KARANLIĞIN MİHMANDARLIĞINA BİAT İLE AYDINLIĞIN
ÜZERİNİ ÖRTMEK Mİ KOLAY, KARANLIĞA İNAT AYDINLIĞI ARAYIP BULMAK VE KARANLIĞI
DAĞITMAK MI ZOR?
İşte, tam da bunu söylüyorum!
Doğrunun bir özelliğini alıp, somut durumdan
koparmak ve eğip- büküp, yarım-doğru haline getirerek, yani en sinsi yalan, ya
da demagoji haline getirerek modelleştirmek, böylece de gerçeğin üzerini kalın
bir sis tabakası ile örterek, son derece sinsi bir yalanı “gerçek” olarak kabul ettirmek, daha doğrusu
geriletilmiş ya da bir doğmaya teslim olmuş akıllara kakmak!
İşte onca zamandır karanlıkla Katolik nikâhı kıymış
sahte sol gömlekliler ve elbette bir Amerikancı “çözüm”ün muhipleri Kürt
aktivistler, gerçeklerle böyle mücadele ediyorlar.
Oysa çok açıktır ve gerçekten beş yaşında bir
çocuğun dahi anlayacağı basitlikte bir bilgidir ki, kapitalist emperyalist sistemin, tekelci
kapitalizmin bir yönetici sınıfları, bir de yönetilen sınıfları vardır ve yöneten
sınıflar egemen sınıflardır; yönetilen sınıflar ise ezilen ve sömürülen
sınıflar olarak yönetimde bir ortaklığı ve dahli olmayan sınıflardır.
Öte yandan egemen sınıfların bir de ideolojileri
vardır ki bu da beş yaşında çocukların anlayacağı basitlikte bir bilgidir;
bunun, Türkiye’de dün Kemalizm olduğunu ve yönetimde de bu ideolojiyle hareket
eden Kemalist yüksek kadrolar olduğunu ve sistemli bir biçimde dinci akımları
ve dinci-gericiliği güçlendirdiğini; bugün ise Kemalizmin hiçbir egemenliğinin
kalmadığını, Kemalist yüksek kadroların da yönetimde egemenlikleri olmadığını;
egemen sınıfların, yani yönetici sınıfların yani büyük zenginlerin, egemen
ideolojisinin ise bugün dinci-gericilik olduğunu ve yönetimde dinci akımların
kadrolarının olduğunu bilmemek, anlamamak çok zordur ve bu gerçekliği, bugün
ahmak kurnazlar dışında bilmeyen, anlamayan pek yoktur.
Öyleyse yaşamın yeşil ağacı üzerindeki bu gerçekliğe
bigâne kalan ahmak kurnazların amaçları, Kemalizm düşmanlığı üzerinden
sürdürülen Cumhuriyet yıkıcılığına devam edilebilmesini kolaylaştırmak için,
günah keçisi olarak, yönetimsel açıdan hiçbir etkisi ve yetkisi kalmamış olan
Kemalizmi ve Kemalistleri göstermekte ısrarcı olmak; Kemalizmin emekçi halka,
topluma indiği ve onu daha radikal biçimde sardığı gerçeğini gizlemektir ki bu
gerçek, emekçi halkın, toplumun önemli bir kitlesinin, dinci-gerici,
osmanik-islamik “yeni” 12 Eylül Rejiminin dayattığı Tanzimat öncesi karanlığı
yaşamak istemediğinin ifadesidir,
Yani artık emekçi halkın, toplumun önemli bir
kitlesinin Kemal’i ve Kemalizmi daha yüksek tuttuğu, cumhuriyet yıkıcılarının,
bundan ürktüğü ve korktuğu, bu nedenle de, resmi politika olarak cumhuriyet
yıkıcılığında, dolayısıyla Kemal ve Kemalizm düşmanlığında geri adım atmamakla
birlikte, halkın yüksek tuttuğu Kemal ‘den ve Kemalizm’den rol çalmaya,
dolayısıyla bu şekilde oy devşirmeye çalıştıkları gerçeğini gizlemektir.
Ve yine yeniden Kemalizmin ve Kemalistlerin yönetime
geldikleri yanılsamasını yaratmaya çalışmaktır.
Bu, uyanma katsayıları her geçen gün artan
insanların, karanlığa ve ötedenberi karanlığın üstünü örtmek ve her şeyin
demokrasi için, demokrasiyi artırmak için olduğu yanılsamasını hâkim kılmak
için kurgulanan illüzyona uyanmalarını devam ettirmek içindir; dolayısıyla bu
insanların hukuksuz ve anayasasız bir ülkeye uyandıklarını görmelerini önlemek
içindir; bu son derece sınıfsaldır ve fabrikalardan sınıf bilincini atıp,
yerine tarikat bilincini koymak mislidir.
Böylece, bütün bunların ezilen ve sömürülen
halkları, sınıfları katmerli bir sömürü ve ezgi atmosferine, yani bin yıl
sürecek bir Amerikan pax’ına mahkûm etmek demek olduğunun da üstü örtülmüş
olacaktır.
Yani, Kemal ve Kemalizm, yanında bir de ulus-devlet
bahane, işçi ve emekçiler katmerli bir sömürü ve ezgiyle canından
bezdirilirken, sessiz kalmalarını sağlamak şahane.
Demek ki bu, resmi bir iştir, bir egemen sınıf
işidir; emperyalist bir iştir; yani bu, Özgürkurşungil tayfasının, aklından da,
kurnazlığından da bağımsız bir öğretilmiş kurnazlıktır; bu ne ezilen ve
sömürülen sınıflara ait düşüncelerin ifadesi olan bir kurnazlıktır, ne de sola,
ezilen ve sömürülen sınıfların mihmandarlarına, teorisyenlerine,
politikacılarına ait bir düşüncenin ifadesi olan kurnazlıktır; tümüyle
başkasına, yani yönetici sınıfların ideologlarına, politikacılarına aittir ve
ezilen ve sömürülen halkların, sınıfların vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına
kasteden düşüncelerin ifadesi olan bir kurnazlıktır.
Yani Özgürkurşun maskeli kişinin, şuurlu ya da
şuursuz biçimde yaptığı iş budur.
Bu, tamı tamına sınıf mücadelesinin üzerinden yüksek
atlama yaptırarak belirleyici olanın emek süreci olduğu ve aslolanın
emek-sermaye çelişkisi olduğu gerçeğini akıllardan uzak tutmaktır.
Dolayısıyla bu, birbirlerine uzlaşmaz biçimde karşıt
sınıfların yer aldığı bir düzende, egemen ideolojinin ve politikanın, egemen
sınıfa, yani sermayeyi elinde bulunduran mal-mülk sahibi sınıfa ait olduğunu ve
egemen olmayan, malı-mülkü olmayan, ezilen ve sömürülen sınıfların bu ideoloji
ve politikaların hegemonyasında olduğunu; bu yüzden aslolanın emek sermaye
çelişkisi olduğunu, egemen sınıfın ideoloji ve politikalarının bu çelişkiyi
görünmez kıldığını; egemen sınıfın hegemonyasını güçlü tutabilmek için bir
zaman kullandığı ideoloji ve politikalar yetmediğinde, hiç çekinmeden ondan
vazgeçip, yeni ideoloji ve politikaları egemen kılmakta geri durmadığını; bunun
belirleyeninin ise emek süreci olduğunu, yani uzlaşmaz sınıfların uzlaşmazlık
katsayılarının artması, dolayısıyla bu iki karşıt sınıf arasındaki kavganın
keskinleşmesi ve şiddetlenmesi olduğunu akıllardan uzak tutmaktır.
Tarihi, sınıf savaşlarının tarihi değil de,
ulus-devletli yaşamak isteyen akımlarla ulus-devletsiz yaşamak isteyen
akımların savaşının tarihi imiş gibi göstermektir.
Ulus –devletin tarihsel bir kategori olduğunu,
sınıfların ortaya çıkmasının ürünü olduğunu ve sınıfların ortadan kalkması ile
birlikte kaçınılmaz olarak ortadan kalkacağını unutturup, devletin öznel bir
kurgunun ürünü olduğunu düşündürterek, çelişkinin, devletin varlığının ifadesi
olan uzlaşmaz sınıflar arasındaki, yani emek ile sermaye arasındaki bir
çatışmanın ürünü değil de, öznel bir kurgunun ürünü olarak gösterilmek istenen
ulus-devletle ulus-devletsiz yaşamak isteyen akımların çatışmasının ürünü
olduğuna inandırmaktır.
Başka ifadeyle, devlet içindeki bütün savaşımların,
yani demokrasi, aristokrasi ve monarşi arasındaki savaşımın, oy hakkı uğruna
vb. savaşımın, çeşitli sınıfların yürüttükleri gerçek savaşımların büründükleri
aldatıcı biçimlerden başka bir şey olmadığını gizlemek içindir.
Velhasılı kelam kısaca tarihin sınıflar savaşı
değil, “uluslar savaşı” olduğuna inandırırken, Kürtlerin işçi ve emekçileri ile
Türklerin ve dahi Laz, Gürcü, Çerkez, Abaza, Rum, Ermeni, Süryani, Yezidi,
Türkmenlerin vb. işçi ve emekçilerini birbirlerinden ayırmayı, hatta
birbirlerine düşman etmeyi kurnazlık saymak ve saydırmaktır.
Oysa ulusal-devletin, bir kurgusal ürün olmaması bir
yana, uluslar gibi tarihsel bir kategori olduğu, beş yaşında çocukların bile
anlayabileceği basitlikte bir bilgidir. Velhasıl, tarihsel koşulları oluştuğunda,
ulusal-devletlerin de, ulusların da ortadan kalkacağı bilgisi de aynı
basitliktedir.
Beş
yaşında çocukların bile anlayabileceği bir diğer basitleme de, eğer dinsel
öğretiler diye bilinen şeylerden, ahmakça kurnazlıklardan, felsefi
nedenlemelerden ve burjuva bilginlerin ileri sürdüğü çeşitli düşüncelerden
uzaklaşırsak, eğer bunlardan kurtulur ve sorunun özüne inmeye çalışırsak,
devletin gerçekten, bir tüm olarak toplumun dışında kalan, salt yönetimle
uğraşan özel bir insanlar grubunun ortaya çıktığı ve yönetmek için başkalarının
iradesini kuvvet yoluyla -hapishaneler, özel insan müfrezeleri, ordu, vb.- ile
baskı altına almak için özel bir baskı aygıtına gereksinim duydukları zaman,
ortaya çıktığı bilgisidir.
Yani,
sınıfların bulunmadığı bir zamanda, kölelik döneminden önce, insanların büyük
bir eşitliğin ilkel koşulları içinde, emeğin verimliliğinin en düşük
üretkenlikte bulunduğu koşullarda ve ilkel insanın en zor ve en ilkel,
varlığını güçlükle sürdürebildiği bir zamanda, işleri toplumun geri kalan kısmı
üzerinde yönetim ve egemenlik kurmak olan özel bir insan grubunun ortaya
çıkmamış olduğu ve çıkamayacağı bilgisi de artık son derece yalın bir bilgidir.
Öyleyse,
ancak toplumun sınıflara bölünmesinin ilk biçimi ortaya çıktığı zaman, ancak
kölelik görülmeye başladığı zaman, belli bir sınıf en kaba, tarımsal emeğe
dayanan yoğunlaştırma ile belli bir artı üretebildiği zaman, bu artı, kölenin
en kötü koşullarda varlığını sürdürmesi için kesinkes gerekli olmadığı ve köle
sahibinin eline geçtiği zaman, bu yolla bu köle sahipleri sınıfı güvence altına
alındığı zaman - işte o zaman, sağlam kök salabilmesi için bir devletin ortaya
çıkması zorunluydu ve ortaya çıktı; bu yalınlığı anlamamak için, ya çok ahmak,
ya da beş yaşında bir çocuğun zekâsından geri bir zekâya sahip olmak
gerekmektedir.
Buna
rağmen, anlamamakta dinlememekte, en yalın gerçeklikler karşısında ipe un
sermekte, bunun için ahmaklık katsayısı yüksek kurnazlıklarda ısrar
ediliyorsa, bütün bunlar, Kürt halkının
ve birlikte yaşadıkları diğer halkların ve elbette Türkiye’nin ve diğer bütün
bölge halklarının işçi ve emekçilerinin de vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına
sahip çıkabilmelerine, kaderlerini özgürce tayin edebilmelerine, velhasıl-ı
kelam kurtuluşlarına uyanabilmeleri için değil, kemal ve Kemalizm düşmanlığı
üzerinden koyulaştırılan bir zifiri karanlığa, bir illüzyona, bin yıllık bir
pax’ a uyanmaları ve biat etmeleri içindir.
Bu tutum, tümüyle egemen sınıfların çıkarları için,
onların ideolojik-politik tetikçilerinin ortaya koydukları bir sınıfsal
tutumdur.
Oysa emekçi halkın, toplumun önemli bir kitlesi,
artık böyle yaşamak istemediğini, karanlığa uyanmak istemediğini, dayatılan
pax’a razı olmadığını, ileriye, aydınlığa çıkmak istediğini, böyle yaşamanın
sömürüye, ezgiye, köleliğe razı olmak demek olduğunun farkında olduğunu
defalarca kanıtladı. Yalnızca Gezi’de değil, daha önce cumhuriyet
mitinglerinde, son seçimlerde ve en sonu
da referandumda kanıtladı.
Öyleyse bu halk, bu toplum, Cumhuriyeti satıp ki bu,
cumhuriyetin gerisine sürüklenmenin, bir Tanzimat öncesi karanlığa
sürüklenmenin muhibbi olmak demektir, AKP’ye yanaşan çeşitli güçleri, giderek
daha yalnız bırakmaktadır.
Ve bu, emekçi halkın, toplumun büyük oranda
kendiliğinden gösterdiği refleksidir; işte Özgürkurşungillerin yaptıkları, bu
refleksin politik bir güç olarak hayat bulmasını engellemek için, yalanlara ve
demagojilere taklalar attırarak,
gerçeklerin peşinde olan akılları sersemletmek, kendi akıl dinamiğinden
uzaklaştırmaktır; tabii öncesinde uzun soluklu bir sinsiliğin ifadesi olarak
yerleştirilen, “inanıyorum öyleyse ne dese doğrudur” doğması var ve işleri pek
kolaylaştırıyor.
Egemen sınıfların sınıfsal çıkarları için ortaya
koyduğu refleks ise tümüyle planlı-projeli bir reflekstir ve bu refleksin
politik bir güç olarak AKP iktidarında hayat bulması ve böylece tamamına ermesi
için, bu plan-proje çerçevesinde, öyle ya da böyle egemen sınıfların
ideologluğunu, ideolojik-politik tetikçiliğini yapmak, bunu yaparken, Kemal ve
Kemalizm düşmanlığını manivela olarak kullanmak, tamı tamına sınıfsal bir
tutumdur ve egemen sınıfların çıkarınadır.
Ancak, bu sınıfsal tutum karşısında, ezilen ve
sömürülen halkların, işçi ve emekçilerin çıkarlarını korumak için ve
kendiliğinden yükselen reflekslerinin politik bir güç olarak hayat bulması için
öne çıkan teorisyenlerinin de, ideolojik-politik tetikçilerinin de bir tutumu
olacaktır ve bu tutum, egemen sınıfların kendi çıkarlarına olarak dayattıkları
ideoloji ve politikalara karşı, ezilen ve sömürülen sınıfların, halkların
vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına sahip çıkmanın ifadesi olan ideoloji ve
politikalar çerçevesinde mücadele etmenin ifadesi olan bir tutumdur ve tümüyle
sınıfsaldır.
Özgürkurşungillerin üzerini örtmeye çalıştığı bir
başka gerçeklik de, Türkiye’de devlet dediğimiz aygıtın ufkunu kaybetmiş olması
ve emperyalizm ve Türkiye’nin tekelleri ile birlikte onlarla binbir bağ içinde
olan Kürt egemenleri yanında Kürt siyasetinin de bunun farkında ve bunda dahli
olması ve haliyle her şeye rağmen, bundan pragmatik bir beklenti ve hoşnutluk
duymasıdır.
Artık yalnızca bir tek adamın, ona çıkarlarını
bağlamış bir partinin ve ona çıkarlarını bağlamış bir sınıfın, yani egemen
sınıfın, yani büyük büyük zenginlerin günlerini kurtarmaya odaklanmış durumda
oldukları gerçeğinin ki bu, modern anlamda devletin bitmesiyle eş anlamlıdır,
üzerini örtmek, henüz bitmeyen görevlerinin, yani Amerikancı bir Kürt “çözümü”
ndeki muhipliklerinin gereğidir.
Kürtler de ötedenberi bunu istemiyor mu?
Ve ötedenberi, sanki özde birbirinden farkı varmış gibi, kapitalist
moderniteye ok atıp, demokratik moderniteye çiçek atılması, dolayısıyla modern
olmayan bir devletin model yapılıp, ulus-devletin bütün kötülüklerin anası
yapılması bundan değil midir? Bunun sonucu da UKKTH’ nı, ulus-devletin ya da modernitenin reddedildiği, cehalet, kayıtsızlık ve uyuşuklukla donandırılmış etnik ya da tarikat türünden bir tarikat sistemini; yani Tanzimat öncesi bir Osmanlı İmparatorluğunu; yani pek kurnaz ahmakların yaşadığı bir devlet sistemini seçme “hakkı”na ya da “özgürlüğü” ne indirgemek ve buradan da bu özellikleri, birebir olmasa da önemli oranda taşıyan, hem ”demokratik, hem “özerk” ve hem de “komün” olan, yani “içerde demokratik ulusu, dışarda ise ulus üstü yapılanmayı esas alan”; örneğin Kürtler üzerinde egemen olan devletleri “köklü bir reforma yönelterek, küçülmelerini ve (Amerikancı) bir demokrasiye duyarlı hale gelmelerini sağlamayı esas alan” bir ilkel aşiret düzenini seçme “hakkı”na ya da “özgürlüğü”ne indirgemek olmamış mıdır?
Öyleyse bu, yiğidi öldürüp hakkını vermek değil, nice yitik yiğitlerin ve onlarla bağlı emekçi halkın nice evlatlarının haklarını, ABD emperyalizminin kırk yıllık “Büyük Kürdistan” rüyasını gerçekleştirmenin ifadesi olan bir “çözüm”(Yani ABD emperyalizmi için çözüm, Kürt halkı ve Türkiye’nin işçi ve emekçileri için çözümsüzlük) uğruna, bilumum Kurşungillerin muhipliğini yaptıkları Kürt siyaseti eliyle emperyalistlere ve bilumum işbirlikçilerine peşkeş çekmektir.
Dahası bunu, emekçi halkı, toplumu, yönetimde hiçbir insiyatifi ve dahli kalmamış olan Kemal ve Kemalizm düşmanlığı etrafında birleştirip, vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına kasteden hâlihazırdaki güce ve politikalarına karşı uyanmalarını önleyerek, hatta ona biat etmelerini sağlayarak kolaylaştırmaktır.
Bunu yaparken de, önce “firavun sosyalizm”i atfettiği sonra da bu atfettiği üzerinden, kendisi de bir bilim olan bilimsel sosyalizmi reddetmeyi; yerine ise UKKTH’na sığdırdığı toplum öncesinin bir hali olan ilkel aşiret komününe uygun “demokratik” soslu bir “feodal sosyalizm” i model yapmak temel amaç olmaktadır.
Bu amaca sol renk vermek için, bunun ümmet düzeni olduğunu ve hatta ümmet düzeninin sosyalizmden daha ileri olduğunu dahi vaaz etmeyi vazife bilen sahte “Komünist” gömlekli kurnaz ideologlar bile türemiştir.
Haliyle bu da, önce bilimsel ve reel sosyalizmin kurucularına “firavun”luk atfetmeyi ve sonra da çarpıtarak bozduğu düşünceleri, Marxist-Leninist düşüncelermiş gibi atfederek, bu atfedilenler üzerinden hem Marxizm-Leninizmi ve hem de kurucularını aşarak, ıskartaya çıkartmayı, böylece de Marxizm-Leninizm’i tümüyle terk etmeyi şart koşacaktır.
Koşmuştur ve artık ABD emperyalizmi, Kürtlerin Marxist-Leninist olmadığını ve demokrat olduğunu, bu yüzden Kürtlerle müttefik olmaktan çok memnun olduklarını sevinçle ilan etmektedir.
Ve elbette bunun sonucunun da, günde beş rekât Kürt “ulus”u önünde secdeye varırken, ulus-devletten kaçmak ve kaçırtmak olması kaçınılmazdır; görüldüğü gibi, devletle bir dertleri yoktur; dertleri, modern devlettir, ulus-devlettir; cumhuriyettir, laikliktir, halkçılıktır, devrimciliktir; aşkları ise, modernite olmayan, laikliği reddeden, ”inanıyorum öyleyse doğrudur” doğmasının yönetim ilkesi olduğu etnik ya da dinsel bir cemaat sistemi; yani Tanzimat öncesi bir Osmanlı İmparatorluğudur.
Ve bu bayların, yani Özgürkurşungil gibilerin, politik körlük içinde olmaları, dolayısıyla
gerçekten “yeni” bir Türkiye’ye uyandıkları kuruntusu taşıyor olmaları mümkün
ve muhtemeldir; fakat bu “yeni”
Türkiye’de daha hoş statüler kazanabilmek için, “çorbada daha çok tuzum olursa,
daha çok statüm olur“ kurnazlığını politika bellemiş olmaları daha bir kuvvetle
muhtemeldir.
Ve bugün kuruluşunun 94.yılının kutlandığı bir
zamanda, cumhuriyetin yıkıldığını söylemeye dilimiz varmıyor olabilir,
göremiyor da olabiliriz ama demokratik cumhuriyet için gereken asgari ölçüde
bir siyasal aygıtın olmadığını pekâlâ söyleyebiliriz.
Ancak, ortada yıkılan bir cumhuriyetin yerine, ikame
edilmiş herhangi bir sistem olmadığını da söyleyebiliriz.
Evet, epey zamandır, cumhuriyetin kurucu ilkeleri,
büyük büyük zenginlerin ricasını emir telakki ederek Kemalizme ihanet eden
Kemalist yüksek kadrolar eliyle, dinci akımların ayaklarının altına serildi;
üzerlerinde çok tepinildi ve artık laiklik de, halkçılık da cumhuriyet de,
devrimcilik de, bir Tanzimat öncesi karanlıkla örtüldü.
Hatta Öcalan ve tilmizleri sayesinde, sosyalizm
yerine ümmet toplumu model yapıldı.
Şimdi ne tarafa uyansak zifiri karanlığa uyanmış
oluyoruz.
Fakat bugünün “yeni” Türkiye’sinin fotoğrafında
görüldüğü üzere, “Kemalizm gitti, İslamcılık geldi” de diyemiyoruz.
İslamcıların kendileri de diyemiyorlar. Öyleyse gelen yeni bir düzen değil, tam
bir düzensizlik halidir, bir toplum öncesi haldir.
Yıktılar ama yerine hiçbir yapı koyamıyorlar.
Ve 10 Kasım’da cümbür cemaat Atatürkçülükte
birbirleriyle yarışıyorlar.
Özgürkurşungillerimiz ise, bunu da bir “Kemalist iş”
olarak görüyor ve göstermeye çalışıyor; tam bir ahmak kurnazlıktır ki bu
kurnazlık, onları Perinçek’te birleştirmiştir.
Ancak, dediğim gibi, bu topraklar, cumhuriyet
düşmanlığı peşinde koşarak çürümüş ve etrafını çürütmüş olan ahmak kurnazlar
diyarı olduğu kadar, bu ahmak kurnazları ayırt etmesini bilen ve ayıran;
Türkiye toplumunu, Kürt Türk, Abaza Çerkez vb. halklarını, işçi ve emekçileri
zapt-ı rapta almış olan bir zifiri karanlıkta yaşamak istemeyenlere daha fazla
model olan ve şu güne dek cumhuriyet düşmanlığının çürütemediği tek güç olan
sosyalistlerin de diyarıdır.
Bu sosyalistler, tüm bu zifiri karanlığa karşın, bu
zifiri karanlık içinde, insanların arayıp buldukları aydınlığı daha ileriye
taşımada, her tarafı saran zifiri karanlığı büsbütün dağıtmada, çoktan çürümüş,
tamir edilecek bir yanı kalmamış, işçi düşmanı, halk düşmanı, aydınlık düşmanı
cumhuriyeti yıkıcılarına bırakıp, bu topraklara sosyalizme açık, halkçı,
devrimci, laik bir emekçi cumhuriyetinin bayrağını dikmede kararlı yegâne
güçtür; ancak bu güç, bir zifiri karanlık içinde, aydınlığı arayıp bulmasını
bilen insanların aradığı mihmandarı olabilir.
Bugün mevcut durumun dayattığı yaşamı kabul etmeme,
bunu alt etme iradesi etrafında yer almaya ve bu durumdan çıkış için
mihmandarını aramaya kararlı olduğunun işaretlerini veren kitlelere, bugünkü
somut durumun somut tahlilinden fışkıran asıl düşmanın resmiyle birlikte bununla
mücadele edecek güçlerin resmini de ve bu resimdeki sınıfsal yerini de, ancak
bu güç, bu çürümemiş yegâne güç gösterebilir ve gösteriyor.
Kurşungiller tayfası ise, görülmesini önlemek için,
ahmak bir kurnazlık içinde kör ve sağırı oynayarak kendilerini ele veriyorlar;
yani Kürt halkına değil, Kürt halkının gerçek düşmanlarına hizmet ettiklerini
açık ediyorlar.
22. Kasım 2017
Fikret Uzun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder