KÜRT HAREKETİ SAĞ AYAĞINI
GERİCİLİKTEN VE AMERİKA'DAN NE ZAMAN ÇEKER YA DA ÇEKEBİLİR Mİ?
- Karanlığın Gündoğumunda Dürüst bir niyet, samimi bir
öğretme ve inandırma çabası mı zor, kötü niyetleri gizleme ve kusurları örtme
çabası mı kolay?
- Kürtlerin “HAYIR” Eğilimlerini
Yükseltmek İçin İttifak da Yapılabilir Cesaret de Verilebilir, Zihinleri de
açılabilir ama Amerikan Rengi Taşıyan Bir “ Çözüm”de Diretmelerine Rağmen, ne
Kürt Halkının ne de Kürt Hareketinin Sorunları Çözülebilir!
Deniz Hakan çok doğru söylemiş, elbette Kürt sorununun çözümü, özellikle de
Kürt zebanilerine bırakılamayacak kadar önemli iken, Türkiye’nin örgütsüz ve
isimli, isimsiz, ilerici, devrimci, sosyalist ve komünistlerinin boynunun
borcudur; zaten biz de eleştirilerimizin en sert tonunda bile hemen hemen
bu temelde hareket ettik; Kürt hareketinin ilerici-devrimci damarlarına hitap
ettik, gericiliklerini de, düşmanca bir ton taşımaya başlayan
anti-Marksist-Leninist tutumlarını da, anti-laik, cumhuhuriyet düşmanı
tutumlarını da mahkûm ettik; Sosyalist Forum’da bile bu yönde dalgalanmalar,
yalpalamalar baş gösterdi; anti-Marxist-Leninist yaklaşımları ifade eden
paylaşımlardan vazgeçilmesi gerektiği konusunda epey bir irade gösterildi ve SF
sitesindeki en son teknik çöküş ve günlerce sitenin kapalı kalması, sonunda bu
tür paylaşımların “hack edildi” bahanesiyle silinmesi ve akabinde neredeyse
“biz Marxizm-Leninizm’i bırakmadık” yollu renk verilmeye çalışılması, Kürt
hareketinde bu yönde dalgalanmalar olmasının SF’deki yansımasıdır; yani Deniz
Hakan’ın dediği gibi, KÖH’ün de, HDP vesaire’nin de diğer ayaklarının sağ
ayakların yanına gitmemek için direndiği, hatta daha fazlasını da söyleyebiliriz,
sağ ayakları geri çekmek için (yeterli olmasa da) irade gösterdikleri
ortadadır.
Ancak burada parantez içinde, kendi adıma bir not düşmek isterim ki, Kürt
siyasetinin çatısı altında da, genel olarak Kürt hareketinin örgütsel dinamiği
içinde de pek öyle sağ yan ile kavga etme konusunda irade gösterecek bir sol
olduğunu (kaldığını) sanmıyorum; hele Kürt siyaseti içindeki “sol” ları sol
olarak görmek çok daha fazla mümkün değildir; ancak Kürt siyasetinden de, Kürt
ulusal hareketinden de sol renkli bir beklentisi olduğu ve/ya da öyle olduğunu
sandığı için yüzünü bu tarafa dönmüş bir sol yanın olduğu yadsınamaz!
Örnek olsun, “Büyük devrimci Lenin'i saygıyla anıyoruz” diyen PKK MK üyesi
Cemal Şerik’in, “Kürdistan ve Türkiye halkları önünde yalnızca devrim seçeneği
var” yollu konuşarak, Lenin ve Mustafa Suphi ve arkadaşlarını, ölüm
yıldönümlerinde anması; Lenin’in “Çarlık Rusya’sının egemenliği altında bulunan
tüm halkları özgürlüğe, kurtuluşa doğru götüren bir sürecin başlatıcısı
olmasına” ve her ne kadar kendilerine yontsa da ve hatta çarpıtıyor olsa da
“Ekim Devrimi”ne, “1905 Devrimine” ve “Sovyetler” e vurgu yapması, bunun bir
yansımasıdır; yani Kürt hareketi içindeki ve yüzünü bu harekete dönmüş devrimci
damarlara – en azından- “Lenin’den ve devrimden ayrılmadık” mesajı vermeye de
mahkûm olduklarının göstergesidir!
Oysaki PKK kongreleri kanıttır, PKK adı, KADEK’e ve oradan Kongra-Gel’e ve
sonra da yine PKK’ye dönmesi aşamasında açıkça Leninist yapılanmadan ve
devrim’den vazgeçtiklerini ve reformist bir yola girdiklerini hem ilan etmişler
ve hem de bu yeni çizgilerinin üzerini örtmüşlerdi; şimdi bu yeni
(reformist)çizgiye, kaçınılmaz olarak gericilik de eklenince ve daha önemlisi,
ard arda yenilgiler ve tutarsızlıklar kalın çizgilerle kendini gösterince,
örtüler dikiş tutmaz olmuş ve en azından soyut ve içi boş bir söylem tutturarak
“devrim’den ve Lenin’den vazgeçmedikleri” yollu ritüelli beyanatlar vermeye ve
Marxizm-Leninizm’i aşıyoruz yollu tartışmaları geri çekmeye ya da unutturmaya
başlamışlardır!
Bu arada, Şerik’in “ ‘Sovyetler’ belirlemesinin devlet biçiminde
anlaşılmaması gerektiğine” vurgu yapma gereği duyması var ki, hem yanlıştır ve
hem de “komün” örgütlenmesini model gösteren Öcalan ve Kürt hareketi ile Çar’ın
egemenliğine, despotizmine karşı, “Sovyet” örgütlenmesi ile mücadele eden Lenin
ve Rusya proletaryası ve köylülüğünün “Sovyetler” biçimindeki ittifakı arasında
bir korelâsyon kurması, gerçekleri örtmeye çalışması bir yana, tükürdüklerini
yalamak istememenin psikolojisini de yansıtmaktadır!
Ancak Cemal Şerik, Lenin’e göre sovyetlerin, daha açık ifadesiyle “İşçi ve
Asker Temsilcileri Sovyetleri”nin , “Proletarya ve köylülüğün
devrimci-demokratik diktatörlüğü” olduğunu göz ardı ediyor; göz ardı
edilmesine çalışıyor ki bu da bizim Kürtler hâlâ aynı Kürtler olduğun un bir
işaretidir!
Kürtlerin, ABD emperyalizminin diğer önemli kartlarından biri olan
kozmopolitizmin, ulusal-nihilizmin labirentlerinde Kürt halkına yolunu
şaşırtıp, Amerikancı bir yola sokmakta kararlı oldukları aşikârdır ki,“demokratik
özerklik” ya da “komün”, bunun için hem biçilmiş kaftandır, hem Amerikan’ın
ısrar ettiği “M-L’yi bırak gel masada müzakere yapalım” davetine icabet
etmektir, hem de bunların üzerini örten bir kılıftır ve bu anlamda bir
şaşırtmacadır!
Yani, Kürtlerin hemen hemen bütün politikalarının ısmarlama olduğunu,
uydurma olduğunu ve Kürt halkını, kurtuluşuna, bir zamanların Öcalan’ının
deyişiyle, vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına sahip çıkmaktan vazgeçirmenin,
ulusal-nihilizme sürüklemenin sinsi politikaları olduğunu vurgulamaya
çalışıyorum!
Diğer yandan, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ; 'Hayır' demeye çağırıyoruz
diye kampanya başlatmaktadır; “…mış gibi” mi yapıyorlar, yoksa ciddi ve
samimi ler mi, kısa zamanda göreceğiz; ama pek çok “Kürtsever” “aydın”, TKP artığı
Veysi Sarısözen de bunlardandır, zoraki ilan edildiğini (yani sol yanlarını
teskin etmek için olduğunu ve aslında bu anayasa değişikliğinin,Kürt sorununun
Amerikancı çözümü için biçilmiş kaftan olduğunu düşündüklerini), düşündüğüm
“HAYIR” kampanyasına karşı kafa karıştırıcı, bu yönde gelişecek
ittifakları önlemeye yönelik ilginç açıklamalar ve itirazlar yapıyor ki, sağ
yan - sol yan çatışmasında, sol yandan çekinerek(hem de sağ yan görünmekten
çekinerek), sağ yanı daha çok sağa çekmeye hazırlanıldığını görüyoruz; en
azından ben öyle görüyorum ki “aktif hayır” kampanyası açanların “HAYIR”
vurguları da hem vurgulu değil, hem de net değil, başka ifadeyle bir ikircimlik
hissettiriyor; 12 Eylül referandumundaki “BOYKOT” cinliklerinin, şimdi
“HAYIR”a çağırmalarının ciddiye alınma katsayısını düşürme ihtimali de
cabasıdır!
Sanki, resmi politikanın, ya da en azından daha önce “Seni başkan
yaptırmayacağız” çıkışlarında olduğu gibi, Amerikan’ın eğiliminin “HAYIR”
yönünde olması ihtimaline karşı bir ısınma ameliyesi gibi görünüyor!
Yani Kürtler (ne siyaseti, ne de genel olarak hareketi ), gerçekten sağ
ayaklarını, sol ayaklarının yanına çekmeye ya da Amerika’dan çekmeye pek
niyetli görünmüyorlar; aksine yine sol yanda görünerek, sol ayakları, daha çok
sağ ayaklarının ve elbette Amerikan politikalarının yanına çekmeye çalışmakta
kararlı olduklarını görüyoruz!
Bir başka olgu ise, Kürt milletvekillerinin tutuklanmaları yoluyla kendini
gösteriyor ki, daha önce de dile getirmiştim; bunda, savaş içinde şiddet
yoluyla müzakere dinamiği ve dolayısıyla sağ ayakların yanına gitmeye daha çok
mahkûm etmeye çalışma dinamiği görüyorum; en azından önsezimdir diyebilirim ki
hatırlarsak, barış içinde yürütülen müzakereler sırasında dahi, “açılım
paketleri”nin biri açılıp, biri kapanırken bile, hem de kitlesel olarak, Kürt
yöneticilerin zindanlara atıldığını, partilerinin kapatıldığını ve Kürtlerin
buna eyvallah dediğini biliyoruz!
İşte burada, “Kürt sorununu çözmek” derken ; Kürtlerin sol ayaklarını sağ
ayaklarının yanından uzak tutmaya devam ederek ve Kürtlerin ”HAYIR”
vurgusundaki ikircimliği de, vurgusuzluğu da ortadan kaldıracak şekilde
ilerici-devrimci çizgiyi öne çıkartarak, bu temelde sert eleştirilere devam
ederek, her ne için olursa olsa da ve hatta Kürtler’in kayıtsızlık katsayısı
yüksek olsa da, Kürt siyasetinin temsilcilerinin zindana atılmalarına karşı
ciddi ve samimi protestolar yükseltmek gerektiğini anlamalıyız!
Ayrıca dikkat çeken bir başka konu da, Kürtler arasında ve Kürtlerin
“BOYKOT”una omuz verenler arasında, 2010’daki “BOYKOT” tavrının
yanlışlığı konusunda sesler yükseldiğinin ama henüz Kürt hareketinin bu sesleri
duymadığının gözlemlenmesidir!
Örnek olsun, dünün “boykot”çusu, şimdinin “Geçen referandumda, benim de
içinde yer aldığım ‘boykot’çular, yani o zamanın Kürt hareketi de, AKP’ye
‘yetmez ama evet’çiler kadar yardımcı olmuşlardır. Bugün ‘BOYKOT ‘ tutumu,
‘faşizme geçit var’ demekle aynı anlama gelir…. ‘Evet’ cephesi AKP’ye ‘evet’
diyecek, ‘HAYIR’cılar ise tek adam diktatörlüğüne ‘HAYIR’ diyeceklerdir” diyen
“milli anarşist” Gün Zileli ve yine şimdi “Sade ve Yalın Bir HAYIR’ın
Hayati Önemde” olduğunu ifade eden Demir Küçükaydın gibi resmi politikaya
eğilim gösteren aktörleri ki başkaları da vardır, bu gözlemi
doğrulamaktadırlar!
Sonuç olarak, bizim şimdiye kadar sürdürdüğümüz eleştirel tutumumuzdan bir
adım bile geri atmamız mümkün görünmemektedir; yani bu eleştirel tutumumuzun
şiddet katsayısını düşürmeden, hatta artırarak,“HAYIR” a gerçekten eğilimli
iseler, Kürtlerin bu eğilimlerini yükseltmek için onlarla ittifak da
yapılabilir, cesaret de verilebilir, zihinleri de açılabilir ama Kürtler’in
Amerikan rengi taşıyan bir “çözüm” de ısrar etmelerine rağmen, yani sağ
ayaklarını sol ayaklarının yanına çekmemekte kararlı görünen bir Kürt
hareketine rağmen, ne Kürt halkının ne de Kürt siyasi ve ulusal hareketinin
sorunlarını çözebiliriz!
Yani, ortada sol yana basan ayakların yanına gitmeye eğilim gösterebilecek
bir sağ yana basan ayak yoktur; bu ayaklar, onca zaman, geri dönüşleri mümkün
olmayacak biçimde son derece kemikleşmiştir; öyle ki, sola, sosyalizme, hatta
Lenin’e ya da Marx’a veya Marxizm-Leninizm’e dair her övgüleri, yanında bir
sövgü ile dengelenmektedir; övgüleri, bu çerçevede görüntü yaratmak için, sola,
sosyalizme, Lenin’e, Marx’a veya Marxizm-Leninizm’e kendilerinin
atfettiklerinedir ve beraberinde gerçekten sola, sosyalizme, Lenin’e, Marx’a
veya Marxizm-Leninizm’e ait olanlara dair sövgüleri ihmal etmemektedirler!
Buradan da ortaya şu çıkar ki, çözüm; Kürtlerin hiçbir zaman sol yana
basmamaya kararlı olduğu sağ yana basan ayakları ile sola basan ayaklarını
ayırmaktadır; ya da daha açığı, sol yana basan ayakları sağ yana basan
ayaklardan kesinkes ayırmakta, fakat Kürt halkının sağa sürüklenen ayaklarını
sola basan ayakların yanına yöneltmek için sabırlı ama hızlı bir
aydınlatma çalışması yapmaktadır; elbette beraberinde sağ yana basan ayakların
içinde hâlâ sol bir yanı kalmış olması ihtimaline karşı, onların da sol yana
basan ayakların yanına çekilmesi için ikna edici bir eleştirel çalışma yapmaktadır!
Demek ki ortada, elinde tayin edici bir “kart” haline gelmiş olan ama buna
rağmen bu kartı açmaya cesaret edemeyen ABD emperyalizminin çürük
politikalarıyla senkronize hareket etmeye kararlı Kürt siyasi kadroları ve
genel olarak Kürt hareketini ille bu çizgide tutmaya kararlı bir liderlik
kadrosu var demektir ki, öyleyse çözüm, bunlara bırakılmayacak ama bunlara
rağmen kotarılamayacak denli önemli, acil, ölümcül bir değerdedir!
Öyleyse çözüm, ancak ve ancak eleştirinin şiddetinin dozunu artırmakla ve
böylece Kürtlerin sola basan ayaklarının sağa basan ayakları çelmesine ön ayak
olmakla; yani sol yanın cesaret ve kararlılık katsayısının artırılmasıyla
mümkündür; özcesi bu, gerici-dinci bir renkle donatılmaya çalışılan Kürt
halkının ayaklarının, bu gericilikte ve Amerikan sopasına tutunmakta direten
ayakların yanından çekilmesi, sol ayakların yanına yöneltilmesi demektir ki bu
da Kürtlerin sol ayaklarının cesaretini de kararlılığını da artıracak ve sağ
yanda ve Amerika’nın yanında durmaya kararlı olan lider kadrolarının karşısına
dikilmeleri, popülizmin defterini dürüp, yerine halkçılığı şiar edinmeleri
mümkün olabilecektir ki, zaten bu kadroların, Kürt halkı ile aralarındaki
mesafe ve elbette güven köprüsü, önemli oranda uzamıştır!
Bunun da çizgisi de hedefi de net olan bir ittifak politikası ortaya
çıkaracağı açıktır ki ucu tarihin epeydir işaret ettiği ilerici-devrimci
Kürt-Türk ittifakı veya birliği ile gerici- karşıdevrimci-Amerikancı Kürt-Türk
ittifakının karşı karşıya gelmesine açıktır ve bunu engellemek mümkün
görünmemektedir!
İşte çözüm, tarihin akışının sürüklediği bu ittifak karşıtlığı temelinde,
ilerici-devrimci çizgideki ittifakın şimdiden netleştirilerek güçlendirilmesine
bağlıdır!
Öyleyse bir yerde çözümsüzlük ya da çözüm önündeki engeller koyu renklerle
kendini gösteriyorsa, çözüm de en az o kadar yakınımızdadır aksiyomundan
hareketle, bu kez Kürtleri “HAYIR” kampanyasına ikna etmek yerine,
kendilerinin açtıkları “HAYIR” kampanyasına omuz vermek, bundan vazgeçmelerinin
önünü kapatmak, bu temelde ittifak kurmak ya da güç ve eylem birliği yapmak ve
yanında Kürt siyasetçilerin tutuklanmalarına karşı seslerin ciddi ve samimi bir
tonda yükseltilmesi, kampanyaya dönüştürülmesi ve beraberinde aslolanın
Öcalan’ın tutsaklığından kurtulması değil, Kürt halkının ve siyasetinin ve
genel olarak Kürt kurtuluş hareketinin ve elbette Türkiye’nin işçi ve
emekçilerinin bu dinci-gerici faşist rejime tutsaklıktan kurtulması olduğunun
gösterilmesidir!
Burada da minik bir parantez açarak altını çizmek isterim ki, Kürtler’e
şiddet dozu yüksek olan öteden beri yönelttiğimiz eleştirilerin, bugün
ısıtılarak öne çıkartılmasının, bugünkü politik atmosfere, yani “HAYIR” eğilimi
taşıdığının rengini yansıtan Kürtlerin “kararlılığına” olumsuz bir etki, olası
bir ittifak zeminine zarar verici etkisi olmaz; tam tersine, bu temelde
ikircimleri ortadan kaldırır ve bu temelin sağlamlaşmasına yönelik olarak sol
ayakların sağlam basmasına önayak olur!
Öyleyse bu durumda, Kürt hareketinin bu tutsaklık zincirini kırmak için hem
faşizme karşı topyekün bir seferberliğe çağırmasının hem de Öcalan’ı
tutsaklıktan kurtarmaya endekslenmiş bir müzakere politikası ve trafiği ile bu
dinci-gerici faşizmden medet umma eğilimini yükseltmeye çalışmasının çelişki
olduğunu, hatta bir kandırmaca olduğunu net çizgilerle göstermek de
gerekmektedir!
Hatta ve hatta Kürt hareketinin lider kadrolarının, karşısındaki tüm nesnel
güçleri düşman olarak belledikleri ve yem ettikleri faşizme karşı peşpeşe
topyekün seferberliğe çağırmalarında bile, bir devrimci halk hareketine, bir
ilerici-devrimci ittifaka değil, topyekün herkesin, canlı TAK bombacısı
olmasına veya buna onay vermesine vurgu olduğunun görülmesi, gösterilmesi de
gerekmektedir!
Aksi takdirde, “…emperyalizmin ‘Kürt kartı’ yoluyla Türkiye ile dilediğince
oynayamaması için Kürt sorununu çözmemiz” adına, geriye sadece emperyalizmin
dilediğince oynayacağı Kürt kartını açma vaktinin gelmesi anlamında bir “çözüm”
kalacaktır ki bu, “çözüm”ün çözüm olmadığının apaçık görüleceği bir anın ama
artık iş işten geçmiş olan bir anın ifadesi olacaktır!
Kürtler, belki teslim oldukları bir Amerikan “çözümü” ile üzerinde “Kürt”
yazan bir bayrağa ve istedikleri bir “statü”ye de kavuşabilirler ama
kurtuluşları belki yedi kat yerin dibine gider ve ortada bu kurtuluşu o yedi
kat dipten çıkaracak ilerici-devrimciler de kalmamış olacağı için, esaret
günleri ortaçağın tarihinden bile uzun sürecek bir pax’ı Amerikan
emperyalizmine hediye etmiş olmanın pişmanlığını da yaşayacaklardır!
Demek ki öyleyse, adına “ilerici” desek bile, Türkiye’nin dinci gerici
faşist rejiminden kurtuluşun çözümü, Kürt sorununun çözümüne bağlı olmamalıdır;
tam tersine, Kürt sorununun ilerici-devrimci çözümünün ancak ve ancak bunu
mümkün kılacak bir ilerici-devrimci çizgiyi ortaya çıkaracak Türk kurtuluşu ile
(en azından bunun için ilerici-devrimci çizgide Kürt-Türk birliğinin
konuşlandırılmasıyla) mümkün olacağının kabul edilmesi gerekmektedir!
Burada da bir parantez açıp, bir hatırlatma yapmak istiyorum ki, zaten Kürt
siyasetinin ve genel olarak hareketinin öteden beri güttükleri ideoloji ve
politikalar, sırf Kürt sorununun çözümü konusunda gerçekten Kürt halkının ve
Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin vazgeçilmez çıkarları, kendi kaderlerini
tayin etme hakları açısından işe girişecek kim ve hangi güçler, nesnel ve öznel
olarak varsa onlarla Kürtler arasına peşin duvar örmeye yönelik olarak ve
kuvvetle muhtemel yukarıda da değindiğim gibi, ısmarlama ve uydurma olarak
geliştirilmiştir!
İşte bu yüzden Kürt siyasetini ve genel olarak Kürt hareketini, “çözüm”lerinin
Amerikan patentli olduğuna ve çözüm olmadığına ikna etmek ve bu anlamda öne
sürdükleri ve kendilerine ait olmadığı açık olan “çözüm” önerilerine destek bir
yana, saygı dahi duymak, Türkiye’nin ilericilerinin, devrimcilerinin,
devrimci-demokratlarının, sosyalistlerinin, komünistlerinin sabırla peşinden
koşacakları bir görev olmamalıdır; aksine, Kürt siyasetini ve hareketini mahkûm
eden eleştirileri ile Kürt halkına ve Kürt ilericilerine, devrimcilerine,
devrimci-demokratlarına, sosyalistlerine, komünistlerine deşifre etmek ve Kürt
siyasetinin ve hareketinin dizginlerini ellerine alıp gerçek bir çözüm için,
temel şiarları olmasa da, sosyalist iktidarı dışlamayan,
ilerici-devrimci–halkçı-laik-cumhuriyetçi bir çizgide Kürt-Türk birliği
temelinde dinci – gerici-faşist 12 Eylül rejimine ve elbette Amerikan
emperyalizmine karşı bayrağı yükseltmeleri gerektiğine ikna etmek olmalıdır!
Başka türlü, bu gericilikte ve Amerikancılıkta ve dahi takiyecilikte Kürt
renkli bir çığır açan Kürtlere rağmen Kürt sorununun çözülmesine kapı açmak
mümkün görünmemektedir!
Diğer yandan Kürt sorununun çözümüne, Türkiye’nin ki defacto sürdüğü halde
yeterli bulunmayan ve dejure bir dinci-gerici faşist diktatörlüğe mahkûm
edilmeye çalışılan bir Türkiye’den söz ediyorum, işte bu Türkiye’nin sorununun
çözümünü feda etmek demek olan bir “Kürt sorununun çözümü mü, Türkiye sorununun
çözümü mü” ikilemine hapsolmak pek akıllıca değildir!
Kürtlerin politikalarının ne denli pislik içinde ve yabancı damgalı
olduğunu biraz daha resmetmeye yarayacağını umduğum, Kürt vekillerin
tutuklamalarıyla ilgili bir de dipnot düşmek istiyorum:
Hatırlarsak, bir süre önce, HDP’nin eş-başkanlarıyla birlikte
tutuklanmaları talebiyle mahkemeye mahkemeye çıkartılanlardan S.S.Önder ile
birlikte, PKK’nin kurucularından Kemal Pir’in yeğeni ve HDP saylavı olan Ziya
Pir de serbest bırakılmıştı; bu süreçte HDP, meclis çalışmalarına
katılmayacağını ilan etmiş ve katılmamaya başlamıştı; ama bir süre sonra aniden
katılma kararı aldılar ki hemen akabinde, TBMM'nin ev sahipliğinde gerçekleşen
NATO Parlamenterler Asamblesi 62. Genel Kurulu toplandı; bu toplantıda, Ziya
Pir NATO PA Alt Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildi.
Bu konuda pek çok yerde haberler çıktı, eleştiriler yükseldi ve haliyle bu
haberler SF’ye de yansıdı ki, sözünü ettiğim “hacklenme” hadisesinde, ne
tesadüf ki onlarca tartışma sayfasından az sayıda silinen tartışma sayfaları
içinde bu yönde açılan tartışma sayfası da vardı!
Ziya Pir, Türkiye ve Almanya vatandaşıdır. Bochum Ruhr Üniversitesi’nin
Ekonomi Bölümünü bitiren Pir, diploma tezini, "Türkiye'nin Avrupa
Birliği'ne Ekonomik Uyumu İçin Bir Araç Olarak Gümrük Birliği" üzerine
hazırlamıştır. Akademik öğrenimini 2011 yılında tamamlamış olan ve 2001 yılında
"Dünya Deutschland" adlı ilk Almanca Türk gazetesini yayınlayan Pir,
Alman ARD ve ZDF televizyon kanallarının Türkiye'den Almanya'ya göçüşün 40’ıncı
yıldönümü ile ilgili yayınlanan bir dizi programların hazırlanmasında Türk
işletmeleri ile ilgili uzman olarak yer almış ve bu sıfatla canlı yayınlara
katılmış; "Alman Türk Forumu" kurucusu ve yönetim kurulu üyeliğini
yapmıştır. İyi derece Almanca, Türkçe, İngilizce orta derece Fransızca
dillerini konuşabilen Pir, 2015 Genel Seçimleri’nde HDP’den milletvekili
atanmıştır!
Ne tesadüf değil mi?
Bir paraşütle meclise inme vakası daha! Ve HDP’den saylav olarak meclise
“seçimle” koopte edilen Pir, paraşütle meclise inmeden önce, NATO
Parlamenterler Asamblesinin üyeliğine gene “seçimle” koopte edilmiş bir zattır!
İşte bu haber üzerine açılan tartışmada “Kürtler, Burjuvazinin Kötü Çocuğu
Faşizme Karşı, Burjuvazinin İyi Çocuğu Demokrasiyi Koyarak İyi Bir şey mi
Yapıyorlar?” başlıklı bir mektup yazmış ve peş peşe pek çok sorular
sıralamıştım!
Ve mektubumu, “ Öyleyse Eylülist rejimden bütünüyle çıkmadan demokrasi
memokrasi hayaldir!” diyerek bitirmiştim; öyleyse Eylülist rejimden tamamen
çıkmadan Kürt sorununun çözümü de hayaldir ve bir “çözüm” kotarılırsa, bu
Eylülist rejimin varması gereken yere varmış olduğunun ifadesi olacaktır ki
buradan da kendiliğinden anlaşılacağı gibi, Kürtler Eylülist rejimin en son
hedefine vararak kendisini son derece sağlamlaştırması pahasına herhangi bir
kurtuluşa sahip olamayacaklardır; “kurtuluş, Türkiye’nin egemen sınıfları ve
rejimi yanında, ABD emperyalizminin kurtuluşu olacaktır; dolayısıyla “çözüm” de
Amerikan damgası taşıyan bir “çözüm” olacaktır ve elbette Kürt halkına da
Türkiye’nin işçi ve emekçilerine de, bu kurtuluş gereği ki diyalektir,
kaybetmek, bu anlamda uzun süren bir karanlık ve soğuk, bütün yolları kapatmış
esaret kışı düşecektir!
Aynı tartışmada bir başka mektup ile HDP’nin, düzen içi bir proje parti
olduğunu vurgulamış; HDP’nin, aslında devletle yönetişim içinde olan bir
demokratik kitle örgütü ve bu günkü adıyla Sivil Toplum Kuruluşu olduğunu ve
yöneticilerinin zindanda olmasının bu gerçeği değiştirmediğini eklemiştim!
Buna bir itiraz yoksa,doğru kabul ediyorsak ve herhangi bir değişiklik söz
konusu değilse, yukarda dile getirdiklerimde bir yanlışlık olmasa gerektir;
yani Kürt siyasetinin ve hareketinin tepesindekilerin resmi politikanın ve
özellikle de ABD emperyalizminin Kürt politikasının dışına çıkacağını beklemek
saflık olacaktır ve dışına çıkmadan da çözüm’ün “çözüm” olmayacağı açık
olduğuna göre, çözüm, Kürtlerin resmi politikanın dışına çıkmasını, daha açığı
resmi politikaların karşısında, Kürt halkının ve Türkiye’nin işçi ve
emekçilerinin vazgeçilmez tarihsel çıkarlarının yanında olmasını sağlayacak bir
formülden geçmektedir!
Peki, bu, Kürt siyasetçilerine ve Kürt hareketinin liderlerine, “yapmayın
etmeyin, tuttuğunuz yol yanlış, girdiğiniz karanlık bataklıktır, kurtuluş
getirmez, esaret getirir” desek,“Amerikancı yolu ve Amerika’ya dayanmayı
bırakıp, Kürt halkının vazgeçilmez çıkarlarının kurtuluşu yoluna ve Kürt
halkına dayanmaya dönün …” eklesek bizi dinlerler mi, dediğimize dönerler mi?
Onca zaman dediklerimizin özü bu değil mi? Döndüler mi? Yoksa kızıp,”Kürt
düşmanı” yollu kükrediler mi? Halka dayanacaklarına, halkın gücünü açığa
çıkaracaklarına, canlı TAK bombalarından medet beklemediler mi?
Öyleyse, onlara rağmen Kürt sorunu çözülebilir mi? Çözülürse, Kürt
halkının değil, ABD emperyalizmin, “yeni” 12 Eylül dinci-gerici faşist
rejiminin çözümü olmaz mı?
Öyleyse, politika hep güç dengesiyle şekillendiğine ve bu günkü güç dengesi
de ikisinin de(Kürtlerin ve ABD emperyalizminin) diğer ayağını sağ ayağının
yanına getirmesine izin vermediğine göre ve haliyle bu durum, ABD emperyalizmi
yanında bilumum işbirlikçilerine sorun yarattığına, programlarını aksattığına
ve ekonomik bunalımı derinleştirmeye, sınıf savaşını da politik savaşı da
keskinleştirmeye başladığına göre; en azından, bunları önleyecek, imkân ve
hamleler konusunda ABD emperyalizminde ve işbirlikçilerinde zayıflıklar
yarattığına göre; Kürtler, güç dengesinin öyle ya da başka türlü şekil
almasıyla, ya ABD emperyalizmi ile birlikte bu bölgede dayatılan Amerikan
damgalı “çözüm”ün altında kalacak; ya da tam tersi, ABD emperyalizmi ile
birlikte bu “çözümün” sultanı olup, Kürt halkına belki de tarihinde görülmedik
bir despotizmi yaşatacak!
Fikret Uzun
06 Şubat 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder