10 Nisan 2012 Salı

YENİ ORTAÇAĞ TRENİNDE KOMÜNİST PARTİCİLİK OYNAYAN ÇİFT İNANÇLI ACEMİ ÇAYLAKLARA


YENİ ORTAÇAĞ TRENİNDE KOMÜNİST PARTİCİLİK OYNAYAN ÇİFT İNANÇLI ACEMİ ÇAYLAKLARA

ÜRÜN-TKP ( Toplumcu Kurtuluş Partisi )nin yöneticilerinin, ayaklarının tozuyla, Yeni-12 Eylül rejimine eklemlenme manevraları, iki ihtiyarın yargılanması tiyatrosu önünde orak-çekiçli bayraklarını sallayarak devam etmektedir.

Bir de, bir yüzü arzuhal, diğer yüzü bildiri misli, alelacele 12 Eylül “manifesto”su kaleme almışlar. Emekçi halkımıza ve avlamaya çalıştıkları “komünist”lere armağanlarıdır. Ama daha çok, Osmanik-İslamik-faşist diktatörlüğünü konuşlandırmasını tamamlama çırpınışları içinde olan yeni 12 Eylül rejimine arzuhalleridir. Artık akıl bozmaya devam etmek için, bayrağı Nabi Yağcılardan devraldıklarını görüyoruz.

ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin MK sı, bu bildirilerinde, bir taraftan, Merdi Kıptinin marifetini gösterirken kabahatini de açık ettiği misli, öncelikle “darbecilerin yargılanması” talebinden söz ediyorlar ki, 100 yıl önce, burjuvazinin yaramazlıklarını, burjuvazi ile bin bir bağ ile bağlı çar babaya şikâyet etmeyi ve kulaklarını çekmesini talep etmeyi devrimci politika sayan reformistleri hatırlatıyor.

Orak-çekiçli bayraklarını, hem de,12 Eylül faşist darbesi ile yerleştirilen ne kadar kurum varsa daha da pekiştiren, açılan ne kadar dinci-gerici alan varsa sonuna kadar genişleten, 12 Eylül faşist darbesi ve izleyen yönetimlerle bile kotarılamayan sendikasızlaştırma, örgütsüzleştirme, grevsizleştirme, toplusözleşmesizleştirme, sosyal güvencesizleştirme, topraksızlaştırma, geleceksizleştirme, evsizleştirme, işsizleştirme, yoksullaştırma, sömürgeleştirme, ekonomik-demokratik-politik ne kadar hak varsa kökünü kazıma konuşlanmasını tamamlama sancıları çeken yeni 12 Eylül rejiminin, ABD nin BOP eşbaşkanı olduğunu defalarca ilan etmekten mutluluk duyan yönetiminin kurdurduğu Özel Yetkili Mahkemenin önünde ( ki, bir zamanların ünlü “DGM’yi EZDİK, SIRA MESS’te”  sloganına konu olan mahkemelerin, “ileri demokratik” versiyonudur, sloganın mucitleri dün TKP nin başında, şimdi ise MESS in kucağındadır.) sallayarak,”demokrasi” geleceğinin mesajlarını vermektedirler. Umutları hâlâ “demokrasi”dedir.

İkinci olarak,”…12 Eylül (ün yargılanması )yıllardır  gündemde olan bir taleptir” diye devam ederek ve ardından, “Komünistler, sosyalistler, devrimci-demokratlar, 12 Eylül'ün ilk gününden itibaren darbeyi  lanetlemiş, darbecileri hem yurt içinde, hem yurt dışında teşhir etmiştir..” diye ekleyerek,  12 Eylül faşist rejimi ile mücadeleyi, darbecilerin yargılanması talebine, darbeyi lanetlemeye ve darbecileri içerde-dışarda teşhir etmeye indirgemiş olduklarını açık etmiş olmaktadırlar.

Ve herkes bu bildirideki mesajı aynı renk ve tonda algılamıyor. Kimisi bunun tam bir komünist politika olduğu yollu algı içindedir, kimisi ise bunun tam bir reformizm mesajı olduğunun algısı içindedir.

Demek ki, ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin politikası, söz konusu olan, algıya göre mesaj vermek ise, başarı ile uygulanmaktadır.

Bu anlamda politika, bir ön kabul yaratılarak öne çıkmış ve bayrağında ve isminde Komünist renk ve motif taşıyan bir partiden gelince, ona gönül vermiş kadrolarda, sempatizanlarda ve işçi sınıfı partisinin eksikliğini yaşayan işçilerde, emekçilerde, aydınlarda, tekellerin kurduğu ideolojik hegemonyanın kıskacında yaşayanlarda, bir mücadele manifestosu gibi algılanabilir.

Ama tekellerin hegemonyasından etkilenmeyen ve tam tersine bu hegemonyayı yıkmak için yetkin bir ideolojik mücadele formasyonu taşıyan, dolayısıyla da politika sanatı konusunda da yetkin olan bilinçli unsurlar, bu mesajların karşı tarafta konum almış olan ve gittikçe daha da güçlenen egemen sınıflara bir zeytin dalı olduğunu hemen anlar. Anlamıştır. Ve elbette karşı tarafta konumlananlar da mesajı iyi anlar. Anlamıştır.

Bu ayrı, bir de işin başka yönü var ki, değinmeden geçemeyeceğim;
Birincisi, bu indirgeme cambazları kendi adlarına konuşamamaktadırlar. İki nedenle; ortada elle tutulur bir politik mücadeleleri olmadığı için bununla üzerini örtmek istemekteler; diğeri ise, bütün sosyalist hareketi, bundan ayırmadıkları devrimci-demokratları ki, belki geçmişin devamı olan sosyalist hareketin bütüne yakın bölümünü utandıracak denli öne çıkanlar ve en şiddetli mücadeleyi verenler ve en şiddetli baskı ve saldırılara maruz kalanlar onlardı, birlikte anarak indirgemelerine ortak etmeye ve indirgemelerinin meşruiyet çeperini genişletmeye çalışmaktadırlar. Nafile çabadır.

Bitmedi, ikincisi var, 12 Eylül rejiminin, her ne kadar kendini, kendi tarif ettiği ve çerçevesini çizdiği biçimde sunsa da, burjuva demokrasisine, bu anlamda, bu çerçevedeki sola da saldırdığını; burjuva demokratik-ekonomik-politik ne kadar kazanım kaldı ise, kökünü kazımaya çalıştığını; dahası, bu kazanımların, sosyalist hareketin barınak ve sığınakları olduğunu unutmuş ve unutturmayı görev edinmiş olduklarının mesajını vermektedirler.

Devam ediyorum, yani ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) yönetiminin ifşaatlarını, merdi kıptiyi hatırlatan politik hünerlerini irdelemeyi sürdürüyorum.
ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Patisi ) nin taze MK sı şöyle devam ediyor,“12 Eylül darbesiyle hesaplaşmadan Türkiye'de gerçek anlamda demokrasiden ve özgürlükten bahsetmek mümkün olamaz. Bu insanlık suçunu işleyenlerin darbenin üstünden 32 yıl geçtikten sonra bile olsa yargılanması elbette önemlidir.”
Böyle diyorlar da, sözün nereye gideceğini tartmaz bir halleri olduğu görülüyor. Oysa bu sözlerinin nereye gittiğini anlayacak yetkinlikte (çok şükür!) insanların çıkabileceğini de tartmaları gerekirdi. Öyleyse iki halleri de, içler acısıdır. Bu indirgemeci reformistleri komünist sananlar adına üzülüyorum.
İşte bu sözleri, önceki sözlerini tamamlamaktadır ve benim önceki sözlerine yönelik dediklerimi teyit eder mahiyettedir. Marifet yarışına girdikleri için, marifetlerindeki kabahatlerinin ortalığa saçıldığını görmeleri mümkün olmuyor.
Bu sözlerde, bağımsız bir sınıf partisinin açlığını yaşayanlar açısından bir ağırlık yoktur, belki Kundera’nın tartısından kurtulabilir ama hepsi o kadar. Ancak, karşı tarafta konum alanlar açısından pek bir sevindirici ve rahatlatıcı ağırlıkta olduğu görülmektedir.
Karşı taraftakiler mi? Onlar,12 Eylül faşist darbesinin bütün renklerini muhafaza ederek, yani devamlılığı koruyarak, 12 Eylül faşist rejimini sürdüren dinamiklerdir. Yazık, henüz tam olarak eski rejimi yıkıp, yenisini kuramadan, kendi çocuklarını, 90 yaşını aşmış ihtiyarları demek istiyorum, yemek zorunda kalmışlardır. “paşam bizi affet” dediklerini duyar gibiyim.
Bu dinamiklerin faaliyetlerinin, sadece beş generalin ve onlar sahneden çekilene kadarki dinamiklerle sınırlı olarak çarşaf çarşaf çetele edildiğini biliyoruz.
Ama bu devamlılığı su yüzüne çıkaracak, bu devamlılıkta,12 Eylül darbesi ile birlikte boy gösterip devam eden ve sonrasında yeniden yaratılıp, büyütülen ve de bu güne, burnumuzun dibine kadar ilerletilerek, güçlendirilen dinamiklerden söz eden çeteleleri göremiyoruz. ÜRÜN-TKP sinde de göremiyoruz. Göremeyiz de.
Ama daha önemlisi, ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) yönetimi, 12 Eylül darbesinin sınıfsal anlamı ile hiç ilgilenmediklerini görüyoruz. Ki bu, bütün darbeleri bir ve aynı tutan Nabi Yağcı’larla aynı yerden bakıyor olmak demektir. Bu da, her ne kadar, programlarında adını ve sonrasındaki reformlarını dile getirseler de, 27 Mayıs ihtilâli ile 12 Eylül faşist darbesini aynı yere koymaları demektir.
Bu da haliyle 12 Eylül faşist darbesinin, 24 Ocak ekonomik kararları olarak anılan acı reçetenin, emekçi kitlelere, özellikle de işçi sınıfına, zora dayalı olarak yutturulması ihtiyacının bir sonucu olduğu gerçeğinin, hem de 24 Ocak kararlarının hâlâ uygulamada olduğunu programlarına yansıtmış olmalarına rağmen, üzerinden atlamalarını zorunlu kılıyor.
24 Ocak ekonomik kararları olarak anılan ve babası Özal olan acı reçete, demokratik koşullarda uygulanamayacağı için, demokrasinin rafa kaldırılması ve bunun için de 12 Eylüle gereksinim duyulması söz konusu idi ki, bu darbenin hazırlığının 24 Ocak kararlarından da önce başladığını biliyoruz.

Diğer yandan bu açılım, sadece Türkiye’nin değil, tüm kapitalist dünyanın, en başında ABD nin hegemonyasının varlığını sürdürdüğü emperyalist kapitalizmin açılımı idi.

Ulus-devlet yapısının çözülmesi, dünyanın bir şirket dinamiğinde yönetilmesine yönelik bir açılımdı ki, ünlü Liberalizm üzerine çokomel misli ekonomik ağırlıklı laboratuar teorileri kaplandı, Neo-Liberalizm olarak bütün dünyaya yedirilmeye başlandı.
Demek ki, büyük resimde gördüklerimiz 12 Eylül faşist darbesine kadar, son derece şiddetli ve yenişememe durumunun renklerini veren ve 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte burjuvazinin lehine sonuçlanan bir sınıf mücadelesidir.
Bu gerçeklikten uzaklaşırsak ki ÜRÜN-TKP(Toplumcu Kurtuluş Partisi), yakın görünmekle birlikte, çok uzaktır, yerinde ve daha da yerleşmiş, kök salmış olarak duran 12 Eylül rejiminde kalarak, 12 Eylülü yargılama hayalleri kurup, demokrasi geleceği masalına inanmak mümkün olabilir.
İşte ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin yaptığı tam da budur; iki ihtiyar generalin yargılanması tiyatrosundan,12 Eylülün yargılanıyor olduğu veya müdahil olunursa bunun mümkün olacağı ve böylece demokrasinin geleceği yanılsamasını gerçek imiş gibi algılatmak.
Bu ise, Evrenin yargılanması üzerinden 12 Eylül yargılanıyor illüzyonuun yaratılması, yeni 12 Eylül dinci-feodal-faşist rejiminin konuşlanmasının tamamlanmasına yönelik bütün kapıları açacak tuzaklardan sadece birisidir ve tarihsel bir acıklı-güldürüdür diye düşünmek yerindedir.
Hükümet eden dinamiğin, her gün olmasa da, sık sık, ABD’nin BOP projesinin “eşbaşkanı” olduğunu ve buradan hareketle Diyarbakır’ın bir yıldız olabileceğini tekrarladığını bildiğimizi tekraren hatırlatarak, bu gün hangi rejimin içinde olduğumuzun resmini çizmeye çalışalım.
Dün hükümet edenlerce MGK na sabah akşam vurulurken, bu gün aynı hükümet edenlerin MGK nın başına geçtiğini biliyoruz. Keza, bütün günahların müsebbibi olarak anılan TSK ile artık aralarından fazla su sızmadığını da görüyoruz.
Diğer yandan YÖK de aynı durumdadır ve kaldıracakları vaatlerini çoktan unutup, YÖK’ü daha da geriye götürdüklerini görüyoruz.
Zindan hareketliliği ise,12 Eylül günlerini aratmamaktadır, bu da görülüyor.
DGM lerin yerini, ÖYM ler almıştır, bunu da görmeyen göz kalmamıştır.
Oligarşiyi, plütokrasi yapmak için emekçi halkımızı kırbaçlı köleye döndürmelerine ramak kaldığını da görüyoruz.
Yani artık işçiler, emekçiler, sendikasız, grevsiz, toplusözleşmesiz, sosyal güvenliksiz, sağlıksız, işsiz, güçsüz, topraksız, susuz, havasız, hafızasız ve kimliksiz, dolayısıyla koklaşarak anlaşan, cemaatlere, etnik dinamiklere pay edilmiş edilgen  topluluklar haline dönüştürülmenin eşiğindedir, bunu da görüyoruz.
Daha önemlisi ve ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi) nin MK sinin de farkında olduğuna inandığımız, dün, yani 12 Eylül faşist darbesi ile kışla dinamiğinde faaliyete sokulan fabrikaların, artık dinci akımların sarmalında faaliyet haline sokulduğu, dolayısıyla sınıf bilincinin fabrikalardan kovulup, tanrı ve cehennem korkusunun sokulduğu gerçeğinin farkında olup, ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi) nin MK sının, bir görevinin de bunun üzerini örtmek olduğunu ve kendini buna göre sunmaya çalıştığını da görüyoruz.
Yer altı ve üstü zenginliklerimizin ise, apaçık ve göğüsler gerile gerile, işçilerin vatanı yoktur süslemeleri ile ve 12 Eylül rejiminin güvencesinde, Marx’ın işaret ettiği primitif akümülasyonu hatırlatırcasına el değiştirdiğini görmemek için kör olmak gerekmektedir.
Şimdilik hükümetin başkanının, gelecekteki müstakbel devlet başkanının, sınırsız yetkilerle donatıldığının, donatılmaya devam edildiğinin, yasama ve yargı organlarının yürütmenin vesayetine sokulduğunun da farkındayız.
YÖK ve MGK gibi, 12 Eylül faşist darbesinin oluşturup, yerleştirdiği kurumlardan olan HSYK (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) nın, 12 Eylül faşist rejiminin en tam istediği kıvama getirildiğini de görüyoruz.
ABD üslerine yenilerinin eklendiğini, NATO’nun emir komuta zincirinin devam ettiğini, BOP un eşbaşkanlığında ABD’ye kanka olduğumuzu, bunu kanıtlamak için Ortadoğuda kestaneleri almaya aday olduğumuzu göstermeye çalıştığımızı da görüyoruz.
ABD-CIA nın ve NATO nun bünyesinde büyütülen, tümüyle anti-komünizm perspektifli, bünyesinde bu gün hükümdar olmanın hayallerini büyüten tarikat elemanlarının komünizmle mücadele dinamikleri kurduğu, Gladyo-kontrgerillanın sadece ve sadece Türkiye’de açığa çıkarılmadığını, açığa çıkarılıyor görüntüsü ile daha çok kapatıldığını ve kapatıldıkça güçlendirildiğini de biliyor, görüyoruz.
Büyük Ortadoğu Projesinin bir büyütme, birçok küçültme demek olduğunu, büyütmenin Kürtler üzerinden İsrail’e, küçültmenin “demokrasi”, “insan hakları” ve “kozmopolitizm” üzerinden yerleşik ulus-devletlere uygulandığını artık saklama gereği duymadıklarını da görüyoruz.
Bununla birlikte, İslamik-Osmanik bir faşist rejimin ön hazırlıklarının tamamlandığını ve dolayısıyla eski rejimin, yani TC nin yenildiğinin müjdesinin verildiğini de görüyoruz.
Dahası, Mc Carthyciliğin başka bir biçimde hortlatıldığını da biliyor, görüyoruz.
Daha da dahası, ülkemizin yönetiminin ve insanlarımızın ve elbette geleceğinin, 12 Eylül Faşist darbesi ile başlayan ve “irtica ile mücadele” diye diye süren bir ideolojik –politik saldırı ile Kemalist ve laik görünümlü TC nin yönetimindeki yüksek kadrolar eliyle dinci akımların eline teslim edildiğini de biliyor görüyoruz.
Bunun, 27 Mayıs anayasası ile sağlanan, sosyalist hareketin sığınak ve barınakları olan bütün demokratik kazanımlara saldırı olduğunu, buradan  hareketle aydınlanmaya hücum olduğunu, ABD-AB emperyalizminin Yeni Dünya Düzeni kurma çabaları ile uyumlu olduğunu da görüyor, anlıyoruz.
12 Eylül faşist darbesinden itibaren ve hâlâ, darbe öncesinde elde ettiği sol gömlekleri ile kendisini sol olarak kolayca pazarlayan sahtekârların politik marifetleri ile ve ne tesadüftür ki, ÜRÜN-TKP nin de aynı yolda olmaktan gurur duyduğunun işaretlerini görmekteyiz, dini akımlara özgürlük teranesi ile dini akımların hegemonyasının daha da güçlendirildiğini de biliyor görüyoruz.
Ve hepsinin, daha fazla “demokrasi”, daha fazla “özgürlük”  teraneleri ile kotarıldığını da biliyoruz.
Peki, hepsini biliyor, görüyoruz ve de bu gördüklerimizle fotoğrafın bütünü ortaya çıkıyorsa, dolayısıyla bu fotoğraf, 12 Eylül faşist rejiminden çıkmadığımızın resmini veriyorsa, 12 Eylül’ün yargılanamayacağını; ortada traji-komik bir tiyatral yargılama sahnesi olduğunu; böylece 12 Eylül faşist rejiminin varmak istediği son noktaya varmasının kolaylaştırılmaya çalışıldığını neden göremiyoruz?
Sorunun cevabının, ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) nin bir yüzü bildiri, diğer yüzü arzuhal çağrıştıran ifşaatlarındadır ve bunu göstermeye devam ediyorum.
ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) vaazında, “12 Eylül darbesi, Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçi kapitalist banka, sanayi, ticaret, toprak tekellerinin ve onların uzantısı asker-sivil militarist çevrelerin işçi sınıfımıza, emekçi halklarımıza yönelik kanlı saldırısı idi. “ diyor.
“İdi”, “geldi-geçti”, öyle mi? Bu vaazda da, şu meşhur merdi kıptinin marifetlerini görmüyor muyuz?
Evet,12 Eylül faşist saldırısında, içerdeki egemen dinamikle birlikte, ABD emperyalizminin varlığını biz de biliyoruz. Bu bir sır değil ve bunu gözler önüne sermekte de bir maharet yok. Ama maharet, bu saldırının gelip-geçtiğini algılatmada yatmaktadır. Egemenlerin istediği tam da budur.
Oysa saldırı gelip geçmedi, tam tersine daha sert ve daha sinsi ve de 12 Eylül faşist rejimini daha da kökleştirerek, daha da geriye götürerek, daha da kanlı olmaya hazırlayarak, ABD nin hegemonyasını daha da pekiştirerek sürüyor. Şimdi, 12 Eylül faşist rejiminin son yöneticilerinin, eski rejimi yıktıklarının, hayalini kurdukları rejime yaklaştıklarının sevincini taşıyan haleti ruhiye içinde olduklarını görüyoruz. Zil takıp oynamamak için zor sabreden bir halleri var.
ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)ci bayların, bu gerçeği tersyüz eden bir algı yaratırken utanmadıkları bellidir. Utansalardı, bir taraftan bir tarikatın en politik yayın organı olan AKSİYON üzerinden, başa güreşen ve 12 Eylül faşist rejiminin büyüttüğü bir dinci akıma mesaj gönderirken, aynı anda ve buna uyumlu olarak, politik çizgisine dinci akımlara özgürlük yaklaşımını yerleştirmeyi ve bunu Marxizm-Leninizm adına, daha doğrusu Leninist parti anlayışı adına yapmayı politik hüner sayarken, diğer taraftan “zorunlu din dersinin dayatılması”nı,” Türk-İslam-NATO Sentezi'yle bağımsızlığın, demokrasinin, laikliğin canına okunması”nı, “neoliberalizmin benimsenmesi ve özelleştirme vurgununun başlatılması”nı lanetlemeye cesaret edemezlerdi.
Ancak bunu garip bulmuyoruz, bunun bir çift inançlılık geleneği olduğunu biliyoruz ki, “ÜRÜN” cülerin bunun işaretlerini verdiklerini, çok önce, TKP nin kuruluş veya kurucularının ölüm yıldönümünde, Ertuğrul Kürkçü’yü ve Soros fonlarından nasibini almış başka bir STK uzmanı bayanı vitrine koyduklarında ortaya koymuş, yollarının Nabi Yağcıların yolu olduğunu ilan etmiştim ve gerçekten komünist öz taşıyan kadroları uyarmıştım. Şimdi bu çift inançlılık dinamiğinin ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi) de kendini gösterdiğini netlikle görüyorum ve üzülüyorum.
Evet, politik hüner var, politik hüner var. Çift inançlılık varsa, politik hünerin de iki yüzü olması gayet anlaşılır olmaktadır. ÜRÜN-TKP ( Toplumcu Kurtuluş Partisi) yönetimi, vaazları ile bunu çok net olarak göstermektedir.
Hele şu “12 Eylül'ü yargılamak, onun karanlığında boy vermiş olan gerici, faşist çevrelerin işi değildir.” Yollu vaazları,  tam bir acemi demagog ürünüdür. Bu kadar sinsi ama bir o kadar da acemice çarpıtma olamaz.
Peki, neyi örtüyorlar, neyi öne çıkarıyorlar? İrdeleyelim.
“12 Eylülün karanlığında boy vermiş, gerici faşist çevreler”den söz ederek, hem yargılama tiyatrosu ile12 Eylülün yargılandığı algısını yaratmaya çalışmak ve hem de bu işi onlara bırakmayalım diyerek, sol/sosyalist çevrelere “mihmandarlık” gösterisi yapmak, böylece de ayaklarının tozuyla kavgaya tutuştukları TKP den daha çok liderliğe aday olduklarını kanıtlamaya çalışmak, oldukça kurnazca ama rejim tarihin gerisine götürülürken, buna uyum sağlamaya çalışanların da bundan payını almaları gayet normal, dolayısıyla kurnazlıklarının “köylü kurnazlığı” mertebesinde olduğunu görmek de normal. Geçmişin tarikat sosyalistlerini hatırlattıkları çok belli olmaktadır.
ÜRÜN-TKP ( Toplumcu Kurtuluş Partisi), burada durmuyor, “12 Eylül rejiminden nemalananlar, 12 Eylül'ü gerçek anlamda yargılayamazlar. 12 Eylül rejiminin yeni efendileri olarak emperyalizmin ve işbirlikçi oligarşinin sömürü ve zulmünü devam ettirenler, 12 Eylül'ün bütün kurumlarını sürdürenler, daha düne kadar Kenan Evren'i köşklerde ağırlayanlar, ona ‘paşam’ diye hitap edenler, … 12 Eylül'ü yargılayamazlar.” Diyor.
Ama şunu diyemiyor, 12 Eylül’ü, aynı12 Eylül’ün yerleştirdiği 12 Eylül rejimini sürdüren ve daha katmerleştirerek yerleştirenler yargılamaz, yargılayamaz. Ve zaten yargılanan, 12 Eylül değildir, hatta ortada bir yargılama bile yoktur, iki ihtiyar generalin avukatının ifadesiyle, bu yargılama “yok hükmündedir”.
Bu yargılama tiyatrosu ile cezai ehliyetleri bile olmayan, neredeyse çişini bile tutamayacak kadar ihtiyarlamış darbecilerin, tam da ÜRÜN-TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin dediği gibi, daha düne kadar en yüksek seviyede ağırlanan Kenan Evren’in ve beraberindekinin, “affedin paşam! Her şey 12 Eylül rejiminin selameti için, her şey bıraktığınız yerden devam edenleri tamamlamak için” denilerek oynanan yargılama tiyatrosunda son bir rol daha almaları istenmektedir, hepsi bu.
Sonrası ki, şimdiden sinyalleri verilmeye başlandı, “12 Eylül’ü de yargıladık, artık anayasasından tümüyle kurtulmalıyız.” “ Haydi, halkımız, yeni İslami-Osmanik-faşist 12 Eylül rejiminin selameti için, el ele, kol kola, halaylar eşliğinde, Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçileri, bir ayağı ile Nevruz ateşinden atlayan, öteki ayağı ile besmele çekerek şıhların ayağını öpen plütokratların sömürüsünü ve zulmünü daha da pekiştirmek için, şükür duaları eşliğinde, ‘ileri demokrasi’ ayinine” fermanları okuyan, tellallar, günün her saatinde ve her fırsatta kulaklarımızı tırmalamaktadırlar.
Ya, “…, 4+4+4 gibi gerici, kapitalist eğitim programlarını uygulamaya sokanlar” a ne buyrulur? Bunlar, 12 Eylül’ü yargılayamazlarmış.
Kim bunlar? Hükümet edenler, BOP eşbaşkanlığını yürütenler, eski rejimi yıktıklarını, yeni rejime ramak kaldığını müjdeleyenler, darbeyi, darbecileri yargılamak için ÖYM leri ve özel zindanları  inşa edenler, istediklerini bu mahkemelerde yargılanmaktan vareste tutanlar, Suriye için savaş tamtamları çaldıranlar, NATO emrine Afganistan’da düzeni sağlamak için, ünlü CIA şeflerinin ifadesiyle, en ucuz askeri gücü verenlerdir (ki verdikleri etten kemiktendir ve “Rambo” yeteneğinde değildir, keza bir helikopter faciası ölümlerini getirebilmektedir).
Ve bu yargılama tiyatrosunda müdahil olacaklarını ilan etmişlerdir. Böylece ekip tamamlanıyor, dünün ve dünden kalan ne kadar komünizmle mücadele dinamiği ve buna solun içinden su taşıyan aktörleri varsa hepsi, dolayısıyla kimi “hoş geldiniz paşalar”, kimisi, “siz merak buyurmayın paşalar”  ve bir diğeri, “bu kadar yetmez daha çok başımızda kalın paşalar” diyerek bir “demokrasi” ayininden, başka “demokrasi” ayinine koşan, sanat festivalleri ile edebiyat şölenleri ile 12 Eylül paşalarının medarı iftiharı olmak için bir adım öne çıkacakları belirleyen, çift inançlı stepneler dâhil, bütün dinamikler, bu traji-komik yargılama tiyatrosunda kendine uygun rolü ile yerini almış oluyor.  
Bence ÜRÜN-TKP ( Toplumsal Kurtuluş Partisi)ciler, bu ifadeleri ile bu toprakların ihtiyacı olan komünist partisine açlık içinde olanlar dâhil, olan biteni edilgen bir şekilde izleyen emekçi halkımızın bile zekâsına hakaret etme cüreti içindedirler ama kimseyi kandıramadıklarının farkında oldukları da ortadadır.
Bu doğrudur ama ayrıdır. Benim asıl üzerinde durmak istediğim, bu ifadeye içerilen  köylü kurnazlığıdır.
Demek 4x4x4 “gerici-kapitalist” eğitim programı oluyor. Ne güzel, bunda İslamik-Osmanik bir renk görmüyorlar. ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin, İslamik-Osmanik rengin üzerinden atlaması tesadüf değil. Daha dün AKSİYON’a “hazırız hoca efendi” yollu mülakat verenler, elbette bu programı da “gerici-kapitalist” renk ile tanımlayarak, yeni rejimin doludizgin İslamik- Osmanik renk aldığının üzerini örtmekte tereddüt etmeyeceklerdir.
Öyle ya! “12 Eylülün Yargılanması”nın bile önünü açan, bütün darbecileri ve işbirlikçilerini, teşebbüs aşamasında ve hem de tamamen tarafsız kalarak, zindana atan, Kemalizm’le, 27 Mayısla bile hesaplaşan, 27 Mayıs ile kazanılanlardan kalanların “ileri demokrasi” adına kökünü kazıyan, yerine İmam Hatip okulları için ve İmamların politika yapmaları için  “en demokratik” haklar getiren; kızlarımızın kuran okuma özgürlüğünü erken yaşa alarak ilelebet garantileyen, kapanma özgürlüklerini garanti altına alan, aydınlanmacı despotluğu geldiğine geleceğine pişman eden, rasyonalizmin adını bile unutturan, Hilafetin kaldırılmasının, Lozan’ın rövanşını alan, kurtuluş savaşının emperyalistlere teslim edilmesini sağlayan, Osmanlı hanedanının aklanmasını sağlayan, Saidi Nursi sempozyumları ile gericilikte sınır tanımayacaklarını ilan eden bir rejimi yönetenler, elbette kendine uygun “komünist” renk taşıyan dinamikleri de tespit ve tasnif yoluna gideceklerdir.
Halil Berktay’ların, Belgelerin ve aynı familyadan bütün sahte sol gömlekli aktörlerin, sosyalizme dinsel renk katmaya çalışmaları boşuna değildir. Nabi Yağcılar’ın ise, çok önceden, ZAMAN üzerinden “biz hazırız hoca efendi” selamı verdiklerini hepimiz biliyoruz. Garaudy bile bunların yanında zemzem suyu ile yıkanmıştır demek yerindedir, diyorum.
ÜRÜN-TKP(Toplumcu Kurtuluş Partisi) ciler, epey beklediler, ama erken telaş ettiler ve onlar da sıraya girerek,”biz de hazırız hoca efendi” demektedirler. Her taraflarından çift inançlılık akmaktadır. Görüyoruz.
Görmeyenlere gösteriyoruz.
Ancak oyun devam ediyor, bu sevinci, 4x4x4 sevincini, kolay yedirmeyecekleri görülüyor. Sevinç sevinçtir, henüz orta yerde duruyor ve oyunda bir taş oluyor. Bu sevincin nemalarını kime yedirecekler göreceğiz.
ÜRÜN-TKP ( Toplumcu Kurtuluş Partisi)nin, “ O yüzden, 12 Eylül davasını AKP'nin insafına bırakmamak, mahkemeyi kendi oyun sahasına çevirmesine izin vermemek gerekir,” yollu Vaazından, oynanan yargılama tiyatrosunun farkında olduğunu gizlemediğini de anlıyoruz.
Ancak, bu tiyatronun, daha o zamandan ağlama ayinleri ile ortaya konan tiyatroların icracısı olan AKP nin referandumunun ürünü olduğunu ve AKP nin insafı ile bir ilgisi olmadığını, aksine insafsızlıkta sınır tanınmadığının göstergesi olduğunu ve 12 Eylül yargılaması olmadığını, bu yönden en ufak bir mantıksal işaretin bile olmadığını gizlemeye çalıştıklarını da net olarak görüyoruz.
Ve elbette ve de ne acıdır ki, birçok insanın, safça ama bir ihtiyaca duyduğu susuzluğun yarattığı fetişe esir düşerek göremedikleri, komünist renk taşıdığına inandıkları “ÜRÜN-TKP( Toplumcu Kurtuluş partisi)nin, asıl gizlediği, bu şartlarda,12 Eylül ile12 Eylül rejimi ile hesaplaşmanın ve sonucunda mahkûm etmenin, ancak ve ancak bir toplumsal devrimle mümkün olacağı gerçeğidir.
Daha önce de ifade ettim, tekrarında yarar görüyorum;
Demek ki, Evren’in yargılanması yeni 12 Eylül dinci-feodal-faşist rejiminin konuşlanmasının tamamlanmasına yönelik bütün kapıları açacak tuzaklardan sadece birisidir ve tarihi bir acıklı-güldürüdür diye düşünmek yerindedir.

Ancak, hâlâ Baböf’te olduğumuz fark edilmeden ve 1793 anayasasını yücelterek, onu halkın elinden almak isteyenleri suçlayan ve “Halk ezilince, başkaldırmaya hak kazanır “ diyen Baböf hatırlanmadan, dahası, halk bir yana, toplumun en akıllı geçinen insanları olarak bu haktan bihaber olunurken, düşünmek fiilinin mazide kaldığını düşünmek de yerindedir.

En çok da, en düşünceli sanılanların bu acıklı güldürüye kuyruk olduğunu görmek tuhaf olsa gerek.

Bir tarafta Baböf’ü yargılayan bir tiyatral sahne, diğer tarafta Baböf’leri yargılayanları yargılayan bir tiyatral sahne, ikisinin de yönetmeni aynı, ortada ve oyuna katılan “Kahrolsun Baböf’ler, yargılansın Baböfleri yargılayanlar!” diye ayin yapan çokbilmiş sahtekârlar.

Bu bilmecenin içinden çıkamayanlara aydın denir mi, akıl taşıyor denir mi, solcu denir mi, ya sosyalist, sosyalist denir mi, hele komünist, o da denir mi?

Denmez! Komünistsiz “komünist parti”lerinin, “komünist” etiketli aktörleri, denmez ama bilmelisiniz ki, o hakka ve güce sahip olduğunu görmemesi için bin dereden su getiren sizin gibi sahtekârlara rağmen, halk bu hakka sahip olduğunun ve yeri geldiğinde, özellikle de sizin gibi sahtekârların attığı sis bombalarının etkisi dağıldığında, bu hakkı hakkıyla kullanacaklarının bilinciyle büyütüyorlar, yüreklerindeki öfkeyi.

Bu sahte sol gömlekli aktörlerin kuyruğunda kendinden geçenler, ya siz! Bu öfkeden size de pay olduğunu biliyor musunuz? Biraz tarih bilginiz varsa bildiğinizi umuyorum ancak bildiklerinizi de, düşünmeyi de unutmuş bir halde olduğunuzu görüyor ve üzülüyorum.
Böylece ekleyip hatırlatmış oluyorum ki, oynanan bu acıklı-güldürüye, önünde renkli bayraklar sallayarak  konu mankeni olmanın, komünistlikle, solculukla, devrimcilikle ilgisi yoktur. Amerikan emperyalizmine, tekellere,12 Eylül rejimine karşı toplumsal muhalefeti harekete geçirmesi de mümkün değildir. Aksine,12 Eylül faşist rejimin yeni versiyonunun konuşlanmasını tamamlamasına yardım etmek üzere, bu tiyatral yargılamada, en hafifinden figüran olmaktır ama asıl olarak, bir taraftan bu yargılamanın bir oyun olduğunu söyleyip, diğer taraftan bu oyunun kapısında bayrak sallamak, bilinçli bir şekilde bu oyunu desteklemek demektir, bu oyuna sol renk vermek demektir.
Dolayısıyla, toplumsal muhalefeti hareketlendirmeye değil, toplumsal muhalefeti, bu oyunu kuranların kuyruğuna takmaya, yani Osmanik-İslamik-faşist ortaçağ düzenine geçişin son çivisini çakmada veya çıkartmada, 12 Eylül rejimini layıkıyla sürdürenlere ve Amerikan emperyalizminin bölgedeki emellerini gerçekleştirmesinde koltuk değneği olmaya yarar.
Bunun aksini, hangi cümlelerle ve gerekçelerle kanıtlamaya çalışırsanız çalışın, tarihin sayfalarına  mahkûm edilerek  kaydedilen, eninde sonunda burjuvaziye hizmet etmiş olanların suretinde kalmaktan kurtulamayacaksınız. Gerçek suretiniz budur demek istiyorum.
Bu II. Enternasyonal zihniyetinin hortlatılmasından başka bir şey değildir. Örnek olsun, gerekçeleriniz ve vaazlarınız, tıpkı, genel grevden kaçmak için, “eğer genel grev başlatacak güçte isek, devrim de yapabiliriz; eğer o kadar güçlüysek, genel greve gereksinimiz kalmaz; yok o kadar güçlü değilsek, genel grev başlatamayacağımız için bunu konuşmak bile saçmalıktır” diyerek saçmalayan  II. Enternasyonalci Alman partisinin liderinin  vaazı gibidir. Haliyle, bu günkü koşullarda vaazlarınız çok geridir. Mantıktan da uzaktır. Kimseyi kandıramıyor.
İsim üzerinden fırtına koparmanız ise, tam bir acz içinde olduğunuzun göstergesidir.
Fikret Uzun
10 Nisan 2012

Hiç yorum yok: