15 Nisan 2016 Cuma

GERÇEKLERİN KRONOLOJİSİ VE SEZON FİNALİ



GERÇEKLERİN KRONOLOJİSİ VE SEZON FİNALİ
Ne diyordu Haziran seçimlerinden önce Erdoğan?
 “7 Haziran seçimlerinde biz Yeni Türkiye’yi istiyorsak, 400 milletvekilini vereceğiz. Diyoruz ki eğer yeni anayasa istiyorsak 400 milletvekilini vermek lazım, bunlarla böyle uğraşmaya gerek yok. Bir başkanlık sistemini istiyorsak 400 milletvekilini vermek lazım ki bu gerçekleşsin. Çözüm süreci istiyorsak 400 milletvekilini vermemiz lazım ki gümbür gümbür iktidarda olan bir parti bunu gerçekleştirsin. “
“400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” “Bu 400 hedefini gösterme aslında yeni bir Anayasa’nın inşasına yönelik bir hedefti.”
Bu 400 milletvekili, hükümetin anayasayı huzur içinde değiştirmesine olanak verecekti bunu anladık; Peki bu 400 milletvekili ile asıl ne yapılacaktı? Yani hükümet anayasayı ne için değiştirecekti?
Sır değil, bu 400 milletvekili ile Anayasanın ilk dört maddesini değiştirecekti!
Peki, Kürtler ve Türkler 400 milletvekili verdiler mi? Vermediler?
Peki, HDP’nin etken sloganı ne idi?
“seni başkan yaptırmayacağız!”
İşe yaradı mı?
Yaradı.
 Sonuç?
Yani kaç tane milletvekili verdiler? 
AKP’ye 258,HDP’ye 80 milletvekili.
Toplam:338 milletvekili!
Sonuç: AKP, ne tek başına, ne de HDP ile birlikte anayasayı değiştirebiliyordu; üstelik tek başına hükümet bile olamıyordu!
Yani, AKP iktidarı sarsılmıştı, iktidarın kapısının eşiğinde kala kalmıştı!
Peki, Haziran seçimlerinden sonra Erdoğan ne dedi?
Öncelikle “bu sayılmaz, seçim yenilenmeli” dedi ve "400 milletvekili alınsaydı bunlar olmazdı" vurgusu yaptı.
Böylece niyetinin koalisyon değil, yeniden seçim olduğunu ortaya koydu ve bu yolda kozlarını oynadı!
Fakat ne CHP, ne MHP, ne de HDP, iktidar kapısının eşiğine geriletilen AKP’yi daha da geriletmek için hamle yaptılar; yani hiçbiri bu oyunu bozmak için gerçek anlamda niyet göstermediler! AKP’nin koalisyondan kurtulup, derlenip toparlanarak yeniden daha yüksek oy almak üzere seçime gitmesini engellemeye çalışmadılar; aksine ikisi öyle ya da böyle, MHP ise açıktan Erdoğan’ın kozlarını rahatça oynaması için, yardım ettiler!
Sonra ne oldu? Önce AKP hükümeti gibi çalışan bir “seçim hükümeti “ “kuruldu” ve ardından yeni seçimlere kadar olanlar oldu!
12 Haziran 2015: Seçimlerden sonra Demirtaş'ın Öcalan'ın çağrısıyla PKK'nın silah bırakabileceği açıklamasına KCK şöyle cevap verdi:
" PKK'nın Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bırakma konusu ve bunun iradesi tamamen bize aittir. HDP, PKK'nin yasal partisi değildir. Böyle bir çağrıyı HDP yapamayacağı gibi, mevcut İmralı koşullarında bulunan Abdullah Öcalan'ın böyle bir çağrıyı yapması mümkün değildir. HDP'nin ve Öcalan'ın 'silah bırak' çağrısı yapmasını beklemek ve bu yönlü dayatmalarda bulunmak çözümsüzlükte ısrardır ve bunu da hareketimizin kabul etmesi mümkün değildir."
26 Haziran 2015: Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tüm dünyaya sesleniyorum. Bedeli ne olursa olsun, Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin güneyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz"dedi.

11 Temmuz 2015: KCK " Özgürlük Hareketimiz artık ateşkes tutumunun istismar edilmesini kabul etmeyecek, oyalama yaparak Kürt sorununu çözümsüz bırakan politikalara karşı da tutumunu koyacaktır."dedi.

14 Temmuz 2015: KCK Eşbaşkanı Bese Hozat, Özgür Gündem gazetesine "Yeni Süreç: Devrimci Halk Savaşıdır" başlıklı bir yazı yazdı. Hozat "devrimci halk savaşı ve serhıldan" çağrısı yaptı.

20 Temmuz 2015: Suruç'ta Kobani'ye gitmek için toplanan SDGH'li gençlerin açıklama yaptığı sırada bir IŞİD'li canlı bomba kendini patlattı, 32 kişi hayatını kaybetti.
20 Temmuz 2015: KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık "Halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirmeli. Bu sadece askeri güçlerin büyütülmesi temelinde değil, halk olarak meşru savunmasını geliştirmeli. Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli. DAIŞ ve sömürgeci tüm güçlerin her türlü saldırısına karşı köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli" Kürt halkını silahlanmaya ve tünel ve siper hazırlamaya çağırdı.

Yani, Hendek savaşları ve terör, canlı bomba katliamları ve “devrimci halk savaşı “ başladı, ortalık kan gölüne döndü!
Böylece,1 Kasım Seçimlerine son derece gergin, terörize olunmuş bir şekilde girildi.
Peki, Kasım seçimlerinde kaç milletvekili verdiler?
AKP’ye 317,HDP’ye 59 milletvekili; AKP + HDP’nin toplamı: 376 sandalye ediyordu.
Anayasayı değiştirecek çoğunluk sağlanmıştı ama cin şişeden çıkmış, masalar devrilmekle kalmamış, sandalyeleri de parçalanmış, AKP-HDP arasında olası köprüler de yıkılmış ve her iki taraftan da “siz görürsünüz!” yollu meydan okumalar eşliğinde, HDP-AKP arasında kurulabilecek sandalye ittifakı imkânsız hale gelmişti!
Velahasıl iklim teör iklimi olmuş, yüzlerce can kaybı, binlerce organ kaybı ve binlerce ananın yüreklerindeki yangın ile birlikte  “400 milletvekili olsaydı böyle olmazdı” atmosferi tepede asılı kalmıştı!
Kürt illerinin yarısı savaş sahnesine dönüştürülmüştü, Cemil Bayık’ın çağrısına icabet eden yoksul Kürt halkı  “öz yönetim” için “hendek savaşına”  sürülmüş, buna katılmayanlar göç etmiş, sahne alanlardan ölenler ölmüş, kalan sağları bizim olmuştu ve bu savaşta sahne almayanların “bir b.k olmaz” lıkla damgalanması bir yana, geride, kimi şehit, kimi kahraman kimi göçten dönenlerle bir “kaybet-kaybet” savaşı, hendekleri doldurulmuş ama hala virane olan şehirler, yürekleri yaralı analar ve öfkeli gençler kalmıştı!
Artık çanlar ya da işaret fişekleri, savaş sahnesinin perdelerinin kapatılması, yani bir sezon finali zamanının geldiğini haber vermeye başlamıştı!
Bu işareti alan “barışseverler”  sahne de alarak, zaten herkese kaybettirerek sonlanmış olan bu “kaybet –kaybet” savaşını,  “müzakere masasına” dönülerek, Amerikalılar’ın pek sevdiği  “win-win” oyununa döndürmek için bir barış bildirisi yayınladılar; “Başkanlık sistemi tartışmalarına kilitlenen Anayasa tartışmalarının Kürt hareketinin 'özerklik' talebinin tartışılması için bir fırsat olarak değerlendirilmesini” önerdiler!
Ve pek az öncesinde  ya da eş zamanlı  olarak Washington’ dan gelen “müzakere masasına dönülsün” tavsiyeleri ve peşisıra,KCK yöneticisi Zübeyir Aydar’ın  Washington’a  "ABD arabulucu olsun, bizi ve Türkiye'yi yeniden bir masada bir araya getirsin. Sorunlarımızı konuşalım, biz buna hazırız" yollu beyanatları geldi!
Bütün bunlar, tepede asılı duran  “400 milletvekili olsaydı böyle olmazdı” atmosferini dağıtmış mıdır, henüz bilmiyoruz ama atmosferi dağıtmanın zamanı geldiği konusunda işaret geldiği ortadadır!
Bununla birlikte, zaten KÖH ve HDP cephesinde “Çözüme-müzakereye- dönelim”  istek ve çağrısı hiç bitmemişti! Örneğin, Eylül 2015’te Karasu, Aralık 2015’te ABD, Mart 2016’da Karayılan, Müzakereye dönelim, çağrıları yapmışlardı!
AKP cephesinde ise “çözüm” buzdolabına konulmuş, dozu yüksek bir ” biz size gösteririz” politikası tutturulmuştu!
Bir taraftan “müzakereye dönelim” çağrıları sürerken, KCK yöneticilerinden “AKP faşizmi” ne dair beyanat üstüne beyanat veriliyor hatta Kürt illerindeki savaşın nihai savaş olduğu belirtiliyordu; örnek olsun,2016 yılının başlarında, KCK yöneticisi Bese Hozat, Kürtlerin AKP-DAİŞ faşizmine karşı yükselttiği direniş etrafında büyük bir devrimci demokrasi bloğu oluşturulursa faşizmin yenileceğini demokratik halk iradesinin kazanacağını ve AKP-DAİŞ faşizmine karşı devrimci demokratik güç birliğinin acil bir ihtiyaç olduğunu “ söylüyor ve herkesi “AKP’nin, 12 Eylül faşist rejimini, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn etmeye çalıştığı” konusunda uyarıyordu.
İki “projeden” söz eden Bese Hozat, “Birisinin, AKP’nin başını çektiği İslami ve milliyetçi neo faşist rejim projesi” olduğunu; diğerininse, “Kürtlerin başını çektiği Demokratik Cumhuriyet rejimini hedefleyen demokratik özerklik projesi” olduğunu vurguluyor ve bu temelde süren “savaşın kazananı kim çıkarsa onun, Türkiye’nin kaderini belirleyeceğini ve bu sürecin AKP-DAİŞ faşizmine karşı herkesin safını belirleme ve kendisini netleştirme süreci” olduğunu belirtiyordu!
Bese Hozat beyanatında, “AKP’nin savaş ve şiddet yöntemiyle İslami ve milliyetçi hegemonik rejim inşasını sonuca götürmeyi amaçladığını ve bu savaşın gideceği noktanın eninde sonunda yine masa (müzakere masası) olacağını, ama bu kafayla giderse (ki Hozat, gideceğe benzediğini vurgulamayı ihmal etmiyordu) bu masada AKP’nin olmayacağını” da ifade ediyordu!
AKP cephesi Kürt cephesindekilere her gün hakaret etse de, Kürtlere karşı amansız bir saldırı sürdürse de, buna karşı meydan okumalar sürse de, KÖH ve HDP cephesi, cumhuriyeti dinci-gerici bir ümmet düzeni ile değiştirmek isteyenlerle birlikte olmayı çok istediklerini göstererek, ne olur ”çözüme dönelim” diye yalvarıyorlardı; “çözüm” dedikçe  “Biz AKP’den ayrılmayız, ondan kopamayız” demek istiyorlardı.
Kürt hareketine en ufak bir eleştiri yöneltenlerle “gezi direnişinde” de olduğu gibi, kuyruğunuza takılmalarını istemeniz dışında, en ufak bir görüş alış verişinde bulunmaya dahi uzak dururken, bizzat kendiniz “çözüme niyetleri olmadığını, oyalamaktan başka bir şey yapmadıklarını”, dahası “12 Eylül faşist rejimini, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn ederek bir İslami ve milliyetçi neo faşist rejim projesi” peşinde koştuklarını ve hatta AKP-DAİŞ”  faşizmi olarak ilan ettiklerinizden “çözüm” beklemeniz bir yana, Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını kapsayan bir çözümü kesinkes getirmeyeceği besbelli olan bir “müzakere masasında”  “kazan-kazan” oyunu oynamak için bin takla atmanız, başka turnusollere gerek bırakmayacak denli netlik sağlayan bir turnusoldür!      
Velhasıl, Selocan’ lar, Kürt şeyhleri, mollaları, Kürt ağaları ve beyleri ve burjuvaları mutlu olsunlar diye, AKP ile beraber anayasa değiştirmekte, yeni yasalar yapmakta, sadece birkaç çivisi kalmış cumhuriyeti, bir anayasa değişikliği ile büsbütün yıkıp, yerine dinci-gerici bir ümmet düzenini yerleştirmekte beis görmediklerini hiç gizlemiyorlardı ve bunu yaparken de,Türkiye’nin solcularının, sosyalistlerinin, komünistlerinin, ilericilerinin, devrimcilerinin, devrimci-demokratlarının, laisizm savunucularının, aydınlarının, gençlerinin, kadınlarının, Kürt emekçi halkının ve Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin öylece uzaktan izleyeceklerini ya da alkış tutacaklarını sanıyorlardı!
Dedikleri de, sandıkları da hala budur, bunda hiç kuşkumuz yoktur!
Evet, mevcut koşullarda, AKP cephesinde “öyle söyledik sonra vazgeçtik, çözümü buzdolabına koyduk” denirken, her yerden ölüm haberleri gelirken, her yerde terör,canlı bomba katliamları patlak verirken ,bir taraftan “seni başkan yaptırmayacağız” yollu kükremek, “AKP-DAİŞ faşizmi” yollu hedef çizmek, herkesi bu faşizme karşı birlikte kavgaya çağırmak, beraberinde de “çözüm” şarkısı söylemek, her ne olursa olsun, AKP kuyrukçuluğunda ısrar etmek demekti!
Yani ne dediysek ona doğru hızla ilerlenmektedir, onca gürültü-patırtının ve yarattığı kayıplar, acılar ve yıkımlar sonunda Kürtlerin bildiğimiz Kürtler olduğunu Kürt memedi nöbetlere gönderip, kendilerinin müzakere masasında “kazan-kazan” oyunu ile zevahiri kurtarmaya çalıştıklarını görüyoruz ki bunun benzerini  “BOYKOT” cinliği ile bugünlere kapı açılmasına yarasın diye yani Bese Hozat’ın da işaret ettiği 12 Eylül dinci-gerici, osmanik-İslamik faşist rejiminin ilerleyişinin önünü açsın ama Türkiye’nin Kürt –Türk emekçilerinin, laiklerin, aydınların, ilerici-devrimci, devrimci –demokrat, sol /sosyalist kesimlerinin eli-kolu büsbütün bağlansın diye yutturulan ” EVET”  oylarına destek olduğunuz zaman da görmüştük!
Yani hepsi ama hepsinin “çözüm süreci” ne, “müzakere masasına” dönmek için olduğunu öteden beri söylemiştik ve işte masaya dönmek ve AKP’nin kuyruğuna yeniden takılmak için ne kadar istekli ve buna ne kadar mahkûm olunduğunu görüyoruz; haklı çıkmaktan ise her zaman sevinemiyoruz!
Oysa apaçıktır ki “çözüm” isteniyorsa bu, çözüm istemedikleri aşikâr olanlarla kotarılamaz; daha açığı, kendi çözümleri peşinde koşanlarla Kürt sorununun çözümü kotarılamaz; eğer faşizm varsa faşizmi yıkmadan çözüm sağlanamayacağı da açıktır; dahası, Bese Hozat’ın ifadesiyle, “12 Eylül faşist rejimini, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn ederek bir İslami ve milliyetçi neo faşist rejim projesi”ni gerçekleştirmeye doğru doludizgin ilerleyenlerin peşinde koştukları ve dayattıkları Kürt “çözüm”ü de bu paralelde olacaktır; bunu bile bile, onca zaman yaşananların deneyimleri ile bunun sabit ve değişmez olduğunu bile bile “çözüm”e dönelim”, müzakereye dönelim” yollu çırpınmak, bu kendi çözümlerini dayatanların çözümlerine razı olmak demektir!
Ve öyleyse, dinci-gerici, osmanik-islamik 12 Eylül faşist rejiminden muzdarip olan, buna izin vermeyeceğinin işaretlerini,en belirgin olarak Gezi’de ve en sonu Haziran seçimlerinde olmak üzere her fırsatta gösteren Türkiye’nin laik, ilerici, devrimci, sol/sosyalist kesimlerini, emekçi Kürt halkı ve Türkiye’nin ellerinden her türlü kazanılmış hakları ve savunma mekanizmaları alınarak, büsbütün savunmasız halde ümmete dönüştürmeye çalışılan işçi ve emekçilerini, kadınlarını, gençlerini ,aydınlarını yok sayarak, çözüme kesinkes niyeti olmayanların peşinden hala “çözüüm” yollu yalvararak koşmanız, bu dinci-gerici, osmanik-islamik 12 Eylül faşist rejiminin kotarmaya çalıştığı Bese Hozatın da işarete ettiği projesine ve dayattığı Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarları ile yakından uzaktan ilgisi olmayan Kürt “çözümü” ne teslim olmuşsunuz, ya da biat etmek için hazırlık yapıyorsunuz demektir!
Bu durumda işiniz zor ve hatta imkânsız görünmektedir; çünkü buna, ne Türkiye’nin laik,ilerici,devrimci, devcrimci-demokrat,sol/sosyalist Kürt –Türk kesimleri , ne Kürt halkı ve Türkiye’nin işçi ve emekçileri , ne kadınlar, ne de gençler izin verirler!
İşte şimdi buradayız ve Bu kez eş-başkan Selocan’dan alıyoruz haberi ve hala Kürtlerimiz ve Selocan’ın aynı tas aynı hamam olduğunu görüp şaşırmıyoruz!
 “Dolmabahçe mutabakatında, Türkiye’nin bölünmesi, parçalanması yok. Federal bir model önermesi de yok; demokrasi var;” diyen Selocan açıklamalarını şöyle sürdürüyor:
“ Demokrasi, AKP'nin en çok korktuğu şey… Erdoğan'ın duyduğu zaman tüylerinin diken diken olduğu kavram… Çünkü o artık bir tür diktatörlük, bir tür tek adamlık istiyor… Mezhepçi bir anlayışla Türkiye’yi yönetmek istiyor. Demokrasi ona uygun bir yönetim biçimi değil. Bu net olarak ortaya çıkmış oldu…"
Ve sonra dönüyor, o “mezhepçi bir anlayışla Türkiye’yi yönetmek isteyenlerin”; “bir tür diktatörlük, tek adamlık isteyenlerin” ; “en çok korktukları” ve “duydukları zaman tüyleri diken diken oldukları” “demokrasi” ye yani  “Dolmabahçe Mutabakatına” dönebilecekleri varsayımından hareketle, “Dolmabahçe Mutabakatına, yani demokrasiye dönerlerse, biz HDP olarak tümüyle onu (Hükümeti ve/ya da Erdoğan’ı) desteklemeye hazırız.” Diyor!
Peki, bunun, yani HDP olarak AKP’yi tümüyle  “desteklemenin” anlamı nedir?
Öyleyse başa dönelim ve Erdoğan’ın Haziran seçimlerinden önce dediklerine bir daha bakalım:
Erdoğan,“7 Haziran seçimlerinde biz Yeni Türkiye’yi istiyorsak, 400 milletvekilini vereceğiz. Diyoruz ki eğer yeni anayasa istiyorsak 400 milletvekilini vermek lazım, bunlarla böyle uğraşmaya gerek yok. Bir başkanlık sistemini istiyorsak 400 milletvekilini vermek lazım ki bu gerçekleşsin. Çözüm süreci istiyorsak 400 milletvekilini vermemiz lazım ki gümbür gümbür iktidarda olan bir parti bunu gerçekleştirsin.“ demiyor muydu?
Demirtaş da bunun için, yani “Yeni Türkiye” için; yani “yeni anayasa” için; yani öyle ya da böyle bir “başkanlık sistemi” için; yani “çözüm süreci” için;yani  “gümbür gümbür iktidarda olan AKP’nin bunları gerçekleştirmesi için, yani kısaca AKP ve Erdoğan’ın hepimize dayattığı ateşten gömlek için  “tümüyle destekleriz” diyor; 400 olmasa da, bunları mümkün kılacak bir çoğunluğa, 376 sandalyeye kavuştururuz diyor!
Bugün meclisin ‘dekor’ olduğunu bilmiyormuş gibi yapan Demirtaş, TBMM’yi işaret ediyor; HDP’nin kapatılması için AKP ve sacayaklarının şaşmaz birliktelikleri ile ..mış gibi izlenimi veren bir tonda hazırlık yapılan "Parlamentoda yasa, Anayasa yapılmadığı müddetçe sorunlar çözülmez. Yasa, Anayasa Kandil'de yapılmaz, parlamentoda yapılır, bu işin öncülüğünü yapması gereken de parlamentodur, TBMM'dir." Diyor!
Peki, öncesi bir yana, TBMM’de 14 yıldır yasalar yapılıyor, anayasalar yapılıyor, (üstelik hepsinin üzerinde “demokratik paket” –“reform paketi” yazıyor) bozup sonra yeniden yapılıyor, hatta “çözüm süreci”, ”açılım paketleri” gırla giderken dahi, partiler kapatılıyor, partiler kuruluyordu da, hangi sorun çözüldü ki?
Çözüldü ise neden bunca insan mutsuz, neden kavgalar, sıkıntılar, gerginlikler, korkular, acılar, ağlamalar bitmiyor; borçlar, işsiz kalmalar, kazmalar, yakıp-yıkmalar, sokaklara, ormanlara, dağlara,bayırlara dökülmeler,ağaç kesenlerin önüne dikilmeler neden bitmiyor?
Ne bunlar, ne de Türkiye’nin ve işçi ve emekçilerinin AKP eliyle, topyekün bir Tanzimat öncesi karanlığa gömülmesi, Demirtaşların ders çıkarmasına yetmiyor ; çünkü kendilerini bunların hiçbiri enterese etmemektedir; tek enteresan buldukları ve içinde olmak ,ona göre dizayn olmak için sabırsızlandıkları, AKP eliyle kurulacak olan, Bese Hozat’ın deyişiyle, “12 Eylül faşist rejimini, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn eden AKP’nin başını çektiği bir İslami ve milliyetçi neo faşist rejim projesi” olan “yeni Türkiye”dir; bunun için, Kürt halkına “bir kurtuluş” olarak sunulan, fakat Kürt halkını daha katmerli bir köleliğe sürükleyecek olan ve bu “yeni Türkiye”nin yeni rengini taşıyacak olan, yani anti-laik, islamik-osmanik renk taşıyacak olan bir manda misli “özerklik”i, en başta Kürt halkına ve hepimize dayatmaktadırlar!
Bu köylü kurnazlarına göre, şartlar da uygun,  çünkü AKP, anayasa yapacak kadar çoğunluğa sahip değil ve sacayakları ellerinden geleni yapsa da, onların da elleri bir yere kadar bağlı ve düğüm gene Kürtlerin oturduğu sandalyelerle çözülebilir görünüyor!
İşte bu yüzden artık tam zamanıdır ve daha önce mitinglerde “seni başkan yaptırmayacağız“ diye haykıran Selocan da diyor ki;
“sana anayasa değiştirecek çoğunluğu biz sağlayacağız; seni HDP olarak tümüyle destekleyeceğiz; yeter ki sen masayı kur; olan oldu, ölen öldü, kalan sağlar bizimdir diyelim oturalım güzel güzel konuşalım,bu cumhuriyetin kalan son çivilerini de çıkartıp, yerine devletsiz, modernitesiz, anti laik, cumhuriyetsiz bir şeriata yönelen dinci-gerici, osmanik-islamik bir ümmet düzeni kurmanın “kazan-kazan” formülü çerçevesinde anlaşalım!
Eksiği var, fazlası yoktur, hepsi budur ve sezon finali kapıdadır!
Fikret Uzun
14-Nisan-2016


Hiç yorum yok: