II.BOYKOTA KARŞI MEKTUPLAR
Karşı Devrim de Bir Devrimdir
Karşı devrim, Kemalizme, laisizme ve
cumhuriyete hücum ile ve seçimle geldi.
12 Mart’ı mı,12 Eylülü’mü yoksa 28
Şubat’ı mı başlangıç almalıyız ki arada 1993 Çiller seçim darbesi de var, bunu
bilmiyorum; belki 12 Mart, belki 12 Eylül, belki 28 Şubat, ama kesinlikle 2002
Kasım değildir; bu tarihe kadar zaten karşı-devrimin yarıdan fazlası, tekellerin
mutfağında ve yüksek kemalist kadroların ve şimdilerde “yetmez ama evet”çilikleriyle
anılan,12 Eylül ile birlikte TC’nin şefkatli kollarına koşan sahte sol gömlekli
azap zebanilerinin, elleriyle pişirilmişti.
Pişirilmiş, böylece de AKP ve
Erdoğan’ın kucağına bırakılmıştı.
Hepsi ama hepsi, yönetimindeki TC’nin
ileriye gitmesinden, böyle giderse cumhuriyeti bir türlü terbiye edemedikleri
komünistlere kaptırmaktan korkan, Kemalist yüksek kadroların, yönetimi dinci
akımlara teslim etmesi, cumhuriyetin kurucu partisini deforme etmesi ve giderek
tasfiye etmesi, birlikte Kemalizme ihanet etmesi, hücuma geçmesi sonucu
gerçekleşmiştir.
Ve büyük bir tahribatla bugünlere
gelmiştir.
Karşıdevrim elbirliğiyle bugüne
ilerletilirken, “Kemalist vesayet rejimi” ne karşı koca bir toplum vesayet
altına alınırken, vasat bir “politikacı” nın “halife” pelerini kuşanmasını
sağlayan bir darbenin peşinden en çok,“darbelere karşıyız”, ”darbelere dur de”
, “kahrolsun cumhuriyet”, ”kahrolsun laisizm” haykırışlarıyla ve de anti-komünist,
dinci örgütlerle ittifak halinde, hatta kol kola, liberaller ve ondan daha az
olmamak üzere, komünist parti artıkları ve peşlerinden giden vurgun yemiş
solcular, sosyalistler ve de “demokrasi” yi kendileri için iyi-dua,
karşıtları için, hatta ezilen ve sömürülen sınıflar, halklar için bile bet-dua
niyetine dilinden düşürmeyen Kürtler gitmiştir ve bu eserlerin önünde devam
ettiklerini kanıtlamak için, dağa, taşa cumhuriyetin halifelikten daha kötü,
daha adaletsiz, daha anti-demokratik, daha hukuk-dışı vb. masalını yazmışlar ve
herkesi, “cumhuriyet” diyerek kirlenmekle korkutmuşlardır!
Şimdi, karşı-devrim, bugünün tarih
sahnesinde, Tanzimat öncesi bir ortaçağ karanlığının resmini taşıyan tabloyu
örtmek üzere iğreti bir biçimde monte edilmiş, vatan, millet, Sakarya ve bayrak
ve cumhuriyet tablosunda görüldüğü gibi, takılıp kaldığı eşikte eşelenip
dururken, eşelendikçe de eşiğin üzerindeki tümsekleri yükseltmekte,
güçlendirmekte ve kendisi de güçten düşmektedir; düşmüştür.
Artık cumhuriyetten bir şey kalmamış
ama yerine başkası da konulamamıştır ki bu, “yeni” rejimin, dinci-gerici,
osmanik-islamik 12 Eylül karşı-devrimi olarak hukuki zemininin kurulamamış
olması demektir.
Gücü, kendisinden daha çok, başta
Kürt siyaseti olmak üzere, “muhalefet” gömlekli bilumum sacayaklarının açık
ve/ya da sinsi desteğinden gelen dinci-gerici, osmanik-islamik rengi ile iki
arada bir derede misli sallanan “Yeni” rejimin güçsüzlüğünün katsayısı bu denli
yüksektir.
Sacayaklarının henüz, gövdesi üstüne
düşmesine neden olacak şekilde desteğini çekmemiş olsa da, kendi ayaklarının
birinin çukurda olması sebebiyle, oldukça belirleyici bir şekilde sarsılmasına,
dengesini kaybetmesine neden olduğu ve ayaklarını çukurdan kurtarmak diğer
ayaklarına sağlam basma ihtiyacına yaslandıklarından, “yeni” rejimin, gövdesi
üzerine yumuşak bir düşüşe doğru yuvarlanması kuvvetle muhtemeldir.
Evet, 27 Mayıs ihtilâli, burjuva
Cumhuriyet’i sürdürülebilir hale getirmek için gerçekleşmişti; gerçekten de en
uç noktasına kadar ilerletti ve oradan itibaren geri çekilerek, önce 12 Mart ve
ardından 12 Eylül darbesiyle artık tekelciliğin zirvesine çıkan burjuvazinin
kendi yasallıklarını bile reddederek, burjuva rejimini kendi sınırlarının da
gerisine çekme ameliyesi, yani burjuva Cumhuriyet’in çökertilmesi ve yerine
Tanzimat öncesi bir ortaçağ karanlığının yerleştirilmesi ameliyesi başlamış bu
ameliye ile bu ameliyenin nihayete ermesinin garantisi için kurulan Eylülist
rejimin çeşitli seçim ve darbe hamleleriyle önemli oranda kotarılarak, Erdoğan
ve AKP’nin kucağına bırakılmıştır.
Velhasıl, 27 Mayıs İhtilali, burjuva
cumhuriyet’i sürdürülebilir hale getirmek için önce ileriye, demokratik
devrimin en son noktasına kadar uzanıyor; akabinde kendisinin vardığı bu
noktadan ürküyor ve tarihsel olarak burjuva topraklarının da çok gerisine
çekilmek için, kendi varlığına bile hücum ederek, geriye, ortaçağ karanlığına
doğru ilerliyor; 12 Mart ve 12 Eylül bu geriye doğru çekilmenin en önemli
başlangıç halkalarıdır ve bu gerilemenin yerleşmesi için bazen bir adım ileri,
iki adım geri ihtiyacından doğan taktiğini, bazen de sürekli bir geriye
ilerleyiş içinde ki tarihe Çiller darbesi olarak kaydedilen 1993 seçimleri ve
28 Şubat darbesi bu geriye ilerleyişin, yani karşı-devrimin diğer yerleşme,
pekişme, konuşlanma halkalarıdır ve en sonu 3 Kasım 2002 seçim darbesine
ulaşılmış, buradan itibaren de cumhuriyetle birlikte bütün yapı ve kurumlar
çökertilerek son derece orijinal bir eşiğe gelinmiştir.
Karşı-devrim bu eşiğe gelmiştir ama
bu eşikten ileriye gidememekte bu eşikte cumhuriyetçilerden daha cumhuriyetçi
bir renge bürünerek eşelenmektedir; eşelendikçe eşiğin üzerindeki tümsekler
yükselmektedir ve yükselmiştir; öyle ki üzerinde bir Tanzimat öncesi ortaçağ
karanlığının diktatörlüğü konuşlandırılarak çökertilen cumhuriyetin rengine bürünmeden
o eşiği tutmaları bile mümkün olmamaktadır; sıkıntı, yükselen tümseklerden
yükselmektedir ve tümsekler pek öyle kolay düzlenecek gibi görünmemektedir;
öyleyse sıkıntı eşiğe dönmüştür.
Kemalistleri ve kemalist yüksek
kadroların yönettiği cumhuriyeti çökerten karşı devrim, bu eşikte eşelenirken,
toplumun önemli bir bölümü, oranı yüksek bir sol renkle kemalize olmuştur;
şimdi kemalizmin ve cumhuriyet düşmanları düşmanlıklarını örtmek için, kemalci
ve cumhuriyetçi renge bürünmeye çalışmaktadırlar ve bu halkın kemalize olma ve
sol rengini artırma katsayısını daha çok yükseltmektedir.
Tümseklerin, eşiğe yönelik bir
hücumla düzlenmesi olasıdır; bunun yerine, eşikte tıkanıp kalan rejimin
geri çekilmesi anlamına gelen, eşiğin geriye çekilmesine yönelinmesi sıkıntının
göründüğünden çok daha büyük olduğuna işarettir.
Öyleyse eşiğin geri çekilmesine
yönelik hücumda,
bitaraf değil, hem taraf olmak yerindedir; bu tümüyle politiktir.
Öyleyse, kahrolsun cumhuriyet
düşmanları, yaşasın cumhuriyet!
Peki, sosyalist mi, tekellerin
cumhuriyeti mi?
İkisi de değil ve laik, demokratik,
devrimci cumhuriyet; Kürt ve Türk emekçilerinin birlikte kuracakları
halkçı-devrimci-emekçi cumhuriyet yerindedir ve sosyalizm düşmanlığı
içermemektedir; dışlamamaktadır.
Seçim mi?
12 Eylül faşist darbesi ile birlikte
konuşlandırılan Eylülist rejimin ki tekellerin egemenliğinin
konuşlandırılmasıdır, yerleşme sancısı çektiği her dönemecinde seçimler bir
darbe misli uygulanmış, uygulanamazsa, darbeye ya da en azından darbemsi
oyunlara başvurulmuştur.
Dinci-gerici, osmanik-islamik faşist
diktatörlüğü konuşlandırılarak, önemli bir eşiğe, ya da kavşağa getirildiği
Eylülist rejimin son halkası olan AKP-Erdoğan iktidarında ilerleyen süreçte
olduğu gibi bugün de değişen bir şey yoktur.
Çünkü artık seçim ile darbe özdeşleşmiştir.
Bugün seçim karşı-devrimci oyunun son
halkası ise, düzlemi hukuki değil, karşı-devrimcidir ve oyuna katılmak,
karşı-devrime karşı, devrimci bir zeminde konuşlanmanın, karşı-devrimin hukuki
zeminine geçit vermemenin ilk adımıdır; bu, tümüyle politiktir.
Tümsekleri eşikle birlikte düzleyip
aşmak için bir seçim oyununa daha başvurması, eşiğe dayanmış karşı-devrimin,
ister-istemez geriye çekilerek, karşı-devrimin zemininde yine ister-istemez
küçük de olsa kapaklar açması demektir; işte seçimin öncekinden hiçbir farkı
yokmuş görünse de, bir değişimle sonuçlanması demek, bu kapakların açılması
demektir ve seçime dâhil olmak demek, bu kapaklardan devrimi sokmak ve devrimci
bir zemin yakalamak demektir; tersi, karşı devrimin tıkandığı eşiği, üzerindeki
tümseklerle birlikte düzlemesi ve karşıya geçmesi demektir; karşıdaki zemin
artık hukuki olacaktır ve karşı-devrimin hukuku tamamlanmış olacaktır.
Elbette dünyanın sonu olmayacaktır,
devrimci savaş yine devam edecektir ama hukuksuz bir karşı-devrimci zemini alt edemediysek,
hukuki bir karşı-devrimi alt edebilmemiz, ham hayal olmasa da, acılarla dolu
oldukça uzun bir yol kat etmeyi zorunlu kılacaktır.
Demek ki, oyuna dâhil olup, açılan
kapaklardan içeri girerek devrimci bir zeminde konuşlanmak için fırsat yaratmak
yerine, sonucu en baştan değişmez bulup, sonucu değiştirme kudreti
yaratmayacağı baştan belli olan bir ”Boykot” iradesi, “sonucun
değişmezliği “ konusunda haklı çıkacak ama “BOYKOT”un değiştirme gücü konusunda
haksız ve yanlış çıkacaktır.
Marks, Bonaparte’ın 18. Brumaire’inin
son cümlesinde şöyle diyordu:
”Durumunun gerektirdiği çelişkilerin
baskısı altında, bir yandan Napoleon'un yerini dolduracak kişi olarak, bir
hokkabaz gibi, kamuoyunun gözünü kendi üzerinde tutmak zorunluluğu altında,
sürekli şaşkınlık yaratarak, yani her gün minyatür bir hükümet darbesi yapmak
zorunluluğu altında, Bonaparte, bütün burjuva ekonomisinin altını üstüne
getiriyor, 1848 Devrimi için ihlâl edilmez görünen her şeyi ihlâl ediyor;
kimilerini devrime boyun eğmiş, kimilerini de devrim ister duruma getiriyor ve
hükümet mekanizmasından hükümet mekanizması halesini çekip çıkartarak, onu hiçe
sayarak, onu aynı zamanda hem rezil hem de gülünç ederek bizzat düzen adına
anarşi yaratıyor.
Ama imparatorluk pelerini en sonunda
Louis Bonaparte'ın omuzlarından düştüğü gün, Napoléon'un tunçtan heykeli,
Vendöme dikilitaşının tepesinden gümbürtüyle devrilecektir.”
Gerçekten de, Marx, 18. Brumaire’in
2.baskısına önsöz yazarken, Louis Bonaparte'ın 1848 devrimi bastırıldıktan
sonra seçimle geldiği devlet başkanlığı koltuğunda, 1851 yılı Aralık ayında bir
darbe ile imparatorluğunu ilan ederek giydiği imparatorluk pelerini,
omuzlarından düşmüş, tunçtan heykeli, gümbürtüyle devrilmişti.
Türkiye’de de ve öteden beri,
darbenin gerekli olmadığı zamanda seçim yapılıyor, seçimin yetmediği dönemde
ise darbe geliyor ki ikisinin de darbe olduğu artık kendiliğinden anlaşılıyor.
Türkiye bugün de erken ya da baskın
bir seçimle darbeye hazırlanıyor!
Peki, darbe kime vurulacak?
Yani seçim darbesi, mevcut iktidarın
boynuzlarını mı kıracak, yoksa boynuzlarını güçlendirip, bir kez daha işçi ve
emekçilerin tepesine mi inecek?
Yani kime “iyi yolculuklar”
diyeceğiz, cumhuriyete mi, cumhuriyeti tepeleyip, öteki tarafa geçmek için
eşikte eşelenen “yeni” rejime mi?
Hep sözümüzdür, hep gerçekleşmiştir,
yine gerçekleşecektir.
Fikret Uzun
13-Mayıs-2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder