Elbette bu gerçekliğin sürecin hemen sonunda önümüzde dikileceği hayaline de kapılmamalı. Ama şu hayal değil, bir gerçek; bu pandemi, geçmişte yaşanmış olan ve bizlerin kitaplardan, anlatılanlardan bildiğimiz pandemilerden çok farklı olabilir, daha etkisiz de olabilir ama bugün kitleler bunu tüm benlikleriyle canlı kanlı yaşadıkları için, en kötüsü, en çaresizlik saçanı olarak göreceklerdir… Ve bunun müsebbibi olarak dünyayı yönetenleri göreceklerdir, onca zaman atıp tutmalarına, “teknolojik, bilimsel gelişme”, “aya çıktık”, ”marsa indik”, ”yeni yıldız bulduk”, “robot yaptık”, “akıllı telefon yaptık” vb. nutuklarına rağmen, küçücük bir mikropla bile savaşacak gücü ve/ya da niyeti olmadığını görecekler, kabul edecekler ve öteden beri farkında olmadan biriktirdikleri hınçları açığa çıkacak; başlangıçta serseri mayın misli bir patlama ve akabinde sağlam ittifaklar kurabilecek politik güçlerin yönetimine girecekler, bu güçleri, dünya çapında, dünyayı ve insanlığı yok etme pahasına hükümdarlık peşinde koşan bir politik /ekonomik/askersel gücün karşısına dikecekler.
Dikerler mi? Dikerler; yeter ki akıl taşıyan fenerler, akıllarını, vicdanlarını ve yüreklerini bu katastrof finale açılan eşikte, kitlelere bu eşiği ve ötesindeki aydınlığı gösterebilecek denli aydınlatacak bir fener misli çalıştırsınlar.
Hem biz demiyor muyuz, daha doğrusu böyle olduğuna bilimsel iyimserliğimizle inanmıyor muyuz ki “çare, her zaman, çaresizliğin tavan yaptığı yerde ortaya çıkar”; başka ve Marx’ın ifadesiyle “… sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.” Yeter ki dünyaya hükmeden bir avuç çapulcuya, yani siyonist/emperyalist düzeneğe köle olan emperyalizmin leblebi herkülleri, kendisinden medet uman bakımsız kalmış tarzanlarıyla ve onların elinde oyuncak olmuş köre yatan bin bir kılıktaki kölelerinin akıl bozucu şarlatanlıklarıyla bu maddi gerçekliğin üzerini örtmelerine, akıl taşıyan ve bu aklı nasıl kullanacağını bilecek kadar deneyimlerden ders çıkarmış fenerler zamanında ve yerinde müdahale edebilsinler.
Belki bu dediklerim şu anda belagat çiçeği misli görünebilir ama akılla, vicdanla, yürekle ve elbette hesapla, kitapla, en çok da ihtiyaçla, istekle, beklentiyle, inanarak ve elbette bilimle, başka ifadeyle bilimsel iyimserlikle, umutla ortaya konan hayaller değil midir, en sonunda gerçek olan?
Biz görmüşüz, görmemişiz ne önemi var?
"Biz ki İstanbul şehriyiz, seferberliği görmüşüz: Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi bir de ittihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 914'ten 18'e kadar. Yedi bitirdi bizi" diyordu, “1 YIL YİNE 1919 ve İSTANBUL'UN HÂLİ ve ERZURUM ve SİVAS KONGRELERİ ve KAMBUR KERİM' İN HİKÂYESİ” başlıklı şiirine başlarken Nazım Hikmet.
Bu dizeleri yazarken, muhtemelen zindandaydı ve aldığı dersleri hepimize vermek için yazdığı da kuvvetle muhtemeldi.
Aynı şekilde ve ondan çok önce H.R.Gürpınar da, şu 1918’de başlayan İspanyol nezlesini ve çıkardığı dersleri,“Hakka Sığındık “adlı romanında çok güzel ve çağın atmosferine uygun biçimde Türkiye açısından yansıttığında; hatta sanki bu kitabı sırf bunun için, başka ifadeyle bu salgın üzerinden toplumun cehalet ile yobazlık örüntüsünü anlatmak için yazdığında yıl 1919 idi. Ve şimdi geldiğimiz noktaya bakarsak, tüm teknolojik gelişmeye, devasa gökdelenlere, hatta bebelerin analarının karınlarında cinsiyetinin belirlenmesine, hatta ve hatta insanın yaş ortalamasının bir kurul tarafından yükseltilmesine, vb. rağmen kafalarda değişen bir şey olmamış.
Neden? Çünkü dünyaya hükmedenler, akıllar değişmesin diye ve değişenleri de geriye, ortaçağ karanlığına ya da başka ifadeyle Tanzimat öncesi karanlığına döndürmek için bütün mekanizmaları kullanmışlar.
Evet, çok uzun zaman önce değil, şunun şurasında 100 yıl kadar önce, İspanyol nezlesi 11 Mart 1918'de ABD'nin New Mexico eyaletinde tespit edilmiş, bütün dünyayı sarsarak,18 ay içinde 50 milyon kişiyi öldürmüştü.
Hiç ders alınmıyor mu yoksa bu dersler fırsata mı çevriliyor da hâlâ ve sürekli olarak karşımıza çıkan aynı miniminnacık bir mikrop çeşidininin yarattığı felaketler kapımıza dayandığında hemen hemen tüm dünyada, özellikle de emperyalizmin ve daha çok da siyonist/ emperyalist düzeneğin güttüğü ucube haline gelmiş kapitalist dünyada, yetersiz kalınması bir yana, hâlâ mal mülk, para-pul düşünülüyor ve insan hayatı da, sağlığı da, bu pandemi günlerindeki çaresizliği de hiçe sayılarak, hem de 21. yüzyılda, bilim, hatta moleküler bilim, hatta insan yapımı virüs, DNA dizilimlerine müdahale, genetik mühendislik, vb. yönünde gelişen bilimsel teknoloji nutuklarının atıldığı, bunun YDD adında bir ucube düzen ile bir dünya devleti ile taçlandırılması müjdelerinin verildiği bir tarih diliminde… Tüm dünya, kontrollü mü, kontrolsüz mü henüz bilemediğimiz, başka ifadeyle koronayla terbiye edip, köleliğe razı mı etmek istiyorlar bilemediğimiz bir ateşe atılıyor?
İşte asıl soru bu ve bu soru dünya çapında sorulmazsa, gözümüzün önünde olsa da cevabı gün yüzüne çıkmayacaktır; bu soruyu sormak da, sordurmak da akıl taşıyan fenerlerin boynunun borcu olarak önümüzde duruyor.
Evet, her yüzyıl başlarında bunlar olmuş ama MÖ 429-426'dan günümüze kadar sadece bu yıllarda değil, her yüzyılın epey yıllarını kapsayan zamanlarda sayısız ve vahim salgınlar olmuş. Yani, bu işte bir şeytan parmağı ya da bir yüce gök dahli olduğunu söylemiyoruz; tesadüf de değil elbette ki, uygun şartlar oluşunca ve her bir salgından ders alınmayıp, imkân dâhilindeki çareler geliştirilmeyince ya da çare niyetine ama çarenin tam tersine, sırf daha çok para ve güç elde etmek niyetiyle doğaya ve haliyle insana da hükmetmek için iktidar olmanın gücünden yararlanarak, bilim dâhil, din, medya ve bilumum baskı ve hile mekanizmalarını kullanarak hareket edilince ki böyle hareket ettiklerini görebiliyoruz, bu salgınların olması kaçınılmazdır.
Ancak yine de, bu covid 19 belası ile çepeçevre sarıldığımız bu günlerde, elimizdeki tek çare, bunlardan ders çıkarmak ve bu derslerin önümüze koyduğu çareleri ve görevleri yerine getirmek üzere bilime sarılmak ve derslere sıkı sıkıya sarılınmasına önayak olmak için bu minik ama hızla canavarlaşan mikroba köpeksiz köyde olmadığını, bilimin kendisinden büyük olduğunu göstermek için, bilimsel iyimserliğimizi korumak ve bilimin çerçevesinde kalarak mücadele etmektir.
Ne olur ne olmaz, belki bir gün korona mikrobu bizim de kapımızı çalar ve bu dünyadan göçer gideriz, bu yüzden bu kısa deyişimi tarihe not olarak düşünelim.
Fikret Uzun
29 Mart 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder