23 Mart 2010 Salı

Gün Zileli, Dühringliğe devam ediyor.

Gün Zileli, Dühringliğe devam ediyor. Kendisini Ekim devriminin olanakları ve olasılıkları üzerine kafa yorup hayıflanan bir avuç Marksist ya da anarşist (burada anarşistler dışındakileri Marksist saymadığını da ilan etmiş oluyor.) içinde sayarak, hâlâ bilgisizliğini kanıt olarak göstermeye çalışıyor. Aslında bu kanıtın bir yanı da ismidir, “ben Gün Zileli’yim ve bakın benim düşüncelerim resmi düşüncelerden ne kadar uzak ki, İsviçre hükümeti de beni kovuyor” haberleri ile birlikte isminin önde gitmesini, ona inanılması için kanıt olarak gösteriyor. Anlattıklarını destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Yapmış olduğu, daha önce de dikkat çektiğim gibi, doğru noktalardan, yanlış sonuçlar icat etmektir.
Evet, ekim devrimi insanlığın umudu olmuştur. Ama tam doğru ifade, Ekim devriminin tarihin bir dönüş noktası olduğudur. Tarihin nesnel dönüş noktalarında akıllı, bilgili ve becerikli, aynı zamanda da inanmış insanlara ihtiyaç vardır.
Yani kişilerin rolü bu nesnel dönüşüm noktalarında önemlidir. Lenin bu önemi hem anlamış bir kişidir, hem de bu rolün sahibi olan kişidir. Marksı bu yönde çok iyi anlamış, en devrimci biçimde revize etmiş kendini marksın yerine koymamış ve M-L doğmuştur.
Lenin bu noktadan sonra, başka yerde beklenen devrimi Rusya’da karşılamış ve Ekim devriminin kapılarını açmıştır. Ekim devrimi 20.yüzyılın başlarında, devrimler çağının yaşandığı yüzyılda, insanlık tarihinin büyük bir başkaldırısıdır. Bu başkaldırı önceki tüm devrimlerin renklerini içinde toplayarak gelişmiş, hem de sonraki devrimlere seçebilecekleri tüm renkleri vermiştir.
Bugün, sosyalizmin kapitalist restorasyonunun üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına rağmen, emperyalistlerin, hâlâ anti-Sovyetizm içinde olanların, hâlâ mutlu olmadığı bir süreci yaşamaktayız. Bir o kadar da şaşkın olduklarını görmekteyiz.
Çünkü ekim devrimi öyle bir gerçeklik yaratmıştır ki, bugün eskisinden çok daha fazla, burjuvazinin, emperyalistlerin, sosyalizmin müzmin düşmanlarının korkuları artmıştır.
Çünkü ekim devrimi ile bir avuç dahi olsa akıllı, bilgili ve becerikli ama bir o kadar da inanmış kişiler, tarihin vakti geldiğinde, o tarihin ileriye doğru dönüşmesine manivela olacak yöntemi bulabileceklerini ve uygulayabileceklerini dosta da düşmana da göstermiştir.
Çünkü Ekim devrimi ile yeni bir sayfa açılmış ve bu sayfa şimdi kapalı olsa da, onun ne denli mutlulukla yüklü olduğu, insanlığın ilerlemesi, büyümesi, yenileşmesi için ne denli gerekli ve yerinde olduğu görülmüştür.
İşte, bu sayfanın kapalı olmasına rağmen, emperyalistlerin korkusunun devam etmesi bundandır. Bu sayfanın uzun süre kapalı tutulabileceğine kendileri de inanmamaktadır. Yani dost da, düşman da bu sayfanın çok uzun olmayan bir tarih kesitinde, yine tarihin kendi devinimi içindeki bir dönüşüm noktasında, akıllı, bilgili, becerikli ve inanmış insanların, çok daha ileri bir noktadan, yepyeni bir sayfa açarak, dünyayı eskisinden çok daha deneyim yüklü sayfalarla donatacağını biliyor.
İşte bu nedenle, dünya çapında insanlığı tasfiye politikaları üretiliyor ve bu politikalar bir illüzyon içersinde kitlelere kabul ettirilmeye çalışılıyor. Yine bu nedenle, tüm dünya da sol üzerinde, öncelikle eritme, bulandırma, unutturma içerikli ideolojik ve psikolojik savaşlar yürütülüyor. Baskı ve şiddet arkadan gelecektir.

Emperyalistler, sosyalizmin nesnel düşmanları, eninde sonunda tarihin bu dönüşüm noktasına yakalanacaklarını bildikleri için ve artık güçlendikleri kadar, tükendiklerinin de bilincinde oldukları için, hem bu dönüşüm noktasına manivela yaratacak tarihi aktörlerin gelişmesini engellemeye, hem de tarihin dönüşüm noktasının geciktirilmesi için yeni saldırı planları icat etmeye çalışmaktadır.
Marks ve Engels olmasaydı insanlık, tarihin ve toplumun bilimsel yasaları ile tanışamayacak, devrimlerin mekanizmasını belki anlayamayacak, belki de bundan çok uzun yıllar sonra anlayabilecekti. Ortaya çıkan insanlık için tarihin nesnel dönüşüm noktalarından, insanlık bihaber olacaktı.
Lenin olmasaydı, Marks’ın ve Engels’in bu tarihsel ve toplumsal yasalar üzerindeki çalışmaları belki hâlâ üniversitelerde okutulan bir ders ya da kütüphanelerde ele alınan bir inceleme, yararlanma tezi olarak kalacaktı. Şimdi tekellerin ve onları benimsetmek için taklalar atan oportünistlerin, revizyonistlerin, tekellerin kapısına kul olmuş devşirme solcuların tam da istediği budur.
Stalin olmasaydı ve Lenin’den aldığı bayrağı tümüyle ciddiye alarak proletarya demokrasisini sonuna kadar işleterek yükseklere taşımasaydı, ne faşizmin yenilmesi, ne de insanlığın kapitalizmin kader olmadığını ve sonsuz olmadığını görmesi ve umutların artması söz konusu olmayacaktı.
Diğer taraftan, dünya Ekim devriminin sarsıntısını yaşamasaydı, bugün ne Lenin, ne de Stalin hatırlanmayacak ya da geldi geçti denilecek tarzda bir esinti olarak kalacaklardı. Ekim devriminin hâlâ yaşanan canlılığı ise, bir laboratuar manzumesi olmaktan öte gidemeyecekti.
Bugün ise bizi, ekim devriminden çok daha sarsıcı bir toplumsal ve tarihsel dönüşüm dinamiği beklemektedir. Bize düşen, bu dinamiğin, tarihin hangi noktasında nesnel olarak kendini göstereceğini ve devrimin kelebeğinin fiziksel olarak hangi noktaya doğru konmak üzere uçtuğunu tespit edebilecek, hissedebilecek ve en önemlisi, bu tespitleri de, hissettiklerini de gösterebilecek akıllı, bilgili, becerikli ve de aynı tonda inanmış yiğit yüreklere ihtiyacını açığa çıkartmaktır.
Gün Zileli gibi Dühringler, bu yiğit yürekleri temsil etmediği gibi, bu topraklardan fışkırmasının önündeki engeli olarak seçilmiş görevli Dühringlik yapmaktadırlar.
Gün Zileli yani yeni Dühringlerden biri, Lenin’in Ekim devriminden sonraki sahip olduğu otoritesine değinerek, bu otoritesini devrimi korkunç bir kısırlaştırmaya götüren yönergeler için kullandığını, aksine kullansaydı, dünya devriminin dünya çapında yayılabileceğini, belki de bugün kapitalizmin işinin bitmiş olacağını ve Rus devriminin seyrini değiştirecek denli muazzam bir iradeye ve otoriteye sahip olduğunu 1917 Nisanında (bu tarih, nisan tezlerini yazdığı ve aktardığı tarihtir) gösterdiğini ama bu otoriteyi, ekim devrimini dünya devrimi yapmak üzere kullanmadığını vurguluyor. Burada bilgisizliğini göstermeye başlıyor. Ama atış serbesttir, çünkü onun bir adı var, o, Gün Zileli’dir ve onu bir kapitalist ülke daha istemiyor. Bilgisizliği şurada, Lenin Nisan’da ve Nisan tezlerini ortaya koyduğunda, ne iradesi tanınıyor ne de otoritesi, tam tersine, en yakın arkadaşları bile onun için delirmiş diyor.
Lenin, nisan ayında Rusya’ya döndüğünde, başlamış olan ve devam eden burjuva devrimdir. Öyle devam edeceği sanılırken, Lenin geliyor. Lenin’in otoritesi mi? Gün Zileli ya bilgisizdir, ya da bile bile çarpıtıyor. Aksine Lenin’i tanıyan azdır ve belki de ekime kadar ünlenmiyor. O ekim devrimiyle ünlüdür. Politik iradesini ve otoritesini ancak o zaman dost düşman kabul ediyor. Nisandan itibaren ünlenmeye başlayan Lenin’i, bütün Rusya’ya tanıtan Nisan tezlerindeki kararlılığıdır. Nisan ayındaki Lenin’i anlatan Gorbaçov bile Lenin’in sosyalist devrime dönüş programının dostları için de, düşmanları için de, bir ütopya, bir fantezi ürünü olarak göründüğünü ifade etmiştir. Plehanov, Lenin’in Nisan tezlerindeki sosyalist devrim tezlerini "hezeyan" olarak niteliyor.
Lenin Nisanda son derece yalnızdır ve bunu kendisinin seçtiği açıktır. Çünkü Nisan tezleri ile burjuva demokrasisinden, liberallerden ve demokratlardan kopmayı işaret ediyor ve yeni bir enternasyonal kurmayı öneriyor. Hatta yeni bir parti yaratmaktan söz ediyor. Bu düşüncesinin merkezinde hep, teorik birlik var. Narodnizm’i de teorik olarak yenmiştir ama pratik planda etkileri güçlüdür. "1905 burjuva devriminde, belli bir anlamda burjuva devriminin ve aynı anlama gelmek üzere demokrasinin, proletaryaya burjuvaziden daha çok yararlı olduğunu" (İki Taktik) söyleyen Lenin,1917 Nisanında, burjuva demokrasisinden ayrılmanın gerekliliğini öne koyuyor. Bu, iktidarı öngördüğünü gösteriyor. Sosyal-demokratların birleşmesinin söz konusu olmadığını aktarıyor. Liebnecht türünden bir tek dost kalmasının ve devrimci proletarya ile yalnız kalmanın daha iyi olacağını söylüyor.
Demokrasi için de sözü var, şöyle diyor ; "bir komünist parti söz konusu olduğunda, demokrasi deyimi, yalnızca bilimsel açıdan değil,1917 Martından itibaren bu deyim, devrimci halkın gözlerinin üzerine takılmış ve onların kendi inisiyatifleriyle, cesaretle ve özgürce yeni olanı kurmalarını önleyen at gözlüğü oluyor. Yeni devlette tek iktidar ve her biçimiyle devletin ortadan kalkışının habercisi olarak, işçi, köylü ve diğer temsilciler Sovyetidir".
Paris Komününe gönderme yaparak, Paris Komününde iktidarın kaybedildiğini, burada da kaybedilmemesi gerektiğini, o nedenle de ikili iktidardan kopmak gerektiğini vurguluyor. İşçi ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğünden söz edenlerin, gerçekte burjuva partisine katılmış sayılacağını vurguluyor.3.enternasyonali işaret edip,”2.enternasyonalle bir daha asla” diyen Lenin, Kautsky’den de kopmuştur. Kopa kopa, yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça çoğalıyor. Ekim ayına geldiğinde, Rusya’nın ve Ekim devriminin en ünlü kişisidir."şimdi emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek, tek doğru proleter slogandır diyor." İşte politik iradesi ve otoritesi buradadır ve burada zirvede bir lider oluyor.
Öyleyse, Gün Zileli bilgisizdir, değilse yalan söylüyor. Yalan söylediği daha ağırlık basıyor. Şöyle, Lenin’in iradesine ve otoritesine neden Nisan ayı itibarıyla vurgu yapıyor? Zileli’nin, Ekim devrimi günleri ile nisan arasında bir köprü kurduğu görülmüyor. Çünkü köprü kurulursa, Gün Zileli’nin tezi de çürüyor. Lenin Nisan da yalnızdır ve Ekime kadar politik rakiplerini hem eziyor, hem siliyor ve Ekimde asıl politik iradesinin ve otoritesinin ağırlığı hissediliyor. Nisan ayında, tezlerini anlatırken, nerdeyse tümüyle yalnız kalan Lenin, asıl, Rus devriminin seyrini Ekim günlerine gelindiğinde değiştiriyor, çünkü artık emperyalist savaş, iç savaşa dönüşmüş, çarın askerleri silahları çara çevirmiştir. Bu, ünlü Dr. Jivago da bile anlatılıyor. Değiştiremeseydi 70 yıl yaşayan Sovyet sosyalizmi de olmazdı. Bizim Dühring bunu hatırlamıyor, Anakronizma ile fazla kafa yormuş olsa gerek, zihni Nisan aylarına kayıyor.
Dahası var, Gün Zileli’ye göre, Lenin ekim devriminin hemen sonrasındaki dünya manzarasını göremiyor. Gün Zileli, Ekim devrimininin dünyadaki etkilerini sıraladıktan sonra, Lenin’in böylesine elverişli koşullarda ne yapması gerektiğini soruyor ve ne yapmayıp, ne yaptığını şöyle anlatıyor; ne yaptığını hepimizin bildiğinden söz ederek başlıyor ve Lenin’in güya ' komünist saflığı korumak' adına 3 Enternasyonale giriş koşullarını ağırlaştırdığını, son derece merkeziyetçi 21 şartı ilan ederek, Ekim devriminin etkisiyle, sola akan sendikaların, grup ve partilerin önünü kestiğini, bunun yerine Bolşevik partisinin emirlerine koşulsuz itaat edecek kapıkulu küçük komünist parti fraksiyonlarını teşvik etmiş olduğunu vaaz ediyor ve bizi merakta bırakmayıp, nedenini de açıklıyor. Şöyle; Lenin’in, kitlelerin devrimci insiyatifinden çok, Komünist bürokrasilerin kerameti kendinden menkul ideolojik saflığına inandığını vurguluyor ve her şeyin doğrusunu, saf bir ideolojiyle donanmış bu tür partilerin biliyor olduğunu söyleyerek, küçük olsun, bizim olsun mantığı hâkimdi diyor. Ayrıca, içerdeki( komintern içindeki demeye çalıştığı zannedilse de, daha sonraki anlatımında, Sovyetlerden söz ettiğini anlıyoruz.) uygulamaların da bu mantıkla bağlı olduğunu söyleyerek, bütün bu savlarını ispatlamış olduğunun altını çizmiş oluyor. Bu da ikinci bilgisizlik örneğidir ama dedim ya Gün Zileli’nin kanıtları hep, bilgisizlik üzerine kuruludur. İhtiyaç duymuyor, isminin önde gitmesinin yeteceğini düşünüyor. Aktardıklarının ve peşin peşin kabul edilmesini istediği bilgilerin, önde giden ismi etrafında kurguladığı öznel düşüncelerin kerametinin, yalnızca öne geçmiş ismi ile sınırlı olduğunun görülmeyeceğini düşünüyor.
Lenin’in Ekim devriminden sonra, gelişmiş bir kapitalist ülkede, yani Batıda, Ekim devriminden önce de beklediği devrimi beklemeye devam ettiğini aklına getirmiyor, Ama bu devrimin gelmeyişinin sorumluluğunu Lenin’e ve onun 3.enternasyonale ilan ettiği 21 koşula yüklüyor. Ardından da hemencecik, Sovyet sosyalizmini yıkıyor, hatta Stalin’i bile beklemiyor.
Evet, Komintern büyük ölçüde Lenin’in Projesidir ve daha Ekim devrimi öncesinde bu projesini dillendiriyor,"2.Enternasyonalle asla" diyor ve Ekim devriminin ardından dünya devriminin eşikte olduğu düşüncesi, komintern kuruluşunda hâkim oluyor. Dolayısıyla yaklaşan dünya devrimini yönetmek için acele ediliyor. Kuruluşunda etkisiz komünist partilerinin etkisi de tartışılmaz, yani Gün Zileli burada doğruya parmak basıyor ama gönlünde yanlış ve nesnellikten uzak sonuçlara varmak yatıyor. Küçük dedikleri, etkisiz komünist parti ve gruplardır. Ama Gün Zileli, çarpıtıyor. Lenin 29 ülkeden 34 delege, 17 konuk katılımcı ile 1919 Martında toplanan Komünist Enternasyonalin kuruluş kongresinde, burjuva demokrasisinin tüm hayallerinin toptan çökmüş olduğuna ve sadece Rusya’da değil, Almanya gibi en ileri kapitalist ülkelerde de iç savaşın bir gerçeklik haline geldiğine dikkat çekiyor. Sürüp gitmekte olan kavganın büyüklüğüne ve proletaryanın iktidarının gerçekleşmesine imkân verecek biçimin proletarya diktatörlüğünü içeren Sovyetler olduğunu işaret ediliyor.
Bu biçimin, sadece Rusya’da değil, Avrupa’nın en gelişmiş ülkeleri olan Almanya ve İngiltere’de de ekonomik örgütlenme biçimi olarak işçi temsilcileri Sovyetlerinin zafer kazandığını vurgulanıyor.
Bu kongrede, Gün Zileli’nin buyurduğu gibi, sola akan sendikaların, grup ve partilerin önünü tıkayan 21 koşul üzerine bir karar yoktur. Kominternin yürütme komitesi seçiliyor ve bürolar oluşturuluyor, böylece Komünist enternasyonalin faaliyeti fiilen başlamış oluyor. Ardından Kominternin kuruluşuna kadar geçen siyasi tarihin kısa bir envanteri olarak da kabul edilebilecek olan Manifestosu hazırlanıyor ve ilan ediliyor. Onun arkasından, henüz çok kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen,1919 Haziranında, İngiliz, Amerika ve Fransa burjuvazisinin, Versay’da, barış adı altında, Alman burjuvazisinin temsilcilerine imzalatmış olduğu ve Almanya’yı parça parça etmenin ve Alman halkını daha da yoksullaştıracak olan Versay anlaşmasının niteliğini anlatan ve karşı çıkan bildiriyi hazırlıyor. Bu bildiri, Versay anlaşması kadar tarihsel önemdedir, bunu Gün Zileliler bilmez, bilmediği için de Lenin’in, otoritesini yanlış öngörülerle harcadığını ve dünya devrimini önlediğini yazıverir.
Versay anlaşmasının niteliğini çok geçmeden Almanya’nın bütün dürüst işçileri anlıyor. Anladıkları şudur, eğer Alman emperyalizmi savaştan zaferle çıksaydı, aynı Fransız, İngiliz ve Amerikan emperyalistlerinin yaptığını yapacaktı. Ve işçiler gördüler ki, emperyalizm bir tek ülkede bile yaşıyor olduğu sürece, zorbalık ve soygunculuk da devam edecektir. Ve bütün dünyanın ezilen sınıflarının biricik kurtuluşunun proleter dünya devrimi olduğu; proletarya diktatörlüğü ve Sovyet iktidarının kurulması olduğu apaçık görülüyordu.
Dahası var, kapitalizm yaşadığı sürece sürekli barış olamayacağı, sürekli barışın ancak burjuva düzeninin yıkıntıları üzerinde inşa edileceği de açıkça görülmüştü. Ama dediğim gibi, dünyanın dürüst ve bilinçli işçilerine, ezilen sınıflarına Versay anlaşması bunu açıkça gösterebilmişti, o zaman da, bu gün görmek istemeyen ve görenlere kızan, hatta beyinsiz diyen Gün Zileliler gibi, çoğu 2, enternasyonalin artıkları olan görmeyenler vardı.
Gelelim 21 koşula, burada bu koşulların 21 ini de ele almayacağım, gerek de yok ama Gün Zileli neden dünya devriminin engellenmesini 21 koşula ve 21 koşulu da Lenin’in öngörüsüzlüğüne, hatta dolaylı olarak yüklediği, Lenin’in beyinsizliğine bağlıyor bunu irdelemek için bu koşullardan birinin üzerinden ilerlemek yetiyor.
Öncelikle 21 şart Lenin’in bir dayatması değildir. Kominternin ikinci kongresinde Komintern delegelerinin 2 ret oyu saymazsak, tamamının oyları ile karar altına alınmıştır. Bu koşulların, dünya devrimini örgütleme amacı ile örtüştüğü de açıktır. Ve kominternin kuruluşu ile 2. kongresi arasında Polonya kuvvetlerinin, Sovyetlere saldırması ve püskürtülmesi var. 21 koşul bu anlamda, Ekim devriminin evrenselliği ve dünya devriminin örgütlenmesinden ayrı olmamak üzere, Sovyet devriminin yönetilmesi ve korunması ile de bağlıdır. Gün Zileli bununla da ilgilenmiyor ya da bilmiyor. Değilse, bundan bilinçli olarak uzak kalıyor.
21 koşul tarihsel koşulların dayatmasıdır, öncesinde, Versay anlaşması ve Sovyetlere yapılan fiziksel saldırılar var. Saldırıların büyüğü hem içerdeki içerde, hem de dışarıdaki içerdedir. Başını 2. enternasyonalin artıkları çekiyor. 21 koşul, öncelikle Merkezcilere karşıdır.( Alman Bağımsız Sosyal Demokrat partisinin sağ kanadı, İtalyan ve Fransız sosyalistlerinin çoğunluğu ki, daha sonra bu koşullar nedeniyle hepsi bölünmüştür.) Bu koşulların kabul edilmesi gayet doğal değil mi? 2. enternasyonal parçalanmadı mı? Ve 3. Enternasyonalin kurulması, emperyalist savaş başladığında önderleri oportünizm ve burjuvazinin safına geçen 2.enternasyonalin çökmesi nedeniyle zorunlu hale gelmedi mi?
Çok basit ama bir türlü kabul edilmek istenmeyen ve 2. enternasyonalin önderlerini emperyalizmle yakınlaştıran, işçilerin kurtuluşunun yerel ya da ulusal mı, yoksa uluslar arası bir sorun mu noktasındaki körlükleri nedeniyle, 20 milyon insan öldükten sonra bu körlük anlaşılarak, 2.enternasyonal parçalanıp, 3. Enternasyonal kurulmuştur. Bu körlük ne yazık ki, Gün Zileliler gibi yeni Dühringlerde devam etmekte ama buna körlükten ziyade, gerçekleri görmemek için gözlerinin siyah bantla bağlanması demek daha doğrudur.
Buna itirazım yok, Gün Zileliler neyi görmek istemiyorlarsa görmesinler ama görmeyi engellemeye çalışmaları kabul edilemez. Şimdi onu yani görülemeyenleri ve Gün Zilelilerin örtmeye çalıştıklarını göstermeye çalışıyorum.

Kominternin kurulmasıyla beraber, daha önce 2. enternasyonal içinde yer alan ve gerçekte komünist olmamış parti ve gruplar Komünist Enternasyonale yöneliyorlar, varlıklarını korumak için Komünist Enternasyonale yaslanmanın yolunu arıyorlar. Oysa adı üstünde –Komünist Enternasyonal- 2.enternasyonalin ideolojisini taşımaya çalışan ve oportünistliği tescillenmiş ve de komünist olmamakta direnen parti ve grupların, Kominterne bulaşmasını engellemek doğal ve yerinde değil mi? Kominternin bu unsurlar tarafından sulandırılmasına izin verilecek idiyse, 2.Enternasyonalden neden kopulsundu? Ayrıca büyük de olsa, geniş kitlesi komünizmin bakış açısını benimseyen partilerin içinde, güçlenmek isteyen ve proleter devrimini sabote etmek isteyen ve böylece 2. enternasyonali hortlatmak, burjuvaziye hizmet etmek isteyen reformist ve pasifist kanatlar da bulunmaktadır. Bu tarihsel nedenlerden hareketle 2. Kongre yeni partilerin katılma koşullarını belirleyen 21 koşulu karar altına almıştır.
Şimdi gelelim, Gün Zileli’nin gerçekte neye karşı olduğunu görmeye; 21 koşulun bir numaralı koşulu, bütün propaganda ve ajitasyonun komünist nitelik taşıması gerektiğini; Komintern programına ve kararlarına uygun düşmesi gerektiğini; partinin bütün basın organlarının proletarya davasına bağlılıklarını kanıtlamış, güvenilir komünistler tarafından yönetilmesi gerektiğini; Proletarya diktatörlüğünden basitçe, bilinen ve araya sokuşturulmuş bir talep olarak söz edilemeyeceğini; aksine bu diktatörlüğün zorunluluğunun, her basit işçinin, her kadın işçinin, her asker ve köylünün anlayacağı biçimde propaganda edilmesi gerektiğini; her yerde, sadece burjuvaziyi değil, onun işbirlikçilerini, her türden reformistleri, sistemli ve acımasız biçimde teşhir etmenin zorunluluğunu koşul olarak ortaya koymaktadır.
Gün Zileli’nin 21 koşuldan en çok takıldığı yer burasıdır ve bu onun, Lenin’i, öngörüsüz, otoritesi büyük ama beyni küçük biri olarak göstermesine ve dünya devrimini engellediğini kanıtlamasına yetiyor. Şimdi ben, bu yeni Dühringlerin kanıtlarının bilgisizlik olduğunu söylerken yanlış mı söylemiş oluyorum? Bilgisizlik yoksa hep dediğim gibi, bilinçli bir çarpıtma ve örtüleme çabası olduğu görülmüyor mu?
Demek ki, sola akan (Komintern ve dünya proleter devriminin yükselmesi için, sola akanlar değil, komünist bakış açısına akanlar gerekiyor) sendikalar, parti ve gruplar gerçekte ( Gün Zileli’nin ifade tarzından da belli-sola akan diyor.) kominterne 2.Enternasyonalin oportünist ideolojisini bulaştırmak için akıyorlar ve o nedenle de, Komintern için olduğu kadar, dünya proleter devriminin ve elbette Sovyet devriminin yönetilmesini sabote etmek isteyen ve uygun koşullar bekleyen bu artıkların Kominterne bulaşmasının önünün tıkanması şart oluyor.
Gün Zileli, bu koşulların, Lenin’in ve Lenin’in öngörülerini iyi anlayan komünistlerin, dünya proleter (burjuva demokratik değil) devriminin örgütlenmesi ve yönetilmesinin ve Sovyet devriminin dünya devrimi olarak büyümesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak, ya da bu engellerin dünya komünist hareketine ve onun Komintern olarak kurulan, bir anlamda dünya komünist partisinin içine yerleşmesine engel olmak için kabul edildiğini görmek istemiyor ve aksine dünya devriminin boğulmasının nedeni sayıyor.
Aslında hangi dünya devriminden söz ettiğini de, 2.enternasyonalin oportünist artıklarına, reformist unsurlarına, sola (komünist bakış açısına değil, muhtemelen burjuva demokratik devrim için akanları kastediyor) aktıkları halde, Kominterne giriş bileti verilmediği şeklindeki ifadesiyle ilan etmiş oluyor. Yani yine yeniden, marifetini söylerken, sirkatini açık eden çingenenin rolünü çalmış oluyor.

Devam ediyoruz, ancak devam etmeden önce bir parantez açıp, Gün Zileli’nin çok kutsal bir tonla öne çıkardığı, işçi ve köylülerin kazanmak veya geri almak için ayaklandığı özgürlüğü üzerinde kısa birkaç not düşmek ve birkaç soruyu açığa çıkarmak istiyorum.
Engels, kendinden “önceki bütün özgürlük teorilerinin düzmece olduğunu söyleyerek, bu teoriler yerine, bir yandan ussal kavrayış, öte yandan da içgüdüsel kararların, deyim yerindeyse, bir orta güç oluşturmak için kendisine göre birleştikleri ilişkinin, deney aracıyla bilinen niteliğini koymak gerekir” diyen Dühringi eleştirdiği Anti-Dühringte, Özgürlük olgusu ve kavramı üzerine en açıklayıcı notları Hegel’in ortaya koyduğunu hatırlatarak, Hegel’e göre,”özgürlüğün, zorunluluğun kavranması” olduğunu ve Hegel’in, “Zorunluluğun ancak kavranılmadığı ölçüde kör” olduğunu söylediğini belirttikten sonra, Anti-Dühring’teki açıklamasını şöyle devam ettirerek,“istenç özgürlüğünün, ne yaptığını bile bile karar verme yetisinden başka bir anlama gelmediğini” vurgulayan Engels, “Buna göre, belirli bir sorun üzerinde bir adamın yargısı ne denli özgürse, bu yargının içeriğini belirleyen zorunluluk o denli büyüktür.” Der ve “ oysa çok sayıda çeşitli ve çelişik karar arasında, görünüşte canının istediği gibi seçen, bilgisizliğe dayanan kararsızlık, bununla özgür olmayışını, egemenliği altına alacağı şeyin egemenliği altında bulunduğunu göstermekten başka bir şey yapmaz.”diye devam ederek, , “öyleyse özgürlük, kendimiz ve dış doğa üzerinde, doğal zorunlulukların bilgisi üzerine kurulu egemenliğe dayanır; böylece o(özgürlük) ,zorunlu olarak, tarihsel gelişmenin bir ürünüdür.” Diye tamamlar. Ne kadar felsefi olursa olsun, yeterince açık değil mi? Ama bir o kadar da, Rusya’da iç savaşın yıkımı koşullarında, bulundukları tarihsel koşullarda taşıdıkları küçük burjuva bakışları ile işçi ve köylü grupların bunu anlayamayacağı da açık değil mi? Dahası hem ayaklanan işçi ve köylü gruplarının özgürlüğünden neyi anlayacağımızı, hem de kendisinin özgürlükten neyi anladığını Gün Zileli’nin anlatmadığı da açık değil mi?
Gün Zileli, kanıt uydurmaya doymuyor, tarihleri de karıştırıyor, iç içe sokuyor; içerde(Rusya’da) özgürlük diye ayağa kalkan işçilerden ve diktatörlükten söz ederek, devamına şubat-Ekim arasında toprak vaatleri nedeniyle ayaklanmaya omuz veren köylülere uygulanan “savaş komünizmi” ile köylülüğün Sovyet iktidarına karşı çıkmasını ve devrime yüz çevirmesini ekliyor. Yetmiyor, işçilerin ellerinden devrimci işçi komitelerinin alınıp, üretime sürülmesi ile devrimin bu üretimci uygulamalarla işçi sınıfı temelini kaybettiğini söylüyor. Bu da yetmiyor ve Rusya içindeki, periferi (merkeze karşı) milliyetlerin, kısa sürede, kaderlerini tayin etme vaatlerinin geçersiz olduğunu gördüklerini, içlerine kapandıklarını veya milliyetçi reaksiyon içine girdiklerini vaaz ediyor. Bu vaazlardan sonra da, herhalde bunun sonucu niyetine, özgürlüklerin lağvedildiğini(lağvedilen bu özgürlüklerin ne olduğu ise belli değil), özgürlüğün yerini ÇEKA (Sovyet devletinin güvenlik teşkilatı- kuruluşu Ekimden iki ay sonra 20 Aralık 1917 dir.)baskısının aldığını, tek pati diktatörlüğünün tüm partileri yasa dışına sürdüğünü, Kronstad ayaklanmasına gönderme yaparak, bu ayaklanmadaki bahriyelilerin devrimci olduklarını ve ayaklanmanın da devrimci olduğunu kabul ettirmeye çalışırken, bu ayaklanmanın bastırıldığına gönderme yaparak, askerlerin yeniden çarlık ordusu disiplinine sokulduklarını vaaz ediyor. (Kronstad ayaklanması, Sovyet iktidarına karşı başkaldırıdır. Ekim devriminin, iç savaşı zaferle kazanıp, Sovyetlerin iktidarı alması ile sonuçlanması savaş komünizminin hem nedeni, hem de sonucudur. Ancak zaferle beraber ekonomik yıkım da gelmiştir. İşte, Kronstad ayaklanması da, diğer ayaklanmalar ve yer yer köylü ayaklanmaları da, bu savaş komünizminin bir sonucudur. Yıl 1921in Mart’ıdır.) Gün Zileli, Bütün bunların olmasına Lenin’in izin vermesini ise, kitlelere değil, partiye güvenmesine ve Marksizm’in temel taşlarından olan “üretici güçleri geliştirme” mantığına tabi olmasına bağlıyor. Böylece, hem Lenin’e, hem de Marksa vurarak, Lenin’in parti diktatörlüğü ile yani zorla üretici güçleri yani teknolojiyi ve işçi sınıfını geliştirmeyi öngördüğünü, bunun da yanlış olduğunu vurguluyor.
Gün Zileli bunları diyerek, hem yalan söylüyor, hem çarpıtıyor, hem de bilgisizliğini kanıt olarak göstermeye devam ediyor.
Şimdi bu dediklerini bir kenara koyup, Lenin’e ve Kominternin 2. kongresinden sonraki Sovyetlere bir bakalım; 1.dünya savaşı ve onu izleyen iç savaş, ekim devriminin, yıkıma uğramış bir ekonomiyi devralmasının ve restore etmekle karşı karşıya kaldığı zaman dilimidir. Yıkıma uğramış ekonominin en hissedilir zaman dilimi 1920 yılıdır ve 1921 başına kadar devam ediyor. Ayaklanmalar ve bu yıkıma çözüm arayışları da aynı zaman dilimindedir. Lenin, çözümü NEP (yeni ekonomik politika)te buluyor ve bu, Gün Zileli’nin işaret ettiği gibi bir özgürlük sorununun çözümü değildir, bir pratik zorunluluktur ve teori katına yükseltme eğilimi ile birlikte geliyor. NEP, ekonomik yıkımın zorladığı bir geri adımdır. Ve bu geri adımı kalıcı kılmak, teori olarak benimsetmek isteyen güçler pusudadır. NEP üretici güçlerin geliştirilmesi ve ekonomik yıkımdan çıkıp, batıya yani emperyalizme yetişmek ve de geçmek için yapılan ekonomik bir restorasyon idi. (sürekli devrim dinamiğinin içinde sayamıyoruz) Gün Zileli’nin, üretici güçlerin geliştirilmesi ilkesine karşı çıkması ve Sovyet sosyalizmini 70 yıl beklemeden, 100 yıl sonra, daha o ekonomik yıkımla karşı karşıya kaldığında yıkıldığını kanıtlamaya çalışması bundandır. Yani NEP te politik restorasyon bulamadığı içindir. Politik restorasyon, NEP in, kalıcı bir teori haline getirilmesidir. Lenin bunu yapmıyor ve özellikle bunun için, sol komünizm yapıtında, şunu söylüyor, “…evet NEP sağa doğru kaymaktır, ama bu geçicidir ve pratiğin zorlamasıdır, bunu teori haline getirip, sıkı sıkı politik olarak sarılmak isteyenler için bizim proletarya diktatörlüğümüz vardır.” Gün Zileli’nin kendine göre yorumladığı ya da yansıtmaya çalıştığı yani, Lenin’in “kitlelere değil, partiye güvendiği” savı, bu noktaya dayanıyor.
Nereden bakıldığı ile ilgilidir diyoruz ve Gün Zileli’nin tam da batının gözüyle baktığının görüldüğünün altını çiziyoruz. NEPin, ekonomik yıkımın zorlamasının sonucu olduğunu görmezden gelip, proletarya diktatörlüğünün bir parti diktatörlüğü olduğunu vurgulamaya çalışıyor. Ve aslında Zileli, NEP in kalıcı olmamasına hayıflanıyor.
Lenin’in, NEP e yönelmesini tetikleyen nedenlerden birisi de, Avrupa’da beklenen devrimden ümidini kesmesine neden olan gelişmeleri, ya da gerilemeleri görmesidir. Bunu gördükten sonra Sovyet sosyalizmini korumaya yöneliyor. NEP’le aynı zaman diliminde, komşuları ile dostluk anlaşmaları, emperyalist bir ülke olan İngiltere ile ticaret anlaşması imzalıyor. Ve içerde proletarya diktatörlüğünü, Kominternde 21 koşulu dünya proleter devrimi için ve bunu garantilemenin koşullarını yaratmak için Sovyet devriminin korunması ve geliştirilmesinin güvencesi olarak görüyor; bunu sol komünizm-çocukluk hastalığı kitabında enine boyuna açıklamaya çalışıyor. Lenin, NEP i, sosyalizmin ekonomi politikasında büyük savaşı kazanmak için geçici bir geri çekilme, parti politikasında ve ideolojide ise bir hücum olarak değerlendiriyor. “sınıfları ortadan kaldırmanın yalnızca büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin egemenliğine son vermek olmadığını, bunu kolaylıkla yaptıklarını” söylüyor ama “ bunun aynı zamanda küçük meta üreticilerini ortadan kaldırmak demek olduğunu” da vurguluyor. Şöyle devam ediyor “ ve onlar atılamazlar veya ezilemezler, onlarla birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız. Onlar çok uzun, yavaş ve sabırlı örgütsel çalışmalarla değiştirilebilir ve yeniden eğitime tabi tutulabilirler” işte NEP in anlamı budur. Lenin Gün Zileli’nin savladığı gibi, iradesini ve otoritesini bir diktatörce ve öngörüsüzce tüketmiyor, her hamlesinde hem kendinin, hem de Sovyetlerin nesnel iradesini ve otoritesini artırıyor.
NEP, Rusya’da bir deniz misli duran küçük burjuvazinin ekonomik açıdan ( politik ve ideolojik açıdan değil) ayakta durması için alınan önlemleri ifade ediyor. Bu Sovyet devrimini ekonomik, politik ve ideolojik olarak ileri sıçratmak için zorunlu oluyor. Lenin’in yaptığı, iradesini ve otoritesini bu zorunluluğu Sovyet devrimini ileriye sıçratmak için kullanmaktır. Yani Gün Zileli ismini kullanan yeni Dühring, Lenin’in iradesini ve otoritesini kullanamadığını savlarken halt ediyor.
Lenin, NEP’le beraber, yani NEP zamanını, Proletarya diktatörlüğünü işleterek, Bolşevik partinin ideolojik düzeyini yükseltme zamanı olarak değerlendiriyor. Ve Bolşevik parti içinde küçük burjuvaziye karşı ciddi bir mücadele başlatıyor. Gün Zilelinin kızdığı noktalardan biri de burasıdır ve Batının bakışı ile tamamen uyumludur. Batı şimdi neden kendisini kovuyor düşünmek gerekiyor. Bir uyumsuzluk var ve uyumun, bu uyumsuzluğun ardından gelenlerle kurulacağına inanıyorum.
NEP kısa sürede, yıkım içinde olan ekonomiyi, savaş öncesinin % 20 si düzeyine gerilemiş ekonomiyi, savaş öncesi durumuna döndürüyor. Demek ki köylü ayaklanmalarını da( küçük burjuva niteliğini kimse yadsıyabilir mi) , onlara katılan küçük meta üreticilerini de ve elbette Kronstad ayaklanmacılarını da tetikleyen, iç savaşın ve savaş ekonomisinin genç Sovyetlerdeki ekonomik yıkımı tetiklemesinin sonucu olduğu ve Lenin’in politik dehası ve iradesi ile otoritesini en iyi şekilde kullanması, hem bu ayaklanmaların maddi temelini ortadan kaldırmış, hem de onları büyük oranda, Sovyet devrimine kazandırmış olduğu açıklıkla görülüyor. Ve sosyalist inşanın temellerinin, Gün Zileli’nin uydurduklarının aksine, ilk beş yıllık ekonomik planın sonunda atıldığı görülmektedir.
Nasıl olacaktı, üretici güçler gelişmeden, komünizmin, üzerinde herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacı kadar yazan bayrağının asılacağı bolluk ve bereketin şırıl şırıl aktığı sosyalist coğrafyaya nasıl ulaşılacaktı. İnsana boş vakit bırakacak, hem boş vaktini, hem de çalışma zamanını hoş zamana çevirmesi için gerekli bolluk yanında, gerekli zaman nasıl kazandırılacaktı. Bunun için teknolojinin ve işçi sınıfının her açıdan geliştirilmesi gerekmiyor muydu? İşçi sınıfının kendisini de, yarattığı erk mekanizmasını da ortadan kaldıracak bir misyonla yüklü olduğunun ve bunun gerekli olduğunun bilincine varması nasıl sağlanacaktı? Dahası tek ülkede sosyalizmi, etrafı emperyalist kalelerle ve kapitalist adacıklarla çevrili Sovyet sosyalizmini korumak bir yana, ilerletmek, bu adacıklar ve kaleler karşısında güçlü kılmak, tek ülkede sosyalizm olgusunu dünya devrimine yükseltmek için, bu kalelerdeki ve adacıklardaki ulusal kurtuluşları için, sömürgelikten kurtulmak için ve elbette sosyalizm için mücadele eden halkları, işçi sınıfını ve politik hareketleri, bu gücün desteği ile daha bir savaşkan hale getirmez mi idi ve getirmedi mi?

Öyleyse, Gün Zileli’nin sırf Marksizm ve Leninizm’e duyduğu kinine kılıf bulmak için, bilimselliğini bir kenara bırakalım, sıradan bir aklın mantığının bile kabul edebileceği bu gerçekliği görmezden geldiği belli olmuyor mu?
Rusya’daki ‘periferi’ milliyetlerin, kaderlerini tayin etme vaatlerinin geçersiz olduğunu görmelerinden söz ederek, kanıt biriktirmeye çalışmasını ise, bu konu başlı başına bir yer kaplayacağı için, Gün Zileli’yi gülünç ve acınası yaptığını belirterek geçiyorum.
Gün Zileli Dühringliğe devam ederek, kendi soruyor, kendi cevaplıyor. Şöyle; “peki ne yapılsaydı? “ diyor, bazıları böyle soruyormuş,” bu tedbirler zorunlu değil miymiş? (böyle bir sorunun yani ‘baskı tedbirleri’ zorunlu değil miydi sorusunun sorulması da pek mümkün değil, tümüyle manipulatif bir sorudur, çünkü o dönemi doğru değerlendirenlerin, ortada otoriter bir baskı tedbirinin olmadığını bilmesi bir yana, böyle bir soru ile gelmesi mümkün görünmüyor) Cevap peşin peşin geliyor ve şudur; Zileli,“hayalci değiliz” diyor. Yani ‘ baskı tedbiri’ alınmasaymış ne olacağını bilecek kadar hayal gücü yokmuş. Bunun için hayal gücüne gerek var mı? Elbette, Gün Zileli’ye göre otoriter, diktatörce baskı tedbiri olarak nitelenen, proletaryanın iktidarını, bu iktidarı elinden aldıklarının, egemenliğine son verdiklerinin saldırılarına karşı ama daha çok büyük bir denizi andıran küçük burjuvazi ile birlikte yaşamanın getirdiği sorunları çözmedeki ekonomik ve politik ve de ideolojik önlemler alınmasaydı, Sovyet sosyalizmi 70 yıl yaşayamazdı. Bunu görmek için hayal gücüne gerek yoktur. Ama Gün Zileli’nin söylemeye çalıştığı, hatta söylediği şudur; “olabilir ki, kuşatmalarla ve komplolarla Sovyetler Birliği yıkılabirdi, ama şanı yürürdü ve o zaman devrim tüm dünya yüzünde dev dalgalarla yeniden ve yeniden gelip kapitalizmin burçlarına çarpardı” diyerek, birden bire hayal gücünü çalıştırıyor. ‘Başka ne yapılsaydı’ diye sorulunca, hayalci değil ama ‘ne yapılmasaydı’, sorusuyla hayal gücü hemen devreye giriyor. Hem de,100 yıl sonra ve emperyalist-kapitalist dünyanın eskisinden çok daha fazla Sovyet modelli sosyalizmden korktuğu ve önlemlerini hem sıkılaştırdığı, hem de ince yöntemlerle desteklediği ve bir kapitalist ülkeden kendi ifadesiyle, ekonomik nedenlerle kovulmaya çalışıldığı bir zaman diliminde, aklına kapitalizm var oldukça sürekli barışın ve özgürlüğün hayal olduğu aklına gelmiyor ama Gün Zileli’nin bugün, “yapılsaydı” diyerek hayal dünyasına yerleştirdikleri nedeniyle tarihten silinen 100 yıl önceki Sovyet sosyalizmi, Lenin ve Stalin geliyor, bütün günahları yüklemekle kalmıyor, bütün kinini kusuyor. Bu durumda, İnsanın sen kimi kandırıyorsun ve ek olarak 50 yıldır neredeydin diyesi geliyor.
Gün Zileli, hayal gücünün etkisinin eksik kaldığını fark etmiş olacak ki, devreye ÇEKA’yı, GPU yu, NKVD yi sokuyor, konunun hem vahametini artırıyor hem de daha sağlam kanıtlar ileri sürdüğünü göstermeye çalışıyor. Hiçbir noktayı atlamamış görünüyor.
Gün Zileli, bütün bu bilgisizliği üzerine inşa ettiği kanıtlardan sonra, ileri sürdükleri ile hayal gücünü çalıştırmaya devam ediyor. Eğer eskinin karnından çıkan, eskinin doğum izlerini taşıyan yeninin, salimen ilerlemesi için, eskiye karşı, yeninin içindeki eskiden kalanlara ve hâlâ ayakta olan eskinin saldırılarına karşı alınan önlemler yerine, hangi önlemler alınabilirdi sorusunu kendisi ürettiği halde, hayalci olmadığı yollu bilgiçlik yaparak savuşturan Gün Zileli, dönüyor, başka ne yapılabileceğini anlatmaya çalışıyor ama bu kez de başka kanıtlar ileri sürüyor. Şöyle diyor; “ eğer Lenin ve Bolşevikler, gerçek Sovyetleri ve yerel emekçi inisiyatiflerini bastırmak ve gasp etmek yerine (bir taraftan hareketlerini baskı ile kısıtladığı, diğer taraftan da ele geçirdiği gerçek Sovyetlerin ve yerel insiyatifilerin varlığını ima ediyor. Söz ettiği Sovyetler gerçek ise, Lenin’in adına yazılan Sovyetler sahte oluyor demektir. Gün Zileli burada hayal gücünü zorluyor.) onların daha da gelişmesini teşvik etseydiler dünyanın çehresi başka olurdu “ derken, hem ‘gerçek Sovyetlerin’ ne olduğunu, hem de dünyanın çehresinin nasıl başka olacağını yani sosyalizmin komünizme mi ereceğinin, yoksa kapitalist ama özgürlükçü, çoğulcu bir demokrasinin mi hüküm süreceğinin, ya da özgürlükçü, demokratik bir sosyalizm mi olacağının cevabını hayalinin içine katmıyor. Muhtemelen, Sovyetlerin proletarya diktatörlüğünün ifadesi olduğunun üstünü örtüp, gerçek Sovyetlerin çoğulcu ve özgürlükçü bir yapıda olması gerektiğini kanıtlamaya çalışıyor.
“Devam ederek, eğer askerlerin gerçekten kendi kendilerini yönetmesini ve gerektiğinde ortadan kalkmasını teşvik etseydiler; “ diyor yine dünyanın çehresinin başka olacağını iddia ediyor. Hayalci olmayan biri için, oldukça güçlü bir hayal gücü olduğu görülüyor. Burada da, bugün Kemalist ordunun kendi kendini yönetmesinin yanlış olduğunu savunan birinin, Sovyet devletinin, orduyu kendi kendine bırakmasını savunduğunu görüyoruz. Ordu, kendi kendini yönetecek ama Sovyet devleti teşvik edince de, paşa paşa kendini ortadan kaldıracak, bunu bekliyor, beklememizi istiyor. Gorbaçov’un Batıya, açtığı deStalinizasyon kapısına rağmen, Batının uzun süre anlamadığı Batıya yakınlaşma, hatta bütünleşme çabalarını göstermek ve garanti vermek için tek taraflı Varşova Paktından vazgeçmesini ve dağıtmasını, dağıtır dağıtmaz da kapitalist restorasyonun gerçekleştiğini unutmuş görünüyor. Bu, Gün Zileli’nin hayaline yerleştirdiği ‘ ne yapılsaydı, nasıl olurdu’ sorusunun cevabına açıklık getiriyor. İşçileri de unutmamış, işçilerin “öz yönetim”ine izin verilseydi diyerek, hem çözümlemesinin başında ekim devrimine kafa yoran birkaç Marksist ve anarşistin devrimciliğine gönderme yapmış oluyor ve Sovyetler birliğindeki, dev kolhozların, sovhozların varlığını ve fabrikalardaki yönetimin giderek işçilere devredildiğini ama öte yandan 1930’lara gelene kadar işsizliğin devam ettiğini bilmiyor görünüyor. Ayrıca genç Sovyetler, iktidarı aldığında ve aldıktan sonra bir süre, devraldığı geri olduğu kadar, yıkık bir ekonomiyi, kapitalizmden kalan sorunların da baskısı ile düze çıkarmaya ve tek ülkede sosyalizmi hem korumak, hem içerde ilerletmek ve hem de, dışarıda dünya devrimi ile bağlamak görevi ile karşı karşıya kalıyor. Üstelik nicel ve nitel olarak da zayıf bir işçi sınıfına sahiptir. O kadar öyle ki, birçok devlet organında ve işletmelerde, önceki rejimden kalan yöneticileri kullanması yanında, kalifiye işçi sıkıntısını, köylüleri kalifiye işçi olarak eğiterek sağlamaya çalışılıyor ve bunun için kapitalist ekonomi politiğin eşitlik anlayışı uygulanmak zorunda kalınıyor. Oysa Gün Zileli, bunları hatırlamıyor bile ve Proudhon ağzıyla konuşup, anarşistlerden puan kazanmaya çalışıyor.
“Haddini bilmezlik, herkesi kendi inançlarının rehberi, kendisini yönetmek veya kendisini ve komşularını birilerine yönettireceği yasaların seçicisi yapıyor; kısacası kendi inancının, kendi eylemlerinin, bu eylemleri yöneten ilkelerin tek yargıcı durumuna getiriyor.” İfadesinin sahibi olan, 1900’lerin başında, devrimi virüs olarak gören ve önlemeyi/yok etmeyi görev olarak gören Metternich’in, ağzından hep bir dünya devrimi arayan ve bekleyen Lenin’i ve Bolşevikleri, yine Metternich’in ifadesiyle “…toplumu bir darbe ile hakiki nimetlerinden, hakiki uygarlığın meyvelerinden yoksun bırakma tehlikesini taşıyan bir haddini bilmezlik” olarak göstermeye çalışan, Gün Zileli, ‘hayalci olmayan’ kişiliği ile zorladığı hayal gücünün ürünleri olarak sıraladıklarıyla yaklaşan devrim virüsünün, hangi noktadan tehlike olarak yükseleceğinin işaretlerini, pişkin bir haddini bilmezlikle, Metternich’in memorandumu misli, hayalci olmayan kişiliğinin ürettiği hayaline yerleştiriyor. Böylece, neyi önlemeye çalıştığı, kime memorandum sunduğu açıkça görülüyor.
Gün Zileli, köylülerin toprakları istedikleri gibi işlemelerine de değinmiş, dünyanın çehresinin bambaşka olmasını sağlayacak yöntemlerden birisi de bu imiş. Oysa yukarda da değindim, Lenin NEP’e karar vermeden önce yazıyor ve küçük işletmelerden ve köylülüğün küçük burjuva yapısından söz ederek, bunun tarihte ilk olan Sovyet iktidarının karşısında en büyük tehlike olduğunu anlatıyor. Stalin de, köylülüğü kapitalist restorasyon için bir döl yatağı olarak görüyor ve kolektivizm mekanizmasına ağırlık veriyor. Tedbir budur, patır patır köylüleri asarak, ya da Gulag adalarına taş kırmaya göndererek küçük burjuvaların sayısını azaltmıyor. Fabrikalara devşirilmiş köylüden bozma işçilerde başlangıçta küçük burjuva kafasına sahiptir. O nedenle, kalifiye oldukça daha fazla ücret istiyor. Ve bu nedenle, Stalin eşitlikçi olmak zorunda kalıyor. Yani tam da, Gün Zileli’nin hayaline yerleştirdiklerine yaklaşıyor ama yine de bu, Sovyetleri ayakta tutamıyor. Bunların, Gün Zileli için önemi olmadığı görülüyor. Sovyet sosyalizminin yıkılmasının tam da Gün Zileli’nin hayaline yerleştirdikleri ile gerçekleştiğini, sınıfsız topluma geçene kadar, bunun şartlarındaki garanti sağlanana kadar, sınıf savaşının ve bu garantiyi sağlayacak proletaryanın görevinin bitmeyeceğini ve bunun yegâne mekanizmasının Sovyetler olduğunu Zileli hafızalardan silmek isterken, Batıya tehlikenin hâlâ bu noktadan geleceğinin memorandumunu sunuyor. Muhtemelen Batı,”biz bunu biliyoruz” diyerek, havuç bitti diye mesaj veriyor, Gün Zileli’nin, Sovyet sosyalizmine, Lenin’e ve Stalin’e ama daha çok da bu yönde yükselen potansiyele biriktirdiği kini, Metternicten de yardım alarak, Gün suretindeki Dühringliğe ile başkalarına aktarmaya çalışıyor.
Periferi ulusların kendini yönetmesi ve kendi kaderlerini tayin etme hakkına gelince, bunun için Lenin’den daha fazla, hatta onun milliyetçi tonunu da artırdığı suçlamalarına maruz kaldığı biçimde destek verildiği, mücadele edilmesi için çabalandığı söylenemez. Ancak Lenin, hiçbir zaman da bunun için yani bütün milliyetler periferi olsun, ille de kendi kaderlerini tayin etmenin sınırının ayrılma ve kendini yönetme sınırına dayanması için teşvik edilsin diye zorlanmasını da yönermemiştir. Elbette hayalci olmayan birinin hayal gücünü zorlamasından da böyle yalan yanlış ifadeler çıkar. Peki, bu ifadeler niye çıkar? Çünkü bugün, Lenin’e yazılan ulusların kaderini tayin hakkı üzerinden, yapılan ve dayatılan yanlışların doğru olduğu ancak böyle yani Lenin’in en doğru biçimde ele aldığı ve gerçekleştirdiği milliyetler sorununu Lenin’in çözmediğini, kaderlerini tayin etme hakkını vermediğini hayaline yerleştirerek kabul ettirilebilir. Gün Zileli için zor bir durum, bir taraftan bilmiyormuş gibi görünüp, bilgisizliğini kanıt olarak sunuyor, diğer taraftan, fazla iddialı tezlerini oturtacak maddi temel bulamadığı için yalancı konumunu ele veriyor.
Gün Zileli’nin bundan sonraki hayalleri tam bir çorbadır. “Özel farklı sosyalizm” denemelerinden tutalım da, “çoğulcu ve özgürlükçü sosyalizm” denemelerinin olanaklarına kadar bir dizi olanağın değerlendirilmediğini ve bu yüzden “dünyanın çehresinin bambaşka olmadığını” hayalen ifade eden Gün Zileli, dünya proleter devriminin gerçekleşmesinin, sanki Rusya’da iktidarı elinden alınan sınıf, herhangi bir mukavemete başvurmadığı halde proletarya zora başvurdu, Sovyetler sırf işçilerin nasır bağlamış yüreklerinden akan kötülüğün dışa vurumu için kurulmuş gibi, sanki ortada ya da ufukta bir dünya devrimi vardı da, ona madden ve manen destek olmayıp, silahla destek olunduğu için bu devrim gerçekleşmemiş gibi ve Sovyetler birliğindeki devrimin kazanımlarının (bunu Gün Zileli suretindeki yeni Dühringimiz, Rusya’nın çıkarı olarak niteliyor) dünya proleter devriminin çıkarlarından ayrı imiş gibi, Bolşeviklerin yanlış şiarları bayrak edindiğini ve 93 yıl önce ele geçen şansın, ele geçer geçmez kaybedildiğini hararetle savunur görünüyor.
Şu ifadesi ise evlere şenlik, sanki reformistlere, reformist olmadıkları halde, reformist denmiş gibi, sanki iki buçukuncu enternasyonalistler, ikinci enternasyonale yaklaşmamış gibi ve daha sonra sosyalist işçi enternasyonali ile birleşmemiş gibi, yani iki buçukuncu nitelemesini hak etmiyormuş gibi iki buçukuncu denildiği ve reformist denildiği için şimdi dünyanın çehresi bambaşka olabilecekken, bu fırsat elden kaçmış Gün Zileli’ye göre. Demek ki, bilgisizliğini referans yapan birinin, bilgili olduğunu da kanıtlamaya çalışması kolay olmuyor. Dühringi bile şaşırtacak zırvalar tarihe geçiyor.
Ama hakkını yememek lazım, en best seller zırvasını Zileli, hayalinin bir yerine, (gerçi daha asmadan bu hayalden vazgeçiyor ve işin içine bütün bu ihtimallerin içindeki güçlerin Sovyetlerdeki savunma sistemini ÇEKA dan da, kızıl ordudan da daha mükemmel işleteceğini savunuyor ama) bütün bunların ülkenin savunma sistemini zayıflatacağı ihtimalini de asarak gösteriyor ; “devrimin kendi menfaatlerine olduğunu kitlelerin görebileceğini ve Sovyet ülkesini en iyi şekilde savunacağını” da vurgulamış oluyor. Ama bu zırvasında bir hakikat de var; Lenin bunu, daha o zaman, yani Nisan ayında, şöyle ifade ediyor, bilim ve pratik politika açısından tüm gerçek devrimlerin başlıca özelliklerinden birisi, politik yaşama ve devletin örgütlenmesine aktif, bağımsız ve etkin olarak katılmaya başlayan ‘sıradan yurttaş2 sayısındaki olağanüstü hızlı, ani ve dik artıştır.” Ama Gün Zileli’nin ilgilendiği ve işaret ettiği bu değildir, onun (Gün Zileli’nin) “devrimin kendi menfaatlerine olduğunu kitlelerin görebileceğini ve Sovyet ülkesini en iyi şekilde savunacağını” vurgulayarak,”Sovyetlerdeki savunma sistemini ÇEKA dan da, Kızıl Ordudan da mükemmel işleteceğini” eklemesi şu demektir, devrimin Lenin’e de, komünist partisine de ve elbette kendi öz anlamı ile Sovyetlere de ihtiyacı yoktur. Kitleler, reformisti, sosyal demokratı, oportünisti, anarşisti, revizyonisti, ekonomisti, burjuvazisi ile hep beraber çoğulcu ve özgürlükçü bir şekilde dünya devriminin güçlerini biriktireceklerdi ama komünistler engel oldular. Gün mantığın bu şekilde çalışmasını istiyor. Muhtemelen bu çoğulculuk çorbasında komünistlere yer yok, özgürlük de onlar için uygun değil, çünkü çorbanın lezzetini bozuyorlar.
Sovyetlerde eski düzenin yeni düzenle barış içinde yaşamaya en çok ihtiyacı olduğu bir zaman diliminde, bunun yeni düzenin eski düzene dönüş kapısı olduğunu komünistler göremediler ve bir süre, Gorbaçov’un sonuna kadar açtığı bu kapının açık kalmasına sosyalizm adına destek verdiler, en azından bu kapıyı kapatmanın gerekliliğini ve can alıcı önemde olduğunu düşünemediler.
Kapitalizm bu kapıdan girdi ve şimdi “komünizmden hep nefret ettim” diyen Gorbaçov’un, son darbeyi vurduğu Sovyet sosyalizminin yıkımını gerçekleştiren kapitalist restorasyonu tamamladı.
Şimdi Sovyet sosyalizminin tarihten silinmiş bir zaman diliminde yaşıyoruz. Silinen Sovyet sosyalizmidir, sosyalizm değildir.
Buraya kadar geliştirdiğim eleştirel çözümlemeler, Gün Zileli gibilerin tarihten silinenin sosyalizm olmadığını, Sovyet sosyalizmi olduğunu, o nedenle yaşayan ve canlanarak ilerleyen sosyalizmin, Sovyet sosyalizminin yanlışlarının ve eksikliklerinin farkındalığı ile bugünün, yani 21. yüz yılın Marksizm’ine bıraktığı ileri seviyeden yükseleceğini gördüklerini, bu gördüklerini onlardan çok önce gören Batıya, emperyalizme, tekellere Metternich’in memorandumu misli hatırlatmak için, Dühringliğe soyunduklarının, sırf yalancılıkları açığa çıkmasın diye, bilgisizliklerini kanıt olarak gösterdiklerinin hikâyesidir.
Bunu gösterebildiğime inanıyorum ve görülebileceğini umuyorum.
Fikret Uzun

Hiç yorum yok: