31 Ağustos 2012 Cuma

UFUKSUZLUĞA MAHKUM OLMAKTAN ÇIKIŞ YOLU


Türkiye bir ufuksuzluk penceresinden izlemeye mahkum edilmiştir. Bu emperyalist kapitalizmin, 12 Eylül rejiminin, egemen sınıf olan büyük burjuvazinin ideolojik hegemonyasının sonucudur. Bunda suç ortaklığının çapı geniştir, hem de çok geniştir. İlk başta sahte sol gömlekli aydınlar ve politikacılardır, arkasından devşirilmiş ve işçiliğinden eser kalmamış sendikacılar ve işçi liderleridir; ek olarak STK ların tepesine çöreklenmiş emperyalist ideolojik saldırı örgütlerinden ( en çok bilineni Sorosdur ve bir kaç ay önce yaklaşık 130 milyar dolar değerindeki kağıtlarını altına çevirdiği konuşulmaktadır ama bizim medya bununla ilgilenmemektedir) fonlanarak muhalefet yapıyormuş gibi caka satan ama toplumsal dinamikleri devletin yönetişimine sokan STK liderleri, bakışını veya yaklaşımını bilimsel verilerden veya öngörülerden değil, tarikat dinamiklerin itkisinden alan sosyalist etiketli örgütler ve partiler ve bunları on yıllardır bir akil adam veya yapı olarak, tekellere karşı birer savaşım öncüsü ve örgütü olarak belleyen ve belleten ahmak solcular vardır. O kadar öyle ki,12 Eylül saldırısı ile birlikte, çok öncesinden başlayan bir çaba ile kitleleri ufuksuzluğa itmişler ve 12 Eylül ile birlikte topyekun egemen sınıfın ideolojik-politik hegemonyasına hapsetmişlerdir. O günden beri kitleler bu dinamikleri aşamadan, hapsoldukları ufuksuzluğun penceresinden oynanan oyunları bir illüzyon gösterisi tadında izlemekte ama irade göstermemektedirler. Bu süre zarfında eski ve sahte sol gömlekli kadroların ipliği pazara çıkmıştır ama peşlerinden sürükledikleri ahmak "solcu"lar veya ahmaklığa yatarak sahtekarlık tedris eden "solcu"lar yerlerini doldurmak için her türlü çabayı göstermişlerdir. Ve hepimizin gördüğü gibi, her yerdeler, o nedenle birincisi ayırt etmek zor olmaktadır, ikincisi son derece yanlış bir yaklaşım olarak, bu dinamikler veya aktörlerle sol dinamiklere kazanılmak üzere ideolojik-politik tartışma yürütülmüş, ikna edilmeye çalışılmıştır. Oysa hepsinin sağırlığı ve körlüğü mahkumiyet mislidir, o nedenle de her çaba, onların sahtekarlığının gelişmesinde staj yerine geçmiştir. Şimdi her yerde ayrı ve bağımsız ve de yeni mürteciler olarak yerlerini almışlardır ki, kendilerinden önceki yeni ama eskimiş mürtecilerin "sol" renge bürünerek yürüttükleri sahtekarlık unutturulmuş, bir çok alanda çok geniş olmasa da özellikle gençler yeni yetme mürtecilerin peşine onları hâlâ "sol" da sayarak takılmışlardır.

Hep söyledik demek hoşuma gitmiyor ama gerçek bu ki, hep söyledik; Bu dinamikler ve aktörleri yeniden sol/sosyalist alanlara kazanmak mümkün değildir-devrim kapısından bir kez kaçanlar bir daha oraya gelmezler. Dahası da var, tekellere karşı sınıf kinimize vurgu yaparken, tekelleri benimsetmeye çalışanlara tiksinti duymak gerekir dediğimizde, çoğumuz kaba olunduğu yollu, hümanizm gösterisi yapmışlardır. Dahası da var, hümanizme vurgu ile insanı öne çıkaranlara, önce insan değil, önce sınıf dediğimizde ırkçı ve hatta Kürt düşmanı olarak yaftalandık. Ve koroya katılım az değildi. Ve öz olarak dediğimiz şu idi; bu, sosyalizm alanlarını bozan aktörleri ve dinamikleri bu alanlara kazanmak için değil, bu alanlardan kovmak için ideolojik mücadele gerekir. Ancak yine dinletemedik ve Ufuk Uras'ın bile sol gömleğinin sahte olduğu, altında burjuvazinin gömleği olduğu ve son derece bilinçli bir sahtekarlık içinde olduğu yeni yeni kabul edilebilmektedir. Ve çokturlar ki, her birini tek tek deşifre etmek hemen gerçekleşememiştir. Daha belirgin ve model olan sahtekar ise, TKP nin son genel sekreteri, çapsız, sığ ve son derece sinsice tekellere hizmet eden, AKP ye danışmanlığı solculuk olarak model yapan ve mürteci olduğunu bizzat Zaman gazetesine verdiği mülakatla ilan eden Nabi Yağcıdır.

Ve sürekli olarak Nabi Yağcı'nın ve benzerlerinin ve de türevlerinin dün nerede iseler,bugün de oradadırlar dediğimde çoğunluk kayıtsız kalmış ve Nabi'nin TKP deki hizmetlerini sıralamaya kalkmıştır ki,bu gün artık bu çok daha net görülmektedir ki, aynı komitede çalıştığı Haluk Yurtsever'de Nabi'nin hiçbir zaman komünist olmadığını, bir sürü entrika ile genel sekreter olduğunu beyan etmiştir ki, TKP içindeki, tekellerin ama bir tarikat itkisi ile hareket eden,gönüllü tetikçisi olduğu artık net olarak görülmektedir.

Uzatmayalım, bütün bunlar nasıl olabildi, yani bütün bu sahtekarlıklara, sinsiliklere kitleler sadece uzaktan izlemek şeklinde yaklaşım gösterdi. Belki bu sola ve daha çok sığlığının, donanımsızlığının farkında olup, kendini geliştireceğine, bu durumunun getirdiği aşağılık kompleksi ile işi erbabına yani sahte sol gömleklilere bırakan ahmak solculara ki, Marxist soldan söz ediyorum, kitlelerin verdiği bir ceza oluyordu. Bu ayrıdır ama bu tespitten de anlaşılacağı gibi asıl sorun ideolojik -politik formasyonun son derece zayıf olmasıdır ancak bundan da önemlisi bunun önemsenmemesidir. Ki bu soruna da dikkat çektiğimizi hatırlıyorum ve ısrarla şunu söylediğimi biliyorum; teori öne geçmiştir yani pratik-politik mücadeleyi, bu yöndeki görevleri askıya almadan, teoriye daha büyük bir önem vermek gerekir diyordum ki, bunu Lenin teorisiz pratik olmaz diye formüle etmişti ancak ben bundan da ötesini söylüyordum ki Stollipin döneminde Lenin’in teoriye vurgusunu da hatırlatırken, aynı zamanda Marx’ın aslolan dünyayı yorumlamak değil, değiştirmektir şeklindeki Feuerbach tezlerinden biri olan tezine atıfta bulunarak, dünyayı yorumlamaya bu gün daha çok ihtiyacımız olduğunun altını çiziyordum ki, zaten diyalektik gereğidir, dünyayı yorumlamaktan aciz isek, değiştirmek mümkün olamaz; tersine söylersek, her değişim, yeni yorumlara yani teorilere ihtiyaç doğurur ki bunları söylediğim için her türlü hakaret yanında, masa başı devrimciliği ile yaftalandım. Sonuç olarak gelip, dayandığımız noktada ideolojik mücadelenin, tekellerin, emperyalist kapitalizmin ideolojik hegemonyasını, dolayısıyla "demokrasi" illüzyonunu yıkabilecek şiddette olması gerektiğinin açıkça görüldüğü açıklık hakimdir. Yine de bu açıklığı herkes görememekte, daha doğrusu, hapsolunan ufuksuzlukta yerleşen rehavet dinamiği hakim renk olarak bu açıklığa uzak durmaya neden olmaktadır. Bu önemli oranda böyle ama asıl etken, şu ucube ama son derece sinsi ve tekeller için biçilmiş kaftan olan sloganın mucitlerinin "yetmez ama evetçiler" in ahtapot kolları oldukça sarmal bir şekilde yayılarak özellikle sol dinamiklerin, bozuk sosyalizm alanlarda bozanlarla kardeşçe solculuk oynayan dinamikler demek istiyorum, akılları karıştırmakta, dolayısıyla gerçeklere sahip çıkılmasını engellemektedirler.


Uzun zamandır, kendimin de içinden çıktığı, TKP artıklarının sinsi çabalarını deşifre etmeye çalıştım ve her seferinde farklı tepkiler de olsa, hep, bu sahtekarların önüne baraj örüldü ve eleştirdiklerime, mahkum ettiklerime hep kalkan olundu. Şimdi bu kalkanlar, bizzat kendileri eleştirmekte ama icraatları ise onların bıraktığı boşluğu doldurmak veya onların renginden farklı olmaya dinamiklere savrulmak veya aynı tür dinamikleri inşa etmek oldu. Bunlardan en belirgin olarak kendini gösteren ve çok önce deşifre ederek ilan ettiğim, ÜRÜN-TKP sidir. İlk mülakatlarının AKSİYON dergisine olması ise son derece manidar olmakla birlikte, benim tespitlerimi doğrular mahiyettedir ki, programlarındaki sahtelik yanında, burjuva rengi ise saymıyorum.

Şimdi gelinen noktada NE YAPMALI, daha önce ifade ettiğimi tekrarlamak istiyorum, bozuk sosyalizm alanlarını temizlemekle veya bozuk olan enstrümanlarını düzeltmekle uğraşmaktan vazgeçerek, bozuk olanları terk edip, temiz ve ileri bir seviyeden sosyalizm alanlarını yükseltmek; bunu yaparken ideolojik mücadelenin şiddetini artırmak, öteden beri yaptığım benzetme ile yani fıkradaki gibi, "HOŞTUNUZ KÖPEK EFENDİ " değil, "HOŞ KÖPEK OĞLU KÖPEK" misli bu sahte sol gömlekliler yanında ahmak olanlarını da bozuk sosyalizm alanlarına terk ederek, tekellerle yürüttüğümüz gibi, onlarla da aynı sertlikte ideolojik mücadele yürütmek ve egemen sınıfın, ideolojik-politik hegemonyasını tuzla buz etmek gerekmektedir. Önce "demokrasi" illüzyonundan başlayabiliriz.

İkinci olarak, iş işten geçmiştir ama bu aynı zamanda yeni işleri öne çıkarmaktadır; öteden beri söylediklerimizi yaşamın yeşil ağacı doğruladı ve kitleler bunu görüyor ancak o kadar çok sapla saman bir birine karıştı ve yalancı çoban misli "yangın var, haydi göreve" dendi ve fos çıktı ki, daha doğrusu bizzat yangın var diyenler tarafından göreve çağırılanlara yangın yokmuş denildi ki, o nedenle kitleler hâlâ ikircimli ve heyecan duymaktan uzaktır. Buradan hareketle kitleleri illüzyondan çıkarmak başat iştir. Bunun için nesnelliğin içinden bir şok dalgası yükseltmek gerekmektedir. Daha doğru ifade ile nesnelliği sessiz kalmaktan kurtarmak ve kitlelere heyecan yaratacak teorik formülü bu nesnelliğin içinden yükseltmek gerekmektedir. Bunun için de bilimsel bir teorik yaklaşıma ihtiyaç olduğunu, dolayısıyla bu yaklaşım olmadığı için ihtiyacımız olan teorilerin üretilemediğini için dolayısıyla teorisiz pratiklerle ya da eksikli teoriler üzerinden bütünsel olmayan, gündelik politikalar peşine takılarak, kitlelerin heyecanını sönümlendirmekten vazgeçmeliyiz.

Üçüncü olarak, apaçık ortadadır ki, emek sürecinin belirleyiciliği hâlâ asıl renktir; ancak bu gerçeğin su yüzüne heyecan yaratacak biçimde, sınıfsal olanı öne çıkaracak şekilde çıkarılabilmesi için, illüzyondan çıkmak, çıkarmak olmazsa olmaz şarttır. İllüzyonun mahiyeti artık net olarak bellidir ki, emperyalizm baskısını götürürken bile "demokrasi" diyerek hareket etmekte ve yutturabilmektedir; "demokrasi" hem bir kültürler toplamına indirgenmiş ve bu anlamda son derece güvenli bir mücadele alanı ve zevahiri kurtaracak bir mücadele amacı yaratılmış ama daha önemlisi bu amaç "demokrasi" sosyalizm mücadelesinin önüne engel,üzerine örtü olmuştur. Bununla birlikte bir taraftan bu illüzyon işletilirken, diğer taraftan demokratik ne varsa, kırıntısına bile tahammül gösterilmemiş, tümüyle düzlenmiştir. Ancak illüzyon nedeniyle bu gerçeğin üzeri hâlâ önemli oranda örtülüdür. Öte yandan, emek sürecinin belirleyiciliği gerçeğinden hareketle, egemen sınıflar ve iktidarları, bu alanda işçi sınıfının elini kolunu bağlamaya devam etmiş, örgütsüz, hafızasız ve heyecansız bırakmayı sürdürmüştür. O kadar öyle ki, sınıfı göndermiş yerine tarikat dinamiğini yani ümmi varlığı yerleştirmiştir. Ve zaten 12 Eylül de bunun için kotarılmış değil midir?

Bir önceki mektubumda ifade ettiğim gibi, bu güne açılan yolların taşları, 12 Eylül ile ve bizzat “Kemalist” yüksek kadrolarla, komutanlarla demek istiyorum ve yönetim dinci akımlara teslim edilerek Türk-İslam sentezi şeklindeki ideolojik yaklaşımı yerleştirerek, bunun için Aydınlar Ocağını ve kadrolarını dinamik hale getirerek ve de tarikat dinamiklerini devletleştirerek döşenmiştir. CHP nin “yeni”leştirilmesi de bunun içindedir.

Yani oyun içinde oyunlar oynanarak, örnek olsun Atatürk diye diye bütün Atatürkçü dinamiklerin rengini değiştirecek dinci veya Türk-İslam sentezci aktivistler Kemalist güç merkezlerinin başına yerleştirilirken, yani Kemalistler, Kemalist güç merkezlerinden tasfiye edilirken, diğer taraftan “irtica ile mücadele” diye diye, yine örnek olsun, Erbakan tasfiye edilmiş ama İmam Hatipler hem müfredat yönünden ve hem de sayı bakımından genişletilmiş, din dersleri mecbur edilmiş, kuran kursları yaygınlaştırılmış ama daha önemlisi tarikat dinamikleri meşrulaştırılmış, devletleştirilmiştir.

Bununla birlikte öteden beri sorun olarak büyütülen ve çözümsüz çözümlere sürüklenen ki, egemen sınıfın hem sorun olarak ve hem de güç olarak baş edememesinin bir sonucudur, Kürt sorununa yönelik çözüm, ABD emperyalizminin “çözüm”lerine bağlanmış dolayısıyla Kürt ulusal sorununun çözümündeki reformist renk, bir sol renkli tas içinde Kürt halkına da, Türk halkına da ve elbette Türkiye soluna da sunulmuş, bunun peşine takılmayan ırkçı, milliyetçi, insanlık düşmanı, Kürt düşmanı olarak yaftalanmıştır.
Yani bir taraftan ve hâlâ Kemalist renk taşıyan programları en devrimci programlar olarak öne çıkartıp,”komünist” renk veren dinamiklerin hiçbir Kemalist güç merkezinde dahi gücü kalmamış olan Kemalistleri baş düşman görmesi devam ederken, diğer taraftan dinci akımlara ”özgürlükler” söz konusu edilerek yakınlaşılırken, diğer taraftan ulusal sorunun ABD “çözüm”üne sol renk verilmekte ama aslında sol renk ile Kürt ulusal sorunu arasında duvar örülmektedir. Demek ki, onca açıklığa karşın, emperyalist kapitalizmin ideolojik hegemonyasının devam etmesi, dolayısıyla kitlelerde ve sol dinamiklerde yeterli heyecanın açığa çıkmaması rastlantı değildir. Sahte dinamikler hâlâ iş başındadır ve gömlekleri hep sol renklidir.

Öyleyse nesnellik ve nesnelliğin içinden yükseltilecek teorik yaklaşım yanında politik hüner bu noktadadır.

Bu nokta, Kürt aydınları ve devrimcileri ile Türk aydınları ve devrimcilerinin iş ve güç birliğini, bu nesnellik içinden yükselen Kemalist dinamiklerin iş ve güç birliği ile birleştirmek ama temel renk emek sürecinin yükselttiği sınıf çelişkilerinin hızla açığa çıkardığı sınıfsal renk olmalıdır. Antiemperyalist, anti tekel vesaire sıralamaya gerek yoktur ki, bu gün ulusal sorun ve “çözüm”ü etrafında oynanan oyunlar, Kürt ulusal sorununu - son tahlilde-temel sorun olmadığı halde, temel sorun haline getirmiştir, ancak temel sorun ve belirleyici olan itki sınıf çelişkisi ve emek süreci olduğuna göre, sosyalistler çok daha geniş bir ufuk sahibi olmalıdırlar ki, daha önce test edilmiş sonuçlandırmalar son derece yol açıcıdır;

Öyleyse ortaya çıkan, uluslar ve sömürgeler sorununa sosyalistler daha yakın ve daha yaratıcı durmaktadırlar ki, burada yol gösterici ve ufuk açıcı düstur, sosyalistlerin her şeyden önce büyük toprak sahipleri ile kapitalistleri alaşağı etmek için ortak mücadele perspektifidir ki bu mücadele, bütün ulusların ve ülkelerin işçileri ile emekçi kitleleri arasında daha sıkı bir birliğe dayanmalıdır. Ancak böyle bir birlik ile emperyalist kapitalizmin boyunduruğundan kurtulmak mümkün olabilir; bu birlik olmaksızın ulusal baskının ve eşitsizliğin ortadan kaldırılması imkânsızdır. Hele hele, bir, hatta birkaç emperyalist devletin dostluğuna dayanarak bunun imkânsız olması bir yana, düpedüz intihardır ve onca tarihsel açıklığa rağmen, böyle düşlerin peşinden gitmek mümkün olmayacağına göre, ihanet ve kendi halkına ve ulusuna kalleşlikten başka bir şey değildir.

İşte hem belirleyici olanı ve ortak mücadeleye itki verecek olan asıl rengi daha da koyulaştırarak, diğer bütün çelişkileri bu asıl renk taşıyan çelişkiye bağlayacak olan öne çıkmış olan, özellikle de öznel çabaların itkisi ile başat görünen ulusal sorunun çözümü dinamiğine temel olan rengi, sol-devrimci rengi verecek olan iş ve güç birliği bu temelde ve bu eksende ve hem de nesnelliğin içinden yükselerek kurulacaktır. Bu nesnelliğin önünde artık hiçbir güç duramayacağı gibi, bu nesnelliği örtecek oyun da egemen sınıfın elinde kalmamıştır.

Burada hassas nokta tarihin ilerleme çizgisinin taşıdığı anlam ve içeriğin doğru değerlendirilmesi ve bu iş ve güç birliğinin bu çizgi ile uyumlu işlev ve ağırlığının net olarak konulması ve bu çerçevede vurgu temel renk olan sınıfsal hatta olmak üzere, bu birliğin tarihin ilerleme çizgisi doğrultusunda nitelik olarak geliştirilmesi,güçlendirilmesi ve değişime uğratılması olmalıdır. Tersinden ifade edersek, bu iş ve güç birliğinde, temel renk, diğer renklerin kuyruğuna takılmamalıdır ki, temel renk yönünde nitelik değişiminin, yani diğer çelişkilerin temel renk taşıyan asıl çelikliye bağlanmasının, kuyrukçuluk olmadığı; aksine tarihin gelişme çizgisine doğrusal bir itki veren veya olması gereken doğrultuda bu çizgiyi yerine oturtan ve her iki sorunsalın çözümünü de bilimsel ve sınıfsal tarzda ilerleten bir nitel gelişim ve değişim olduğunu söylemek abartılı ve süslü olmaz.

Bu ifadeyi kurgularken anlaşılmasını kolaylaştırmak için cümleleri özenle kurmaya çalışmam bir yana, daha önce kurgulanmamış ifadeler kullanmaya da özen gösterdim ki, çıkardığım sonuçlar mutlak değildir (ama inandığım görüşlerdir veya nesnelliğin aklıma yansıttığı en akılcı görüşlerdir), benim öteden beri ifade ettiklerimle uyumlu olan ve tümüyle yaşadığımız tarihsel koşulların öne çıkardığı nesnelliğe dayanarak ve üzerinde düşünülüp daha rafine hale getirilmesine yol açacağına inandığım bir perspektifle kurguladığım ifadelerdir.

Yani sosyalist iktidar hedefli, ideolojik-politik mücadeleyi, politikanın bir savaş sanatı olduğundan ve düşman belirlemenin yanında, güç biriktirmenin de önemine vurgu ile hareket ederek, savaş sanatını da dikkate alarak sürdürmek, biriktirilen nesnel ve öznel güçleri bu çerçevede ilerletmek ve geliştirmek bu gün önümüzdeki en acil ve akılcı politik hüner olacaktır ki, bu işin sorumluluğu ve onuru ortak olmakla birlikte, bu iş ve güç birliğinde itki veren ve sonuca götürecek olan yani ileri götürecek olan bilimsel ve sınıfsal yaklaşım olacaktır. Ufuksuzluk ancak bu şekilde aşılır ve bu ufuksuzluğa mahkûm edenlerin, bu iş ve güç birliğine bulaşmaları ancak bu şekilde önlenebilir.
Burada bir ek daha yaparak, ifadelerimi biraz daha netleştirmek ve açıklık kazandırmak istiyorum ki, bu gün bu coğrafyada hem emperyalizmin, hem Türkiye’nin tekellerinin ve iktidarlarının dolayısıyla bütün dünyanın sorunu halindeki; ancak emperyalist kapitalizmin, uluslar arası büyük büyük zenginler yanında ki Siyonist renk hâkimdir ve Türkiye’nin egemen sınıfının, büyük büyük zenginlerinin “çözüm”üne mahkûm edilen Kürt sorunu, asıl sorunun önüne geçmiş, dikkatleri kendi üzerine çekmiştir; fakat dünyanın geri kalanını da göz ardı edemeyiz ki, bu geri kalanda ve eninde sonunda Türkiye’de de, dolayısıyla bütün dünyada temel renk, asıl çelişki sınıf çelişkisidir ve bu çelişkinin diğer bütün çelişkileri kendine bağlaması için nesnel koşullar son derece hareketlidir ve elverişli açıklıklar sağlamaktadır.

Öyleyse bu gerçeklik de, Türkiye’nin ve Kürt coğrafyasının temel çelişkisi gibi görünen ve bu yanıltıcı görüngü öznel çabalarla kullanılarak, emek sürecinin yükselttiği çelişkilerin peşine takılmaya çalışılan Kürt sorununun temel sorun olmadığını göstermektedir; diğer yandan bunun simetriğinde ve nesnel olarak konum alan ama içinde küçük-burjuva milliyetçiliğini de barındıran antiemperyalist ve özellikle ABD-AB emperyalizmine karşıtlık temelinde konum alan Kemalist –ulusalcı dinamiklerin öne çıkardığı çelişkinin de temel sorun olmadığı bu gerçeklikte yatmaktadır.

Öyleyse bu üç dinamik ararsındaki iş ve güç birliğinin, güç olarak biriktirilmesi, geliştirilmesi, ilerletilmesi ve nitel olarak değişime uğratılması çabaları bu çerçevede gerekli olan bir politik hünere ihtiyaç gerektirmektedir. Burada bilimsel ve sınıfsal bakış dolayısıyla ideolojik-teorik donanım belirleyici olacaktır. Demek ki, ahmaklardan ve sahtekâr dinamiklerden kesinkes kopmuş bilinçli tarihsel kadrolara ihtiyaç var demektir. Yapacakları en önemli hamle ise, tarihin hızlandığı şu günlerde ortaya çıkacak olan dönemeç noktalarında hem solun ve hem de kitlelerin fenersiz kalmaması için, doğru yerlere fener tutmada hüner göstermek olacaktır.
Fikret Uzun
31Ağustos 2012

Hiç yorum yok: