Şıracının şahidi bozacı…
He he kurban, size göre biz cumhuriyete aşığız gayri… Başka
bişii tanımıyoruz… Yani çağdışı bir rejime tapıyoruz… yani demokratik olmayan
bir modernite olan, devletli olan sosyalizme tapıyoruz…ne yapak, biz Said-i
Nursi’yi heç model almadık, sosyalizm kadar mübarek olan ümmet toplumunu model
almadık, sosyalizmin anayasasından da ileri olan Medine Sözleşmesini referans
almadık, işte bu yüzden yaşadığımız çağı aşamadık… Dünyanın her tarafı
cumhuriyet’i aşan birer ümmet cenneti olduğu halde, hala ondan yüzyıllarca
geride olan, çağdışı cumhuriyeti sayıklayıp duruyoruz… Üstelik cumhuriyet
derken, ortaçağa göre demiyoruz, cumhuriyetten daha ileri bir rejimi reddederek
cumhuriyet diye tutturuyoruz … Bu yüzden asıl gerici biziz öyle değil mi he
kurban…
Sen “çokbilmiş”ten de “çokbilmiş” çıktın Deletix, ama
biz tam da senin dediğini diyoruz be birader!
Biz de cumhuriyet düşmanları ile saf tutmakta beis görmeyen
“Hdp ve Kck bileşenlerinin açıklamalarının T.C ile masaya dönmeyi ve onunla çözüm
yapmayı içerdiğini “ söylüyoruz!
Yani biz TC demiyoruz, onu siz diyorsunuz; biz cumhuriyet
diyoruz; cumhuriyeti, cumhuriyet düşmanlarının sürüklemeye çalıştığı orta çağ
karanlığına göre savunuyoruz; bunu anlayabiliyor musun; ayrımını idrak
edebiliyor musun?
“…son kozlarını oynayıp köşeye sıkışmış birisi var” derken,
“Suudiler dışında destekçisi yok…” derken ve şimdi senden duyduğum komiklik
katsayısı çok yüksek olan “ o Suudiler de Rusya ile aşk yaşıyor” sözünü sarf ederken,
“…eğer müzakere masasına dönerse, biz AKP’yi her türlü, anayasayı değiştirmesi
için de destekleriz ..” diyerek “çözüüm,
çözüüm” yollu yakarmalarına “ bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…” denmez
mi, diyoruz!
Ama belli ki sana göre, lahana turşusunun perhize bir zararı yoktur; orta çağ karanlığı ise, sınıfı mınıfı, hatta ulusu yerin dibine batıran, ikisinden de yüksek gördüğünüz bir Tanzimat öncesi ümmet toplumu ise, çağı aşmıştır ve öyleyse cumhuriyet, bu aşkınlık karşısında çağdışı kalmıştır!
Ama belli ki sana göre, lahana turşusunun perhize bir zararı yoktur; orta çağ karanlığı ise, sınıfı mınıfı, hatta ulusu yerin dibine batıran, ikisinden de yüksek gördüğünüz bir Tanzimat öncesi ümmet toplumu ise, çağı aşmıştır ve öyleyse cumhuriyet, bu aşkınlık karşısında çağdışı kalmıştır!
Yani TC diyen sizsiniz; cumhuriyeti inkâr edip, TC ile
“çözümsel” ittifaklar kurmaktan vazgeçmeyen sizsiniz; ortada bir Kemalist TC
olmadığı halde, ortada olan, lideriniz Bese Hozat’ın deyişiyle, “…laiklik
kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn edilen, Kemalist TC’nin de
devamı olan 12 Eylül rejimi…” olduğu halde, bu ortada olanı soyutlaştırıp,
görünmez kılıp, asıl soyut olan cumhuriyetle ya da yok hükmündeki, yani olmayan
demek istiyorum, Kemalist TC ile kavga üzerinden, yeni TC’de ,dinci-gerici,
osmanik-islamik faşist 12 Eylül rejiminde kendinize alan açmak istiyorsunuz; bu
yüzden,bombalar da yağdırsa, hakaretler de yağdırsa, isterse buzdolabına
koyduğu, isterse buzdolabından çıkardığı kendi “çözüm”ünü, yani Kürt halkının
sorunlarını çözmekle yakından uzaktan ilgisi olmayan bir “çözümü” de dayatsa,
“senin çözümün eyidir, hoştur, bize uymuştur, demokratik özerk komüne de
uymuştur…” yollu sızlanarak,ne olur ”çözüm“ e dön yollu yakarıyorsunuz!
Daha acıklısı, bu “çözüm” ün alâmetifarikası, yenidünyacı
emperyalizmin kırk yıldır güttüğü ve dayattığı, gerçek olsun diye her türlü
fırıldağı çevirdiği Kürt politikası’ndan geliyor ve uzun zamandır, kendisine en
merkezi, dünya çapında merkezi bir cumhuriyeti, imparatorluk misli bir
cumhuriyeti uygun gören emperyalizm, bunun için, daha rayları döşenmemişken
hazırladığı orta çağ trenini, içinde Türkiye’nin de bulunduğu, Kürtlerin dört
parçalı yaşadığı bu coğrafyaya döşemeyi sürdürdüğü rayların üzerinde ortaçağa
ilerletmeye (sana göre de ona göre de böyledir ama bize göre geriletmektedir)
çalışmakta, bu trene binmeyen kalmasın istemekte ama bu iş o kadar kolay
olmadığı için, bir adım ileri, iki adım geri taktiğini izlemekte; takıldığı
yerde yan çizmekte,sonra arkadan dolanıp gene aynı yere gelmekte, bunun için bu
geniş coğrafyada yaşayan,en başta Kürtler olmak üzere, öteden beri kendisi ile
DNA uyuşmazlığı yaşayan diğer tüm halklara, uluslara, “ulus-devlete ne gerek
var,bağımsız cumhuriyete ne gerek var, bizde her derde deva kozmopolitizm var, ulusal-nihilizm
var, bunları verelim, daha çok mutlu olursunuz, hatta bunlar yetmezse,yanında
manda verelim, bonus olsun..” demektedir; buna Kürtler de teşne olmakta
ama herkesi teşne yapmaya güçleri yetmemekte, bu yüzden “sol” renkle donanmak
için bütün vurgun yemiş döküntüleri siyasal hareketinin çatısına toplamakta, ama
ille de şeriat isteriz, sosyalizm din düşmanlığıdır, Marxizm-Leninizm
şeytanlıktır yollu vaaz veren yobazlardan da vazgeçmemekte, ama
devrimi-devrimciliği de dilinden düşürmemekte, cumhuriyet düşmanlığını,
cumhuriyetin yerine bir orta çağ karanlığını yeğ tutmayı, bu karanlığın içine
girmekte beis görmemeyi devrimcilik saymakta,saydırmaya çalışmaktadırlar!
Ama gerici olan, çağdışı olan, bu çağa saplanıp kalan, devleti
yücelten, gözünde büyüten, sınıfsız, sınırsız, ulussuz, devletsiz, demokrasisiz
bir dünyayı katiyen istemeyen biz oluyoruz öyle mi?
Ama unuttuğun, ya da idrak edemediğin ama daha çok da uyarına
gelmeyen bir şey var; istersen metre ile ölç, istersen matematiksel hesapla,
istersen fikir jimnastiği yaparak sonuç çıkar, hepsi, ortaçağ karanlığı ile
cumhuriyet arasında geriye doğru bir mesafe olduğu gibi, ileriye doğru, yani
senin dediğin “… o sınırların olmadığı, Dünyalı kimliğinin oluştuğu
gezegen…” e, ortaçağ karanlığının cumhuriyetten daha uzak olduğunu, yani daha
geri olduğunu gösterir!
Ve feodal cumhuriyet de, kapitalist cumhuriyet de, sosyalist
cumhuriyet de, devlet olmayan devlet de ve elbette hepsinin ötesinde olan
sınıfsız, ulussuz, devletsiz, demokrasisiz, sınırsız bir insanlık toplumu olan
bir cennetten dünya da tarihsel ve nesneldir; bu anlamda kategoriktir ve zamanı
geldiğinde, nesnel-tarihsel koşullara göre değişirler; yani bunların hiç
birisi, Öcalan gibi, ya da senin gibi, bir “dahi birey”in fikirlerinin, ya da
ütopyalarının “ol” denilerek “oldurulduğu” maddeden, zamandan ve mekândan, tarihsel-nesnel
koşullardan bağımsız ve isteğe bağlı olarak ve istenildiği kadar varlığını
koruyan süreçler değildir!
Fikret Uzun
19-04-2016