15 Mart 2011 Salı

KÜRTLERİ KİRLİ POLİTİKALARINA ALET EDENLER KİMİ KANDIRIYOR


KÜRTLERİ KİRLİ POLİTİKALARINA ALET EDENLER KİMİ KANDIRIYOR
Sn.Yasacan,

"İkinci olay" diyerek başladığın ki, birincisi herhalde Nabi Yağcılara SİP-TKP li gençlerin tuvalet kâğıdı protestosu ile "saldırmaları"dır ve hepimiz şahidiz, Nabi Yağcılar da, müritleri ve suç ortakları da, sanırım siz de, bu tuvalet kâğıdı saldırısından çok korkmuştunuz, hatta faşizm olarak nitelemiştiniz.
Şimdi de SİP-TKP yi eleştirerek, ne kadar Kürtsever olduğunu ve SİP-TKP li gençlerin dolayısıyla SİP-TKP nin ne kadar Kürt düşmanı olduğunu, adındaki Komünist ekine karşın, ne kadar Komünistlikten uzak olduğunu, komünizmi kirlettiklerini ifade ederek, kanıtlamaya pek gerek görmeden, ilanen tebliğ etmeyi görev edinmişsin.
Peki, komünizmi temiz tutmaya çalışanlar Nabi Yağcı ve tayfası ve elbette müritleri mi? Öyle göstermeye çalıştığın belli oluyor. Ve ne kadar desteksiz bir şekilde haykırıyorsun ki, "bu adamlar”ın, (SİP-TKP liler oluyor), "bir ulusun, (bu da Kürt ulusu oluyor) herhalde, haklarının gasp edilmesini meşrulaştırmakla kalmadığını, üstüne üstlük, bu ulusu, başka ülkelerin, (bu da ABD emperyalizmi olsa gerek), yönlendirdiğini iddia ettiklerini, iddia ediyorsun. Daha doğrusu vaaz ediyorsun. Ve sana göre bu adamlar, SİP-TKPliler, "bu nedenle Komünist sıfatını hak etmiyor, hatta gasp ettikleri için komünist ülküye karşı suç işliyorlar" öyle mi?
Ya sen, ya siz, Nabi Yağcı ve bilumum ardılları, sizler Komünist ülküyü yüksekte mi tutuyorsunuz, daha açık bir soru ile sorarsak, hiç yüksekte tuttuğunuz olmuş mudur? Ben söyleyeyim, olmamıştır ve hali hazırda ve de uzun zamandır, bu ülküye yaklaşmaya çalışanları, bu ülküden uzaklaştırmanın alicengiz oyununu oynamakla meşgulsünüz.
Ve senin üslubunla "yok yav, sen şimdi ulus mu diyorsun" diye soruyorum. Siz, bu sizin içinde ve başında Nabi Yağcı ve müritleri de var, bir ulusun hakkı, hukuku, acısı, çilesi, kurtuluşu ile mi ilgilisiniz, yoksa onları bir bayrakla kurtaracağınıza inandırmak isterken, oyununuzu bozanları ayakaltından çekmenin telaşı içinde misiniz, hangisi acaba?
Ayrıca "ulus" ya da buna dair her söz, sizde vatansız işçiler çağrışımı yapmıyor mu idi, şimdi nereden çıktı bu "ulus" aşkı, konu "ezilenler" olunca mı,"ulus" kavramı ve olgusu aklınıza gelir oluyor ve ancak bu sınırda mıdır kıymeti harbiyesi? "ulus" kavramının ve olgusunun yanına bir de bayrak koyarsan ya da hepsini birden bir harita ile bir sınırın içine doğru yuvarlarsan, işte al sana ulus-devlet. Peki, madem emperyalizmin ulus-devletlerin çözülmesi yönündeki çabalarını ilerici ve hatta söz konusu vatansız işçiler olduğu için, devrimci buluyorsanız, bu ulus-devlet aşkı niye! Bu aşkı depreştiren, emperyalizmin Yeni Dünya Düzeni perspektifinin engelsiz başarı kazanmasına yönelik olarak ideolojik mücadele yürütmeye mahkûm edilmiş olmanızın yansıması olmasın.
Yasacan bey, Yasacan bey! Ulus da, sınıf gibi, ortadan kalkmadan önce var oluşunu tamamlamaya mahkûmdur. Bu var oluşun tamamlanması için de, bu olguların, başka olgular da var ama konumuz bununla sınırlı, gelişmesi, serpilmesi gerekir. Çünkü var oluş koşulları tamamlanmadan, sona erme koşulları başlatılamaz da, sona ermesi de gerçekleştirilemez.
Ulus-devletler ve sınıf-devletler, ulusların ve sınıfların ilk gelişme zamanlarında ortaya çıktığı gibi, ulus-devletlerin ve sınıf devletlerin ortadan kalkması ile bağlı olarak uluslar ve sınıflar da ortadan kalkacaktır. Gelişmesinin başında ulus ve sınıf nasıl ki, gelişmesini hızlandırmak ve formasyonunu tamamlamak için devlete ihtiyaç duymuş ise ve duymaya devam ediyorsa, insanları kendisine bağlayan, ulus bağı ve sınıf bağı dolayısıyla ulusun ve sınıfın varlığı ve formasyonu ancak ve ancak insanlığın önüne başka bir bağ ortaya konduğunda veya çıktığında ortadan kalkacaktır. Marks,”tarihsel gelişmenin, insanı, üretimle ilgili olan bağın dışındaki bütün bağlardan ve çelişkilerden arındıracağını” düşünüyordu ve çok haklı idi.
Fakat tarihsel gelişme, bize bunun o kadar kolay ve sorunsuz bir şekilde gerçekleşmeyeceğini göstermiştir. Bunun en somut örneği, birinci emperyalist savaşta, hem de işçi sınıfının en önünde duranların dahli ile ulus bağından kurtulamamış olmasıdır. Kapitalist dünyanın işçileri üretim süreçlerinden doğan bağı yerine ulus bağına bağlı kalmışlar ve bir birbirleri ile savaşmışlardır. Bunun üzerinde bu güne kadar yeterince durulduğunu sanmıyorum ama durulmasının zamanı geçmemiştir.
Bunun önümüze koyduğu zenginlik var ve bu zenginlikten uzaklaştırılarak, bir taraftan sözde ulus bağından kurtulmanın perspektifi verilirken, dahası bu perspektife ulus bağının tarihsel olarak demode olduğu savı yerleştirilirken ve dahasının da dahası, bu perspektifin içine emperyalizmin kozmopolitizmi ve ulusal nihilizmi yerleştirilirken, diğer taraftan işçi sınıfı ve emekçi halklar, ulus bağının cenderesine sokulmaya çalışılmaktadır.
Sorunun uluslar arası ilişkiler dinamiğinden çıkarılması ve sömürge sistematiği çerçevesinde ele alınması biçiminde sürdürülen bir çözümleme ile ulus bağına ağırlık verilmekte ama aynı noktada, bu çözümlemenin simetriği şeklinde yürüyen bir dinamikle ulus bağına haçlı seferi düzenlenmektedir. Çok basit ifadesiyle, söz gelimi hem Kürt coğrafyasında sanki Türkiye’nin sömürgeci tipinde bir egemenliği söz konusu iken,-böyle bir gerçekliğin olması ya da olmaması ayrıdır-ve diğer taraftan ve aynı zamanda ve yine sanki bu egemenliği hem içeriden ve hem de dışarıdan dinamiklerle ortadan kaldırmaya yönelik yani bu coğrafyadaki ulusun kaderinin tayin hakkının kullanılmasının sağlanmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmaya yönelik çabalar da söz konusudur. İşte geçmişin önümüze koyduğu perspektifsel zenginlikten kaçış tam da bu noktadadır. Böylece üretim sürecinden doğan bağdan işçi sınıfı ve emekçiler bir kez daha uzaklaştırılmakta ve ulus bağı, ulus bağına en çok saldırı olduğu momentlerde bile öne çıkmaktadır.
Üretim sürecinden doğan bağın belirleyiciliğini öne çıkartıp, ulus bağından işçi ve emekçi kitleleri koparmaya çalışan dinamikler, tarihin en statükocu ve gerici konumundaki güçler olarak gösterilmekte ama ulus bağına aynı anda hem haçlı seferi düzenleyen ama hem de aşırı vurgu yaparak, emek sürecinden doğan çelişkilerin üstünü örtecek biçimde ulus bağını kalın bir kement haline getiren iç ve dış dinamik, yani tekeller ve dolayısıyla yeni 12 Eylül rejiminin yönetimi ve emperyalizm tarihin en ilerici ve UKKTH’yi savunarak destekleyen güçler olarak gösterilmektedir.
Haliyle bir taşla birkaç kuş vurmak misli, ulus bağı üzerinden, emek tarihte görülmemiş ezgi ve sömürü şartları emek sürecine yerleştirilirken, bundan doğan çelişkilerin üzeri örtülebilmektedir. Diğer taraftan, ulus bağı üzerinden kotarılan dinamiklerle Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada emekçi halklar üzerindeki egemenlikler hem parçalanmakta ama hem de topyekûn ve artan ölçüde emperyalizmin çıkarlarına bağlanmaktadır. Oysa bu çabalar, ne UKKTH’yi savunmakla, ne de ulus bağının artık tarihsel olarak demode olmasının şartlarının geldiğine inanmakla bağlıdır.
Temel amaç ve temel dürtü, mevcut sömürü dinamiğinden alınan payın yeterli gelmemesi ve bu sömürü akışının yeniden dizayn edilmesi mecburiyetidir. Emperyalizmin özellikle de ABD ve AB emperyalizminin buna şiddetle ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı emperyalistler arasındaki bir üçüncü paylaşım savaşına gerek kalmadan kotarmak birincil önemdedir.
Bu nedenle tarihte görülmemiş bir Bizans oyunu ile emperyalist ABD ve AB, kendi topraklarından çok uzakta ve kendi topraklarına katmaya çalışmadan çözdükleri ulus-devlet yapıları ile ve değiştirdikleri haritalarla ki, temel ilke sınırların net çizilmemiş olmasıdır, ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır.
Ustalar ne demiş, “ihtiyaç keşfin anasıdır”
ABD-AB emperyalizmi, tarihsel olarak karşı karşıya oldukları ve yıkımlarının ifadesi olan sorunlarını çözmek ve muhtemelen son gayretlerini göstermek için, bu gün bölgemizde oynadıkları oyunları icat etmişler ve oynamaktadırlar. Ama keşifleri ve icatları, tarihin gelişim çizgisi ile uyumlu olmadığı için çökmeye ve beklediklerinin tam tersine kendilerine çözümsüzlük getirmeye mahkûmdur. Tarih bizi o noktaya doğru sürüklemektedir. Hep beraber sürükleniyoruz ama Piriniz yoldaşınız, Latife Tekin’in icat ettiği deyimiyle “tangırdaya, tıngırdaya” değil, basbayağı tarihin ilerleme çizgisinin hızına uyumlu olarak sürükleniyoruz ki, burada sürüklenen aslında emperyalizmdir ve sürükleyen; emperyalizmin ulus bağı ile örtmeye çalıştığı üretim sürecinden gelen çelişkilerdir ve bu çelişkilerin keskinliği her türlü törpüleme çabalarına karşın, üretim sürecinden gelen bağı yani sınıf bağını kuvvetlendirmektedir.
Bu sizi biraz üzüntüye sokacaktır ama geçmişte işçi sınıfı yanında insanlığa ihanet eden sosyal demokratları da sollayan bir ihanet dinamiği ile bütün dünyaya ama en çok Türkiye’nin emekçi halklarına en ilerici ve ezilenlerden yana güç olarak tanıtlamaya çalıştığınız Emperyalizmin bu tarihsel sürüklenmenin altında kalarak sonu ile karşılaşacağı açıktır. Zaten “tarihin sonu geldi”, ”sınıflar ve sınıf savaşları bitti” yollu zırva kelamları ile pek bir alkış alan aktörlerin ağzını bıçak açmaması ve alkış seslerinin kesilmesi de bunu işaret eden habercilerdendir. Ve bu haberde Marks’ın asıl işaret ettiği bağ, sosyalizm, var. İşte bu bağ bütün diğer bağların üstüne gelen bağdır ve geliyor.
Sovyet sosyalizminin çözülmesi ile bu bağın gücünün bir süreliğine azalmasının etkilerinin kendini göstermiş olması, “tarihin sonu geldi” yollu sevinçlerin ve buna bağlı alkış seslerinin yükselmesine sahte sol gömleklilerden de fazlaca alıcı kazandırmış olabilir. Hatta olmuştur. Ama bu alıcılar, bana “her kör satıcının bir kör alıcısı olur” özdeyişini hatırlatıyor ki, alıcısı oldukları malın çürük olduğuna inanmamakta ısrar etmeleri bundandır diye düşünmeden edemiyorum.
Bu alıcılar, Sosyalizm bağının güçten düşmesi ile özellikle sosyalist coğrafyada ulus bağının ön plana çıkmasının bir kapitalizan dinamik olduğunu da görememektedirler. O nedenle Emperyalist ABD’nin ve AB’nin, ulus bağının genetiği ile oynayarak, yeniden ve daha akılcı bir şekilde güçlenerek öne çıkmaya başlayan sosyalizm bağının üzerini örtmeye çalıştıklarını ve sosyalizme karşı, hem de tarihin bittiğini ilan ettikleri bir zamanda, tarihte görülmemiş bir kaba kinle haçlı seferi açtıklarını, dünyadaki bütün kutsallıkları kapmaya ve bütün bağları kendine bağlamaya çalıştıklarını da görememektedirler. Göremiyorsunuz demek istiyorum. Çünkü görmemeye hüküm giymiş durumdasınız ve emperyalist ABD ve AB nin bu kaba sınıf kinini, Emperyalist kapitalizmle kurmaya çalıştığınız bir empati dinamiği ile inceltmek ve örtülemek, bu mahkûmiyetinizin içindeki özverinizin ifadesidir. Özveriniz, Emperyalist kapitalizme dönüktür ve kapitalizmden umut kesmemek temel ilkenizdir. Sovyet sosyalizminin yıkılmasına rağmen canlı tuttuğunuz Sovyet sosyalizmine düşmanlığınızda motorunuz bu ilkedir. Sosyalizm bağından emperyalistlerden çok daha fazla korkmanızın kıymeti harbiyesi budur. Umudunuzu diri tutmanız da bu korkunuzun ifadesidir.
Şimdi yani yukardaki kısa dersten sonra, bir kez de başka türlü soruyorum ki, bir veba türünden türevi olduğunu, insanların kafasına kaka kaka bir hal olduğunuz "ulusalcı"lığın,"ulus" kökünden türediğini ve siz nasıl ki, Kürt ulusuna bayraklı bir ayrı vatan yani ulus-devlet ihsan etmeye kutsal bir ton veriyorsanız, başkaları da mevcut ulus-devlet yapısını emperyalist emellere karşı korumak için hakkını kullanmayı sorumluluk olarak kabul edebilir ve sizin "ulusal"cı diye veba misli yaftaladığınız tam da budur. Öyleyse bu noktada bir ayraca ama bilimsel bir ayraca ihtiyaç yok mudur? Bu ayraç, elbette bir tarafında işçi sınıfının, emekçi halkların bulunduğu, diğer tarafında emperyalist kapitalizmin ve bununla bağlı sömürgeci dinamiklerin bulunduğu ve merkezinde de Kürt halkının ve ulusunun birikmiş tarihsel sorunlarının bulunduğu bir ayraçtır.
Eğer bu ayraç ile Kürt emekçi halkını, Kürt ulusu ile özdeşleştirirseniz, Kürt ulusunun sınıfsal toplumsal yapısını göz ardı ederseniz, merkezde olan ve başrol oynayan Kürt sorununun çözümündeki yöntemler, ne Kürt emekçi halkının, ne de Türkiye’nin emekçi halklarının ve elbette ne de işçi sınıfının kurtuluşunun habercisi olur.
Kesinkes ayracın diğer tarafındaki emperyalizmin ve ona bağlı bilumum sömürgeci dinamiklerin çıkarlarının sağlanması yönündeki ağırlığı artırıcı etki sağlar. Bu da, Kürt emekçi halkının ve Türkiye'nin emekçi halklarının ve elbette işçi sınıfının çıkarlarının sağlanmasındaki ağırlığın zayıflaması demektir.
Bu da, apaçık ortadadır ki, emperyalist kapitalist sistemin meşrulaşmaya yüz tutmuş ölümünü geciktirmekle kalmaz, ömrüne ömür katarak, yeni egemenlikler kazanmasını sağlar. Bunun asıl ve sizin gibilerin sis bulutu içine sokarak geçiştirmeye ve ilerici-devrimci bir zeminde meşrulaştırmaya çalıştığınız yönü, ulus-devlet yapısının çözülmesi ile ortaya çıkan küçültülmüş,bayrak sahibi ama sınırları net olmayan ve emperyalizm istedikçe daha da küçültülmeye mahkûm edilmiş olan bir Türkiye’nin, daha katmerleştirilmiş sömürge yasalarıyla, işçi sınıfı, emekçi halkları köleleştirilerek Emperyalizmin boyunduruğuna sokulmasına ve bu coğrafyadaki bütün ulus-devletlerin parçalanmış sınırları içine hapsedilen emekçi halkların köleleştirilmesinde emperyalizmin kestanelerini ateşten alan maşası misli hareket eden bir uydu emperyalist militan devlet yapılmasına doğrudur.
Oysa Kürt halkının kaderi, küçültülmüş ve daha kalınlaştırılmış bir boyunduruk altına sokulan Türkiye’nin kadersizliği üzerinden sağlanacak bir kurtuluş ile değişmez. Tam tersine, güçlü, büyük, sınırları net ve hiçbir boyunduruğu kabul etmeyen ama bütün halkların tarihsel ve nesnel çıkarlarını gözeterek sürdürdüğü, halkların kardeşlik temelinde birbirileri ile ilişkisini güçlendirmesine, birbirileri ile yakınlaşmasına olanak sağlayan bağımsız politikaların sahibi olan bir Türkiye’de, işçi sınıfının kurtuluşu perspektifine bağlı olarak sağlanacak bir kurtuluştur Kürt halkının kaderini değiştirebilecek olan.
Dolayısıyla, SİP-TKP ye mal etmeye çalıştığınız ve "Kürdü kirli politikalarınıza araç etmekle kalmıyor, Kürde tahammülsüzlüğü gösteren bir gençlik yetiştiriyorsunuz Sayın "TKP” liler.
Yazık..." şeklinde bitirdiğiniz ve bence tümüyle sizin marifetinizi yansıtan ve eleştiri adı altında ortaya koyduğunuz suçlamanızın ne kadar temelsiz olduğu ve temel sağlama derdinizin olmadığı, sadece SİP-TKP yi Kürt düşmanı göstermeye çalışmak için çırpındığınız apaçık ortaya çıkmaktadır. Ve ben bunu daha açık bir şekilde gösterebilmeyi umut ediyorum.
Evet, itiraf ediyorum, seninle ve hepinizle bir polemik başlatıyorum ve polemiğime buraya kadar sağladığım açıklık üzerinden devam ediyorum.
Önce hemen belirtmem gerekiyor, SİP-TKP li değilim, ancak "TKP" lilerin komünizmi kirlettiğini hangi icraatlarından anladığını-ulusal soruna yaklaşımlarında bir sakatlık var herhalde senin işaretine göre- açıklıkla öğrenmek isterdim doğrusu.
İkinci olarak sen hâlâ komünist misin ki, komünizmin kirlenmesinden tasaya düşüyorsun diye sormak istiyorum. Kızmaca yok, bu sorularım hakaret de değil.
Üçüncüsü, en başta, TKP’ nin kendisini ve tarihini kirletenleri görmezden gelmekle kalmayıp, sanki dâhil değilmişsin gibi, SİP-TKP’ nin hangi icraatlarını delil aldığını da göstermeden, komünizmi kirlettiğini nasıl ve neye dayanarak öne sürebiliyorsun diye de sormak isterim ve dördüncüsü, hiç birisine verecek cevabın olmadığını bilerek sorduğum bu soruları, tarihe not düşmek üzere sorduğumu da bilmeni istiyorum. Cevap verirsen, sadece notumu zenginleştirirsin ama açıklık sağlayacağını sanmıyorum, çünkü sapın ucundan tutmuş, samanları yerlere saçıyor gibisin yani sanki sapla samanı birbirinden ayırıyormuş gibi yaparak, SİP-TKP üzerinden, komünizmden fersah fersah uzaklara savrulmuş iken, sanki hâlâ içinde imiş gibi görünmeye çalışıyorsun. Öyleyse vereceğin cevap da, desteksiz ortaya attığın eleştiri gibi olacaktır.
Ama ben seni aydınlatmak istiyorum, daha doğrusu takıldığın yere parmağımı basıyorum.
Parmağım, Yıldız Teknik Üniversitesinde SİP-TKP lilerin astığı ve SİP-TKP nin seçim sloganını maddeleştirmiş olan bir afişin Kürtlerle ilgili bir maddesinin üzerinde ve sanırım Kürt gençleri de - ki muhtemelen, feodal kafalı, gerici, İsrail ve emperyalizm yanlısı ve daha çok da Türkiye’deki tekellerle işbirliği içinde olan, hatta TÜSİAD'ın kadın başkanına bile halay çektiren bir işbirliği cazibesi taşıyan Barzani yanlısı olarak yetiştiriliyorlar - bu maddeye karşı hışımla hücum etmişlerdir ki, bu aynı zamanda bir suçüstü yakalanma telaşının dışa vurmasıdır. İşte maddeyi aktarıyorum;
"TKP’ nin güçlü olduğu bir Türkiye’de kimse bir yandan ülkeyi satıp, bir yandan da birlik bütünlük edebiyatı ile milliyetçiliği pompalayıp düşmanlık üretemez. Halkları birbirine düşürecek söylemler alıcı bulamaz. Kürtlerin umutsuzluk içinde emperyalist ülkelerden, cemaatlerden ya da ayrılıktan medet umar hale getirilmesine kimse izin veremez. Farklı etnik kökenlerden insanların birbirine güveni pekişir. Birçok okulda İngilizce, Fransızca ve Almanca eğitim verilirken, bu ülkenin dillerinden Kürtçe üzerindeki yasaklama ve kısıtlamalar kolay kolay savunulamaz."
Evet, madde bu ve irdelemeyi en sona bırakalım ama bu maddenin Latife Tekin’in bir sayfayı ayırdığı ve arkasından gelen sayfaları boş bırakarak gizem kattığı anlaşılmaz paragraflara benzemediğini ama sizin, Latife Tekin’in TKP yi ve TKP li geçmişini inkâr ederken sarf ettiği anlaşılmaz cümlelerini anlarken, bu açık ve net olan cümleyi ihtiva eden maddeyi anlamıyor gibi yapıyor olduğunuzu ve anlamış gibi hışımla saldırıyor olduğunuzu ve de neden saldırdığınızı tam olarak ifade etmeye bile çekiniyor olduğunuzu çünkü o zaman suçüstü yakalanacağınızı yani komünizmin kirletilmesinden tasaya düşüyormuş gibi yaparken, komünizmle ve ona çıkan bütün yollarla ne denli uzak kaldığınızı gizleyemeyeceğinizi belirtmeden geçmeyelim.
Komünizm için ya da ona giden yollar tıkandığı için çok mu tasalısın, öyleyse silkelen ve üzerine sinen komünizme giden yollara engel koymayı kazanca tahvil edenlerin alicengiz oyunlarının kokusunu at ki, ondan sonra tasana, o da belki, birileri inanabilsin.
Yaşacan bey, çok yaşa ve tarihin hızlandığını ve dönemeç noktaları biriktirdiğini ve bu dönemeçlerde sizin gibilere artık yer olmadığını gör. Ama artık, şu benim hep tekrarladığım ve de sizin gibileri çileden çıkaran sözümü hatırla ve aklından çıkarma ki, böyle artık hiç tutmayan alicengiz oyunu misli laf cambazlıklarına girişmenize gerek kalmasın. Çünkü kimse yemiyor ve dediğim gibi, "siz kimi kandırıyorsunuz" diyor.
Yukarda SİP-TKP nin sizi yalanlayan afişe yansıyan cümlesi, bunun en açık ifadesidir. Orada da "siz kimi kandırıyorsunuz" diyor ve sen buna fena halde bozulmuşsun. Oysa gerçekten senin deyiminle komünist hareketin kirletilmeye çalışılmasından, bana göre komünist hareketin önündeki engeller anlamında, komünizmi ve ona giden yolları sulandırmaya ve doğru yönde ilerleyecek her türlü yolu kapatıp, sadece tekellerin ve emperyalist kapitalizmin kucağına düşmesini sağlayacak yolu açık tutmaya yönelik olarak canlı tutmaya çalışılan bozuk bir ideolojik zeminde ilerlemesine ön ayak olmak için çalışılmasından ve çalışanlardan komünizm adına tasaya düşüyor ve bu yönde tekellere hizmet edenlere tiksinti duyuyorsan, önce en yakınındaki sahte komünist gömlekleri ile ki, son hatırladığım aynı gömleğin sende de olduğu idi, dolaşırken, tekellerin hizmetinde ama daha çok en karanlık sularda hareket eden gericiliğin hizmetinde ve hatta biat içinde olan aktörlere kusarsın kinini.
Ancak ondan sonra komünizm için ve ona giden yolların kirletilmesi nedeniyle tasa duyduğuna inandırabilirsin, o da belki, çünkü sizin çift inançlı olduğunuz tarihe öyle bir kazındı ki, kolay kolay silinecek gibi görünmüyor.
Bence, SİP-TKP ye ve onun üzerinden yükselen gençlik rüzgârındaki ivmeye çamur atana kadar, ne demeye çalıştığını ve hatta Kürt gençlerinin acaba afişle birlikte TKP li gençlere saldırırken bu maddeden haberdar mı ya da haberdarsa anlamını biliyorlar mı ve tabii sen biliyor musun onu düşün ve silkelensen de bir fayda olmayacağını düşünüyorsan, yani inancın tek değilse, boşuna silkelenme ama dediklerini kimsenin yemediğini ve artık "sen kimi kandırıyorsun" yollu düşünmeye daha kararlı devam ettiğini unutma.
Son söz olarak, asıl komünizmi kirletenlerin sizler olduğu gerçeği ile yüzleşmekten kaçınsanız da ve bunu örtülemek için ona buna çamur ve hışım fırlatsanız da, tarih sayfaları bu gerçekliği en somut haliyle ve teknolojinin yardımı sayesinde en kaçınılmaz netliği ile ve hem de çok uzun bir tarihe ertelemeden akıl taşıyanların ve özellikle de gençlerin önüne taşımaktadır diyorum.
Ve bitirirken, en sona bıraktığım, takıldığınız ve anlamazdan gelerek, hışmınıza dayanak yaptığınız afiş maddesini irdeleme işine girişmeden önce, gönderdiğim bu mektubun yayınlanmasının engelleneceğine dolayısıyla SİP-TKP li olmadığım halde, senin suçlamalarını ve çarpıtmalarını ve de hışmını çok önceden cevaplayan ama bana köylü devrimlerinden birinin liderinin, kurduğu devleti yönetecek namuslu bir insan arandığını sarayının tepesine astığı bir afişle ilan etmesini hatırlatan 500 bin namuslu yani kirlenmemiş dolayısıyla kirletme amelinden uzak insan aradığını ilanen tebliğ etmek için yapılmış afişi asan SİP-TKP nin gençlerinin, Kürt gençleri (hangi yolun yolcusu olduklarını yukarda ifade etmiştim) tarafından taş ve sopalarla saldırıya uğramasını bile göz ardı edip, muhtemelen sen de Nabi’ye kalkan olanlardansın, böyle düşünüyorum, Nabi Yağcılara tuvalet kâğıdı atmalarından, evet sadece tuvalet kâğıdı fırlatmalarından dehşetengiz bir şekilde faşizm çıkardığınızı unutarak ortaya koyduğun, yalan yanlış suçlamalarını, desteksiz suçlamalarını çürüten bu cevabımın engelleneceğine emin olsam da, tarihe not düşmek için bu mektubu Tustav gruba asacağımı, astığım mektubun yayınlanmaması ihtimaline karşı ve senin bu cevaptan mahrum kalmana gönlüm razı olmayacağı için de, bir mahsur görmeyeceğine inanarak, bilgine de sunduğumu bildirmek istiyorum.
Bir kere tarihe not olarak düştükten sonra, yayınlanması engellense de, senin elinden çöpe atılsa da fark etmeyeceğine inanıyorum.
Ama bence, yukarda tırnak içinde aktardığım ve tekrarla dikkatine sunduğum SİP-TKP nin seçim beyannamesinin sekizinci maddesini hep gözünün önünde tutmanı öneriyorum. Gözünün önünde tut ki, dikkatle irdeleyebilesin, neresinde MHP ile ilişkilendireceğin bir ifade olduğunu, neresinde Kürt düşmanlığı biriktiren ifade olduğunu ve neresinde SİP-TKP li gençleri, Kürt gençlerinin yönlendirildiği gibi hem Milliyetçiliğin, hem bu milliyetçiliğe asılı duran ABD emperyalizminden medet ummanın en akıllı politik yaklaşım olduğunun ve elbette, SİP-TKP li gençleri Türk genci olarak kategorilendirdiğini düşünerek söylüyorum, Türk milliyetçiliğine yönlendirdiğinin işareti olduğunu bize anlatabilesin.
Bunun için aşağıdaki irdelememle açığa çıkardığım sorulardan faydalanabilirsin.
Yasacan bey, mesela SİP-TKP nin, Kürt gençleri hışımlandıran afişindeki bir maddede, "TKP’ nin güçlü olduğu bir Türkiye’de kimse bir yandan ülkeyi satıp, bir yandan da birlik bütünlük edebiyatı ile milliyetçiliği pompalayıp düşmanlık üretemez..." diyor, burada mı Kürt düşmanlığı var?
Yoksa "Halkları birbirine düşürecek söylemler alıcı bulamaz..." diyor, burada mı var?
Yoksa ,"Kürtlerin umutsuzluk içinde emperyalist ülkelerden, cemaatlerden ya da ayrılıktan medet umar hale getirilmesine kimse izin veremez." diyor, burada mı?
Nerede Yasacan Bey, yoksa "Farklı etnik kökenlerden insanların birbirine güveni pekişir..." yani SİP-TKP li gençlerin olduğu yerde Kürtlerle Türklerin birbirine güveni pekişir diyor, burada mı, Kürt gençlerine düşmanlık var?
Yoksa "Birçok okulda İngilizce, Fransızca ve Almanca eğitim verilirken, bu ülkenin dillerinden Kürtçe üzerindeki yasaklama ve kısıtlamalar kolay kolay savunulamaz" denildiği için mi, Kürt düşmanlığı ve Türk milliyetçiliği pompalamış oluyorlar? Dahası, Kürt ulusunun varlığını inkâr etmiş oluyorlar?
Ve soruyorum, Kürt halkına, Türkiye’den ayrılmasını alıştıra alıştıra enjekte etmelerindeki hikmetin anlamı nedir, bir taraftan, Emperyalizmin jandarmalığında, tekellerin ve 12 Eylül rejiminin en son saldırı mekanizmalarının dahli ile tepeden, yasalar yoluyla Kürtleri Türkiye’den ayırmanın alt yapısı oluşturulurken, diğer taraftan hem Kürt halkının ve hem de Türkiye’nin diğer tüm emekçi halkların, aydınlıktan yana insanların, bunu Kürt halkının istediği ve onların hakkı olduğu yollu bilinç zorlamaları ile aklı bozulmaya çalışılmıyor mu? Elbette UKKTH ilkesi artık, emperyalist ideolojinin milliyetçiliğinin kozmopolitizm olarak sahneye çıkmasından bu yana Emperyalist kapitalist ideolojinin en baş saldırı argümanı olarak kullanılmakta ve bu hak Kürtlere teslim ediliyormuş gibi yapılmaktadır. Emperyalizmin ve bütünleşmiş olduğu yerli tekellerin ve elbette tekellerin düzeni olan 12 Eylül rejiminin, bunun üzerinden, emperyalizmin kozmopolitizminin ve ulusal nihilizminin yansıması olan oyunlarına karşı çıkmak, deşifre etmek Kürt ulusunun KKTH nın üzerinden atlamak değildir.
Böyle olmadığı gibi, bu hakkı tanımak, Kürtlere ille de ayrılmayı teşvik etmek demek de değildir. Ve üstelik bu hakkı tanımanın yüzü suyu hürmetine, ayrılmanın, Kürt coğrafyasında emperyalizmin çıkarlarına direkt hizmet edecek, Kürt gericiliğinin, milliyetçiliğinin ve hatta dinsel gericiliğin hâkim kılınacağı ve tekellerle işbirliği içinde olan, emperyalist sömürü dinamiği ile entegre olmaya çalışan ağaların, aşiret reislerinin, Türk tekelleri ile içli dışlı olan, işbirlikleri ile palazlanmaya çalışan gerici ve dinci akımlarla bağlaşık olan Kürt burjuvazisinin egemen olmasına ve bu egemenlik altında Kürt yoksul emekçi halkının inim inim inletilmesine göz yumulamaz da, destek de verilemez.
Ve bu zulüm pahasına Kürt halkının, Türkiye’den ayrılmasının karşılığında, Türkiye’nin emekçi halklarının, işçilerinin, gençlerinin, kadınlarının, aydınlıktan yana bütün dinamiklerinin bir Osmanik-İslamik Faşist diktatörlüğe mahkûm edilmesine seyirci kalmasını, kimse komünist olmanın da, akıl taşımanın da gereği olarak gösteremez ve bu seyirciliği, UKKTH ilkesinin tanınması gerekçesinin içine hapsedemez.
Bu hakkı tanımak ayrıdır ama her ne pahasına olursa olsun bu hakkın kullanılması için destek vermek ve teşvik etmek de ayrıdır ve bu yanlıştır. Dolayısıyla bu hakkın kullanılması yönünde özgür olunması için mücadeleye destek vermek ayrıdır ama her ne pahasına olursa olsun, yani yukarda ifade ettiğim şartlara götürüyorsa bile, bu hakkın kullanılması için teşvik bir tarafa desteklemek de hiç kimsenin boynunun borcu değildir.
Buna rağmen, Kürt halkı, emperyalist kapitalizmin çıkarlarına direkt bağlı olduğu ve Kürt sorunu üzerinden, bu coğrafyadaki bütün halklarının daha fazla emperyalist boyunduruğa sokulacağının ifadesi olan bir anayasal hamle ile konuşlandırılan faşist Osmanik-İslamik diktatörlük ile emekçi halkların köleleştirilmesine göz yumarak, kaderini Kürt gericiliğinin ellerine teslim etmekte direnirse ki böyle bir gerçekliğin olmadığı, emperyalizmin bu yöndeki gecikmişliğinin telaşı ile apaçık görülmektedir, Türkiye’nin emekçi halkları da buna destek vermemek ve kendi haklarının meşru müdafaası için direnmek hakkına sahip olduğunu gösterir. Akıl taşıyanların desteklemesi gereken de bu momenttir ve bu momente, Kürt emekçi halkının ve onun bilinçli unsurlarının da yüzünü dönmesi, UKKTH ilkesini tanımanın gerektirdiği sorumluluk ile uyumludur.
Bu ilkenin, bu anlamda içi dolduğu anda, emperyalizmin kozmopolitizmindeki gerçek niyet apaçık ortaya çıkacak ve bu niyetin, emperyalizmin boyunduruğunda olan ama emperyalizmin YDD emeli içinde hafif kalan bir boyunduruğun pençesinde olan halkların daha ağır bir boyunduruk altına sokulma çabası olduğu netlikle görülecektir. Emperyalizm bunu bütün karakterini kusarak gösterecektir demek istiyorum.
Dedim ya Yasacan Bey, "siz kimi kandırıyorsunuz ?" ve görün ki, artık kimseyi kandıramayacaksınız. SİP-TKP li gençler dolayısıyla SİP-TKP,"komünizmi kirletiyor"muş! Bak hele bunu söyleyene! TKP nin tarihini sıfırlamaya çalışırken, TKP nin tarihi ile uğraş üzerinden, hem onun tarihini çarpıtmaya, yalan yanlış bilgilerle bozmaya çalışıp, hem de tekellerin, elbette emperyalist kapitalizmin ve tabii 12 Eylül rejiminin, Osmanik-İslamik-feodal faşizmini konuşlandırması için, her türlü sahtekârlıkla solun aklını bozmaya çalışarak, tekellere hizmet etmenin alanını genişletmek, elini güçlendirmek için çabalayan sizler; SİP-TKP li gençlerin komünizmi kirlettiğini şıp diye anladınız ve tasadan ve de üzüntüden geberiyorsunuz, bunun için de ne dediğin tam olarak anlaşılmayan, başta da dediğim gibi, piriniz ve modeliniz Latife Tekin yoldaşınızın, bilinçlendirmeye çalıştığı kadınların gözlerine hafif boynu bükük bir şekilde bilinç asması gibi, Nabi Yağcı müritliğinde yarış eden arkadaşlarınıza SİP-TKP li gençlerin ne denli Kürt düşmanı olduğunun bilincini enjekte ediyorsunuz. Biz bunu yemiyoruz ve Nabi Yağcı müritlerinin bu bilinçle daha da "özgür komünist"leşmesi bizi hiç ilgilendirmiyor ve hatta o kadar öyle onların özgürleşmesini istiyoruz ki, böylece, asıl istedikleri yere, tekellerin gül bahçesine giderler de, çoktan tasını tarağını toplayıp uzaklaştıkları sosyalizm alanını bozmaktan vazgeçerler. Sosyalist hareketin yükselme eğilimi gösterdiği alanları bozma imkânı bulamazlar demek istiyorum. Bu çok daha büyük bir açıklık sağlayacaktır gerçekten sosyalizm için, solun birliği için, sosyalist hareketin dirliği için tasa içinde olanlar daha netlikle bir adım öne çıkacaktır.
NOT; SİP-TKP olarak ifade ettiğim için, TKP li gençler beni affetsin, niyetim tarafsız görünmek için SİP ismini koyarak bir denge sağlamak değildir. Aksine, SİP ismi, yani Sosyalist İktidar Partisi, benim için çok daha çekici bir isimdir ve ben dengeyi SİP ismini ekleyerek SİP-TKP yi, TKP yi tarihe gömüp, sonra da kırmızı görmüş boğa misli TKP ismini gördüğü her yerde suçu ile yüzleşmenin acısını yaşayan devrim kaçkınlarından, bir TKP eleştiricisi bunu "devrim kapısından kaçanlar" şeklinde ifade etmekte idi ve ben ise bu marifet içinde olanlara "azap zebanileri" şeklindeki ifademle işaret etmekteyim, ayırmaya çalışmaktayım ama daha çok, işçi sınıfının bağımsız partisi olma yönünde çabalamasının elzem olduğu yönündeki vurgumun ifadesi olarak eklediğimin anlaşılmasını tercih ediyorum.


Fikret Uzun

Hiç yorum yok: