6 MAYIS DENİZLER
İnsan doğar, büyür, genç olur ve başlar işleri düzeltmek
için kıpırdanmaya. O andan itibaren solcudur. Daha doğrusu ilk adımını
atmıştır.
Bazıları bu gençliği, hızlı koşarak ve solcu olarak geride
bırakır ama koşuyu tamamlayamaz.
Kimi zaman tamamlamasına izin verilmediği için tamamlayamaz,
kimi zaman tamamlamasına izin verilmemenin ne olduğunu gördüğü için
tamamlamaktan vazgeçer.
Tarihte tamamlayamayanlardan da, tamamlayanlardan da
kahramanlar çıkar ama tamamlamaktan vazgeçenlerden kahraman çıktığı
görülmemiştir.
Şimdi, tereddüt edenlerden, tamamlamaktan vazgeçenlerden
kahraman üretmeye çalışılmaktadır.
Dün, işi tamamlamak isteyenlerin dolayısıyla
kahramanlıkların önünü kesmek için, gencecik solcuları darağaçlarına
götürenler, bugün, darağaçlarını gencecik insanların beyinlerine getiriyorlar.
Dün darağaçlarına götürülen ama darağacını kendi tekmeleyip
pişman olmadığını haykıranların kahramanlığını korkuyla bastıranlar, bugün, dün
korkuyla bastırdıkları kahramanlığı, pişmanlığı bir yaşam biçimi yapanlarda
yaşatmak ve asıl kahramanlığın dün asanlarla barışık yaşamak olduğunu akıllara
sokmak için, ne kadar işi tamamlamaktan vazgeçmeyi kahramanlık olarak seçen
varsa, onları kullanmakta, önünü açmaktadır.
Hepsi ama hepsi Türkiye’de yükselen sol hareketin önünü
kesmek, bu hareketin en tepesine bu vazgeçen "kahraman"ları
bindirerek, tepeden sol hareketin kanatlarını yoldurmak içindir.
En son kahramanlaştırdıkları ise, elbette ki Nabi
Yağcıgiller olmuştur. Uçaktan indiği andan itibaren, darağaçlarını tekmeleme ve
tekmelerken bile Marksizm-Leninizmi işaret etme kararlılığını gösterenler
unutturulmuş, sol hareketin kanatları kökünden koparılmıştır.
Şimdi ise, sol hareketin kanatlarını yolanlar, gerçek
kahramanların kahramanlıklarına göz dikmişlerdir. Dökülen cilalarını onarmak
için hep bir ağızdan, hey kahramanlar siz öldünüz, kazanan biziz, biz
yaşıyoruz, bırakın biz sizin kahramanlığınızla yaşayalım diye haykırmakta,
utanmadan mezarlarda ağıtlar yakarak, korkularını bu ağıtlardaki ıslıklarına
asmaktadırlar.
Onlar için en kahraman, ölü kahramandır. Ama en geçerli
kahraman ölmeyip havuç biriktiren kahramandır.
Dün bir grev öyküsü ile, genel grevde kimlerin sermayeye
yarandığını anlatan Aziz Nesin’e, "Aziz Nesin sen nesin" diye
bağıranlar, bağırtanlar, aynı aziz nesin ölünce" sen bizim
kahramanımızsın" diye feryat etmişlerdir. En kahraman ölü kahraman
olmuştur o zaman Aziz Nesin.
Ertuğrul Kürkçü de, kahramanlığı samanlığa saklayıp,
samanlıkta yakalananlardandır. Şimdi hem ölenlerin en kahramanlıklarına ağlamakta,
hem de en geçerli kahraman olmaktan gurur duyduğunu haykırmaktadır.
En mantıklı ifadesi şudur,"Soros bize para veriyor ama,
ne yazacağımıza da karışmıyor"
Bu girizgahın Denizlerin ölüm yıldönümüne işaret ettiğini
anlamışsınızdır.
Öyleyse Denizlerin ölümlerindeki vazgeçmemişliğe, direnmeye,
ölüme atılmış tekme ile ne demek istediklerine bakabiliriz.
Daha önce bir mektubumda da dediğim gibi, Deniz, Yusuf ve
Hüseyin büyümüş genç olmuş ve Türkiye’nin bozuk hallerini, inandıkları
doğrultuda düzeltmek için mücadele ederken ve bu mücadeleyi dava arkadaşlarının
tamamlayacağına olan inançlarıyla ölüme gitmişler ve ölümlerinin bağlı olduğu
darağacını hiç tereddütsüz tekmeleyerek, pişman olmadıklarını ve
Marksizm-Leninizme inandıkları için, emperyalizme, faşizme karşı kinle mücadele
ettikleri için darağacına getirildiklerini işaret etmişlerdir.
Ve pişman olanlar, kendi darağacını tekmeleme cesaretini
gösteremeyenler belki yaşar ama onların yerine Marksizm-Leninizmi öldürmüş
olurlar demişlerdir o tekmeleri atarak ve yaşasın Marksizm-Leninizm diye
haykırarak.
Dahası, geride bıraktıkları arkadaşlarına, siz de ölüme
tekme atın, Marksizm- Leninizmi yaşatın, bıraktığımız işi tamamlayın
demişlerdir.
Şimdi bütün darağacı korkakları, inançsız Soros fedaileri,
en geçerli kahramanlar utanmazca, sanki işi tamamlamış gibi, Denizlerin
kahramanlıklarına, en önemlisi direngenliklerine, vazgeçmemişliklerine ortak
olmak için sıraya dizilmişler.
Bugün kahramanlığın Kürt-Türk düşmanlığında değil, Kürt-Türk
kardeşliğinde olduğu gerçeğinden uzakta olanlar, Soros şemsiyesi altında
rengarenk demokrasileri beğendirmeye çalışırken, Denizlerin mezarında
ağlıyorlarsa, siz bizim kahramanımızsınız diye haykırıyorsa, renklerinde
eksiklik olduğunun farkına varmalarındandır.
Bugün kahramanlık Türk-Kürt siyasal hattındadır ve bu
renklendirerek sulandırılmış, Soroslara sunulan tez haline getirilmiş demokrasi
mücadelesi projesinde vücut bulamayacak kadar nesneldir. Bu nesnellik, bir
doku uyuşmazlığı kategorisindedir.
Şimdi geçerli kahramanlar, böyle sopa yüklü siyasal
hatlardan uzak, havuç getiren siyasal hatlara ise burun buruna yakındır. Ama
tavşan terlidir ve her uzatılan havucu yememektedir. O nedenle, Denizlere
ihtiyaç vardır. Onların kahramanlığından rol çalarak, geçerli
kahramalıklarla kaynaştırmak gerekmektedir.
Denizleri ve onların yürekliliklerini kendilerine kalkan
yapıp, onlara yönelen yürekleri havuçların peşine takmak isteyenlerin, bu
kahramanlıkta rolleri dün de yoktu, bu günde olamaz.
Kürt hareketinin pasifize edilmesi, islamizasyonun yükselmesi
ve bunlar olurken solun sessiz sedasız bırakılması, kanatlarının yolunması, dahası
bu hat ile kaynaştırılması ne kadar havuça malolmuştur bilemem ama bunun
müsebbiblerinin, hep bu darağacı korkağı, zindan ürkeği havuç meraklısı
yaratıkların marifeti olduğunu bilirim.
Denizleri anmak, mezarlarında ağlamak, nutuklar atmak
onların hem vitrin yapmak, hem de darağacı korkularını ağıtlarında ıslık
çalarak bastırmak içindir.
Denizleri gerçekten yaşayan, yüreklerinde yaşatanlar, bugün
maddi dünyanın korku yüklü canlı hayaletleridir.
Denizlerin mezarlarına ıslık çalanlar, her gün ölen, korkak
birer ölüdür.
Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in idam kararları tam bir
sınıf kiniyle, gericiliğin korkularının yansıması olarak apar topar alınmış, bütün
engelleme çabalarına, hatta anayasa mahkemesinin usulden bozmasına rağmen, nerdeyse
ülke, ortasından bu gencecik insanlar için çatlamasına rağmen, gericiler,
faşistler ve onların parlamentodaki tetikçileri ne yapıp edip alelacele onları
darağacına çıkartmıştır.
Asılarak ölenler Denizlerdir elbette ama o darağaçları, Türkiye’nin
bütün ilericilerinin, devrimcilerinin boynuna ilmik geçirmek için kurulmuştur.
Bu topraklarda yükselen ilerici, devrimci sol inadın, mücadelenin,
kararlılığın önünü kesmek içindir. Türkiye devrimcileri bu inattan Denizlerin
asılmasıyla yenik çıkmıştır. Sadece Denizlerin inadı ve onları kurtarmak için
aynı tonda kararlılık gösteren arkadaşlarının inadı yetmemiştir.
Bu inattan vazgeçmeyenler ölmüşlerdir ve şimdi vazgeçenler
bu ölümsüzlükten rol çalabilmek ve bunu yaparken "inadı bırak"
türkülerini duyurabilmek için, şimdi ölümsüzlüğün, kahramanlığın, yiğitliğin
hakim olduğu sahnede yer kapmak peşindedir.
Denizler bütün bu olanları daha o zaman, darağaçları
kurulurken görmüş ve bu günleri engelleyebilmek için darağaçlarını
tekmelemişlerdir.
Arkamızdan ağlamak için işi gücü bırakmayın, inada
devam edin demişlerdir. Ama ardında kalanların büyük çoğunluğu ağlayarak, inad
ettiğini zannetmiş, sonunda darağaçlarından da, Marksizm- Leninizmden de, inattan
da uzaklaşmışlar, en geçerli kahraman olmuşlardır.
Deniz, Yusuf, Hüseyin üçü de gencecik üniversite
öğrencileri, kendilerinin üniversitede karşılaştıkları sorunlardan yola
çıkarak, bu sorunların asıl kaynağının emperyalizmde, kapitalizmde olduğunu
görmüş ve bunu değiştirmek en azından düzeltmek için solcu olmuşlardır.
Gördüklerini göstermek için işe koyulmuşlar ama işlerini
tamamlayamadan, tekmeledikleri darağacında kısacık yaşamlarını bırakmışlardır.
O kısacık anda, hem pişman olmadıklarını, hem yol
göstericilerinin Marksizm-Leninizm olduğunu, hem de emperyalizmle ve
faşizmle mücadele ettiklerini haykırmışlar, darağaçlarını tekmeleyerek de
arkadaşlarına bu inatlarına sahip çıkmalarını vasiyet etmişlerdir.
Şimdi ne kadar pişman, havuç arsızı varsa, kendi ıslığından
bile korkup, Denizlere sığınan varsa, ne kadar Marksizm-Leninizm kaçkını varsa,
Denizlerin ardından ağıt yakmak için sıraya girerken, onları asanlarla, insaniyet
namına barış içinde, kardeşçe bir arada yaşamaya methiyeler dizdiklerini
unutuyorlar.
Şimdi ağıt yakma zamanı değildir. Ağıt yaktıranlarla
kardeşlik zamanı değildir. Şimdi tekmeleme zamanıdır. Ve asıl tekmenin
Marksizm-Leninizm olduğunu, asıl inadın bu olduğunu görme, gösterme zamanıdır.
Denizlerin darağaçlarına attıkları tekmelerin anlamı budur. Yol göstericiliği
budur.
Bunu yapmayıp, denizlerin ardından ağıt yakarak, bir sonraki
ağıta kadar, bu ağıtlara neden olanlarla, bu ağıtların kaynağı ile barışık
yaşamaya devam etmek, denizlerin ölümüyle yaşatılan çözülmeleri, pişmanlıkları,
havuçlara yönelmeleri, en geçer kahramanlıkları erdemleştirmek demektir.
Etraf pişmanlarla, darağaçlarının kıskacında, zindanların
karanlığında korkularını gizleyerek yayanlarla, yaydıkça şaşırtanlarla, şaşırttıkça
havuçlara gark olanlarla dolu.
Bunları Denizlerden uzak tutarak azaltmak, onları azaltarak
Denizleri çoğaltmak gerekmektedir.
Bize darağacını tekmeleyen Denizler lazım, darağacı
korkusuyla suçu Marksa, Lenine atıp, İsak Alatonlarla kardeş olanlar değil.
Kahramanları olmayan bir devrimci hareket olamaz. Şimdi
yapılan bütün kahramanların, kahramanlıklara giden yolların önünü
tıkamaktır. Bizim yapmamız gereken bu yolları açmaktır.
Artık kahramanları asmak yetmiyor, onlara sahip çıkarak, kahramanlara
yönelmenin önünü de tıkamak gerekiyor. Yaptıkları budur. Denizleri vazgeçenlere
bırakmamak da bizim tarihsel sorumluluğumuzdur.
Şimdi ayrışma zamanıdır. Aslına dönme de denilebilir. Tam bu noktada, Denizleri niye seviyorsunuz,
havuçlara gark olmak için mi, sopalardan kaçmak için mi diye sormak gerekiyor.
Sorup hatırlatmak gerekiyor, Denizler kaybedecekleri havuçları boş ver,
ölümlerini tekmeleyip vazgeçmediklerinin imzasını atmışlar, sopadan korkmamak
gerektiğini göstermişlerdir. Varın siz karar verin aslınız neresiyse oraya
dönün demek gerek.
Denizler çok az yaşadılar ama pek çok hızlı koştular. Şimdi
hızlı koşmak zamanıdır. kaybedilen zaman, kaybedilen yiğit insan çoktur.
Tarih tereddüt edenleri, savaşmayanları, havuç peşinde
koşanları yargılayacaktır. Savaşanları ise, mutlaka ve her zaman
taçlandıracaktır.
Bence ODTÜ nün girişinde büyükçe bir alan kapatılmalıdır;
müze yapılmalıdır; ne kadar hızlı koşan, tereddüt etmeyen, samanlık aramayan,
kanatlarına kahramanlık asılan devrimciyi misafir ettiyse, hepsinin sıra sıra
heykeli dikilmeli, korkudan her gün ölenlere, bu yiğit, ölümsüz devrimcilerin
nasıl sonsuza kadar yaşayacakları gösterilmelidir.
Olmaz mı? Olmaz diyorsanız, tereddüt ediyorsanız; Denizlerin
mezarında neyi oldurmaya çalışıyorsunuz.
Denizler tereddüt etmeden, tereddüt etmeden yaşayanların
indinde yaşamak üzere, ölümüne tekme atarak ölümsüzlüğe gömüldüler.
Anıları önünde, tereddüt etmeden saygıyla ve kinle
eğiliyorum.
Not; Dün Marksın doğum günü idi, bugün Denizlerin ölüm
yıldönümünü hatırlamak için yarış eden pek çok Marks etiketli grup dün Marksın
doğduğunu hatırlamadı. Öyleyse soru, dün doğan Marks onların hatırladıkları ve
etiketledikleri Marks değil mi?
Fikret Uzun
6 Mayıs 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder