29 Mart 2011 Salı

TKP Yİ VE KOMÜNİST HAREKETİ TASFİYE AMAÇLI TKP İÇİNE ÇÖREKLENMİŞ PARTİNİN ALAN AÇMA GAYRETİ ÜZERİNE

Değerli Güncel grup üyeleri,
Hâlâ grubu takip ediyor musunuz bilmiyorum ama malum, burada toplanan arkadaşlarımız da, TKP de ya da TİP bünyesinde Türkiye’nin komünist hareketini yaşamış ve kayda değer bir tarih yapımı olduysa, bunda katkısı olanlardır. Ancak bu yaşananların ve yaratılan tarihin, nesnel ve teorik bir tarih yazımı olmazsa gelecek kuşaklara eğrisi, doğrusu, deneyimleri ile aktarmanın mümkün olmadığı açıktır.
Eskiden de zaman zaman ve genellikle bu amaçla kurulmuş bir grupta, bazılarının tekerine çomak sokan tartışmaları gündeme taşıdığım ve gerçekliklere önemli oranda parmak bastığım için sansür uygulandığında konuyu buraya taşımayı sorumluluk addediyordum.
Şimdi de, sözde Türkiye Komünist ve işçi sınıfı hareketinin tarihini aydınlatmak ve bir sözlü tarih yazımı etrafında kolektif çaba göstermekten söz edenler, bu amaçla kurulmuş grubun başını tutarak, aslında gerçeklerin, en azından gerçeklere yönlendirecek kanalların açık kalmasına tahammül gösteremeyerek ve tartışma konularını istedikleri yöne çevirmeye çalışanlar, aynı hassasiyetle bu çerçevede yürütülen tartışmaların yönünü değiştirmek için kolları sıvamışlardır.
Şimdi daha net görülen,geçmişteki Komünist hareketin, işçi sınıfı hareketinin başına bir şekilde geçmiş ama çift inançlı bir şekilde bu hareketin sönümlendirilmesi ve de tekellerin arka bahçesine düşürülmesi için özel çaba gösterenleri ayrı tutarak,komünist hareketi itibarsızlaştırmak, tarihini sıfırlamak ve belleklerden silmek için gösterdikleri çabalarına yeniden hız vermeye koyulmuşlardır.
Bunun nedeni bellidir, birincisi, böyle bir durumda, geçmiş tarihimizin izleri belleklerden silindiğine göre ve bu şekliyle itibarsızlaştırıldığına göre, bu günkü sosyalist/sol hareketin eski tarihten kalan eksikli, yanlış düşüncelerin üzerinden ve bu sahte sol gömlekli aktörlerin yol göstericiliğinde ve de elbette yanlış yöne yükseltilmesi ve oradan uçuruma yuvarlanması bir kez daha kolaylaşacaktır.
İkincisi, bu toz duman içinde yaratılan belleksizlik ile özellikle de, yine özel çaba gösterilen, ben buna bulaşıklık diyorum, abi kardeş, kanka ilişkileri ile yani eskiden telaffuz ettiğimiz kafa kol ilişkisi, feodal ilişki ile sosyalist hareketin ana damarına akan bütün yolları kapatıp, bu ana nehre gidiliyormuş gibi, hâlâ sol/sosyalist bir yürüyüş içinde olmak isteyenleri, tekellerin 12 Eylül rejiminin oluşturmaya çalıştığı ateş çemberinin içine doğru sürüklemek daha kolay olacaktır.
Üçüncüsü ve en temel olan nedeni, geçmişten aldıkları görevlerinin devamı olarak, sol / sosyalist hareketin bir şekilde tepesine çıkmış olanların şimdiki icraatlarının bir sol icraatmış gibi gösterilmesi kolaylaşacak ve böylece, 12 Eylül rejiminin, tekellerin, AKP iktidarının, dinci akımların ve elbette büyük birader ABD emperyalizminin cenderesinde konuşlandırılan İslamik-Osmanik- faşist rejime giden yolun "ileri demokrasi" ye giden yol gibi gösterilmesi kolaylaşacaktır.

İşte bunun için, bir önceki iletimde işaret ettiklerimi de sizlerle paylaştım.
Biraz uzun oldu ama dikkatlice okunursa, orada bir yakın tarihin yattığı, sakatlığın komünist harekette olmadığı, öyle olsa bile bu hareketin, onu yönetenlerle var olduğu ve asıl sakatlığın bu hareketi yönetme biçimi ve açıkça sırıtan bir komplonun izlerini taşıdığı ve bu hareketin tepesinden, bu harekete karşı nasıl ve kimler tarafından komplo kurulduğu ve bunların hala solu, sosyalist hareketin içinde dolaşarak aynı görevlerini sürdürdükleri görülecektir.
Hepimiz hafızalarımızı zorlarsak, 12 Eylül öncesi özellikle de 1977 1 Mayıs'ına kadar, hatta ondan sonra da azalarak da olsa devam eden, burjuva düzenin yerleşme çabalarının izlerini taşıyan konjonktür bir yana, işçilerin, emekçilerin, gençlerin, öğrencilerin, kadınların, demokrasi güçlerinin, sendikal güçlerin, ilericilerin devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin, ne denli hareket halinde olduğunu ve söz uygunsa, burjuvazinin yönetemez halini apaçık ortaya koyduğunu ve bir yenişememe durumu yarattığını, fabrika işgalleri ile üniversite işgalleri ile hatta kurtarılmış mahalleler oluşturarak göstermişti. Açıkça emekçi halkı korkutmak, demokrasi güçlerini sindirmek, sosyalist hareketin bu yönetememe durumundan yararlanmasını önlemek için yani devrimci duruma sürüklenmenin önünü tıkamak için,12 Martları yapan, MC leri kuran,141-142 faşist maddeleri uygulayan burjuvazinin açıkça korku içine girdiğini, çocuklarını ve varlıklarını yurt dışına kaçırdıklarını hatırlarız.
Hatta şunu da biliyoruz ki,12 Eylül faşist darbesinin başı Kenan Evren, Bursa nutkunda "son çaremizdi" diyordu, İşverenler anılarını anlatırken, 12 Eylül darbesinin ilanını duyunca "oh be " diyerek, miskin yataklarından doğrulduklarını ve canlandıklarını, korkularını attıklarını itiraf ediyorlardı.
Öyleyse sakatlık nesnel değildir, özneldir. Ve bunun faturasının soyutlaştırılmış bir harekete ve onun tarihte kalmış aktörlerine ama daha çok da, bu hareketin içindeki özverili, sıra neferlerinin sırtına yüklenmesi tümüyle bilinçli bir çabanın izlerini taşımaktadır.
Oysa apaçık ortadadır ki, TKP nin defalarca burjuvaziden saldırı aldığını, bütün örgütlerinin dağıtıldığını, en başta en ve tepesindeki kadrolarının, hunharca boğulduğunu, ilgisi olmayan insanların, komünist, TKP üyesi iddiası ile zindanlara atıldığını, demokratik örgütler ve sol partiler üzerinde baskı uygulandığını hepimiz biliyoruz.
Buna rağmen, TKPnin, eteklerinden sayısız ama başka alanlarda ve gerçek anlamda burjuvazi ile mücadele örgütleyen yiğitler çıkardığını, kendisinin de komünist hareketteki ağırlığının, vurduğu damganın hakkının dost, düşman herkesçe teslim edildiğini ve her saldırı sonrası, hatta en tepeden de-santralizasyona uğramasına rağmen, ayağa kalktığını ve yeniden örgütlendiğini, ağır aksak da olsa mevzileri kaybetmemeye çalıştığını biliyoruz.
Keza TİP de öyle. İlk çıkışı ile AP hükümetine kök söktürmüş, Meclisteki az sayıda milletvekili ile AP nin dolayısıyla burjuvazinin, korkulu rüyası olmuştur. 12Mart ile bu korku ortadan kaldırılsa da, TİP kapatılsa da, yukarda resmini çizdiğim hareketlenmede önemli payı olduğunu yadsıyamayız ve ikinci olarak TİP in ayağa kalktığını hepimiz biliyoruz. Bir Mihri Belli hareketi, bir YÖN hareketi, Türkiye devrimci hareketine damgasını vuran koskoca bir devrimci gençlik hareketi. Bütün bu hareketlilikteki, dünyadaki gelişmelere de paralel olarak, her yerde sol var dedirtecek bir dönemin hikâyesinin siyasi aktörleridir.
Ne var ki, tarihte hainler, dönekler, içerden bozanlar, karşı tarafa geçenler, kariyerizme sapanlar ya yükseliş zamanlarında boy gösterir ki, azdırlar ve genelde burjuvazinin paralı köpekleri yanında, para ve menfaat ile yoldan çıkarılmış zavallılardır. Ya da gerileme zamanlarında ortaya çıkarlar.
Ama asıl yoğunluk, gerileme dönemlerinde kendini gösterir ki, söz yerindeyse, dağ taş hain kaynar, solculuklarına toz kondurmazlar. Ve bizim gerileme dönemimiz çok uzun sürdü. Hatta en yükseldiğimiz dönemde bile gerilemenin alt yapısının oluşturulduğunu şimdi daha net görmekteyiz ki, neredeyse 40 yıllık bir gerileme dönemi yaşıyoruz.
Bu süreçte, sol/sosyalist hareket enine boyuna tasfiye edilmiştir. Fakat damarları kurutamıyorlar.
Daha önceki yazılarımdan birinde, kalp krizi geçiren bir hastanın, tıkanan damarları yerine yeni damarlar ürettiğini örnekleyerek, Türkiye’de sol/sosyalist damarın kurutulamayacağına dikkat çekmiştim.
Ama bu damar kurutulamasa da, hem TKP gömleği ile dolaşıp, TKP nin ve Komünist hareketin örgütlenmesine ipotek konulması ve gizli bir vesayet uygulanması, TKP hareketinin, sinsice, günden güne ve iyiden iyiye sönümlendirilmesine neden olmuştur.
Yaşamlarını küçük öbekler halinde sürdüren TKP ruhunu taşımaya devam eden grupların bir yanında ise, bu vesayetin ve ipoteğin izleri ve etkileri bir şekilde kendisini göstermeye devam etmektedir.
Zaman zaman Lenin’in Nisan Tezleri’ne gönderme yaparak, Nisan Tezleri’nin önemine dikkat çekerim. Şimdi tam sırası diye düşünerek, bir hatırlatma yapmak istiyorum; Lenin,1917 Nisan kongresi olarak anılan toplantıda, "Şimdilik biz azınlıktayız, kitleler henüz bize güvenmiyor. Bekleyebiliriz. Hükümetin gerçek niteliği ortaya çıkınca onlar( kitleler) bize gelecektir." diyordu. Hükümet, ünlü Kerensky hükümetidir. Komünistlerin canına kasteden açık saldırılar devam etmektedir ve Haziran başında Lenin partisinin düzenlemek istediği bir mitingi engelliyor. Haziran ortasında ise, Hükümetin düzenlediği bir miting kullanılıyor. Bu mitinge katılan işçilerin taşıdığı dövizlerin % 90 ı Lenin’in doğrultusundadır. Ve 3-4 ay sonra Ekim devrimi ile iktidar, Nisan Tezlerini ortaya koyduğunda en yakın arkadaşlarının bile "delirmiş" yollu tepki gösterdiği Lenin’in önderliğindeki işçi sınıfının eline geçiyor.
Oysa Yukarda resmettim, gençlik, kadın hareketi, sendikalar, özellikle DİSK, Öğretmen hareketi, kamu kuruluşlarındaki hareketlenme, hatta Polis güçleri hepsi Birlik Dayanışma hareketinin dolayısıyla TKP nin etkisinde ve dev mitingler, sonuç alan grevler, fabrika işgalleri, üniversite işgalleri, 1 Mayıs mitinglerinde TKP nin pankartlarını taşıyan işçiler, burjuva hükümetlerin yönetemediğini, bu hareketlenme ile baş edemediğini açıkça gösteriyor.
Ama ne oluyor, hızla DİSK de, TİP de dolayısıyla işçi hareketi, sol sosyalist hareket, demokrasi güçleri bir hareketsizliğin içine doğru hapsedilmeye ve güçleri CHP ye akmaya başlıyor.12 Eylüle yaklaşırken sol sosyalist hareketin, sendikal hareketin ve demokratik güçlerin hareketliğinin sürdüğünü görüyoruz ama artık Birlik Dayanışmanın, Komünistlerin, Sosyalistlerin Kitlelere derinlemesine nüfuz etmesi söz konusu değildir. Hareketlilik aslında sessizlik biriktirmektedir. Ve 12 Eylül sabahı kitlelerin sessiz hale getirilmiş olmasının gerçekliği bir tokat gibi hepimizin suratına patlıyor.
Sendika liderleri Selimiye kışlasında teslim olma kuyruğunda, sendikaların ileri gelenleri ki, metal ve maden iş kolunda grevler devam etmektedir, sırra kadem basıyor, TKP sinden Cunta, Askersel devirme saptamaları ile12 Eylülün bir faşizm saldırısı olmadığı yollu ikna mesajları geliyor.
Muhtemelen bir sosyalist ülkenin istihbarat örgütünden gelen bilgiyle, TKP nin MK dâhil, İl komitelerinin 30dan fazlasının resimli isimli listesinin polisin elinde olduğu öğreniliyor ama sendikacı Nafiz Bostancı yurt dışına kaçırılıyor, Nabi Yağcı, sekreterlerini aşarak, kimi kadroları," saldırı gelebilir, çok dikkat edin" diye söylemek üzere, bulundukları yerden İstanbul’a çağırıyor, yetmiyor,"çok tehlikeli bir dönemdeyiz, dikkatli olun" derken, resimli bilgileri polisin elinde olan üst kadroları, mesela Marmara Bölge Sorumlusu Aydan Bulutgil'i, Mesela Kocaeli il yöneticisi Birol Başören'i, Zonguldak ilinin şefi Oktay Zor’u, İstanbul sorumlusu Mustafa Hayrullahoğlu’nu, Ulvi Oğuz’u, İç Anadolu sorumlusu Çağatay Günel'i ve daha birçok üst düzey yöneticiyi Polisin saldırısına açık bırakıyor. Çağatay'ı ise, eline bir tutam parti belgesi vererek ve artık İstanbul’da kalmasını isteyerek bırakıyor.
Ama bakıyoruz ve kendi anlatımlarından görüyoruz ki, üstelik şimdiki icraatlarından ne denli sığ kaldıklarını anlıyoruz ki, birçok sıradan sayılabilecek kadrolar yurt dışına gruplar halinde çıkarılıyor, bu arada üye yazımına da devam ediliyor ve Nabi Yağcı da polisin saldırısına maruz kalmadan Yurt dışına çıkıp Partinin son genel sekreteri unvan ve yetkisini kapıyor.
Önündeki bütün engeller ortadan kaldırılmıştır ve önemli bir etiketle Nabi Yağcı, tasfiye görevine devam diyor.
Sonrasını biliyorsunuz ve işte bu gün o tasfiyenin en son uç noktasındayız. TKPyi TİP ile birleştirerek legal, yığınsal ve güçlü bir sosyalist parti oluşturacaklarını, dün "hapis" olan TKP nin, artık" her şey" olacağını söyleyerek TBKP açılımı ilan edilmiş ama yeterince TÖVBEKAR toplayamadıkları için, kendilerini tekellere kabul ettirememişler ve TBKPnin kapatılmasına seyirci kalarak, yeniden örgütlenmeye gitmeye bile gerek görmeden, TKPden ve TİP ten kalan kadroları özgür bırakıp, adresi de ÖDP olarak gösterip, kişisel yaşamlarına dönmüşlerdir.
Oysa bunun bir adım öncesinde topladıkları kongrede, yollarının Marksist-Leninist yol olduğunu, partilerinin Leninist ilkelerle donatılmış olduğunu ilan ediyorlardı. Sevsinler, Lenin’i yukarda hatırlattım, ne kadar uzak ve ne kadar Lenin’den uzaklaştırma çabası içinde olmuş olduklarını da hep beraber görüyoruz.
Böylece, TKP de, TİP de, sendikal hareket, DİSK de, yöneticilerinin eliyle ve tekellerin, emperyalizmin lehine topyekûn tasfiye edilmiş olarak, bu sahtekârların her biri tekellerin türlü çeşit bahçesinde ödüllerini almanın sırasını beklemektedir.
Kimi MESS te, Kimi TÜSİAD ta, kimi burjuva partilerinde, kimi Sorosvari karşı devrim planlayıcısı örgütlerin maşası olan, fonlanan STKlarda, kimi tarikatların danışmanlığında, kimi holdinglerin danışmanlığında, kimi sendikaların tepelerinde yerlerini almışlardır.
En çok da, 12 Eylül rejiminin, sol/sosyalist hareketi topyekün tasfiye operasyonunun selametle yürümesi için, rejimin iktidarlarına rağmen iktidarda kalmaları ve daha da çok, son 8 yıldır AKP ye rağmen, AKP nin iktidarda kalması, Türkiye’ye biçilen gömleği giydirene kadar iktidardan düşmemesi için, her türlü çabayı göstermiş, her türlü sahtekârlığı yapmıştırlar. Yapmaya devam ediyorlar.
Son bir görevleri kaldı, son görevlerinin yarısını referandumda tamamladılar, şimdi diğer yarısı için var güçle çalışacaklardır. Ama o kadar kolay değil, gün ne referandum öncesi, ne de 2007 seçimleri öncesidir. Rüzgâr, az da olsa, tersinden esiyor, hem de dünyanın her yerinde. Öyleyse, sol görünen sahtekârlara ihtiyaç çok daha fazladır.
Öyleyse sol/sosyalist hareketi daha önce Kemalizm’in kuyruğuna takarak, sonra topyekûn tasfiye ederek yok etme konusunda deneyimli olan bütün aktörler ve bütün cirit attıkları alanlar teyakkuza geçirilmesi gerekmektedir. Ne yapıp edip, AKP tek başına iktidarı kapmalıdır. Yoksa Referandumdaki çabalar sekteye uğrayabilir, daha fazla sahtekârlığı, içinde serbestçe dolaştıkları kitle yemeyebilir yani oyun tersine dönebilir.
İşte aşağıda işaret ettiğim ve açmaya çalıştığım noktalar bu oyunun nasıl ve kimler tarafından oynanmak istendiğini ve Tustav Grup isimli sözde TKP-TİP tarihini aydınlatmak için kurulan bir iletişim grubu olan 900 üyesi bulunan, bu 3 yıldır TKP nin tarihine dair tek bir tartışma bile yapılmamış olan grubun, Nabi Yağcı’nın, hiç bir sorgulama yetisi kalmamış mürit tayfasından oluşan tasfiye partisinin, AKP propagandası için ya da bu yöndeki propagandaların sola hizmet olarak gösterilmesi için velhasıl yine yeniden akıl bozması için, emrine amade yapılmaya çalışılmasını resmetmektedir.
Sizinle paylaşmayı onur saydım ve aktarıyorum. Önceki iletimle birlikte ve dikkatlice değerlendirmenizi önemle rica ediyorum. Yaklaşan saldırının boyutları, hiçbir akıl ve yürek taşıyan kimsenin kulağının üstüne yatmamasını, emretmektedir. Kulağının üstüne yatmak, sessize yatarak, sessizliğe güç vermek demektir. Ben hepinizin birlikte çıkaracağı sesin tamamını çıkarmaya muktedir değilim ama çıkarsa ne kadar ses çıkacağına ve bu sesin nasıl ve kimler tarafından kısılmaya çalışıldığına dikkat çekiyorum.
Öyleyse, geçmişin onurunu ve sorumluluğunu taşıyan herkesin, (biliyorum son 30 yılın sorunudur, uzun yazılar, uzun söylevler sabırları zorluyor, ama bu yöndeki sabrımızı zorlamazsak inanın ateşten bir çember misli daralarak etrafımızı saran saldırılar karşısında sabrımız tükendiğinde elimizde de, aklımızda da yapacak bir şeyimiz kalmayacak) haykırışıma kulaktan daha fazlasını vermesi, yanılıyorsam, yanlış konuşuyorsam bunu, sessizliğe yatarak değil, ses vererek düzeltmesi ya da eleştirmesi, doğru söylediğime inandırmış isem, sesimi kendi sesleri ile de güçlendirmesi, tarihsel sorumluluğu ve görevidir. Ben buna inanıyorum ve sol memesinin altındaki cevahiri sönmemiş bütün arkadaşlarımın da buna inandığını biliyorum.
Saygı ve sevgilerimle
29 Mart 2011
Fikret Uzun

Hiç yorum yok: