21 Aralık 2009 Pazartesi

GLADKOV ‘un “FABRİKA " ROMANI ÜZERİNDEN TROÇKİ GÜZELLEMESİNE ELEŞTİREL BAKIŞ


Gladkov’un “Fabrika” adlı romanı Troçkistlerin bakışıyla yazılmış bir roman. Troçkizmin tümüyle iflas ettiği günümüzde Troçkist kümelenmenin sosyalizm düşüncesinin yeniden yeşereceğinden korkanların yaşayan sosyalizmin deneyimlerini çarpıtmak için argüman yaratmalarında Gladkov’un “Fabrika” adlı romanı gündeme getiriliyor. Troçkistlerin Ekim Devrimine erken gelmiş devrim demeleri yanında, büyük değer biçmeleri Troçki’nin devrim sırasında usta bir komutan olmasına gölge düşürmemek içindir. Oldukça değer verir görünüyorlar ama devrimden sonra bu erken gelen devrimin, küçümsedikleri işçi sınıfının elinde sosyalizmi ilerletmeyeceğine vurgu yapıyorlar. Bu nedenle bürokrasinin işçileri kandırdığını söylüyorlar. Ama soyut bir işçi sınıfı edebiyatı yapmayı da ihmal etmiyorlar. Kitaptaki bakış açısından biraz daha açıklayıcı davranarak yorum yapılması ise, okuyucunun bu kitabı okuduğunda her şeye rağmen, o dönemi kendi bakış açısına göre değerlendirmesinin mümkün olması nedeniyledir.

Troçki’nin eleştirileri genellikle bir sorunun erken çözülmesi ya da çözmekte geç kalınması şeklinde oluyor ama hiçbir zaman iktidara geçmek istemiyor, bunu da işçilere güvenmediği için istemediğini söylüyor daha da açıkçası iktidara her an gelirdim ama ondan sonra iktidarı tutamazdım diyor. Yani tıpkı Fabrika’daki “deli” Yuk gibi.
Sürekli devrimi ise Troçki, salt sosyalist toprakları büyütmek olarak alıyor. Oysa sosyalizm kuruculuğunun başlı başına bir sürekli devrim içerdiğini düşünmüyor.
Sosyalizmin pratik ve daha çok da tek ülkede sosyalizm olması ve geri topraklarda beklenmeyen bir anda gerçekleşmiş olmasının ve etrafı bir kapitalist deniz olmasının getirdiği pratik zorlamalar yanında, işçi sınıfının azlığı, hatta fabrikalarda çalışacak kalifiye işçinin yok denecek kadar az olması; bunun için köylerden işçi toplanması, hasat zamanının bu işçileri bulmakta zorluklar yaratması, sonra bu burjuva kafalı köylülerin ne kadar iş o kadar para diye tutturmaları ve daha birçok etmen yok sayılarak, hem de bu zorlukların üstesinden gelmek için iktidardan da kaçarak bütün devrim sonrası yapılan işleri "Neyle uğraşıyorlar? Formalite işlerle, paketlerin üstüne adres, kapıların üstüne ‘Girmek Yasaktır’ diye yazmakla. Yakında birbirlerine zat-ı şahaneleri filan demeye başlarlar.” şeklinde en aşağılara çekiyorlar. Geçenlerde Bursa’da bir köyde bir delinin köy heyetine seçilmesinde çıkarılan fırtına misli, bir delinin iki lafından biri olan bürokrasi söyleminden, olan bitenin bürokrasiden ve hiç iş yapmamaktan ibaret olduğunu ispatlamaya çalışıp, daha çok da kafalara kakmaya çalışmak, Troçkistlerin işidir. Oysa bürokrasi ile en çok mücadele eden Stalin’dir ama bunun sözünü bile etmiyorlar. Daha da vahimi, bütün bir Sovyet sosyalizmi dönemini 1927 de çözümleyip, bürokrasiyi üzerine oturttuktan sonra ve bunu Stalin’e mal ettikten sonra çözülüşe kadar geçen zamanı da hiçbir çözümlemeye gerek duymadan, henüz iç savaşın etkilerinin kaybolmadığı, sanayileşmenin ve bunu yönetebilecek kadroların yaratılamadığı ve kapitalist dünyanın ablukasında olunduğu koşullardaki sorunlar üzerinden ve de tümüyle sosyalizmin fazla yaşamayacağı savına dayanarak oturttukları bürokrasiyi Stalin öldükten sonra da teorilerinden kaldırmıyorlar. Ve elbette Gorbaçov’un, perestroika ve glasnosta karşı çıkan işçilerin ve partinin direnişini bir bürokratik engel olarak görmesi de bunların kine denk düştüğü halde ve bu engel ortadan kalkınca kapitalist restorasyonun gerçekleşmiş olması da onları durdurmuyor. Bu akıl fukaralığı değilse, bir emperyalist saldırı mekanizmasını barındıran ve yükselten eğilim oluyor. Ve hâlâ aynı teranelerde dolaşmaları sosyalist düşünceyi bulandırmaya ve özellikle de devrim sonrası sosyalizmin ne olacağı konusundaki ufukları daraltmaya yönelik olduğu görülüyor. Bürokrasi fikri tümüyle Troçki’ye aittir. Şimdi Troçki de yok, Troçkizm de yok denecek kadar cılız ve aslında hep öyleydi ama şimdi daha da cılız olduğu halde Troçkist klişeleri tekrarlamak akıllı işi değildir. Akıl taşıyan, Fabrika kitabında anlatılanlardan bile devrimi korumanın çok daha önemli ve zor olduğu çıkarsamasını yapabilir. Ama iş kara çalmak ve kafa bulandırmak olunca, bütün bu devrim sonrası zorlukların karşısında devrimi korumak için ne yapılacağını ve hatta daha iyisini yapmak için iktidara gelmeyi öne koymadan sürekli olarak eleştiriden ziyade suçlama getirmek biçilmiş kaftan oluyor ama soruna çözüm getirmiyor zaten çözüm isteyen de yok. Amaç sosyalizmin yaşamayacağını ispat etmek için argümanlar üretmek… Ve şimdi ise bunu biz demiştike getirmeye çalışıyorlar. Yani biz bu gidişle sosyalizm çöker demiştik diyorlar ama çökertenlerin Stalin olmadığını, hatta Brejnev olmadığını arada Jdanov türü sınıf bakışını hep yükseğe çıkartmak isteyenlerin olmadığını, aksine tüm bu suçladıklarının tam tersini yapan burjuva kafalı, kapitalizm hayranı kişilikler ve bunların dayanağının da küçük meta üreticisi ve küçük işletme sahipleri olduğunu görmezden geliyorlar daha çok da, göstermezden geliyorlar.
Diğer taraftan Troçki’nin prestiji Stalin’den çok yüksek olmasına rağmen hiçbir zaman iktidara gelmeyi hedeflememesi de önemlidir. Çünkü proletaryanın devrimi ilerletemeyeceğine, daha doğrusu sosyalizmi kuramayacağına inanıyordu. Bunun özü proletaryaya güvensizliktir. Daha başka bir olgu, onca ( deli Yuk gibi) serzeniş misli eleştiriler yöneltmesine rağmen Troçki Stalin’e hiçbir zaman bir müdahalede bulunmamıştır. Stalin’in sanayileşme hamlesi ile birlikte ve bu hamlenin devrimci bir atılım haline gelmesiyle hem Ekim Devriminden sonrasını, hem de Stalin’i kötülemeye başlamıştır. Öte yandan sürekli devrim tezi Marks'a aittir. Ama Troçki’ye göre bu formül sosyalist toprakların genişletilmesi için savaşı içeriyor. Oysa bu bir yanıdır. Diğer yanı ise, sosyalizm kuruculuğunu geliştirmek ve komünizme ilerletmek için yapılması gerekenleri içermektedir. Asıl olanın bu olduğuna inanıyorum. Tarımdaki kolektifçilik ile sanayide elektrifikasyon olmadan sosyalizmin geliştirilmesi mümkün görünmüyordu ve bu hamleler Stalin’e yazılacak bir sürekli devrim kapsamı içindedir. Diğer taraftan Hitler faşizminin sosyalizmin üzerine azgınca saldırmasını da göz ardı ederek, devrim sonrası sosyalizmi ve Stalin’i doğru anlamak mümkün olmayacaktır. Ama Troçkistler bundan ders çıkarmak yerine tezlerinin doğruluğunu ispat etmek için bir fırsat olarak bakmışlar ama sonuç sosyalizmin yıkılması bir yana, coğrafyasının da genişlemesine neden olunca sus pus olmuşlar fakat başka çamur atacak noktalar bulmaktan da vazgeçmemişlerdir.
İkinci savaştan sonra sosyalizmin sınırlarının genişlemesi sosyalizmin içeriğinde bir ilerlemeyi getirmemiştir. Bu da sosyalizmin içerinin ileriye götürülmesinin daha önemli olduğunu göstermektedir. Bu olmazsa sosyalist coğrafyanın genişlemesi anlamlı ve kalıcı olmamaktadır. Sosyalizm de, ileriye gidemediği için yıkılmıştır. Buradan hareketle Hitler’in saldırısının da etkisiyle gelişen savunma politikasının gerilemeye ve yıkıma götürdüğünü de söyleyebiliriz. Aynı zamanda Hitler’e karşı kapitalist dünya ile ittifakın, bununla birlikte yükselen barış içinde bir arada yaşama ilkesinin ve elbette barış politikalarının kapitalizmle bulaşıklık yaratmada önemli çıkış noktaları yarattığını da göz ardı etmemek gerekmektedir. Ve yine bizim, Troçki’de direten teorisyenlerimizin anlamadıkları, sosyalizmin teorisi ile sosyalist devletin, özellikle de ayakta durması ve ilerleyebilmesi için, kapitalizmden gelecek saldırıları bertaraf etme politikaları birbirinden ayrı olmasıdır ve bu ayrılıktan sosyalizmin doğasını kötüleme fırsatı çıkarılmamalıdır. Ama bu temeldeki yaklaşımlarını, İsrail’in kuruluşunda Stalin’in destekleyen tavrı ve bunun tümüyle ABD ile iyi geçinmek, en azından bir yumuşama sağlamak için olduğu hep üstü örtülerek kapatıldığı da unutulmamalıdır. Lenin’in deyişiyle, devrimden sonraki aşama çok daha önemlidir ve bu dönem sosyalizm kuruculuğu olarak dokuz canlı burjuvaziye karşı daha akıllı ve sert sınıf mücadelesi dönemidir. Bu anlamda bu mücadelenin hem parti içinde, hem de toplumsal hareketlenmelerin pratiğinde amansız biçimde sürdüğü anlaşılmaktadır. Ve bu mücadele de, kapitalizm hayranlarının girişimlerinin oldukça sinsi ve sert olduğunu, bunun da parti yönetimini ele geçirmek şeklinde tezahür ettiğini, Stalin’in ise bu gelişmelerde tümüyle hakim olamadığını, bu nedenle de bir denge kurmaya çalıştığını görüyoruz. Stalin’in yönetiminin ekibinde olanların yer yer kapitalizme övgü sayılabilecek söylemlerinin ve buna karşı bunların hemen görevden alınmasının bu dengeyi göstermekte olduğu aşikardır. Hruşov’un daha sonra bunlara itibarlarını iade etmesi de Stalin’in ne denli haklı ama bir o kadar da hakim olma açısından çaresiz olduğunun göstergesidir. Diğer taraftan, sınıf mücadelesine vurgu yapan ve Stalin’in varisi olarak nitelendirilen Jdanov’un ani ölümü, daha sonra, yönetimindeki Leningrad örgütünde (Gorbaçov’a en fazla direnen bu örgüttür) tasfiyeler olması, partide ciddi bir sınıf mücadelesi olduğunu göstermektedir.
Troçkist bakışın NEP’i, kendi ürettiği bürokratik sınıfın bir saldırı mekanizması olarak görmesi de bir başka konudur. Bunun bir adım sonrası, Troçkistler bunun bir zorunluluğun dayatmasının sonucu olduğunu ifade etseler de, ve fikir babasının Lenin olduğunun en sona saklanması da söz konusu olduğu halde, bütün faturayı Stalin’e kesmenin, özünde Troçkistlerin de, proletarya diktatörlüğüne bürokratik diktatörlük işlevi vermeleri ele alındığında, Lenin’in ve Stalin’in, NEPi pratikte işletirken, ideolojik planda proletarya diktatörlüğünün gereklerini yerine getirdiğini görmezden gelmelerinin, NEPi anlamadıklarını ve aynı zamanda NEP’i alkışlayanların safına düştüklerini göstermektedir.
Ama asıl konu, Troçkistlerin savlarının aksine, Stalin’in bir bürokrasiyi temsil etmediği, onunla mücadele ettiği gerçeğidir. Bürokrasi ile mücadele ederken haliyle bu mekanizma içinde tasfiyeler söz konusu oluyor ama bu da, inisiyatif almaktan kaçan yani yanlış yapıp tasfiye olmaktan korkan dolayısıyla yaratıcı olamayan, evet efendimci bürokratların oluşmasına neden oluyor. Sürekli yönetimde kalabilmek için pısırık olmak yaşam biçimi haline geliyor. Bu çift inançlı olmanın mayasını oluştururken aynı zamanda bunu gizlemenin mekanizmasını da geliştiriyor. Yer yer kitlesel tasfiyelerin buna bağlanması yerindedir. Yani bunların göstergesi, parti içindeki ayak oyunlarının ve ani ölümler yanında tasfiyelerin bir bürokratik kavga olmadığını, tümüyle sınıf mücadelesinin kıyasıya sürdüğü gerçeğini göstermesidir.. Öyleyse Stalin’i eleştirirken bu dile getirdiklerim yanında, aklıma gelmeyen yığınla etmeni göz ardı etmemek gerekmektedir. Troçkistlerin bile üzerinden atlayamadığı ve Fabrika’ya da yansıyan, iç savaşın getirdiklerinin ve götürdüklerinin üzerine sosyalizmi inşa etme görevi yanında, ikinci savaşın 20 milyon Sovyet yurttaşının ölümüne neden olduğu, nerdeyse bütün fabrikaların yıkıldığı, insanların açlık, yoksulluk, evsizlik, yorgunluk, perişanlık içinde olduğu bir durumda onları diriltme görevinin Stalin’in omuzlarına düştüğünü ve bu tablonun bir adım ötesindeki, hem bu yıkımı tamir ettiğini, hem kapitalizmi geçmeye başladığını, hatta atom bombasını yaptığını yok sayarak eleştirileri düşmanlık katına çıkarmak akıl noksanlığı değilse, kapitalist kafayla hareket etmek demektir. Bunlara ve daha fazlasına daha önceki yazılarımda değinmiştim.
Bu gün hâlâ Troçki üzerinden aynı kapitalizan eleştirilerin öne çıkarılıp sıcak tutulması, bu konuda daha çok yazıp çizmek, bu safsataları çürütmek için gerçek bilgilere ve bilimsel verilere sarılmak gerektiğini önemle göstermektedir.
Devrimciliği ve Marksist tutumu, hâlâ anti-sovyetizm üzerinden sürdürmeye çalışanların aslında anti sosyalizm ve anti Marksizm içinde olduklarını göstermek, sosyalizmde diretenlerin ve buna sonuna kadar inananların boynunun borcudur.
İşte ,"devrime evet ama devrimden sonra sosyalizm kuruculuğunu işçilere teslim etmeye hayır" demek olan bugünkü Troçkizm üzerinden sosyalizmin sulandırılması ve sosyalizm kuruculuğunun içine kapitalizmi de kalıcı bir şekilde katmanın temel olmasının argümanlarının yaratılması girişimleri olduğunu her aklı başında sosyalistin görmesi ve ideolojik mücadeleye şiddetli bir şekilde sarılmasının, hâlâ süren Troçkist ve anti Sovyetizm saldırılarının Stalin karşıtlığı noktasında simetri yaratması nedeniyle doğru ve nesnel olduğu en önemli gerçeklerden biridir.
Bu, ne Stalin’i fetişleştirmeyi ne de onun sosyalizm kuruculuğundaki başarılarını ve Lenin’den çok Leninci oluşunu göz ardı etmeyi gerektirmektedir. Bütün bunlar sosyalizmin 70 yıllık pratiğinden ve özellikle de yanlış ve eksik noktalarından bugünün ileri seviyeden sosyalizm mücadelesini kurmanın deneyimlerini çıkarmak içindir.
Açık ve net olarak söylenmesi gereken şudur ki, bu gün bu ileri seviyeden sosyalist mücadeleye adım atarken, en açıklayıcı turnusol Stalin eleştirisindeki tutumlardadır. Çünkü sosyalizmi ve Marksizm’i savunur görünürken, anti sosyalistliği gizleme noktası olarak, sosyalizmi en azından bilinçte kapitalizmle yakınlaştırmak için üretilen teorilere argüman yaratmak anti Stalinizm noktasında daha ağır basmaktadır. Bu, sosyalist düşünceye saldırıları kolaylaştırmaktadır. İşte bu nedenle Stalin üzerinden sosyalizme karşı yürütülen ince saldırıların, nesnel olarak ortaya çıkardığı simetri, Stalin savunusunun nesnel ve sosyalizm savunusu olduğu gerçeğinin ifadesidir.
İşte o nedenle, Sovyet sosyalizminin, bürokratik sınıfın revizyonizmini ifade ettiğini savunanlara karşı, revizyonizm ile kapitalist restorasyonun farklı olgular olduğunu ifade etmeye çalıştım ki, bir kez daha hatırlatmakta yarar olduğu düşüncesiyle, revizyonizmin, Engels’e ve Marks’a göre sosyalizme giden yoldaki fikir değiştirme olduğunu, kapitalist restorasyonun ise, sosyalist devrimden sonraki, sosyalizm kuruculuğunda sürdürülen sınıf mücadelesinin kapitalist restorasyon yanlıları ve özlemcilerinin lehine sonuçlanmasını ifade ettiğini vurgulamak istiyorum.
Son olarak da, hâlâ akıl noksanlığının ifadesi olan safsata yaklaşımlar ile mücadele etmek zorunda kalmamızın, ideolojik mücadelenin son derece önemli olduğunu göstermesi bir yana, emperyalist kapitalizmin ideolojik ve psikolojik saldırısının ne denli güçlü ve sistemli olduğunu, bizi en alt seviyeden ideolojik mücadeleye mahkûm etmeye çalışmasının dolayısıyla akıl bozmasının, geriletmesinin boyutlarının son derece büyük olduğunun göstergesi olduğunu bilince kazımak ve ideolojik mücadeleyi sınıf kininin doruklarında sürdürmek gerektiğini gösterdiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Bütün bunlar hem bilgi hem de bu bilgilerle de donamış bir sınıf bakışı gerektirmekte, inadına emek sürecinin belirleyiciliğini ve işçi sınıfının hâlâ öncü rolü taşıdığına güvenilmesinin gerekliliğini savunmayı görev olarak önümüze koymaktadır.
Bilinçli ve akıllı devrimci olmazsa, sosyalist mücadelenin ileri seviyeden sürdürülmesi de mümkün olamaz. Bilinçli devrimci olmanın ifadesi ise, hâlâ anti Stalinizm üzerinden sosyalizmi savunuyor görünenlerin, aslında anti sosyalizm yaptıklarını ve hemen hemen sosyalizmi sulandırmak ve kapitalizm içinde eritmek için başka dayanak noktalarının kalmadığını görmesi demektir. Ancak bu denli bilgi ve bilinçle donanmış, bütün bu gerçeklikleri kendi inisiyatifi ile çözümleyebilmiş ve özümleyebilmiş devrimciler ordusu ile sosyalist mücadelenin ileri seviyeden yükseltilmesi mümkün olabilir.
Öyleyse, bir saatini devrimci olmaya ayırarak, hazır kalıplar ve klişe saptamalarla işin kolayına kaçıp, sosyalizm mücadelesinden kilometrelerce uzaklaşmak yerine, kimilerinin maaşlı devrimciye indirgediği profesyonelliğin geçim için kalan zamanın tümünü bu ileri seviyeden mücadelenin yükseltilmesine harcamak olduğunu da bilince kazımak, bu anlamda kapitalizmin ve özellikle de onların işçi sınıfının içindeki görevlilerinin ideolojik saldırısını püskürtmek için, ifade edilenlerin uzunluğundan yakınmadan, bu uzunluğu da aşan eleştirel yaklaşımları ifade eden tartışmaları ortaya koymak gerekmektedir. Bu da emperyalist kapitalizmin ideolojik saldırılarına karşı inisiyatif geliştirenlerin çoğaltılmasını ve yine bu anlamda ideolojik donanımın güçlendirilmesini gerekmektedir. Bunun en önemli ucu ise, ismi önde giden ve hâlâ sosyalist olduğu ön kabulü devam eden ama gerçekte sosyalizmden uzaklaşmanın, daha açıkçası sosyalist düşünceyi burjuva düşüncesi içinde eritmeye çalışan motive noktasının daha çok maddi çıkar olduğu ama kariyerist tutumlarının da göz ardı edilmemek gerektiği açıkça görülen yaranmacı tabir edebileceğimiz kişilerin ortaya koydukları demagojik anti sosyalist-anti Marksist düşüncelerin tekellerin ideolojik saldırı ve şaşırtmacasının ifadesi olduğunu göstermeye yönelik olmalıdır.
Emekçi kitleler, emek sürecinin çelişkileri yükselttiği koşullarda elbette kapitalizmin gerçek yüzüyle karşı karşıya geleceklerdir. Bu durumda kapitalistlerin temsilcisi olduğu aşikar olanların kitlelerin bu çelişkideki yaklaşımını değiştiremeyeceği de aşikardır. Tekellerin en son çare olarak başvuracakları kapitalist devletin diktatör yüzünü bütün mekanizmalarıyla göstermeye mecbur kalmadan önce, kitlelerin içinde görevlendirdiği yukarda portresini çizdiğim kişiliklere inanması ve akıllarının karışması mümkün ve kolay olacaktır. İşte emek sürecinin belirleyiciliği ile bilinçli işçinin ve bilinçli devrimcinin önemi buradadır. Bu kişilerin içyüzünü, başka ifadeyle kapitalizmin temsilcilerinden farklı olmadıklarını göstermek bilinçle donanmış akıllı devrimcilere düşmekte ve öncelik taşımaktadır. Böylece, bu daha önce sosyalist harekette maaşlı çalışan, şimdi ise maaşlarını tekellerden (çokça da Sorosçu vakıflardan) alan sahtekârların gerçek yüzlerinin açığa çıkarılması bir yana, alanları da daralacak ve bu kişiliklerin hiçbir düşüncesinden etkilenmeyen, kendi inisiyatifiyle geliştirdiği düşünceleri ile büyüyen yeni aydınlara, yazarlara ve elbette profesyonelliğini maaşa endekslemeyen, içindeki fırtınalarla besleyen bilinçli ve akıllı devrimcilere alan açılacaktır. Ondan sonrası emekçi kitlelerin aklının ve hafızasının, daha çok da işçi sınıfının öncü rolünü hatırlamasının bilincinin yükseltilmesine kalacaktır.
Bütün bunları ileri seviyeden sosyalist mücadeleyle bağlayacak emek süreci ise ne zamandır hareket halindedir. Bu bütünlük bu hareket halindeliğin sıçramalı bir karakter almasının ifadesi olacaktır. Umarım bir kez daha ileri seviyeden sosyalist mücadele lafzını hak ettiği yere oturtabilmişimdir. Öyle olduğunu umarak ve öyleyse büyük sevinç duyacağım, en az o kadar da sosyalizm için çarpan yüreklere tercüman olduğumu düşüneceğim.

Fikret Uzun

.

Hiç yorum yok: