10 Ocak 2012 Salı

MABETLER ve FENERLER

Geçmişte, yaklaşan değişim, dönüşüm rüzgarının korkutucu etkisi ile ne kadar devrim kaçkını, sınıf kaçkını, ne kadar statüko hayranı varsa, yani ne kadar reformist, restoratör, burjuva düzen meraklısı varsa ve bütün bunlardan sosyalizm çıkarmak için bin bir türlü hayal, mit ve mabet ile işçileri, emekçileri uyutmaya çalışan sahtekar varsa ki hepsi, az sayıdaki gerçek devrimcilerle, gerçek sosyal-demokratlarla (komünistler) onları azlığından dolayı, onları kimsenin dinlemediğinden dem vurarak alay ediyorlardı ama tarih başka türlü yazıldı.

O alay ettikleri düşünceler de, bu düşüncelerin nesnel yaşamdaki karşılığını net olarak görüp,hayallere ve bunları pompalayanlara ki,toplumda yaratılmış olan illüzyon nedeniyle iyiden iyiye aklı geriletilmiş cahil kitleler de onların yani reformistlerin, dediklerini kurtuluşları için doğru sözler bellemiş olmalarına rağmen, prim vermeden kitleleri aydınlatmak için her türlü yolu ama daha çok söz söylemeyi, tartışma dinamiklerini canlı tutmayı deneyen ve özlerini hep canlı tutan devrimci kadrolar, her gün azalsalar da yılmamışlar ve sadece bir eylemli bilinç fışkırması ile öfkelerinin yönünü doğru adrese çevirmeye başlayan cahil ve bir o kadar da sahte hayallere, mabetlere, mitlere hapsedilmiş kitleler, kulaklarını ve gözlerini bu son derece azınlıkta olan, çoğunluk olmak için içlerine çürük, çarık hayalperestleri almamayı ve azlıklarından utanıp, kuşkuya düşüp, çoğunluğu oluşturan reformistlerin çeşitli renklerinden birine biat etmemeyi en akıllı ve devrimci iş olarak benimseyen devrimci kadroların söylediklerine çevirmişler ve o kadrolar da, kendilerini inatla dinlemeyen bu cahil kitlelere hiçbir zaman ne haliniz varsa görün dememiş ve hep yanında olmuş, hep sınıf kinlerini canlı ve doğru adrese yöneltmeleri için, reformistlerin alaya aldıkları sözler sarf etmekten vazgeçmemiş ve kinlerinin doğru adresini bellemeye başladıklarından itibaren de, emekçi kitlelere fener olmaya, onları fenersiz bırakmamaya gayret göstermeye devam etmişler sonunda da, tarihi onlar yazmışlardır.

Çoğunluk anlamına gelen ve bir devrimci, savaşkan örgütün tuhaf ismi olarak uzun süre kitlelere yol gösteren Bolşevikler tarih sahnesine çıkmıştır ki, bu gün bile komünist örgütü veya komünist olmayı en tam isimle tarif eden bir kavram olarak kullanılmaktadır ki, bu günün sahtekarlık dinamiği içinde hala bu kavrama ve tarife ihtiyacımız olması hem acıdır ve hem de yerindedir.

Yani Suat arkadaş, çok önce de ve hep, reformistler, kitle kuyrukçuluğu ile çoğunluklarını korumaya çalışanlar, kitlelere ve dava arkadaşlarına olumlu lakırdılar etmişler, ham hayalleri, nesnel yaşamın karşılığı olarak yutturmuşlar ve haliyle bu hayallerin, olumlu lakırdıların alıcısı çok olmuş ama bunların boş umutlar yaratan lakırdılar olduğunu kitleler çok acı deneyimlerle öğrenmişlerdir ki, 1905 şubat burjuva devrimi öncesi yaşanan kanlı pazar bu deneyimlerden sadece bir tanesidir. Gerçekleri ki, o zaman da olumlu olan, mutluluk verici olan hiçbir gelişmeyi içermiyordu, ortaya koyan, henüz Bolşevik olmayan devrimciler, elbette söylediklerine alıcı bulamıyorlar ve kendilerini çoğunluk sanan reformistlerin maskarası durumuna düşürülecek denli azınlıkta kalıyorlardı. Ama ya sonra, bütün küçük-burjuva hayaller tuzla buz olmuş ve çoğunluk olanlar, azınlığa ve çaresizliğe düşmüş, çaresizliğe düştükçe, egemenlerin kucağına daha fütursuzca düşmüşler ve azınlıktaki devrimciler sıçramalı olarak çoğunluk olmaya başlamış ve kitlelerin ellerinden bırakmadığı fenerleri olmuşlardır. Bu fenerlere sahip çıkan kitlelerden hızla yeni fenerler ve fener tutanlar boy atmış ve 1905 Şubat dönemeci, 1917 Şubat dönemecine sıçramış çoğunluk yani Bolşevik, bütün Rusya’nın en fazla ışık saçan, en fazla karanlığı aydınlatan feneri durumuna gelmiş ve insanlık Ekim Devrimi ile sarsılarak, boş umutlardan, gerçekleşmeyecek zannettikleri, öyle kandırıldıkları, gerçekleşecek umutlara aklını ve yüreğini açmıştır.

Aklımdakilerin düşüncelerime yansıttıkları, uzun zamandır,insanlığın yüreğinde çiçek açtıran ve reformistler dahil,bütün devrim düşmanlarının yüreğine korku salan, insanlığın en büyük umut patlamasının,içerden,eskiye bağlılıklarını hiç bırakmayanlarca ,bir karşı devrim dinamiği içersinde ama son derece sinsi, iki yüzlü ve yalan yüklü söylemlerle ve yöntemlerle söndürülmeye çalışıldığı ama insanlığın bir kere yüzyüze gelmiş olduğu ve nesnel yaşamda karşılığı olduğunu gördüğü umudun bir türlü söndürülemediğinin görülmekte olduğu ve bu umudun sönemeyeceğini kesinkes anlayan egemen sınıfların, umutları başka hayallere hapsetmeye ve bütün umudun kendinde olduğunu ikna ettirmeye çalışmakta olduğudur..

İşte kavga ve hatta belki de en devrimci kavga, tam da bu çabaların ortasında cereyan etmektedir.

Ve görülen o ki, tüm geriletilmişliğe, püskürtülmüşlüğe rağmen, umut söndürülemediği gibi, boş umutlarla, boş umutları yeşertmeye çalışan hayallerle değiştirilememektedir de.

Çünkü insanlık, umudunun gerçekleşmeyecek bir ütopya olmadığını, aksine gerçekleşebilir olduğunu, nesnel olarak gerçekleştiğini görerek anlamıştır. Bu, insanlığın, her şeye rağmen ulaşmış olduğu ve bu ulaşmışlıktan sonra geri dönmesinin, umudundan vazgeçmesinin mümkün olmadığı bir noktadır.

işte egemen sınıflar tam da bu noktaya, bu umuda vurmak için, bu umudu tarihe gömmek için her türlü laboratuar çalışmasını yapmakta ve her türlü eski tür, yani eskiden de umut taşıyanların ama umudun hangi yönde olduğunu göremeyenlerin içinde dolaşıp, akıllarını büsbütün karıştıran yardımcısını hareketlendirmekte ve aynı zamanda da, bununla uyum içinde olan tarihin gerisine dönme çabasını bütün dünyaya dayatmaktadır ki, bunun için de hem kitlelerin aklını bozmaya, hem de tarihin ilerleme çizgisinin dinamiğini tahrip etmeye çabalamaktadır.

Fakat gel gör ki, Suat Arkadaş ve işte olumlu olan budur, ama siz bununla ilgilenmediğiniz için, olumlu bir şey göremiyorsunuz, egemen sınıflar bu çabalarında önemli yol kat etmiş olsalar da, hâlâ başarılarını tamama erdiremiyorlar ve tarihte hep böyle olmuştur, egemen sınıfların dayattığı çaresizlik ne kadar koyu olursa, egemen olmayanların önüne son derece etkili çareler çıkmış ve çıkmaya devam edecektir. Ama bu çareler, sizin beklediğiniz Godot türü, Mesih türü, ütopya türü ve kısaca gerçekleşmesi hiç mümkün olmayacak hayaller türü çareler değildir. Tamı tamına tarihin ilerleme çizgisi üzerindeki, toplumların, onların görememesine rağmen, gelişiminin seyri ile ortaya çıkan çarelerdir. Biz bu çarelerin yaklaştığını, çareyi çok istediğimiz için mi, yani hayalini kurduğumuz için mi, ya da kafamızda öznel olarak kurguladığımız için mi ortaya koyuyoruz, elbette hayır, bin kere hayır. Bu çare, zıtların birliğinde cisimleşmiş bir toplumsal gelişmenin bir yasallığıdır.

Eğer çaresizlik varsa, zıttı da, yani çare de vardır. Öyleyse, egemen sınıflar, dünyaya topyekun tarihin gerisine dönmeyi dayatıyorlarsa, tarihin ilerleme çizgisini tahrip edecekler demektir ve egemen sınıfların zıtları olan ezilen sınıflar ise, tarihin ilerleme çizgisi doğrultusunda gelişmeye mahkum olan çare ile burun buruna gelmekten kaçınamayacaklar ve bu çareyi eninde sonunda ve elbette çaresizliğin çaresizce dayatılmasının azgınlaştığı koşullarda mutlaka bulacaklar ve egemen sınıflara hiç beklemedikleri bir çaresizlik yaşatacaklardır.

Hepsi bu Suat arkadaş, eleştirdiğim, daha doğrusu mahkum ederek deşifre ettiğim dinamikler, hep bu nesnel olarak büyüyen ve egemen sınıfları korkutan çareyi, başka yerlerde, sahte umutlar yaratarak aramaya kanal açan, dolayısıyla asıl çareden uzaklaştırmayı hedefleyen dinamiklerdir. İşte sizin tepenizin tasını attıran ve olumlu bir şey olarak görülmeyen, bu deşifre edici vurgularımdır.

İşte "başarmaya çalışmanın /başarmanın" önündeki engel olarak gördüğün ve seni kızdıran haklılık budur ve tam da söylediğim budur, egemen sınıfların ve onların çabalarına bilerek ya da ahmaklıklarından yardım edenlerin tüm dünyayı bir umutsuzluk, bir çaresizlik batağına çekmeye çalışan, asıl çareden uzaklaştırmanın hayallerine hapsetmek isteyen çabalarının başarılı olmasının önündeki engeldir.

Ve demek ayrıldığımız noktaları bulmak çok kolay öyle mi? Bir tanesini söylesen de öğrensek diyorum. Bu ayrı ama aslolan, bu ayrılık noktalarını bulmaktır ve bu önemlidir. Ancak bu noktaların birleştiren noktalar olduğunun yutturulmaya çalışılmasını bulmak ve göstermek ise daha önemlidir ve konumuz öncelikli olarak budur. Mabet misli,"dost" meclisi gibi, tekke misli dinamikler, tam da böyledir. Birleştiren noktalar olarak gösterilen ayrılık noktalarıdır. Birleştirmek, ayrılık noktalarını bulup, çıkarıp, ayırdıktan sonra kalan bir ve ortak noktaların etrafında toplanmakla olur. Ayrılık noktalarını dikkate almadan, onlarla birlikte bir ve aynı noktaların etrafında toplanmak birleştirmek değildir, ayrılıkları dinamik hale getirmek üzere toplanmaktır. Bundan ne bir zenginlik, ne de bir birlik çıkar. Ve işte bu gün bu yapılıyor ama daha vahimi, bundan da kötüsü, bir tekke dinamiği, bir fetiş etrafında, bir "erenler" misli "dost" meclisi dinamiklerinde ayrılıklar özellikle uykuya yatırılmış olarak diri tutularak kurulmaya çalışılan birlik dinamikleri model yapılmaya çalışılıyor. Bu tam bir uzlaşmacılıktır, sınıf uzlaşmacılığıdır. Bunun sonucu, düzene bağlanmaktır. İşte egemen sınıflar dayattığı çareyi ancak böyle kitlelere kabul ettirebilir ve en az maliyetle bütün dünyayı köleleştirebilir, tarihin gerisine sürükleyebilir. Ama sürüklemekte başarılı olamıyor, bu yönde kazandığı mevzileri koruyamıyor, yardımcılarının deşifrasyonunu önleyemiyor ve yerlerine yenilerini yetiştirmeye vakti olmadığı için de, kaba yöntemlere, en bildik yöntemlere; birinci olarak baskıya ve ikinci olarak baskının zorunun yaydığı korku ile öteki dünya ve yüce kurtarıcının şefkatli babamızın cehennem korkusunu yayma yöntemine baş vuruyor.

Hepsi, sınıf bakışını ortadan kaldırıp, kitleleri ümmet yapmak içindir. İşte geçmişin örgütlerinin üzerinden mabetler oluşturmak, tekkeler oluşturmak, dost meclisleri dinamiği ile Mevlanacılığı hortlatmak HEP EGEMENLERİN BU ÇABALARINI BAŞARILI KILMASINA YARDIM ETMEK İÇİNDİR. ve sen bu oyunu bozuyoruz diye dellenmiş, tepenin tasını üzerimize fırlatmış durumda olmayı hem haklı gösteriyorsun ve hem de bizim düşmana çalıştığımızı göstermeye çalışıyorsun.

Hayır, Suat İçsel, tam tersine, düşmanın çabalarının başarılı olmasının hizmetkarı durumunda olanlar, bu dinamikleri, devrimci ve birleştirici dinamikler olarak yutturmaya, çalışanlardır ve elbette onca teşhir edici kelama ve onca turnusole rağmen bunu görmemekte direnenlerdir.

Bitirirken, bir,"ben" dedim, çünkü söylenenler bana aittir ve herkesin kendi sözünü söyleme hakkı olduğunu düşünmekle beraber, söylenenlerde "biz" değerinin olması, onlara sahip çıkma ölçüsünde gerçekleşir ve ortada, böyle bir ölçü göremiyorum.

İki, işte dediklerime sahip çıkan ve dediklerine sahip çıktığım Evin Okçuoğlu, değerli hocam, hem kendi sözlerini söyleme hakkına sahip olduğu ve söylediği halde, hem de benim dediklerime sahip çıkarak söylenenlere "biz" değeri katmıştır ve "biz" değeri katacak olan arkadaşlara "biz" olmanın nasıl olduğunun işaretini vermiştir ama sen kendin ortaya koyuyorsun ki, senin benimle veya Evin Hoca ile veya aynı noktalara dikkat çeken başka ve belki de hiç tanımadığımız insanlarla "biz" olmaya hiç niyetin olmadığı gibi, olamayacağını da gösteriyorsun.

Evin Hoca, benim yazılarımı Forward eden bir kadından ibaret değildir, elbette bir bayandır ama önce, hem bir öğretmen ve akademisyen ve hem de bu akademisyenliğinden, düzene hizmet ederek nemalanmayan, aksine kendi üretimleri ile "biz" dinamiklerini çoğaltan, uyku dinamiklerini dağıtan, bir yazar ve şair kimliği olan sanatçıdır.

Üçüncüsü, bu alan, yani güncel grup, kendisinin sınıf bakışı temelinde, ayrılık noktalarını ortaya çıkarıp, ayrışmak ve birlik noktalarını netleştirerek birleşmek üzere, var olan "ben"lerin,"biz" olabileceği bir alan üzerinde tartışması için, bizzat Evin Hoca tarafından ve tam da şimdi eleştirdiğim türden dinamiklerin sahtekarlıklarının deşifre edilmesi üzerine, gerçek yüzlerinin görülmesi üzerine, doğru bir zeminde "biz" olmaya çalışmak isteyenlerin var olduğunu düşünerek oluşturulmuştur.

O nedenle bu alanda benim veya kendisinin ortaya koyduğu anlatımları paylaşmasından daha doğal ne olabilir diye düşünmelisin.

Diğer bir nokta da, ismini zikrettiğim kişi olarak, herhalde Çetin Sevinç'ten söz ediyorsun, o nedenle bir düzeltme yapacağım, daha doğrusu senin yanlış anlamanı düzeltiyorum, Çetin Sevinç, sadece bir örnektir ve benzerleri çoktur, sizin "başarma"nın simgesi olarak gördüğünüz dinamiklerin vazgeçilmez aktörlerindendir ve ama daha önemlisi, asıl baş roldeki sahte komünist Nabi Yağcı’nın, diğerleri gibi o da bir mürididir, bu anlamda ortada, bir ideal insan olma iddiası olmadığı bir yana, Çetin Sevinç'in, "ideal" insan olmak söz konusu ise, işte sizin "başarma"nın simgesi olan Mevlana tekkesi misli "dost" meclisleri için en ideal tip olduğunu söylediğimi hatırlatarak, yanlış anlamanı düzeltiyorum.

Fikret Uzun

İdeal insan taklidi yapan köyün delisi.

10 Ocak 2012

Hiç yorum yok: