7 Mayıs 2016 Cumartesi

Laiklik ve sosyalist hareket



Alıntı:
Apé Che Nickli Üyeden Alıntı


Ulak emmi Kahraman'ın nasıl bir laik düşmanı olduğunu yazmışsınızda güzide devletinize olan sadakatini ve devletinizin bekaası için öldürdükleri Devrimcileri,yaptıkları katliam ve süikastları,tıpkı istihbarat örgütlerinin taktiği ile yaptıkları hemen her eylemi komandolara yıktıklarını,onlarında kabullendiğini,ABD 6. filosunu kıble edip namaz kılanların önderlerinden olduğunu,MTTB ekibinin dünden bu güne "sizce güzide,bizce ceberrut" devletinizi yönetenler olduğunu neden yazmazsınız?

Laiklik elden gidiyor he? İki sefer doğruyu gösteren bozuk saat alevli doğru bir cümle yazmış hakkını yemeyelim.
"diyanet aracılığıyla dinin ve belli bir mezhebin devlet eliyle güçlendirildiği, yönlendirildiği, diğer din ve mezheblere üvey evlat muamelesi yapıldığı, mecburî din derslerinin 12 eylül darbe anayasasından emanet alınıp korunduğu bir laiklik..." Geçmişten günümüze savunduğunuz laikliğin tarifi bu işte.

Laikliğe karşı söyleme "götün yiyorsa" diyenler aynı zamanda burjuvanın merasında otlayan öküzdürler.
Devlet varsa vardırlar,yoksa bir hiçtirler.

Bu sorularıma,mesajıma vereceğin yanıt sayfalar dolusuda olsa sadece bir cümleyi çağırıştıracak "Allah devletimize zeval vermesin" Laiklik işte bu cümlede sözü edilenin temelini teşkil ediyor.Bir dini,mezhebi,toplum içindeki baskıyı.

TÜSİAD'ın tepkisinede aynı duyarlılığı gösterdiğinden eminim.

"2) Erdoğan'a bu şekilde prim yaptırarak burjuva Laisiztleri de onun etrafında toplamaya çalışıyorlar." "kendinol"
Bak bölücü Kürt oyun u nasıl görmüş.

Bakurdaki ortaklığı tabut siyaseti ile batıya taşıyamıyorlar, gündem yaratarak ergenekon-Saray ortaklığını pekiştiriyorlar.

Ulak emmi cübbeli Ahmet şöyle diyor; "M Kemalde kim oluyor,en büyük Erdoğandır" bu cümlenin devamı gelecek ve kısa sürede o çokça korumaya çalıştığınız laisizmin baş savunucusu ve lideri konumuna Erdoğanı getirecekler tabi sizlerin çanak tutmasıyla.

Marks'dan Lenin'den alıntılarla destanlarını süsleyen,sosyalizmi ve Komünizmi kimseciklere bırakmayan ulak'ın gerçek yüzü nasılda ortaya çıkıyor.
Laisizm yaşamalı. yaşarsa devlet ayakta kalır.
Hangi devlet?
Kendi halkından başka hiçbir güçle karşılaşmamış,sahte tarihi ile yine kendi halkına karşı yaptığı katliamlarla ayakta durabilmiş devlet.

Sosyalistlikten ve Komünistlikten bahsediyorsun ama iş ceberrut devleti ayakta tutan oyunlara geldimi tarcihini anında devletten yana gösteriyorsun.
Sosyalistin Laisizmle ne iş olur ? Varmı Sosyalist devletlerin "sosyalist devletimiz laiktir" diyen bir anayasası?
Küba'dan örnek vereyim. (PARTİZAN yeni döndü ve anlattı) Fidel Castro dolayısıyla Küba Komünist partisi kiliseyi direk hedef göstermiştir.
Sovyetler Birliğinde de aynıydı (Revizyon yılları papazların boklu eteklerine yapıştığı yıllardı ne yazıkki)
Kiliseler var,müşterisi yok.

Laisziminiz batsın.
Dine küfür etmeye gelince şıppadanak "Din toplumların afyonudur,KARL MARKS" dersiniz,iş burjuva yasası laisizme gelince burjuvanın köpeği devleti ayakta tutmak için g.ötünüzü yırtarsınız.

Sonra o yırtık g.tle, "GÖTÜN YİYORSA DENE" dersiniz.

Bir özdeyişle kapatayımda destanına malzeme olsun.
Sosyaldemokrasi faşizmin ikiz kardeşidir. burjuvazi birinde sıkıştığında diğerini öne sürer.
Muhalefetinizin harbiyeti bu kadardır sevgili ulak emmim.

Not: Kübada köle ticaretiyle getirilmiş afrikalıların bilmediğimiz "din ya da geleneklerini" yaşatmaları içinde bizzat küba devleti yardımcı oluyor. (Bunu PARTIZAN detaylı anlatacaktır)




Of of of!

Zülfiyarene pek fena dokunmuşum, pardon, Özdil dokunmuş ben vesile olmuşum, gerçekler bir kezzap misli canını yakmış!

Benim diyeceklerim ise eminim yüreğini dağlayacak, şirazeni mirazeni büsbütün kaydıracaktır, kimbilir yakası açılmadık ne küfürler üretmene neden olacaktır!

Pek çoklarından daha fazla “çokbilmiş” bir köylü kurnazı olarak, akırsanız da, köpürseniz de, ağlasanız da, sızlasanız da, gerçeklerin önünü tıkayamayacak, üstünü örtemeyecek, etrafını bulandırarak ulaşılmasını engelleyemeyecek durumda olduğunuzu fena halde anlamışsın!

Ve bir kez daha gerçeklerin inadına karşı inatla gericiliğin ve ağa babalarının yalancısı olmaya gönüllü ve şiddetle kararlı olduğunu göstermişsin!

Bir kez daha, cumhuriyetin çok gerisindeki, bir Tanzimat öncesi karanlığın ifadesi olan, yani laikliği de, moderniteyi de, cumhuriyeti de, eşitliği de istemeyen, hatta cepheden saldıran, dinci ve etnik tarikat ya da cemaatleri yeter gören, bir ümmet toplumunu hedefleyen, yeni faşist 12 Eylül rejimine biat etmekte ve bununla birlikte ABD emperyalizminin dayattığı kozmopolitizm ile ulusal-nihilizm ile senkronize hareket etmekte kararlı olduğunuzu göstermişsin!

Bunda o kadar kararlısınız ve bunun farkındasınız ki, onca zamandır dillendirdiğim kozmopolitizm ve ulusal-nihilizm de nedir diye soranınız olmamıştır!

Yani, Eş-Başkanınız Bese Hozat’ın ifadesiyle, “12 Eylül faşist rejimini, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn ederek bir İslami ve milliyetçi neo faşist rejim projesi”nin peşinden koşanlara biat etmekte kararlı olduğunuzu daha bir açıklıkla göstermişsin!

Aynı Bese Hozat, “Kürtlerin Demokratik Cumhuriyet rejimini hedefleyen demokratik özerklik” peşinde olduklarını; AKP’nin ise, “İslami ve milliyetçi neo faşist rejim” peşinde olduğunu söylemiş ve biz de sosyalistlerin, “İslami ve milliyetçi neo faşist rejim”e, dinci-gerici bir ümmet düzenine karşı, yepyeni bir laik, ilerici, özel çıkara karşı kamu çıkarını gözeten, yani halkçı bir emekçi cumhuriyetin, yani Türkiye’nin Tekellerini, Kürt şeyhlerini, mollalarını, Kürt ağalarını ve beylerini ve burjuvalarını değil, Kürt halkını ve Türkiyenin işçi ve emekçilerini mutlu edecek ve Kürt ve Türk emekçilerinin birlikte inşa edecekleri bir emekçi cumhuriyetin peşinde olduklarını söylüyoruz!

Şirazeni öyle kaydırmışsın ki, dengesiz dengesiz konuşup, ölçü tutmayan vaazlarınla etrafa karanlığın tohumlarını saçarken, Bese Hozat’ın işaret ettiği “İslami ve milliyetçi neo faşist 12 Eylül rejimi”nin gericiliğinin şövalyeliğini yaptığını; ABD emperyalizminin gericiliğinin, milliyetçiliğinin öteki yüzü olan kozmopolitizmin, ulusal-nihilizmin şövalyesi olduğunu açık ettiğinin bile farkında değilsin!

Ama sen de haklısın; etrafınız o kadar çok kullanışlı “sol” (sen “yetmez ama evetçi” mahlûkat olarak da anlayabilirsin) ile çevrili idi ki, onların taşıdğı sahte “sol” gömlekler sayesinde ve elbette çıkışınızda ve bir süre giydiğiniz ve artık paramparça ederek üzerinizden attığınız Türkiye’nin devrimci gençlik hareketinin ve Vietnam ulusal kurtuluş hareketinin rengini taşıyan gömleğiniz sayesinde renginizi hep “sol” göstereceğinize öyle inanmıştınız ki, Türkiye’nin Kürt-Türk emekçileri, solcuları, ilerici, devrimci, devrimci-demokratları, sosyalistleri, komünistleri, aydınları, gençleri, emeklileri, kadınları, laisizm savunucuları, Kürt siyasal hareketinin AKP ile beraber anayasa değiştirmesinde, yeni yasalar yapmasında, sadece birkaç çivisi kalmış cumhuriyeti, bir anayasa değişikliği ile büsbütün yıkıp, yerine dinci-gerici bir ümmet düzenini yerleştirmesinde beis görmeyecekler ve bunlar yapılırken öylece uzaktan izleyip kaderlerine razı olacaklar kuruntusuna kapılmıştınız!

Şimdi bu yüzden şirazeniz kaymıştır ve dost bellediğiniz ABD-AB emperyalizminin bile Türkiye için gerçek bir laiklik olmasa da, bir tür de-islamizasyon politikası izleyeceğinin yeni dönem politikasında seküler Kürtler’e yer açtığının ve yükselttiğinin işaretlerini verdiği, hatta HDP’nin bile “laiklik olmazsa olmaz” dediği ve hatta “anayasada laiklik olmayacak” diyen şahsın bile tornistan yaptığı bir zamanda, yobazlardan, azılı antikomünistlerden bile daha cesurca gericiliğin şövalyeliğini yapıp, “laiklik olmazsa çok iyi olur” ;daha komiği “laiklik olursa gericilik, laiklik olmazsa ilericilik olur” diyorsun!

Belki de gerçeklerin inatçı tepiklerini yiye yiye şirazen kayınca ne dediğini, ne diyeceğini şaşırmış durumdasın!

Fakat fotoğrafta görüldüğü gibi, bu agresif durumun çok büyük bir açıklığı sergiliyor; velhasıl kullanışlı “sol” ile birlikte sizin de, yani hep birlikte döküldüğünüzü; kralın çıplaklığına doğru koşar adım ilerlediğinizi netlikle görebiliyoruz!

Sayen(iz)de, “Gerçeğin peşinden gitmekten korkmak ahmakların ve cahillerin işidir; gerçeğin önüne dikilmek ise hainlerin işidir” şeklinde formüle ettiğim ifade veciz bir söz haline gelmiştir ve senin şimdi sergilediğin halet-i ruhiyeye fena halde uyduğu netleşmiştir!

Şirazenin ne denli kaydığını anlaman için verdiğim ifadeler yetmedi ise başka ifadelerim de var onları da verebilirim ki anlamamak sen de bir politika olduğu için gene “çokbilmiş” ahmağa yatacaksın bu baştan belli ama ben gene de, ısrarla anlamazdan gelip, “devletli” deyyu bağırıp şirazesi kaymış halet- i ruhiyeni teskin etmeye çalışacağın ifadelerimi tekraren önüne koyacağım!

Evet, “Kurtuluş Türk –Kürt tüm emekçilerin birlikteliğinden doğacaktır: Kurtuluş, tüm ilerici-devrimci Kürtlerle, Tüm ilerici –devrimci Türklerin kardeşçe birlikteliği üzerinden yükselecektir: Kurtuluş, hem Kürtlerin, hem Türklerindir ve bu geniş coğrafyanın tüm ezilen, sömürülen halklarının, sınıflarınındır: Kürt ilerici-devrimcileri ile Türk ilerici-devrimcilerinin birlikteliği, Kürt gericiliği ile Türk gericiliğinin ittifakı önündeki en nesnel engeldir: Yaşasın Kürt ve Türk emekçilerinin birlikte ve kendi elleri ile kuracakları laik, halkçı, eşitlikçi, ortakçı, emekçi cumhuriyeti: Yaşasın insana en çok yakışan sosyalizm!” demiştim, dut yemiş bülbül gibi susmuştun(uz)!

Hiç aklına geliyor mu? Şirazen kaymasaydı gelirdi, hatta sol memenin altındaki cevahirin ateşi (o da varsa) sönmemiş olsaydı, gerçekten Kürt ağa ve beylerinin, şeyhlerin, mollalarının değil de, Kürt ya da Türk zenginlerinin değil de, Kürt ve Türk emekçi halklarının vazgeçilmez tarihsel haklarının savunucusu olsaydın aklına da gelirdi, aklın başına da gelirdi!

Evet, siz yeni olmadınız, öteden beri, ABD emperyalizminin Kürt politikasının muhipliğine soyunduğunuzdan beri Kürt halkının değil, onları Türkiye’nin zenginleriyle birlikte sömüren, ezen Kürt zenginlerinin, ağalarının, beylerinin ve şeyhlerinin çıkarlarının savunucusu oldunuz; bu yüzden Kürt halkı KÖH’ün açık kapıları zorlamasına, yani hendek savaşına, yani kaybet-kaybet savaşına bir anlam veremeyip çağrılarına katılmayınca Kürt halkını “sizden bir b.k olmaz” yollu azarlayıverdin!

KÜRT SORUNU BAHANE EMPERYALİST ÇÖZÜMLER ŞAHANE ABD EMPERYALİZMİ PEK SEVİNMEKTE OPORTÜNİSTLER İSE ZİL TAKMIŞ OYNAMAKTA” başlığında şöyle sormuştum:

“Egemen sınıf, burjuvazi, uluslararası nitelik kazandığı ve emperyalist olarak yayıldığı bir dönemde, girdiği yere halkların kardeşliğini getirebilir mi? Tersinden sorarsak, girdiği yere sermayenin boyunduruğunu götüren bir emperyalizm, burada özgürlük sağlayabilir mi? Eşitlik ve kardeşlik sağlayabilir mi? Dahası, burada sermayenin boyunduruk altına aldığı halklarla “dost” olması mümkün olabilir mi?”

Ve eklemiştim:

“Daha somut sorarsak, bugün dinci-gerici Osmanik-İslamik bir faşist diktatörlük olarak konuşlanmasını son derece ileri bir seviyede gerçekleştirmiş olan ve emperyalist hevesler taşıyan 12 Eylül rejiminin, yani tekellerin, yani TÜSİAD patronlarının ve en yüksek düzeyde kenetlenmiş oldukları ABD emperyalizminin, dibine kadar içinde oldukları Kürt coğrafyasında ve Ortadoğu’da Kürt, Türk bütün halklara bir özgürlük ve eşitlik ve kardeşlik sağlaması mümkün mü? Hatta bunu, bölgede parçalı olarak yaşayan Kürtler kendi aralarında sağlayabilir mi?”


Peki, bunlar hiç aklına geliyor mu? Aklını başına getiriyor mu?

Ne aklına gelir, ne de aklını başına getirir; çünkü biz ayrı dünyaların insanlarıyız; sen gerçeklerin ezeli düşmanlarının yalancısısın, ben ise yalanların ezeli ve inatçı düşmanı gerçeklerin “yalancısı”yım!

Böyle olunca da, gerçeklere karşı çoktan tüketilmiş yalanlardan medet umarak, beş yaşında çocukların bile alay konusu olacak lakırdıları üfürüp üfürüp ipe dizerek şirazesi kaymış halet-i ruhiyeni teskin etmeye çalışırsın!

Peki, “çokbilmiş” CHE, Bir tarihsel-nesnel kategori olan ulusun, kendisi gibi tarihsel-nesnel bir kategori olan ulus-devleti varsaydığını; Yani, ulusun, bir dahi bireyin icadı dolmadığını ama tarihin dayattığı bir ihtiyacın doğurduğu bir keşif olduğunu ve bu ihtiyaç için öne çıkmış olanların, bu tarihsel-nesnel kategorinin yerinde ve zamanında tarih sahnesine çıkmasında sadece bir vesile olduklarını… Vb. tekrar tekrar hatırlattığım hiç aklına geliyor mu?

Gelmiyor değil mi? Aklına da gelmiyor, aklını başına da getirmiyor, öyle değil mi?

Çünkü senin aklın zaten başında; sen zaten ne yaptığını biliyorsun; yani sen bal gibi ABD emperyalizminin “Büyük Kürdistan” projesinin, gericiliğin, Bese Hozat’ın ifadesiyle “12 Eylül faşist rejimini, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn ederek bir İslami ve milliyetçi neo faşist rejim” projesinin muhibbi olduğunu biliyorsun!


İşte bu yüzden şirazen kayıyor, gerçeklerden bu yüzden nefret ediyorsun!

TC NE YANA DÜŞER CUMHURİYET NE YANA DÜŞER başlığıyla önünüze koyduğum mektubumda:

Şu nefret ettiğin Engels’in, “Demokratik cumhuriyette devletin monarşide olduğundan daha az olmamak üzere, bir sınıfın başka bir sınıfı ezme mekanizması olarak kaldığı söylendiğinde, bu kesinlikle bazı anarşistlerin öğrettiği gibi, ezilme biçiminin proletarya için fark etmediği anlamına gelmez” diyerek, nasıl farkettiğini anlatmak için,“Sınıf mücadelesinin ve sınıf baskısının daha geniş, daha özgür, daha açık biçimi, proletarya için sınıfların ortadan kaldırılması mücadelesinde genel olarak büyük bir kolaylık anlamına gelir.”sözünü eklediği ifadelerini hatırlatmıştım; hiç aklına geliyor mu?

Tabii ki gelmez; bu ifadeler, nefret ettiğin Engels’'e ait ifadeler olmasa idi de aklına gelmez, aklını başına getirmezdi!

Gene aynı mektupta, “Haziran direnişinin, bu kendiliğinden rengi yüksek olan devrimci halk hareketinin, bugün ve bir süredir burjuva cumhuriyete, içinde laisizmden ve demokratik yapı ve kurumlardan ne kaldı ise hepsine birden, tekellerle, büyük zenginlerle birlikte ve elbette bu sömürgenlerin düzeni olan bu cumhuriyetin üzerinde konuşlanarak dinci-gerici osmanik-islamik bir ortaçağ cumhuriyeti kurmak isteyen 12 Eylül faşist diktatörlüğü ile birlikte saldıran ve bunu en devrimci iş olarak gösterenlerin içyüzünü Türkiye’nin işçi ve emekçilerine, ezilen yoksul Kürt halkına önemli oranda göstermiş olduğunu ve gösterir göstermez de, Türkiye’nin siyasal ve sınıfsal-toplumsal dengelerini önemli oranda sarsmış, değiştirmiş ve kralın çıplaklığını artırmış olduğunu; böylece karşısına dikilen herkesi “halk düşmanı” ve “diktatörlük yanlısı” ve hatta “faşsit” , ”ırkçı” bile gösteren ve bu cumhuriyete yönelik saldırıdan son derece ileri bir demokrasi çıkacağını savunan, küçük-burjuva sosyalistlerinin ve elbette üzerinde “sol/ sosyalist” ve “ulusal kurtuluş savaşçısı” yazan gömleklerle işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul emekçi halkların içinde dolaşan ve gerçekte dün de bugün de, dün Kemalist TC olarak ve onun damgasını taşıyan bir 12 Eylül faşist rejimi olarak örgütlenmiş olan ve bugün dinci-gerici, osmanik-islamik bir 12 Eylül faşist diktatörlük rejimi olarak örgütlenmeye çalışan aynı zenginlerin sömürü düzenine sahip çıkan, bu rejim yıkılmasın, ayakta dursun, kendilerine de alan açsın diye kalkan olan, kol kanat geren bilumum sahtekârların,bilumum devrim kaçkınlarının foyasını çok daha netlikle ortaya çıkarmış olduğunu” hatırlatmıştım!

Hiç aklına geliyor mu? Ola ki aklına geldiğinde, aklını başına getirdiği oluyor mu?

Gelmez ama bir köylü kurnazlığı kıvraklığında bu hepinizin foyasını ortaya döken; Türkiye’yi bir ortaçağ karanlığına sürükleyen dinci-gerici 12 Eylül rejiminin güçlerinin de kendi içlerinde dengelerini altüst eden; evdeki hesapları, çarşıya uymaz, giyilen sahte gömlekleri, ortaya saçılan yalanları dikiş tutmaz hale getiren; öteden beri ve hala savunduğunuz, hatta en devrimci iş saydığınız laiklik düşmanlığına karşı bir ayağa kalkışın ifadesi olan Gezi’ye de sahip çıkma ikiyüzlülüğünden utanıp sıkılmazsın!

“Sıkıntıya düşen TC’nin, dinci-gerici, osmanik-islamik 12 Eylül faşist diktatörlüğünün ayakta durması, AKP iktidarının yıkılmaması için, laik-demokratik cumhuriyet düşmanlığından vazgeçmeden, sanki ortada bir burjuva cumhuriyeti kalmış gibi, işe yarar bir demokrasi kırıntısı mevcutmuş gibi, parlamentonun, genel oyun, seçimlerin, vesairenin, demokrasi için gerekliliğine, vazgeçilmezliğine dair nutuklar attığınızı ve dinci-gerici osmanik-islamik faşist 12 Eylül diktatörlüğüne, laisizm düşmanlığını ve şeriat özlemini saklamayan AKP iktidarının işçi ve emekçi düşmanı, ilerici-devrimci düşmanı baskı politikalarına ve açıkça bir iç savaş hazırlığı izlenimi veren yasal düzenlemelerine ve Türkiye’yi bir Tanzimat öncesi karanlığına sürükleme çabalarına karşı bigâne kaldığınızı…” yansıtan ifadelerim hiç aklına gelir m? Aklına gelip, aklını başına getirir mi?

“İçinde yaşadığımız cumhuriyette, siz Kürtlerin, TC’yi yani dinci-gerici, osmanik-islamik 12 Eylül faşist diktatörlüğünü sorun etmediğinizi, yani laiklikle kavga ederken, TC ile, dinci-gerici faşist diktatörlükle ve AKP ve tekeller tarafından cumhuriyetçi refleksleri silmek üzere, kamu haklarının son kırıntısına kadar çiğnenmesiyle hiçbir kavganız olmadığını; oysa sizin kavga etmediklerinizle hep kavgalı olan Türkiye’nin Marxist-Leninistlerinin, komünistlerinin, kamuculuğun, eşitçiliğin ve akılcılığın ifadesi olan burjuva cumhuriyetini, kapitalistlerini ve polisini, işsizlik ve sefaletini, mülkiyet ve fuhuşunu onaylamak için değil, tarih bilinciyle ve tarihten gelen derslerle ve dünyanın dört bir yanında, burjuvazinin kendi temel değerlerine ihanet etmiş olduğunun ve ’halk egemenliği’ nden olabildiğince uzaklaşmış olduğunun bilinciyle, yalnızca sınıf egemenliğinin son biçimi olarak, yalnızca proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımına en elverişli alan olarak ve bir devrimci iş olarak savunduklarını… Lenin’in deyişiyle, bunu bize işlerin akışının kabul ettireceğini, pratik etkinlikteki güçlerimizi, tastamam bu yöne, işlerin gidişinin yönelteceğini ” ve bu noktaya çoktan yöneltmiş olduğunu yansıtan ifadelerim hiç aklına gelir mi?

Gelmez değil mi? Gelse de kovarsın değil mi? Çünkü gerçeklerden, gerçeklerin inatçı direnişinden o kadar öyle korkuyorsun ve o kadar öyle çaresizsin ki işte fotoğrafta görüldüğü gibi şirazesi kaymış halet-i ruhiyeni teskin etmek için her türlü yalana-dolana ve demagojiye sarılmakta beis görmüyorsun ama gene de teskin olamıyorsun!


Hatta bu mektubumu, “ yedi yaşında İmam-Hatip’e verilmiş babanın kızını kapama ‘özgürlüğünü’ ihlal eder korkusuyla akılcılıkta ve kamu çıkarında tutarlılığın ifadesi olan laikliğe savaş açmayı özgürlük mücadelesi sayarak, ‘kahrolsun cumhuriyetçi, akılcı, dayatmacı tahakküm!’ diye haykıran ahmak solculara inat” yazdığımı belirten bir de not düşmüştüm de ne senin, ne de senin gibi “çokbilmiş” türlerin gıkı çıkmıştı!

Eminim bu da aklına gelmiyordur!

Behey “çokbilmiş” likte rekora koşarken ahmaka yatmayı kurnazlık sayan CHE, ben dün ne dedi isem gene onu diyorum, yani demem o ki, beni yazılmış mektuplarımla birlikte buraya, bu foruma çağırdığında ne dedi isem, hala aynısını diyorum ama siz, en başta “önderiniz” ya da peygamberiniz, aynısını demiyorsunuz ve hatta dün “tasfiyecilik” tabir ettiğiniz “masada müzakere”nin en aktif ve en istekli tarafısınız; o kadar öyle ki diğer tarafınız masayı devirdi diye neredeyse kıyameti kopardınız ve hala “masa-müzakere” deyyu yalvar yakarsınız!

“Öcalan’ın feodal ‘kutsal aile’ çözülmeden Kürdistan’ın özgür olamayacağı inancını da aşıp, bir ‘demokratik özerk’ peçe ile örtülerek kapatılan bir feodal ‘kutsal aile’nin reisi olmaya sıçraması tesadüf değildir!” diyordum;

“Öcalan’ın, bir halkı ‘silahsızlandırma’ olarak tarif ettiği ‘Kemalizm’ den, Kürt halkını emperyalizm karşısında ‘silahsızlandır’maya geçmiş ve şimdi Kemalistlerden kalan TC ile birlikte bir masanın etrafında Kürt ve Türk emekçilerinin nasıl devrimcisizleştirileceğinin, yani nasıl silahsızlandırılacağının müzakeresine sıçramış olduğunu” söylüyordum;

“Öcalan’ın, daha önce, bizzat devlet tarafından finanse edildiklerine, on binlerce çocuğun aklını, yeniçeri ocaklarındaki gibi bozarak, kendilerine ve haliyle devlete kadro yaptıklarına (ki o kadroların, şimdi devletin hangi taşlarının altından, hangi paralel dehlizlerinden çıktığını hep beraber görüyor olduğumuzun da altını çizerek), yani tarikatlara, devletin en eski ideolojik silahına, yani bin yıllık din silahına sarıldığına, bununla Kürtlerin geri özelliklerinin öne çıkmasına, mezhepler ve tarikatlar eliyle daha çok parçalanmasına çalıştıklarına vurgudan, ‘Demokratik islam ‘ vurgulu açılımına sıçrayarak, Kürt halkını bin yıllık silahla donatma aşamasına geçmiş olduğunu” söylüyordum

“Ortada, Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin, Kürt halkının bir zifiri karanlık içindeki faşist diktatörlüğüne köle yapılmaları pahasına ve ABD emperyalizminin bu bölgedeki “büyük Kürdistan “ projesini gerçekleştirmesinin payandası olma pahasına bir müzakere yapılan ve vurgusunu Kürtlere borçlu olduğumuz TC var, ama “ demokratik cumhuriyet” yok ve TC de ABD emperyalizmi de melaikedir ve var olmayan “ demokratik cumhuriyet” bütün melanetlerin taşıyıcısıdır!” diyordum ;

Ve “Kürtler için devletin, aynı anlama gelmek üzere TC’nin, korku demek olduğunu, zindan demek olduğunu, ölüm demek olduğunu ve aynı zamanda otorite ve otoriteye boyun eğmek demek olduğunu ve Kürt halkının bunu bilir, bunu duyumsar ve iliklerine kadar bunu yaşar olduğunu; ama örnek olsun, Maraş Katliamı’nın, Sivas Katliamı’nın, vb. bununla bağını kavrayamaz olduğunu; Kürtleri zorunlu göçe sevk eden Maraş Katliam’ının, bir nevi Ermeni tehciri olduğunu ne Kürt halkının ne de Kürt aydınının kavradığını” söylüyordum ;

Ve “Öcalan’ın dün bunu kavradığını; Maraş Katliamı’nın Kürt halkına gözdağı olduğunu vurguladığını ve buna cevap olarak partiyi dayattıklarını ve PKK’nin kuruluşuna karar verdiklerini ifade etmiş olduğunu; şimdi ise, ‘cumhuriyet’ yıkılırken, altında Maraş Katliam’cılarının değil, Maraş katliamına ve katliamcılarına karşı duranların kaldığını, TC nin değil, işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarının, savunma araçlarının, sığınma araçlarının kaldığını, TC’nin hiç elden bırakmadığı din silahının değil, zaten topal olan laikliğin kaldığını, TC’nin masasında müzakere ile meşgul olurken, yani Kürt halkını TC’nin ipine bağlayıp karanlık kuyulara göndermenin felsefi görüşmelerini yaparken Öcalan’ın kör olduğunu ve hatta Kürt ulusal hareketinin, tam da Maraş Katliamı’na bir cevap olarak, çıkışında aşiret düzenini hedef aldığını ama artık bundan vazgeçtiğini de göremiyor olduğunu ; daha önemlisi bunları göstermemek için, hep bir ‘demokratik özerk komün’ peçesine sarıldığını” söylüyordum ve hala bunları söylüyorum ve fotoğrafta görüldüğü gibi hala aklına da gelmiyor,geliyorsa da aklını da başına getirmiyorlar!


Neden?

Çünkü senin yalancısı olduğun gericiliğin ve ağa babası ABD emperyalizminin yalanları değil bunlar; bunlar süzme gerçeklerdir, uyarınıza gelmeyecek, görmekten de, anlamaktan da ve sürekli kaçacağınız ve hatta şirazenizi kaydıracak, halet-i ruhiyenizi bozacak hatırlatmalardır!

Biraz daha hatırlatabilir miyim?

KENAN EVRENİN ARDINDA KALAN BURNUMUZU GIDIKLAYAN GERÇEKLER başlıklı mektubumda;

“Herkesin bildiği sır misli, Öcalan’ın ağzından yayılan ‘İslamcılığın’, ne tarihsel mezhepleri ‘aştığını’ ne de kuşaklarca bunlara bağlı bir tabanı cezbettiğini, gören ve daha çok da görmek isteyen gözler görmektedir; ama aynı gözler, bu programla Kürt siyasetinin, artık solu vitrin olarak kullanarak da dengelenemeyecek bir sonuca ,’Kürt gericiliğine’ yürümekte olduğunu da görmektedirler!” demiştim

Ve “ Kürt siyasal hareketinin Türk gericiliği ile sarmaş-dolaş olmasının, yani Kürt gericiliği ile Türk gericiliğinin ittifakına yürümesinin kaçınılmaz olduğunu ve bunun diyalektik olduğunu; bu varsa, karşısında ilerici Kürtler ile İlerici Türklerin sarmaş dolaş birlikteliğinin yükselmesinin de kaçınılmaz olduğunu” söylemiş,

“Nerden nereye vardığınız sorusunun cevabının, ‘Medine Sözleşmesi’ sloganında ve öteden beri vurguladığımız ‘gelip gelip bir karanlığın içine girdiler’ sözünde olduğunu” eklemiştim!


Eminim bu duymazdan, görmezden geldiğin, hatırlamamak için ahmağa bile yattığın sözleri şimdi tekrar hatırlattığım için halet-i ruhiyenin şirazesi iyiden iyiye kayacaktır!

Israrla anlamak istemediğiniz bir konu daha var; Kemalizmin bütün kırmızıçizgileri, Kemalizm’in açtığı yolda kendilerine Kemalist diyenlerce çiğnendi; nasıl çiğnemesinler ki, nihayetinde egemen sınıfın ideolojisidir ve egemen sınıf rica etti emir bildiler; Kodifiye edildiği haliyle Kemalizm’in şu üç temel özelliği, yani 1) Büyük devletlerden uzak olmak; 2) Büyük sermayeden uzak olmak, 3) Dinle mesafeli olmak; hepsi ve hızla tekellerin çarkları arasında kaldı.

Altı ok mu, devletçilik ve milliyetçiliğin yerine özelleştirmeler; bağımsızlığın yerini NATO; laikliğin yerini imam-hatipler; cumhuriyetçiliğin yerini önce tarikatlara hoşgörü, sonra Osmanlıcılık ve ılımlı şeriat aldı. Devrimcilik ise, hatırlayanı bile kalmadı.
Neden çünkü 12 Eylül bir karşı-devrim hareketi idi ve sivri ucu sosyalist harekete idi ama kemalizme saldırı üzerinden sosyalist hareketin ve işçi sınıfı hareketinin hemen hemen bütün savunma mekanizmalarını, sığınak ve barınaklarını ortadan kaldırdı.
Demek ki AKP’ye yarı-yarıya, belki daha da fazla tamamlanmış bir karşı-devrim bıraktı!

Türkiye’nin bir Tanzimat öncesi karanlığına mahkûm edilmesi ve ulusal kurtuluş hareketinin devrimcisizleştirilirek bu karanlığın içine sürüklenmesi, dinci-gerici bir rotaya yöneltilmesi, geriye kalan bu karşı-devrimin işi oldu!

Bu yüzden, Müzakere dedikleri “çözüm süreci”, bu karşı-devrimin işlerinden biridir ve AKP ile Kürt siyasetini birbirine bağlayan ve tılsımı bundan ibaret olan bir süreçtir; Gezi’de darbeci, Reyhanlı’da hükümete destek, Said-i Nursi heykelleri, islam şemsiyeleri çıkarmıştır.

Fakat bu ülkede cumhuriyetçi, bağımsızlıkçı, devrimci, laik, kamucu, Kürt düşmanlığı olmayan, Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını sizi çileden çıkaracak denli savunan Kemalistler var ve zincirini koparmış yobazlık karşısında artmakla kalmayıp kendi çerçevelerinde radikalleşiyorlar. Kemalizm artık yok. Adı var, kendisi nesnel olarak yok. Ancak, cumhuriyetçiliğin, bağımsızlıkçılığın, laikliğin, kamuculuğun gerçek, yüksek, ivedi ve öncelikli kavgasını vermezse, sosyalizm de olmayacak.

Müzakere dedikleri “Çözüm süreci”, AKP ile Kürt siyasetini birbirine bağlayan ve tılsımı bundan ibaret olan bir süreçtir; Gezi’de darbeci, Reyhanlı’da hükümete destek, Said-i Nursi heykelleri, islam şemsiyeleri çıkarmıştır.

Bu yüzden, Erdoğan, AKP’ye karşı sesini yükselten ve CHP yönetiminin topyekün terk ettiği cumhuriyetçilerin desteğiyle siyaseten de yükselen HDP’yi yalnızlaştırabilmek ve Kürt siyasetini bir kez daha AKP yoluna mahkûm etmek umuduyla saldırırken, Çandarından, Nuray Mert’ine, Barzani’sine kadar “müzakereee”, “çözüm süreciii” feryatları yükseliyordu!

Yükseltilen Kürt savaşı, Erdoğan’ın sıkışmışlığı ile devletin Kürtlerin sekülerliğe ve sol ile temasa dönmesini asla istememesinden kaynaklanmıştır ve Yalçın Akdoğan’ın sıklıkla açıkladığı gibi hedef, bildikleri ve sevdikleri Öcalan ile bildikleri ve sevdikleri HDP’ye dönmekti.

Kürt hareketinde sola yakın kanat emperyalist cephenin her bileşeni için her dönem ve büyük dönemeçlerde her zaman özellikle hedeftir ve Suruç’ta hedeflerden birinin Kürt hareketi ile sol’un yakınlaşması olduğunu görmemek beş yaşında çocukları bile utandırır!

Yani, çözüm sürecine dönülmesi, Kürt siyasetinin Türkiye ilericileriyle birlik yolunun kapanması ve Kürt siyasetinin son seçimlerdeki kazanımlarının silinmesi anlamına gelmektedir ve öyleyse çözüm çözümsüzlüktür.

Demek ki, Kürt hareketi “çözümü” ya AKP ile ya da Türkiye’nin Kürt düşmanlığı olmayan, Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını ikircimsiz savunan cumhuriyetçileri, bağımsızlıkçıları, ilericileri, laikleri, halkçıları, devrimcileri, devrimci-demokratları, sosyalistleri ile arayacak. Ortası bulunmuyor.

İşte ne anlamak istediğiniz, ne de anlaşılmasına izin verdiğiniz bu gerçekler, senin halet-i ruhiyenin şirazesini kaydırıyor ve beş yaşındaki çocukların bile alaya alacağı lakırdıları söyletiyor!

Daha bitmedi ama şimdilik senin kimin muhibbi olduğunu, laiklik düşmanlığını nereden aldığını, gericiliğe ne kadar teşne olduğunu ya da hepsine birden hangi güdü ile gönüllü olarak mahkûm olduğunu göstermeye ve etrafa saçtığın yalan dolanla sarmalanmış zırvalarının bunu örtmek için olduğunu ve dahi senin ifadenle "kimin hangi merada otlayan öküz olmak için g.tünü yırttığını"ortaya koymaya yeter de artar!

Yani sen hele bir bunları hazmetmeye çalış, belli ki Özdil'in kelamları kısa kalmış ve beğenmemişsin ben uzunlamasına tamamlarım, Kahraman ve türlerinin bugünler için,yani sizin içine girmekte beis görmediğiniz ve neredeyse en devrimci iş diye yutturmaya çalıştığınız Tanzimat öncesi karanlığı egemen kılmak için yetiştirildiklerini daha önce hatırlatmış olsam da, hem o hatırlattıklarımı hatırlatırım,hem de bir kez daha ve daha ayrıntılı olarak dikkatine sunarım!


Fakat şimdiden besbelli ki,daha önce anlattıklarım aklına gelmeyeceği gibi, hatta aklını başına getirmeyeceği gibi,bunlara da bigane kalacağın kuvvetle muhtemeldir!

Ama olsun,nihayetinde her dediğimiz tarihe bir nottur!

Fikret Uzun


30-Nisan-2016

(1 Mayıs “bahar” bayramından bir gün önce ve yüzbinlerce işçiyi genel grevle birlikte ayağa kaldıran 1 Mayıs 1886 kalkışmasından 130 yıl sonra )

Hiç yorum yok: