9 Mayıs 2016 Pazartesi

Kürt kadınların “mal” yerine konulması mı, Paris suikastlerinin “İmralı'dan planlanması” mı değeri daha yüksek haberdir?



Kürt kadınların “mal” yerine konulması mı, Paris suikastlerinin “İmralı'dan planlanması” mı değeri daha yüksek haberdir?

Hep söylerim, bir yönetim ilkesi olarak kullanılan “inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasının içine hapsolanlar anlamayı da düşünmeyi de unutmuşlardır; ama bu vurgumun kıymet-i harbiyesini çok iyi anladıkları için mi, yoksa dediklerimi teyit edercesine düşünmeyi ve anlamayı unutmuş oldukları için mi bilinmez, bu vurguma hiçbir zaman, ne bir itiraz ne de kabul belirten tepki gelmemiştir!

Bu habere gösterilen tepkiler, dediklerimi teyit eden bir örnek niteliğindedir!

Şöyle ki, “Ölçüsünün, sadece uygar, demokrat, birbirine saygılı ve milliyetçilikten arınmış bir dünya vatandaşlığından yana olmak” olduğunu vurgulayan M. Kırıkkanat hanımefendinin ağzından, ağzına neredeyse zorla yapıştırılan bir “Kürt kadınları maldır “ sözü çıkmamıştır; böyle anlaşılacak vurgusu da yoktur!

Ama PKK'nın Kürt kadınına bakışını eleştirdiği net olarak anlaşılmaktadır!

BirGün mülakatçısı’nın “Paris Suikasti’ni anlatan bir roman yazmak nasıl düştü aklınıza?” sorusuna, M. Kırıkkanat’ın verdiği cevap şöyledir:


“…kadınlar örgütün içerisinde, en az bizim toplumda veya herhangi bir dinci çevrede ezildiği şekilde eziliyorlar. Dolayısıyla bu romanda, her şeyden önce benim fikirlerime çok aykırı, farklı bir ortamda dahi olsa, kendisini kadın erkek, eşit olarak lanse eden bir örgütün içinde de kadınların ilk feda edilen, azarlanan, ezilen ve özellikle liderliğe yaklaşanların, ‘parya muamelesi gördüğü’nün altını çizmek istedim.”


Bu cevaptan, mülakatçı hanımefendi, Kürt kadınların “mal” olduğu sonucunu çıkardığı için, ya da kendisi de Kürt kadınlarını “mal” gibi gördüğü için soruyu (“mal gibi mi?” şeklinde değil), “Kadınlar mal gibi yani?” şeklinde yöneltiyor!


İşte Kürt kadınlarının “mal”lığı böyle “ortaya çıkıyor”; ama Kırıkkanat’ın ağzından “Kürt kadınları maldır” şeklinde, Kürt kadınlarını aşağılayan bir söz çıkmıyor!


Merak edenler için, Kırıkkanat’ın cevabı şöyledir:


“Aynen öyle. O yüzden toplumun genel durumunu yansıtıyor. Yaptıkları kadın erkek eşit propagandası son derece yanlış ve yalan…”


Bu cevaptan da böyle bir sonuç çıkarmak, yani Kırıkkanat’ın “Kürt kadınları ‘mal’dır” dediği sonucu çıkarmak mümkün değil; çünkü dediği, Kürt kadınlarının, ister “parya” ya da mülakatçının anladığı gibi, isterse “mal” olduğu anlaşılsın, bu Kırıkkanat’ın bir yaftası değildir ki, olsa bile sizin, PKK’ye ya da KÖH’e ya da Öcalan’a ve elbette HDP’ye eleştiri yönelten herkesin üzerine son derece ölçüsüzce fırlattığınız yaftalar yanında zemzemle yıkanmış mislidir!


Hatta Öcalan'ın Kürt kadınlara yüklediği sıfatlar yanında hafif bile kalır!

Dolayısıyla, Öcalan'ın Kürt kadınına yüklediği sıfatlar yanında, Kırıkkanat’ın aslında PKK'nın Kürt kadınına bakışını eleştirdiği mülakatta geçen ”parya” ve ”mal” sıfatı hafif kaldığı halde, bu sıfatlara bir itirazları olmayanların “Kürt kadını mal” dendiği için itiraz yükseltmeleri pek inandırıcı değildir!

"Belki bazılarına acayip gelebilir, ama açmakta yarar vardır. Kürt kadınlarının çoğunun bedenleri ölü, kokuşmuş, soğuk ve çok kabadır. Fizikleri biraz böyledir, ruhları donuktur. Fikir düzeyi hiç yoktur" ("Nasıl Yaşamalı" kitabının 91. Sayfası)

Bir önceki cevabında, “kendisini kadın erkek, ‘eşit’ olarak lanse eden bir örgütün içinde de kadınların ilk feda edilen, azarlanan, ezilen olduğunun ve özellikle liderliğe yaklaşanların kadınların parya muamelesi gördüğü’”nün ve “…(Kürt)kadınların, örgütün içerisinde, en az Türk toplumunda veya herhangi bir dinci çevrede ezildiği şekilde ezildiklerinin” altını çizen Kırıkkanat, Kürt siyasetinin yaptığı “kadın erkek eşit” propagandasının “yanlış ve yalan” olduğunu; ”toplumun genel durumunu yansıtmadığını” ekliyor ve sorusunu “Kürt kadını mal yani?” şeklinde formüle eden Mülakatçı’ ya ,“aynen öyle ” vurgusuyla verdiği cevabı ile Kürt coğrafyasındaki ve örgüt içindeki genel durumu, Nazım’ın “kadının yeri, öküzden sonra gelir” dediği gibi, Kürt kadınının yerinin erkeğin yerinden sonra geldiğini ifade etmiş oluyor!


Ve sonuçta ortaya, bu sanal ortamın, dışardaki canlı yaşamda kimi zaman sessizce, kimi zaman çalkantılı bir şekilde süren ve adına ister tartışma, ister tepki göstermek, ister siyaset, ister başka şey diyelim, sınıf mücadelesinden başka bir şey olmayan gürültü-patırtıdan bağımsız olmadığını teyit eden ama dışarıdaki yaşama oranla oldukça cılız görünen ve lisanı anlaşılmayan birinin el kol hareketleriyle, ya da mimikleriyle birlikte sarf ettiği sözlerinin “küfür“ olma ihtimaline karşı, “ben senin! ” yollu küfür iadesi yapan köylü kurnazı misli “mal senin anandır” yollu yükseltilen bir gürültü-patırtı çıkmış oluyor!


Fakat aynı Kırıkkanat’ın, gene kitabı ile ilintili olan ve kamuoyunun, en azından sosyal medyanın önüne düşen başka ifşaatlarına hem dışardaki canlı yaşamda, hem de ondan bağımsız olmayan burada, yani Sosyalist Forumda bigâne kalınmıştır ki, aslında, “mal” muhabbetinden çok daha vahimdir!


BirGün’ün mülakatçısına “…Ve zaten Öcalan konuşmalarında Sakine’ den, yani romandaki munise’den gereksiz diye söz ediyor.” Diyen Kırıkkanat, ifadesini şöyle tamamlıyor:

“ Fransa’da bu üçlü suikast yapıldığında, zaten ilk akla gelen şey Öcalan’ ın öldürttüğü oldu. Bu kitapta hiçbir şeyi uydurmadım bu konuda, çok yazıldı çizildi. Fakat düşündüm ki, bu cinayetler PKK’nın işi olamaz, biz PKK’nın nasıl suikast yaptığını biliyoruz. Ben bunun arkasında bir devlet teşkilatının olduğunu anlamıştım. Ayrıca bu cinayetlerin üstü örtülecek, Fransız devleti tarafından da örtülmek istenecek demiştim. Fransız istihbarat teşkilatı; Sakine Cansız’ı, öldürülen diğer kadınları, şoförü ve bütün PKK’lıları dinliyormuş. …Ben de 2013’te yazdıklarımın ne kadar doğru olduğunu görünce kitabı yazmaya başladım.” (BirGün özür diledi - Odatv.com)


Bu mülakattan bir gün önce, ODATV’de,” Gazeteci M. Kırıkkanat, Paris suikastlerini kurguladığı romanında suikastlerin İmralı'dan planlandığını yazdı...” başlıklı şu haber geçiyordu:

Hiç Kimse’ adını taşıyan son romanında Paris'te 9 Ocak 2013’te üç PKK’lı kadın militanın öldürülmesiyle sonuçlanan suikastı konu etti. Cinayetin her safhasını araştıran, oluşan boşlukları da roman kurgusuyla dolduran Kırıkkanat'ın en çarpıcı iddiası suikastlerin İmralı'da Öcalan ve MİT tarafından onaylanmasıyla gerçekleştiği…”


“Kırıkkanat’ın kitabında Sakine Cansız’ın Öcalan'ın yıllar önce ayrıldığı ve örgütünden kovduğu eşi Kesire Öcalan’a yazılmış bir mektuba da yer verdiğini” yazan haberde, mektupta yazılanlar şöyle aktarılıyordu:

“yıllar sonra seni anladım Heval Can(bu Kesire oluyor). Halkımızı, hem Türk devletinin boyunduruğu, Yavuz artıklarının zulmünden hem de ataerkil kölelikten kurtarmak, bilinçlendirmek ve bağımsızlaştırmak amacıyla kurduğumuz Parti’de kadının zamanı değildi. Büyük umutlarla başlattığımız ve kan pahasına sürdürdüğümüz devrimde; kadını gerçekten bilinçlendirmenin, özgürleştirmenin, eşitlemenin zamanı hiç gelmedi. Devrimi Önderlik yapıyordu ve Önderlik erkekti. Biz kadınlara, ancak ona itaat ettiğimiz ölçüde değer, eşitlik ve özgürlük veriliyordu. Ataerkil otoritenin yerini, devrimci önderlik almıştı, o kadar. Üstelik erkek yoldaşlarımız da ne daha değerli, ne daha eşit, ne daha özgürdü. Önderlik bizleri yanında tutuyor, söz hakkı veriyor, ama karar hakkı vermiyordu. O ne derse yapmak, başımızı eğmek, asla karşı çıkmamak; hatta bazen, kaprislerini devrim kuralları olarak kabul etmek zorundaydık. Bunları sadece içimi dökmek için yazıyorum. Yoksa sen her şeyi, hepsini biliyorsun zaten. Önderliğin kaprisine boyun eğmeyenlerin başına geleni, bizzat yaşadın. İtaat etmeyenlerin başına gelenleri de benim kovulduğum, Memolimin öldürüldüğü ve daha pek çok yoldaşımızın 'hain' diye infaz edildiği ceza süreçlerinde gördün. Önderlik tutsak edildiğinden beri, Parti’deki ayrımcı ve baskıcı zihniyet değişmedi. Komutanlara biat ve itaat ediliyor. Etmeyen, yine 'hain' suçlamasıyla infaz ediliyor.
Kadınlardan yine bir adım geride, aynı hizmet bekleniyor."

Bu ifadelerden sonra, Sakine Cansız satırlarını şöyle bitiriyordu:

"Düşman saflarında, Parti’nin Alevi vesayetinde olduğu yayılıyor. Devrimciler arasında, adeta T.C. hükümetinin politikasına paralel bir mezhep kavgası körükleniyor. Tutsak önderliğin, esir düştüğünden beri T.C. hükümetine biat ettiğini hepimiz biliyoruz. Kuşkusuz önceden de işbirliği vardı, sen doğrusunu bilirsin. Belki de sana atılan iftira, aslında onun için geçerlidir. Şimdi hükümetin muhatabı oldu. Ada’dan barış görüşmelerini yönetiyor. T.C.’nin bu süreçten Parti’ye para ve silah sağlayan kaynakları kurutmak için yararlanacağına emin olabilirsin. Tutsak Önderlik’ten kurban istenecek. O da verecek. Muhtemelen bizler arasından birkaç isim söyleyecek. O isimlerden biriyim. Önderliğin benden ne kadar nefret ettiğini biliyorsun. Bugüne kadar gerilladaki Alevi kadroların tepkisinden korktuğu için dokunmadı. Ama şimdi o kadrolar hedefte ve tutsağın elinde, barış süreci gerekçesi var. 'Kürt halkının zaferi için T.C.’ye taviz vermeliydim, birkaç gereksizi gözden çıkardım,' der, olur biter. Benden 'gereksiz' diye söz ettiğini, bilmem hatırlatmam gerekir mi? Çok zamanım kalmadı, seziyorum. Eğer sezgilerim doğru çıkar ve öldürülürsem, kanlımın kim olduğunu bil istedim. Çünkü sen de benim gibi Ay’ın kızısın. Hoşçakal, Heval."


Ve haber şöyle bitiyordu:

“Kırıkkanat'ın gerçekle kurgu arasında romanında yer verdiği bu mektup, cinayete dair bir özeti sunar gibi. Suikaste dair ne kadar gerçek ne kadar kurgu tartışılır bir teori sunuyor. Cinayetlere ilişkin davanın 3 buçuk senedir başlamadığı düşünülürse Kırıkkanat'ın soruşturmacılardan bile iyi çalıştığı söylenebilir.” (Mine G. Kırıkkanat: Paris Cinayetleri İmralı'da kurgulandı - Oda…)


İşte bu haberi, bizim anlamayı da düşünmeyi de unutan, köylü kurnazlığında ise rekor kıran pek “kürtsever” KÖH muhiplerimiz görmezden gelmiş, bu habere öfkelenmezden gelmişlerdir ki asıl dikkat çekici olan, haber değeri daha yüksek olan budur!

Öyle ya, her an her yerde mümkün olabilen, bir otomobilin bir insana, kediye ya da bir köpeğe çarpmasından; hatta bir trenin bir otomobile çarpmasından bile daha fazla haber değeri olan olay, her zaman vuku bulması pek fazla mümkün olmayan, bir insanın, bir kedinin ya da bir köpeğin, hatta bir ineğin veya bir kısrağın otomobile çarpması olayıdır!


İşte asıl dikkat çekici olan, haber değeri yüksek olan Sakine Cansız olayında forumun sevgili köylü kurnazlarının kıyamet koparmaları gerekirken bigâne kalmış olmalarıdır; çünkü kıyamet koparılacak bir olayı sessizlikle geçiştirmek de, haber değeri yüksek bir olaydır!

İşte Kürt siyasi hareketinin geldiği yer burasıdır!

Yani demem o ki, Kürt siyaseti Kürt halkını, kadın erkek, çoluk çocuk demeden bir Tanzimat öncesi karanlığının tam ortasına sürüklemekte beis görmezken, Kürt kadınının yeri öküzden sonra gelsin diye, en azından erinin yerinden sonra gelsin diye çırpınan Tanzimat öncesi karanlıkla katolik nikahı kıymışken, Kırıkkanat hanımefendi'nin, Kürt siyasal hareketinin, en çok da Öcalan'ın Kürt kadınına bakışını eleştirirken sarf ettiği sözlerinden,"Kürt kadını maldır" dediği sonucu çıkartan "çok bilmiş" köylü kurnazı KÖH muhiplerinin, Fransa'daki suikastlerde kopartmadıkları bir vaveyla kopartmaları, yalnızca "siz kimi kandırıyorsunuz" dedirten bir acıklı-güldürü tiyatrosudur!

Fikret Uzun

09-Mayıs-2016

Hiç yorum yok: