31 Ağustos 2012 Cuma

SIRRI SÜREYYA ÖNDER'DEN CEMİL ÇİÇEK'E DESTEK HABERİ ÜZERİNE YORUM: HİÇBİR HALK, EZEN ULUSUN EGEMENLERİNDEN DOSTLUK GELECEĞİNİ BEKLEMEZ

SIRRI SÜREYYA ÖNDER'DEN CEMİL ÇİÇEK'E DESTEK HABERİ ÜZERİNE YORUM: HİÇBİR HALK, EZEN ULUSUN EGEMENLERİNDEN DOSTLUK GELECEĞİNİ BEKLEMEZ
Cemil Çiçek'in yaptığı, kaleye doğru top koştururken, ortaya pas atmaktır, hiçbir inandırıcılığı olmaması bir yana, nesnel olarak karşılığı da yoktur daha da açıkçası nesnel olanın karşısına konulacak baraj mislidir. Pası S.S.Önder 'mi yakalamıştır yoksa pasın geleceğini bildiği için kale önünde bekleyen S.S.Önder mi olmuştur bu bilinmez, önemi de yok ama S.S.Önder de bu pas ile herhangi bir şekilde kaleye ulaşamaz çünkü dediğim gibi, bu pasın kaleye ulaşması mümkün değildir. Nesnel karşılığı yoktur, nesnel olan, başka bir mutabakatın hızla ve daha çok da kendiliğinden bir renk taşıyarak yükseliyor olmasıdır. Cemil Çiçek’in pası, nesnel olarak yükselen dalgaya çelme takmak içindir.

Dün gece CHP milletvekili, YAR-SAV’ın eski başkanı Ülker hanımın bazı ifadelerine kulak misafiri oldum, bir ulusun kendi kaderini tayin hakkını özgürce kullanma mücadelesi böyle olmaz, Ülker’in söylediği bu tür bir cümle değildi ama buna çıkmaktadır; dediği ise şudur; “PKK, Türkiye'nin bölünmesine izin verilmezse, öldürürüm diyor !" Ve Ülker Hanım, “buna izin vermeyiz” diyordu. Söz konusu Yeni CHP olunca, söylenenleri, Ülker hanımın AĞZINDAN DÖKÜLDÜ DİYE samimiyet yüklü bulamayız, bu ayrı ama yine de düşündürücüdür. Şu nedenle, Türkiye’nin küçülmesini, hatta parça pinçik olmasını ABD emperyalizmi istemiyor mu? Ve yeni CHP ABD ile aramızı açamazlar demiyor mu? Dahası AKP nin yeni anayasa değişikliği bu minvalde kotarılmaya çalışılmıyor mu? Ve Yeni CHP bu masaya kazık çakmış değil mi? Diğer yandan, PKK nın söylemi de, icraatları da ki, göründüğü şekli ile tamı tamına terördür, ABD’nin emelleri ile örtüşmektedir, öte yandan hal böyle iken, artık kahvelerdeki muhabbetlere bile konu olan devletin istihbarat organları ile PKK arasında Kürt sorununun "çözümü" konusunda gizli ama resmi görüşmeler olduğu biliniyor, üstelik bir söz verme listesinin de basına sızdırıldığı biliniyor. Ama öte yandan PKK dağda da değil, şehrin göbeğinde ve kendisine tehdit olarak kabul edilen bir noktada da değil, sivil halkın, masum çocukların bulunduğu bir alanda terör eylemi yapıyor, bunun neresi devrimciliktir, neresinde gerilla rengi vardır? Ayrıca bu terör saldırısını Suriye’nin üzerine yıkma çabası eş zamanlıdır? İki çelişki bir arada yükseliyor ama BDP de, S.S.Önder gibi, "sosyalist" etiketli ama NUR ışığından feyz aldığını gizlemeyenler ve AKP ye danışmanlık yaparken aniden Kürt saylavı olanlar da, pratik olarak AKP nin Kürt "çözümü" konusunda ki bu “çözüm”ün ABD nin “çözümü” olduğu, ABD ile stratejik ortak olma ve ABD nin bölgedeki politikalarının eş başkanı olma insiyatifine sahip olma gereği olarak apaçık ortadadır, hem yandaş icraatlar içindedirler ve hem de karşıt tavırlar sergilemektedirler. Yani AKP yi eleştirmekte ve ama pratik politikalarını düzeltmek üzere, AKP den daha AKP li olarak eleştirmektedirler.

Kürt halkı da, Türk halkı da aptal değildir ve aptal yerine konulduğunun da farkındadır. İşte bu nedenle S.S.Önder'in şaşırtıcı bulduğu "heyecan olmaması" olgusu bundandır. Çünkü yalancı çobanın "yangın var " seslenişine artık, yangın olsa bile kimsenin inanası kalmamıştır.

Ortada bir anlamda “Demokles’in Kılıcı” misli asılı duran Kürt "çözüm”ü, ABD emperyalizmine çözümdür ama Türkiye için ve Türkiye Kürtleri için "çözümsüzlük" olmaya devam etmektedir.

Sosyalist renk takınan sahte sol gömlekliler artık bu "çözüm" e sol renk de verememektedir. Kürt sorununun çözümünde artık sol renk kalmamıştır ve bunu Kürt halkı da, Türk halkı da görmektedir. Sol renk devrimci renktir, yenilik budur, değişim budur dolayısıyla çözüm bu renktedir. Heyecan da bu renktedir ve Türkiye halkları bu rengin yokluğunun farkındadır ve yalanlardan, oyunlardan gına gelmiştir o nedenle de Kürt sorununa bigâne kalmaktadır, heyecan duymamaktadır.

Diğer yandan bir anayasa referandumu yaşadık, BDP Kürt halkını manipüle etti ve AKP nin değirmenine su taşıdı. Bu su gerçekte tekellerin ve ABD emperyalizminin değirmenine akmıştır. Kürt sorununun çözümüne bir damla su akmamıştır. Sonuçları ortadadır. Çünkü "çözüm" ABD içindir.

Şimdi değirmenler ağzına kadar su dolmuş iken, sıradaki anayasa hamlesi kolaylaşmıştır ve BDP de, CHP ve MHP de bu kolaylığa kolaylık katmaya devam etmekte ama öte yandan AKP ile kavga tiyatrosu oynamaktadır. Oysa BDP nin, anayasa referandumunda "BOYKOT" oyunu,son anayasa darbesi ile Türkiye’nin bölünmesi ve Türkiye Kürtlerinin koparılması yönündeki "açılım" beklentisine yönelik sutaşıma operasyonu idi. Bunu halkımız şimdi daha net görüyor, Kürtler de görüyor.
Yeni anayasa değişikliği darbesi ile Kürt ağa ve beylerine, şeyhlerine ve Türkiye’nin tekelleri yanında, ABD-AB emperyalizmi ile bin bir bağ ile bağlı ve çok daha büyük olacaklarının hayali ile ağızlarının suyu akan Kürt işbirlikçi burjuvalarına akabinde büyük bir KÜRT-İSRAİL devletine dönüşecek olan devlet hediye edilecektir. Kürt halkına verilen bir şey yoktur. Üstelik Türkiye'nin karanlıklar içine hapsedilmesine göz yumarak; dinci-faşist bir ortaçağ düzenine sürüklenmesine, emekçi halkının kırbaçlı köleliğe mahkûm edilmesine göz yumularak ve ABD emperyalizmini "dost" belleyerek. Buna Kürt halkının da razı olmayacağı açıktır. Olmuyor da zaten. Hiçbir halk, tescilli bir cellâdı dost bellememiştir. Bundan sonra da bellemeyeceği kesindir.

En somut örnek ve belki de, ABD nin intikam hırsına ve intikamcı politikalarına sebep olan budur; ABD nin Vietnam yenilgisidir. Vietnam halkı, bu gün olduğu gibi, sahte bir kılıkta Vietnam’a giren ve Vietnam’ı parçalayarak halkını köleleştirmek isteyen ABD yi hiçbir zaman dost bellememiş ve en şiddetli, en insanlık dışı saldırısına maruz kalmasına ve Sovyetleri saymazsak, uluslararası destekten de yoksun olmasına karşın, Vietnam’dan geri püskürtmüştür. Şimdi görünen o ki, Irak'ta, Afganistan’da, Libya’da ABD bu kin ve intikam hırsı ile ve "yalandan kim ölmüş" fütursuzluğu ile "demokrasi" diye diye şiddeti ve acıyı götürmüş ama oralarda da başarı kazanamadığı ortadadır. Ama yine de kayıp Irak, Afganistan ve Libya halkının hanesine yazılmıştır. ABD emperyalizmi ise zararını tazmin edemeden tarihin çöplüğüne gidecektir. Öyle görünüyor.

Hal böyle iken, yani sürecin ve oyunların bütün merhalelerinde ABD-AB emperyalizmi ile ve Türkiye’nin yönetimi ile ittifak halinde olanların, söylemleri de, icraatları da inandırıcı değildir.

Bir de, "barış" diyor S.S.Önder. Hangi barış? kimin savaşı sürüyor ki, kimin barışından söz ediyor. "Barış" derken samimi olsa Önder Bey, yanı başımızdaki Suriye’ye yönelik haçlı savaşına karşı "barış" cephesini aklına getirmesi gerekir. Ulusal kurtuluş mücadelesi ise, Suriye yönetiminin politik yapısı ayrıdır, ama Suriye’ye yönelik savaş tam bir emperyalist savaştır ve Suriye halkının, Suriye yönetimin icraatlarını beğenmeyen kesimleri bile, ABD -AB emperyalizminin manipüle ettiği ve silahlandırdığı ve hatta yollarını genişlettiği terörist gruplara karşı hem yönetiminin yanında yer almakta ve hem de bu terörist grupların saldırısına maruz kalmaktadır. Bu anlamda Suriye halkı yönetimi ile birlikte, iç hesaplaşmasını sonraya bırakarak, ABD-AB emperyalizmine köle olmamak için, bir ulusal direniş hattına doğru konum almaktadır. Bu, bir emperyalist saldırıya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi değilse nedir? En azından ABD-AB emperyalizminin sömürgeleştirme, köleleştirme saldırısına karşı ulusal direniş değilse nedir?
Kürt ulusal hareketinin mücadelesi, bu anlamda haklı ise, Suriye halkının günbegün daha kalın bir şekilde çizilen ulusal direniş hattı da haklı değil midir?

Burada haksızlık ABD den gelmektedir. Aynı haksızlığa yandaş olarak sürüklenenlerin ise, daha doğrusu bu haksızlıktan prim yapmaya çalışanların ise, Kürt halkının ulusal kurtuluşundan uzaklaşmış oldukları apaçık ortadadır.

Doğaldır ki, Kürt kurtuluşu, ABD emperyalizmine, Kürt ağa ve beylerine, Hatta tarikat şeyhlerine, Türkiye’nin tekelleri ile bağlı burjuvazisinin dostluğuna dayanırsa, hatta ve hatta egemen politikanın, egemen sınıfın politikası olduğu gerçeğini atlayarak koca gün kayıkçı kavgası yürüttükleri iktidarından medet umarsa, elbette Kürt kurtuluşu için dayanması gereken nesnel ve öznel dinamiklerden ve renklerden uzaklaşacaktır. Uzaklaştığını görüyoruz.

Ancak yine de sol renksiz olmuyor ve sol rengin ihtiyaç olduğunu bildikleri halde, sahte sol renklerden medet umup, böylece halkı kandırmayı göze alıp, gerçek sol renkten uzaklaşmaları ise tarihin affedeceği bir durum değildir. S.S.Önder ve Ertuğrul Kürkçü Bu tür bir medet umulan renktir. .S.S.Önder'in kendi beyanatları ve mülakatları ile ortaya koydukları, NUR rengine daha yakın ve sosyalistlikten ise uzak olduğunu göstermektedir. Açıkça Said-i Nursi güzellemesi yaptığını ve gelmiş geçmiş en büyük aydın olduğunu söyleyerek, aydınlara model gösterdiğini hepimiz biliyoruz.
Demek ki, "milli"mutabakat çağrısına da, "barış" çağrısına da heyecan duyulmaması şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan Kürt ve Türk halkındaki bu kararlı duruşun hala küçümsenmesi ve görmezden gelinmesidir. Elbette ABD yi dost görme eğilimi
artmıştır, daha doğrusu artırılmıştır ama hala ezici çoğunluk, ne ABD nin "DOST"luğuna prim vermekte, ne de Türk -Kürt düşmanlığına eğilim göstermektedir. "Barış" vurgusu ise, inandırıcı olması için, Suriye’ye yönelik emperyalist saldırı karşısına örülmesi gereken cephenin adı olmalıdır. Barış, emperyalist kapitalizm ortadan kaldırılmadıkça, dahası sınıflar ortadan kaldırılmadıkça gerçek anlamda mümkün kılınamaz. Bu bir düsturdur.

Bunun mümkün kılınacağını düşünenler ve savlayanlar, ya kakavandır ya da küçük-burjuva ütopyalarında Emperyalizmin dostluğundan medet ummak vardır.

Diğer yandan saldırı savaşları ile savunma araçları arasındaki ayrımın da göz ardı edilmesi, eninde sonunda emperyalizmin ekmeğine yağ sürer.

S.S.Önder, sosyalist midir? Öyleyse, işte fırsat, göstersin sosyalistliğini; sosyalistlerin her zaman savunma savaşlarını her zaman ve belirli anlamda ki, buradaki belirleyicilik feodalizme, mutlakıyete ve yabancı tahakkümüne karşı olmaktır, haklı savaşlar olarak kabul etmeyi düstur edindiklerini bildiğini. Bütün sosyalistler, ezilen, bağımlı veya bağımlı kılınmaya çalışılan ve eşit olmayan devletlerin, ezen, köle sahibi veya köleleştirmeye çalışan ve gasıpkar “büyük devletleri” yenmelerini isterler.

Bütün dünyanın, sermaye beyleri, baronları tarafından bölüşülmesinin tamamlanması çoktan gerçekleşmiştir. Şimdi ve hazırlığı epeydir süren ise, bu paylaşımda aslan payını alan sermaye baronları arasındaki köleliğin artık kırbaçlı olarak sürdürülmesi için bir savaştır ki, tamı tamına bir emperyalist savaştır. Dolayısıyla ABD-AB emperyalizminin Yeni Dünya Düzeni temelli, Küreselleşme adındaki ideolojik saldırı ile başlayan ve bu bölgede BOP-BİP senaryolarına konu olan savaşı da, bu tür bir savaştır. Bu tür savaşın içine sürüklenen Irak’ın da, Afganistan’ın da, Libya’nın da savaşını, ABD-AB emperyalistlerinin bu topraklardaki tahakkümünü ve bu devletlerin halklarını köleleştirmeleri için yürüttükleri savaş ile yani hangi kılıf altında olursa olsun, saldırı savaşı ile bir tutamayız. Afganistan’a ABD, kendi kollayıp, büyüttüğü dinci-gerici güçleri bahane ederek, Afganistan halkını köleleştirilmesini garantiye almak için girmiş ve ardından yine kendi büyüttüğü Saddam’ın nükleer silah üretmesini bahane ederek Irak’a girmiş, bir adım sonra da Libya’da manipüle edilmiş bir iç karışıklık ile ve yine kanka oldukları Kaddafi’yi demokrasi düşmanı göstererek, Libya’nın ve Kaddafi’nin tepesine binmiştir. Öyleyse apaçık ortadadır ki, bu savaşın bir yüzü ve özü emperyalist iken, diğer yüzü ise bir savunma savaşına açılmaktadır.

Şimdi ise sıraya Suriye yerleştirilmiş, aradaki ‘bahar’ olarak tabir edilen değişiklikleri saymıyorum, onların henüz net rengi ortaya çıkmamıştır ve çıkması yakındır, Suriye’de ise,emperyalist saldırı savaşına karşı, bir savunma savaşı yürütüldüğü çok net olarak görülmektedir. O kadar öyle ki, bu netliği hiçbir şekilde bulanıklaştırmaları mümkün olmamaktadır.

Öyleyse S.S.Önderler ve elbette S.S.Önder gibileri vitrine taşıyanlar “barış” derken de,”milli mutabakat” diyenlere hemen güzelleme yaparken de, biraz düşünmeleri gerekmektedir. Öncelikle “milli mutabakat” çağrısına balıklama atlayanlar, “ulusalcı” yaftasını vebalıların boynuna asar gibi astıklarını hatırlamakla başlamaları gerekiyor. İkincisi, Türkiye’nin bu günkü tarihsel koşullarının nesnelliği tam da böyle bir mutabakatı dayatmaktadır ve bu mutabakatın rengi ise, Cemil Çiçek beyinki ile aynı değildir. Üstelik işte meclis, işte parlamenterler orada toplanabilirler ve her ne sorun var ise çözecek kanun hükmünde kararnameleri çıkarabilirler. Hep öyle yapmadılar mı, meclisin bütün partileri AKP nin anayasa değişikliği komisyonunda bir arada olmaktan pek memnunlar ve hatta çıkan önemli ve ilkeler çerçevesinde yenilir yutulur olmayan sorun ve dayatmalarda bile, komisyon masasından hiddetle kalktıkları halde, kalkıyoruz ama gene geleceğiz, bizi mazeret izinli sayın demeyi ihmal etmiyorlar. Demek ki, ortada eksik olan bir renk var, henüz ne Kürt halkını ne de Türk halkını, ABD nin ve buna dört elle sarılan reformistlerin Kürt “çözüm”ünün kuyruğuna takabiliyorlar. Başka bir gerçek de, yönetici sınıfların bütün üyeleri de henüz tam olarak ikna edilmiş değiller.

Çünkü ABD-AB emperyalizminin bu bölgedeki saldırı savaşının bir ucunda da Türkiye vardır ve bunu görebilme katsayısı oynanan oyunlardaki sahteliklerin artık dikiş tutmaması ile daha da artmıştır. Sıra Türkiye’ye geldiğinde, ABD-AB emperyalizmi pek zorluk çekmeyeceği herkesçe malumdur. Türkiye, apaçık ortadadır ki, ABD-AB emperyalizminin sadece ekonomik değil, politik olarak da, hatta ideolojik olarak da tahakkümü altındadır. O kadar öyle ki, sahtekâr ve ahmak sol yanında, bu dinamikleri hala soldan sayanların bile, ABD nin gerici milliyetçiliğinin öteki yüzü olan ulusal nihilizmini ve kozmopolitizmini sol renkli saymaktadır. Öyleyse, Türkiye ekseninde de, Kürt ulusal kurtuluşu için “hak verilir” olan koşullar mevcuttur. Öyleyse “barış” derken bu gerçekliklerin üzerinde en az bir kez düşünmek gerekmektedir.
Fikret Uzun
31 Ağustos 2012

Hiç yorum yok: