “Ergenekon”, ”Balyoz” vesaire tertibi ile zindanda olanlar için yeniden yargılanma hamleleri yaptığı, her yerde, her taşın altında aradığı, ve her yeri hallaç pamuğu gibi dağıttığı, Hükümet yetkililerinin ifadesiyle, bu “paralel devlet” örgütü ile ve 11 yıldır devleti birlikte yönettiği bir tarikattır.
Öyle ki, belki de en önemli hamle ve kumpas, Ergenekon vesaire tertipleri bir yana, Referandum tertibidir.
İşte şu ucube “yetmez ama evet” sloganını üretenler, en belirgin olarak burada 12 Eylül rejiminin devşirilmiş sol gömlekli sahtekârları olduklarını ve bunun yanı sıra yeni-mürteci olduklarını açık etmişlerdi!
Referandum mu?
Ol zaman da ifade ettik, bu topraklara ve emekçi halkın, sosyalistlerin,devrimcilerin, devrimci- demokratların, aydınların ve elbette Kürt halkının tepesine inen bir zulüm makinesi olarak 12 Eylül darbesi ile yerleştirilen ve yerleştirilirken her adımında bu sahtekâr solcular hazır ve nazır olan, 12 Eylül rejimini, bu günlere, ki nasıl günler olduğunu hepimiz görüyoruz ve “Yetmez ama evet”çilerin hâlâ görmediği ortadadır, ve daha ötesine, işte ünlü ucube slogandaki “yetmez” ifadesi bu ötesini ihtiva etmektedir, getirmek için idi!
Ve böylece büyük büyük zenginler ile büyük emperyalist patron ABD emperyalizmi ve onun tepesindeki düzenek emellerine nail olacaktı!
O günlerde, bunun için gerekli olan “EVET” oyunu garantilemek için el birliği ile çalışan “Yetmez ama evet” çiler, bugün, ”yetti gari” feryatları ile ıslık çalarak korkularından kurtulmak istiyorlar! Bu arada “Ergenekon” deccalini hatırlatmayı da ihmal etmiyorlar, korkularının kaynağı budur!
Neden? Çünkü, ucube “şiar”larından belli, istedikleri bugün ile sınırlı değildi; “yetmez” dediler, çünkü daha ötesini istiyorlardı, sevgili hoca efendileri ,”allah adına”, ne emir buyurdularsa, koca koca aydın müsveddeleri sıkılmadan uyguluyorlardı. Şimdi, yani bu gün, dün ”yetmez” olan ellerinde patlamış olacak ki, feryat figan “Yetti gari” diye haykırarak, hocaefendilerinin şefkatli kollarında ona siper oluyorlar!
Ve sen hâlâ sıkılmadan “Ergenekon”a işaret ediyorsun! Kör değilsin, sağır değilsin, ama nereye bakacağını bilmiyorsun; neden? Çünkü bunun için akıl gerek ama o da yetmez, kendine ait olmalı, o da yetmez, bilgi de gerekiyor, o da yetmez,”inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasına teslim olmamak gerek; ve işte bu yetmezleri yeter hale getirdikten sonra akıl ile fikir arasındaki diyalektik köprü kurulabilir; böylece de nereye bakacağını bilmek yanında, baktığın yerdekileri görebilir, bu gördüklerini akıl süzgecinden geçirerek fikir haline getirebilirsin!
Tabii bunlar, dürüst ve gerçekten bilimden yana ve elbette gerçekten zalime karşı, ezilenden yana olmazsan anlamsız ve gereksiz şeylerdir ki bu gereksizliğin içinde olanları çok açık görüyoruz!
Bir gezici, şimdi denizaşırı ve internet ve medya vaizinin, her daim devletin şemsiyesi altında olan ve yine her daim komünizmle mücadele hizmetinde olan bir devlet görevlisinin karanlık vaazlarının peşinden koşmayı; Türkiye’yi ve halkını, bir kör karanlığın, bir cahiliye düzeninin çukuruna gömmek için and içmiş bu karanlık tarikatın şövalyeliğini yapmayı poltika sayan bu “yetmez ama evet”çi sahte sol gömlekliler, işte bu gereksizliğin içindedir ve gösterdiğimiz budur! Yani niyetimiz onları düzeltmek değildir, nereye aitseler biran önce oraya gitmelerine kolaylık sağlamaktır.
Ait oldukları yerin, “yeni mürteci” karagahı olduğunu söylüyorduk ve işte bakın,tam da oradan kafalarını kaldırıp, feryat figan “yetti gari”diyerek, hoca efendilerine siper olmaktadırlar.
İşte her şey ortada; aradığınız, Ergenekon, Gladyo, Kontr-gerilla, paralel devlet, hangi sıfatı uygun görüyorsanız, hepsi bir ve aynıdır ve hiç biri devletten bağımsız değildir, taa “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nin Türkiye’nin tarih sahnesine çıktığından beri, devletin koruyucu şemsiyesi altında faaliyet gösteren işte bu yapıdır !
Dolayısıyla bu derin ilişkiler içinde olanların kimler olduğu da ortaya çıkmıştır, kendi imzaları ile tarihe notunu düşenler bizzat kendileridir!
Sen Bronşittayn birader, hâlâ “Ergenekon” sayıklıyorsun! Ve böylece bir kez daha, derin devleti de, devleti de, ısrarla başka adreslerde arama "ahmaklığı"ndan çok, bu ahmaklığa yatarak, gerçeklerin üzerini örtmeye çalışanların halet-i ruhiyesini yansıtıyorsun!
Peki o halde neymiş bu Ergenekon başlayalım göstermeye !
Öncelikle, yukarıda hatırlattıklarımla, Gladyo-kontrgerilla gerçeğinin,TC'nin dolayısıyla 12 Eylül faşist rejiminin, devamlığı içinde aranması gerektiğinin altını çizmiş olduğumu belirtmeliyim.
Gladyo-Kontr-gerillanın kökü bellidir ama Türkiye’deki uzantısının başka adreslerde aranması bu kökü pek önemli kılmamaktadır; ve Türkiye dışında her yerde hemen hemen kaydıyla belirtmeliyim, ki Gladyo örgütlenmesi sonlandırılmış iken,Türkiye'de devam etmesi, bu günlere yönelik hazırlıkların bitmemiş olmasındandır; yani çok çok, rezerve tutarak uykuya yatırılmış ve terör, ki adı "PKK" idi, bahanesi ile meşrulaştırılmış ve halka dayatılmış bir karşı terör mekanizması ile halkın korkutulması ve sessiz bırakılması sağlanmıştır; çünkü bir toplumun dönüştürülebilmesi için öncelikle korkunun yayılması gerekmektedir ve korku 12 Eylül faşist darbesi ile başlatılmış ve kitleselleştirilmiş, bu tür mekanizmalarla da sürekli kılınmıştır!
Peki neden?
Çünkü Türkiye'nin tekelleşmeye, dolayısıyla dış piyasa ile rekabet için mallarını ucuzlatmaya ve/veya kaliteli hale getirmeye ihtiyacı vardı ve bu ihtiyacın karşılanması için müdahale edilebilecek tek kalem, işçi ücretleri idi ve çalışma düzeninde değişiklik yapılması şarttı; yani bir taraftan sendikasızlaştırmak, diğer taraftan ücretlerin açlık sınırına ve hatta daha da altına düşürülmesi gerek şart idi!
Buna, bir adım önce, özelikle de, DİSK fenomeni tepe tepe kullanılarak, ücretlerin artmasına yol açan bir iç dinamik mekanizmasının işletilmesi sonucu yüksek ücrete alıştırılan işçiler ve örgütleri, her halde kolaylıkla razı olmayacaklardı.
İşte önceki korku bunun için idi ve bir korku şoku ile 12 Eylül rejimi, ucu bu günleri hedefleyen bir eğilimle yerleştirilmeye başlandı; bunda tarih önünde yargılamak üzere suçlu arıyorsak, ne tek başına Kemalist yüksek kadrolardır, ne de CHP'dir; çünkü CHP de, Yüksek komutanlar da, Kemalist yüksek kadrolar da, zenginliğine zenginlik katmak için her türlü kötülüğün içine girmeye dünden razı olan büyük büyük zenginlerin programına bağlı idiler ve bu zenginler, ki artık "TÜSİAD" zenginleri olarak tasvir etmek yerindedir, 12 Eylül rejiminin hem sahipleri ve hem de yöneticileridir. Şimdi de öyle oldukları apaçık görülüyor!
Şimdi tekellerin düzeni yerleşmiş ve genişleme sancıları içinde bu büyük büyük zenginler, yer yer bir parti misli hareket etmektedirler; yer yer bürolarında pişirdikleri poltikaları, TÜSİAD bünyesinde deklare ederek, hükümetlerine perspektif açabilmektedirler!
Aradaki mesafe uzun ve ayrıntılar bu mesafenin içindedir ama işte bu günlerdeyiz ve şimdi, bu büyük zenginlerin uzun zamandır aradıkları ve en tam vasıfları kendisinde buldukları, 11yıldır, kendisine rağmen ölçüsüzce destekledikleri, eksiklerini ve yanlışlarını düzelttikleri, AKP- RTE iktidarı için, bu büyük büyük zenginler nezdinde de, tehlike çanları çalmaya başlamıştır, ki AKP'nin bunu hazmedemediği görülmektedir ve hırçınlığı yanında telaşı da bunun yansımasıdır.
Üstüne üstlük bir de saldırı ki, politik ve ideolojik olmadığı, ortadadır, başlatılmıştır; sivri ucunun RTE’ ye yönelik olduğunu bizzat Hükümetin başı ifade etmektedir.
Demek ki, Kemalist kadrolardan ve Kemalist ideoloji ve politikalardan vazgeçerek, Kemalizme hücum ile 12 Eylül rejiminin yönetilmesini dinci kadrolar ve din ideolojisi ile götürmek de rejimin tıkanıklığını çözmemiştir. Demek ki aranıp da bulunan ve uygulanan kan da rejimin hayatiyeti için artık yetmemektedir!
Hangi kan yetti ki?
Demek ki, büyük büyük zenginlere, bu arada bibirinden ayrı olmayan ABD emperyalizmine, aynı vasıfları taşıyan başka kadrolar ve onlarla revize edilmiş yeni bir hükümet gerekmektedir.
Buradaki en temel güdü, 12 Eylül rejiminin devamlılığına halel gelmemesidir!
İşte bu “Yetmez ama evet”çilerin “yetti gari” feryatları da ve artık “yetti gari” diyen bu sahte sol gömlekli azap zebanisi Gaponlara siper olmak için bayatlamış yafta ve hurafelerini hâlâ üzerimize fırlatmaları da bu devamlılığa halel gelmesinden korkunun yansımasıdır; ancak bu vesile ile, yukarda ifade ettiklerimin ışığında, derin devlet-Kontrgerilla-gladyo ve yeni adıyla "Ergenekon" üzerine bir kez daha konuşma fırsatı buluyoruz ki bunun için Bronşittayn rumuzlu forum üyesine teşekkürü borç biliyoruz!
Ayrıca ve yine bu vesile ile bugün hâlâ papaz gaponların çok olduğunu ve sol renk yanında, aydın kılığında veya demokrasi havarisi görünümünde olduklarını ama aynı zamanda, zamanın tam da onlardan kurtulma zamanı olduğunu hatırlatma fırsatı bulmaktan sevinç duyuyoruz!
Düşmanın adresinde net olamayanlar, kitlelere ve en önce de toplumun nesnel olarak en devrimci sınıfı olan işçi sınıfına, bu adresi net olarak gösteremezler; bu mümkün olmayınca da, işçiler, emekçiler sınıf bilinciyle de, bireysel olarak kendiliğinden hareketin rengini taşıyarak da, sınıfsal ve politik bir hareketlenmenin içinde yer almazlar, o Gaponların peşinden, öbür Gaponların peşine sürüklenir dururlar.
Öyleyse, biz de burada duralım ve konumuza dönelim!
Öncelikle şunu hatırlayarak devam etmeliyiz ki, "Ergenekon" un bir hukuk meselesi olarak görünmediği ve görülmediğini hep söyledik ve artık hükümetin en yetkili ağızları bunu net olarak itiraf etmektedirler!; ayrıca, iki çıkar sahibi kapitalist grubun çatışmasının yansıması olmadığını da biliyorduk ve buradan hareketle sınıfsal olduğunu da görüyor, gösteriyorduk; geldiğimiz noktada , pratik olarak da görülmektedir!
Gladyo sözcüğü bu gün de sık sık telaffuz ediliyor ve “Gladyo nedir?” bilgisi,artık internette “viki sözlük”lerden bile temin edilebilmektedir; ancak yine de hatırlamaya gerek var ve Gladyonun ikinci savaşın hemen sonrasında CIA ile anlaşan eski naziler tarafından kurulduğunu ve hedefinde kömünist örgütlenmeler olduğunu ve de her NATO ülkesinde bir tane Gladyo örgütünün kurulmuş olduğunu biliyoruz!
İşte sınıfsal bakmak buraya bakabilmektir! Buraya bakabilmek demek, Türkiye'nin de ordusunu, istihbaratını, bürokrasisini, NATO'ya girerek, ABD emperyalizmine teslim ettiğini, görmek, bilmek ve anlamak demektir!
Bu, aynı zamanda sosyalist hareketle mücadeleyi de ABD emperyalizmine ve onun resmi-yarı resmi ve derin örgütlenmelerine teslim etmek demektir; en azından bu örgütlenmelerin uzantılarına teslim etmek demektir!
Evet, 2. dünya savaşının bitimiyle birlikte CIA ile anlaşan Nazilerin kurduğu Gladyo’nun temel hedefinin sosyalist hareketin ilerlemesini önlemek, ortadan kaldırmak olduğunu ve her NATO ülkesinde bir teşkilatının kurulduğunu hep hatırlattık ve bu apaçık ortadadır!
Türkiye’de “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, “ İlim Yayma Cemiyeti ” gibi, solculara, sosyalistlere karşıt olarak kurulan örgütlerin ve Ülkücü komandoların da bu örgütlenmenin içinde olduğunu biliyoruz. Türkiye’deki siyasal cinayetler, bu örgütün uzantıları eliyle gerçekleştiriliyordu, toplumun saygısını kazanmış isimler öldürülüyordu ve K.Maraş, Sivas, Çorum, katliamları gibi, kitlesel katliamlar yapılıyordu.
12 Eylül darbecilerinin "durumun olgunlaşması için iki yıl bekledik" yönlü açıklamalarında da ifadesini bulduğu gibi, Türkiye toplumu, böylece darbeye mecbur edilmek isteniyordu.
Velhasıl uzun zamandır ve bugün daha da fazlasıyla ortaya çıkmıştır ki, bunların hepsi, CIA/Gladyo eli mahsulü idi ve Türkiye’yi sola teslim etmemek içindi! Sonuçta Türkiye dinci akımların eline teslim edilmiştir ve şimdi “yetmez ama evet” çi sahtekârlar, utanmadan, sıkılmaan hâlâ Fetullahi tarikata siper oluyorlar ve bu örgütün “kumpası” ile zindana atılanlardan başka deccal tanımıyorlar!
Evet, apaçık görülüyor ki 12 Eylül faşist darbesine giden kanlı yolları Gladyo/ Kontrgerilla döşemiştir.
Şimdi hükümet yetkilileri ne diyor? Bu Fetullahi tarikat bir “paralel devlet” örgütlenmesidir! Peki kim bu Fetullah ve en başından kimin koruması ve kollaması altındadır? Tabii ki devlet eliyle kurulan ve Galdyo’dan da NATO’dan da ayrı olmayan ve kurucuları ile üyeleri arasında o gün de, bu gün de devletin en yüksek koltuklarında oturanlar olan Komünizmle Mücadele Derneklerinin kurucularındandır!
Maraş Katliamı ki Öcalan bile bunun bir Kontr-gerilla marifeti olduğunu işaret etmiştir, Sivas katliamı, diğerleri, hiçbirini bu Fetullahi örgütten ayıramayız; ikisi de aynı yere düşer ve düştükleri yerde devlet olduğunu, örnek olsun Maraş katliamında ihmalin büyüğünün Ecevit’in içişleri bakanı İrfan Özaydınlı’ya ait olduğuna hep işaret edildiğini biliyoruz!
Öyleyse adres hep netti ama yine hep işte bu sahte sol gömlekli azap zebanisi Gaponlar, bu netliği bozuyorlar, gerçeğin üzerini örtüyorlardı ve hâlâ örtmek için çırpınıyorlar; fakat nafile çabadır!
İşte 1989 da Berlin Duvarı'nın yıkılması, Doğu blokunun çökmesi ve Sovyetler Birliğinin dağılması ile eşzamanlı olarak, hepsi komünist hareketlere karşı görev yapmış olan Avrupa'daki Gladyolar, bir bir açığa çıktı; Batı Almanya'dakinin adı,"Sword" ; Avusturya'da "Schwert"; İngiltere'de " Secret British Networkd Revealed"; Belçika'da " Bdra-8"; Hollanda'da "Command"; İsviçre'de" "P-26"; Yunanistan'da "Sheepskin"; Fransa'dakinin adı ise "Rüzgâr Gülü" idi. Yalnızca Türkiye’deki Gladyo açığa çıkarılmadı.
Peki, bu gün Hükümetin işaret ettiği ve hükümetin iktidar ortağı olan Fetullah örgütü tarafından “kumpas kurulan” Ergenekoncular Gladyo’mudur?
Bu soruyu bir yere not edip, bize bu açılımı yapma fırsatı veren Bronşittayn kardeşimiz bu sorunun cevabını düşünürken, biz devam edelim.
Soğuk savaş döneminde 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde, CIA/Gladyo’nun, yani ABD nin hedefi ve amacı belli idi. Ucu Sovyetlerin yıkılmasına dönük olan, "Yeşil Kuşak Projesi"ni sonuca ulaştırmak, komünizmle mücadele, Türkiye’yi sola teslim etmemekti.
Peki bugün belli değil mi?
ABD nin hedefi ve amacı bu gün de bellidir, bölgedeki Kürt politikası; AKP'ye bakışı; YDD nin hedefi, BOP –BİP “Büyük-Kürdistan Politikası” vb. hepsi bellidir!
Bu hükümetin kumpas kurulduğunu itiraf ettiği "Ergenekoncu"ların da sözde hedefleri bellidir; Darbe yapmak, irtica ile mücadele ve AKP yi devirmek...
Öyle mi değil mi?
Öte yandan "Ergenekon"a savaş açan dinci - liberal ittifakının ABD-AB ile ilişkileri de bellidir.
AKP nin başkanı ise, saymışlar, tam 36 kez " BOP Projesinin Eşbaşkanıyım" demiş ve "Diyabakır'ın yıldız olmasının bu proje içinde olduğunu" söylemiş.
Öyleyse, her şeyin ve çok öncesinden belli olduğu net olarak görülmüyor mu?
Öyleyse soruyu tekrar soralım ama başka biçimde:
Gladyo-kontr -gerilla bu gün, bu gün zindanda olan ve “ kumpas kurulduğu” artık tescillenmiş olan "Ergenekoncu"ların mı, yoksa ergenekonculara savaş açmış gibi görünerek Kemalist burjuva cumhuriyetini yıkmayı ve böylece sosyalist hareketi sonsuza dek tarihe gömmeyi amaçlayan Neo-Gladyo'nun mu arkasındadır?
Cevabı, tektir ve basittir ve Gladyo'nun babası olan ABD nin dış politikasına bakarak yanıtlamak mümkündür.
Bugünkü, yani bir ”kumpas” ile zindana gönderildiği tescillenmiş olan “Ergenekon”a, dönersek, nedir? Sorusunun cevabı tamamlayıcıdır ve bu “Ergenekon”un, devlet içinde oluşmuş bir çete olduğunu söylemek yeterli olmakla birlikte, Gladyo’nun aksine yerel olduğunu ve uluslararası bağlantısı olmadığını söylemek daha tamamlayıcıdır.
Buradan hareketle, Ergenekon’un, PKK terör örgütüne karşı TSK nın, dolayısıyla devletin mücadelesi içinden, bazı kişilerin hukuk dışı yollara sapması ile kişisel çıkarları etrafında oluşturdukları mafya türü bir örgütlenme olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
Ancak bu gün, daha doğrusu soruşturması başladığı andan itibaren ve Neo-Gladyoculara göre, Ergenekon örgütü sadece bir çete değil, bir devlet örgütlenmesidir ve kanunsuzluğunu TSK dan aldığı güçle yapmaktadır. Amacı darbe yaparak AKP’yi devirmektir. Dolayısıyla neo-Gladyocular,TC ve TSK ile hesaplaşmadan bu sorunun çözülemeyeceğine inanmaktadırlar.
Şimdi durduğumuz yerden daha net görülüyor ki, bu nedenle tüm AKP muhaliflerinin boyunlarına "Ergenekoncu" yaftası takılmış, ancak, en başta işaret ettiğim gladyo-kontrgerillanın, yani kamuya mal olan adı ile Çiller örgütünün, yani asıl Ergenekonun üzeri örtülmüştür!
Ağar’ın durumu ise bir iş kazası niteliğindedir ve kendisi de, tıpkı Çiller’in “devlet için kurşun atan da, yiyen de bizimdir” dediğini tekrarlayarak ,“ devlet için hapis yatmak da şereftir” yollu nutuk çekmiştir!
Oysa bu yafta ile dolaştırılan veya zindana atılan aydınların, politikacıların, üniversite hocalarının ve elbette gazetecilerin, yıllarca kontrgerilla ile mücadele etmiş, kontrgerillanın hışmına uğramış kişiler oldukları bilinmektedir.
Öte yandan, ergenekoncuların anası ve babası sayılacak, "devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim evlatlarımızdır" diyerek KONTR-GERİLLA (Ergeneokon) örgütünün militanlarına arka çıkma cüreti gösterebilen aktörler dâhil, hiçbirisinin üzerine gidilmediği de görülmektedir.
Net olarak görülüyor ki, ABD-AB ile ilişkileri de belli olan, hatta  en yetkilisinin defalaca ABD’nin bu bölgedeki  politikalarının  eş başkanı olduğunu söylediği "Ergenekon"a savaş açan dinci - liberal ittifakı, hem Gladyo-kontr-gerilla-Ergenekon  örgütlenmesinin  üzerine gitmemişlerdir ve hem de  PKK terör örgütüne karşı TSK nın, dolayısıyla devletin mücadelesi içinden bazı kişilerin hukuk dışı yollara sapması ile kişisel çıkarları etrafında oluşturdukları mafya türü bir örgütlenme  olan  ergenekon’un  üzerine gitmemişlerdir ama bütün AKP karşıtlarının boynuna astıkları ergenekoncu yaftası ile aydınların, politikacıların, üniversite hocalarının ve elbette gazetecilerin, yıllarca kontrgerilla ile mücadele etmiş, kontrgerillanın hışmına uğramış kişilerin ve TSK içinden çoğu AKP’ye ve Amerikan poltikalarına karşı  oldukları bilinen TSK mensuplarının üzerine gitmişler, zindana atmışlardır!
Ancak, ergenekoncuların anası ve babası sayılacak, "devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim evlatlarımızdır " diyerek KONTR-GERİLLA (Ergeneokon) örgütünün militanlarına arka çıkma cüreti gösterebilen aktörler dâhil, hiç birisinin üzerine gidilmediği de görülmektedir.
Bu durumda Gladyo/ Kontrgerilla ve Ergenekon örgütü, artık açığa çıkarılıp, çökertilmiş midir?
Daha doğrusu bu, bu günkü şartlarda mümkün müdür ve ne zaman mümkün olabilir?
İşte asıl sorular bunlardır ve sormamak için olduğu kadar, cevabını düşünmemek için de, kimse gerçeklere sahip çıkmamayı, altın değerinde bir politika saymaktadır.
Yani, bu soruları sormamak için sessiz bir ağız birliği olduğu görülmektedir !
Oysa çoktandır ufuk ötesine hapsedilen nesnel gerçekler, ufuğu aşarak, bu gün orta yerde duran nesnelliğin, Kemalizmi aşmak isteyenler ile, Kemalizmle birlikte onu aşmak isteyenleri de yok etmek isteyenlerin mücadelesinin izdüşümü olduğunu göstermek istemekte ancak, bu “yetmez ama evet”çi misli sahtekârların taarruzuna maruz kalarak, ufuk ötesinde takılı kalmaktadır.
Gerçeklik, ufuk ötesine hapsedilmiş durumdaydı; çıkamıyor ve çıkarılmayı bekliyordu; gerçekliği ufuk ötesinden çıkarma sorumluluğu ise gerçek sosyalistlerin omuzlarına düşmüştü amma ve lakin bu sahte sol gömleklilerin ve emperyalizmin, tekellerin dolayısıyla 12 Eylül rejiminin ideolojik-politik taarruzunu ve hegemonyasını, aynı anlama gelmek üzere, “demokrasi illüzyonu” nu ve “sahte düşman üretme mekanizmasını” aşmaları mümkün olmuyordu amma ve lakin sosyalistler, dürüst, namuslu aydınlar, bu toprakların gerçek devrimcileri, devrimci-demokratları durmadılar, yılmadılar ve gerçeklere sahip çıkarak , üzerindeki örtüleri gıdım gıdım da olsa kaldırdılar!
Sonra bir sabah kalktığımızda gördük ki, Taksim’de bir “cahil” genç “sürüsü”, bir “internet kuşları” ordusu, emekçi halkı da yanına alarak Hükümete ve bu çürümüş, kokuşmuş, her tarafından pislik akan 12 Eylül rejimine posta koydu!
O gıdım gıdım açılan örtülerin altından akan sessiz, titrek ve küçücük damlalarla biriken gerçeklik, “Gezi Direnişi” olarak tarihe geçen halk ayaklanmasında vücut buldu!
Ne “demokrasi illuzyonu” ayakta durabildi, ne 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı faşist diktatörlüğünün zoru, bu halkın isyanı karşısında dimdik durabildi ve ne de bu sahte sol gömleklilerin sahtekârlıkları kendini gizleyebildi.
Ol zamandan beri, bu sahtekârların kimi ki, Oya Baydar da bunların içindedir ve en sıkılmazları Altangillerdir, ağlamaklı bir haykırış ile “Kandırıldık” diye feryat ettiler; kimi, “şimdiye kadar iyi gidiyorlardı ama demokrasiden vazgeçtiler öyleyse biz de yan çiziyoruz” yollu günah çıkardılar; kimi de, işte fotoğrafta görüldüğü gibi bu “yetmez ama evet” çiler türündekiler, açıktan, alenen Fetullah Gülen tarikatının yanında saf tuttular ve hâlâ Ergenekon’u başka yerde göstererek korkularını açık ediyorlar!
İşte somut gerçeklik budur ve ufukta görülebilirse, irtica dediğimiz geriye dönüşü işaret etmektedir ve bunun bir emperyalist politika olduğu, 12 Eylül rejiminin politikası ile örtüştüğü, dolayısıyla bir resmi politika olduğu görülmektedir; yani devlet durumu içindedir demek istiyorum ve ekliyorum, cahilleştirme politikasıdır.
Ve bu, devlet durumunun devamlılığı içinde olmakla birlikte, Gladyo veya neo-Gladyo ile senkronize bir işlevle hareket halindedir.
Bu iç ve dış politika içerikli senkronize hareketin yönü, kaçınılmaz olarak cahilleştirmeye, dolayısıyla dincileştirme / İslamlaştırmaya dönüktür!
İşte bu karanlığın şövalyeleri, Türkiye’nin Gaponları, yeni – mürteci “yetmez ama evet”çiler, bu devlet poltikasının uzun zamandır tetikçiliğini yapmışlardır ki, olaya insani açıdan bakmak gerekirse, bu sahte sol gömlekli azap zebanilerinin yatacak yerleri yoktur!
Ben hep şunu söyledim ve hâlâ söylüyorum ki emperyalizme, tekellere ve tekeller düzenine kin duymayandan, dahası bu kokuşmuş, çürümüş ve üstelik çaresizlikten inim inleyen tekeller düzenini ve emperyalizmi benimsetmeye çalışanlardan, bu zulüm dünyasını, orasını burasını tamir ederek, söküklerinin, yırtıklarının, su kaçıran yerlerinin üzerini örterek şirin göstermeye çalışanlardan tiksinti duymayandan, devrimci olmaz, hatta hiçbir bir halt olmaz ve gideceği tek yer vardır, o da yeni-mürtecilerin karargâhıdır; ve işte artık oradadırlar!
Fikret Uzun
26-OCAK-2014

Hiç yorum yok: