17 Ocak 2012 Salı

EYLÜL SÜRERKEN KENAN EVREN'İ YARGILAMA ACIKLI GÜLDÜRÜSÜNE GİZLENMEK

12 Eylülün sınıfsal anlamından uzaklaşırsak, örneğin,"çokbilmiş" bir çok sahte aydının, solcunun 27 Mayıs ihtilâli ile 12 Eylülü veya bütün darbeleri, mesela Portekiz’deki, karanfil devrimi olarak anılan ve bir diktatörlüğe karşı gerçekleştirilen askeri darbeyi de, aynı kefeye koymak, sonrasında da böyle acıklı-güldürülere konu olan 96 lık bir ihtiyarın "başka diyeceğiniz var mı sayın paşam" yollu evinde ve istirahatını bozmadan ifadesine "başvurulur ve bunun adı 12 EYLÜLÜ yargılama olarak gösterilebilir, ahmak solcular da bundan bir devrim sarhoşluğu çıkarabilir.

Oysa 12 Eylül faşist darbesi, 24 Ocak ekonomik ararları olarak anılan acı reçetenin, emekçi kitlelere, özellikle de işçi sınıfına, zora dayalı olarak yutturulması ihtiyacının bir sonucudur.

Eğer 24 Ocak ekonomik paketi mevcut durum korunarak uygulamaya konulsa idi, zaten yenişememe durumu ile resmedilebilecek olan Türkiye’deki demokrasi, büyük resim, belki ortasından çatlamayacak, belki kana bulanacaktı ama muhtemelen sınıf mücadelesini keskinleştirecek ve yenişememe durumundaki dengeyi, emekçi kitlelerin, demokratik güçlerin lehine bozabilecekti. Zaten bu ihtimali göz önünde bulundurarak, korku içinde ülke dışına taşınan birçok büyük sermayenin varlığını biliyoruz, kendileri de dile getiriyor ki, Kenan Evren'in Nutkunda da "son şansımızdı" diyerek vurguladığı budur.

İşte 24 Ocak ekonomik kararları olarak anılan ve babası Özal olan acı reçete, demokratik koşullarda uygulanamayacağı için, demokrasinin rafa kaldırılması ve bunun için de 12 Eylüle gereksinim duyulması söz konusu idi ki, bu darbenin hazırlığının 24 Ocak kararlarından da önce başladığını biliyoruz.

Diğer yandan bu açılım, sadece Türkiye’nin değil, tüm kapitalist dünyanın, en başında ABD’nin hegemonyasının varlığını sürdürdüğü emperyalist kapitalizmin açılımı idi.

Ulus-devlet yapısının çözülmesi, dünyanın bir şirket dinamiğinde yönetilmesine yönelik bir açılımdı ki, ünlü Liberalizm üzerine çokomel misli ekonomik ağırlıklı laboratuar teorileri kaplandı,Neo-Liberalizm olarak bütün dünyaya yedirilmeye başlandı.

Ama gelin görün ki, ne kaplarlarsa kaplasınlar, hangi adı verirlerse versinler, bütün teorileri, laboratuarlarda üretilmiş ideolojik yönermeleri, aynı yere çıkıyordu.

EMPERYALİST KAPİTALİZMİN İFLASINI GECİKTİRMEK VE MÜMKÜNSE SONSUZA KADAR GECİKTİRMEK.

Böylece 12 Eylül faşist darbesi son derece güçlü ve sinsi ama bir o kadar da güçsüz olduğu için korkan bir emir komuta zinciri altında, en tepesinde ve her merhalesinde ABD emperyalizmi olmak üzere emekçi sınıfların ve elbette aydınların, komünistlerin, sosyalistlerin, devrimcilerin tepesine bindi.

Bununla birlikte 27 Mayıs ile elde edilmiş demokratik kazanımların, sendikal kazanımların ve örgütlenme hakkının ve de Kemalist bir suret ve lafız ile Kemalizm’in sol tonlarının, giderek Kemalist düşüncenin ve dinamiklerin bütününün tepesine bindi.

Emin adımlarla yürüyerek faşizmi kalıcı kılan ama demokrasi illuzyonu yaratan bir sinsi reform çalışması ile, restorasyon zinciri ile 12 Eylül faşist rejimi, bir yerleşik ve sağlamlaştırılan ekonomik-politik düzen olarak, başrolünde ABD nin olduğu emperyalist kapitalizmin dünya çapındaki kurtuluş reçetesi anlamındaki ekonomik açılım doğrultusunda politik kararlar bir bir ve kerte kerte yani tedrici olarak alındı. Ve yer yer, darbe misli askeri müdahaleleri elden bırakmadan, gitmesi gereken en son noktaya doğru konuşlandırılmaya devam edildi.

Bu yönelimde aranan tam da AKP ve kadroları idi ki, bunun için var olan ama dar gelen bir ceket misli görünen Erbakan ve partisi tasfiye edildi ki, bu da bir darbe ve yine bir irtica ile mücadele görünümü altında idi. Buna, tereyağından kıl çekmek diyoruz. Bu yönelimin asıl ucu, irtica ile mücadelenin suç sayıldığı, irticaın özgürlükler kapsamında olduğu bir 12 Eylül rejiminin devamı olan yeni 12 Eylül rejimine yönelik idi. Mimarları, "ileri demokrasi" ismini pek beğenmiştir ve sahte solcuların, aydınların, yeni mürtecilerin hepsi, daha da ileri gideceğinden yana fikir beyan etmişler, referandumdan itibaren konferanslarla, panellerle kafalara kakmışlar, anayasanın son değişikliği ile daha da ileri bir demokrasiye kavuşacağımız yönünde halkımızı bilinçlendirmişlerdir.

Velhasıl, görünenin ve gösterildiğinin aksine, 12 Eylül faşist darbesi gerçekleştirildiğinden bu yana, her geçen gün ağırlaştırılmış ve toplumun bütün hücrelerini teslim almış bir faşizm dinamiği içinde ama demokrasi görüntüsü ile konuşlanan bir 12 Eylül rejimi içinde yaşadığımız ortadadır. Başka ifadeyle tam 32 yıldır 12 Eylül faşist rejiminden çıkamıyoruz. O kadar öyle ki, 12 Eylül'ün başrolündeki özverili generali Kenan Evren, demokrasi görünümlü 12 Eylül rejiminin cumhurbaşkanı olmadan önce,12 Eylül darbesi ile devrilen hükümetin başkanı olan ve zindana atılan Demirel tarafından, özel olarak ve devletin uçağı ile Marmaris’ten aldırılmış, Cumhurbaşkanlığı resepsiyonuna icabet etmesi sağlandıktan sonra tekrar aynı uçakla Marmaris’teki istirahatgâhına uğurlanmıştır.

Bu bile 12 Eylül rejiminin ve elbette var olan ve 12 Eylül faşist darbesi ile istenildiği biçimde organize edilen tekellerin devletinin bir devamlılık arz ettiğini göstermeye yeter de artar.

Dahası var, Kenan Evren hiç bir zaman ve şu anda bile devletin zirvesinde yer alan protokolden ayrı sayılmamış, ayrı yere konmamıştır ki, ifadesine bile başvurulması bu çerçevede olmuştur.

Yani 12 Eylül rejimi, hala bir demokrasi illuzyonu içerisinde ve konuşlanmasını, ABD-AB emperyalizminin YDD KONUŞLANMASI İLE SENKRONİZE BİÇİMDE tamamlayarak devam etmektedir.

Bu koşullarda, demokrasi illuzyonunun yanına ve içine şimdi de,12 Eylülün yargılanması illuzyonu yerleştirilmektedir ve buna açıkça ve demokrasi adına omuz verenlerin, öte yandan bu konuşlanmanın başrolüne oturanların demokrasi diye diye gerçekleştirdikleri dinci ve modern feodal temelli faşizmine (yeni Osmanlıcılık diyenler de var) , omuz vermiş olurken, karşılıklı atışmalarında,"BU BİR DİKTATÖRLÜKTÜR" yollu bağırarak kükrediğini duymak son derece öğreticidir.

Ancak bu öğreticiliğe rağmen, illuzyonun hegemonyası marifetiyle olsa gerek, kimsenin bilincinde bir kıpırdama göremiyoruz. Kıpırdama, zaten zinde olan bilinçlerde ve bu bilinçlere içerilen şiddetin hep var olmaya devam etmesi ile varlığını korumaktadır.

Çok uzatmayalım, anlayan anlamıştır ki, 12 Eylül faşist darbesi nasıl ki, 24 Ocak ekonomik kararları adındaki acı reçeteyi kolaylıkla yutturmak için gerekli olan ve demokrasiyi bir daha gelmemek üzere kaldırmak demek olan bir zorun ifadesi ise; bunca zamandır ve onca acı reçeteyi, aynı ama illuzyon nedeniyle görülemeyen bir zor yöntemi ile yani faşizm ile yutturmaya devam etmeleri ve hâlâ devam ediyor olmaları bir yana, bu günkü dünya, bölge ve de Türkiye konjonktüründe daha acı ekonomik reçetelere ihtiyaçları olduğu ve bunun için de, ortaya koymak zorunda oldukları ekonomik ve siyasi reformları için,12 Eylül faşist askeri darbesinin sonuçlarını bile aratacak sonuçları içerecek olan bir yerleşik zora ihtiyaçları olduğu ve işte bu nedenledir ki, bu "zor"u, yani faşizmi, kerte kerte, kurbağanın kısık ateşte kaynatılarak pişirilmesi gibi, öteden beri konuşlandırdıklarını, bunu da aşama aşama kalan son demokratik kırıntıların üzerine basa basa gerçekleştirdiklerini, örnek olsun bir önceki referandumda hamleleri yargı reformu ise, şimdi 12 Eylül anayasasının, yeni ve büsbütün "zor" olarak konuşlandırılan 12 Eylül dinci- faşist rejimine dar gelen maddelerini ortadan kaldıracak olan anayasa değişikliği ile ülkeyi parçalamanın ifadesi olan reformları gerçekleştirmeye çalıştıklarını görüyoruz ki, görmek istemeyenlerin oldukça fazla olduğunu da görmeden duramıyoruz.

Ve şunu da görüyoruz ki,12 Eylülün ve Darbeci başının yargılanması biçimindeki bu illuzyon, bu reformun, tekellerin yeni rejimini, dinci-feodal - faşist diktatörlüğüne kapıları sonuna kadar açacak olan anayasa restorasyonunun yumuşak geçişini sağlamak için oynanan bir tiyatro misli değilse nedir diye soran hâlâ var ki, o kadar da yumuşak gidemiyorlar.

Her taraftan "zor" dinamikleri örüyorlar. Evren’in yargılanmasının da, "demokratik" ama DİNCİ-FEODAL-FAŞİZMİ tescilleyecek, bölünmenin hukuksal temelini kuracak anayasa reformunun  da, diğer bütün zor dinamiklerinin de bu çerçevede ele alınması ve artık gözlerin sımsıkı yumularak, kötü söz misli gösterilen ama dostun söylediği acı söz misli olan sözlerdeki görülemeyen ağırlığı görmek için, gözleri faltaşı gibi açmak, bu sözlerdeki ağırlığı iyi tartıp, kantarın doğru kefesine koyup, topuzuna da mukayyet olmak gerekmektedir.

İyi tartılmazsa ne mi olur, yumacak bir göz bile kalmayacak denli boka batılır ve bütün gerçekler, Milan Kundera’nın yaptığı gibi bokla tartılır ve netice ne olursa olsun sonuç gerçeklerin boka bulanması ve artık gerçeklere ulaşma imkânından da, gerçeklerin bok ile tartılmasını engelleme imkânından da çok ama çok uzaklaşılmış olunur.

Ve unuttum ki, bu da önemlidir, sadece 12 Eylül faşist darbesine ve elbette 24 Ocak ekonomik kararlarına yansıyan neo-liberalizm ideolojisinin ideologları ve haliyle 12 Eylül faşist darbesinin suç ortakları, bu gün de devam eden ve 24 Ocak açılımının devamı olan ekonomik-politik reformların ve bunları, eskilerinden daha acı reçeteler olduğu halde kolaylıkla yutturacak olan "zor"un ifadesi olan politikaların da fikir babaları, ideologları, aynı anlama gelmek üzere sahipleri, aynı kişilerdir.

Dünü, bu anlamda 12 Eylül faşist darbesini ve Kenan Evrenlerin icraatlarını suç kapsamına alıyorsak ve bunlar da, Neo-Liberalizmin ideologları da, haliyle suç ortakları sayılırsa, bunların bu gün de suç ortaklıklarının devam ediyor olduğu bir gerçeklik değil midir?

Sadece bunlar mı, bunlar değil elbet ama bunları hele bir gözümüzün önüne getirelim, peşi sıra, başka kimlerin ve bir bütün olarak hangi dinamiklerin olduğunu ve böylece fotoğrafın tamamının varlığının yanı başımızda gözümüzün içine baka baka demokrasicilik oyununun bir fotoğrafı olarak durduğunu ve böylece de, dikkatlice bakıldığında ise bu demokrasi illuzyonunu resmeden fotoğrafın derininde kopkoyu bir karanlık olduğunu görmek kolaylaşacaktır.

En azından ben öyle umuyorum.

Öyleyse mesele Kenan Evren'i yargılamakta değildir ki yargılanmasın demiyorum, günahları çoktur ve bilerek işlemiştir, azmettirenleri ise Türkiye’de hâlâ bir güçtür, ancak mesele 12 Eylülün, dolayısıyla devam eden rejiminin yargılanmasıdır.

Oysa böyle bir güçler dengesi yoktur ve de,12 Eylül rejimi devam ettiği ve buna bir demokratik ilerleme süsü verildiği sürece, 12 Eylül darbesi ve Evren ile birlikte bütün planlayıcıları ile uygulayıcıları ve zaten devam eden 12 Eylül'ün yargılanabilmesinin koşulları yoktur.

Demek ki, Evrenin yargılanması yeni 12 Eylül dinci-feodal-faşist rejiminin konuşlanmasının tamamlanmasına yönelik bütün kapıları açacak tuzaklardan sadece birisidir ve tarihi bir acıklı-güldürüdür diye düşünmek yerindedir.

Fikret Uzun

17 Ocak 2012

Hiç yorum yok: