4 Aralık 2010 Cumartesi

DÜNYAYI YORUMLAMAK MI ZOR, DEĞİŞTİRMEK Mİ ZOR

Bundan 150 yıl önce, bundan da önceki filozofların dünyayı yorumlamakla yetinmiş olduğu, aslolanın ise, dünyayı değiştirmek olduğu söylenmiştir. Şimdi,21. yüzyılda ise, bizler, henüz dünyayı yorumlama konusunda yol kat edemediğimiz ya da geriye dönülen bir noktada düşünsel olarak debelendiğimiz halde hâlâ aslolanın hangisi olduğu üzerinde karar veremiyor ve adım atamıyoruz. Dahası bu önermenin bir bütünsellik taşıdığını bile düşünme gereği duymuyoruz. Dünyayı değiştirmek; çok güzel, kulağa hoş geliyor ve yüce bir yaklaşımın izleri var. Ama nasıl? Ve önce neyin değişmesi gerekiyor? Dünyayı doğru dürüst yorumlamadan dünya değişir mi? Yorumlamazsak değişmez mi? Değişmiyor mu? Dikkatle bakılırsa, ortadaki soyutluk kendini apaçık gösteriyor. Değerli dostlar, elbette aslolan dünyayı değiştirmektir ve kastedilen değişim bir altüst oluşun kotarılmasının işaretidir. Yoksa dünya zaten sürekli değişmekte, hatta değiştirme çabalarından bağımsız olarak, kendi tarihsel ilerleme çizgisindeki devinimle bile değişim geçirmektedir. Ama biz 21. yüzyılda bu değişimi bile tam ve bütünsel olarak, bir altüst yaratacak biçimdeki bir değişimi sağlamaya yarayacak bir sonuç çıkarabilecek şekilde yorumlamaktan uzağız. Başka ifadeyle, yorumu bir kenara bırakıp, aslolanı soyutlamanın peşinde koşuyoruz. Sözgelimi bu gün hâlâ bu güne kadarki insanlık tarihinin sınıf savaşları tarihi olduğu önermesini yinelemek zorunda kalmamız, bu zorunluluğu yürekten duysak bile, bu önermedeki derinliğe inemememiz, bu yorum kısmını bırakıp, aslolan değiştirmenin peşine takılmanın getirdiği bir sonuçtur. Başka bir ifadeyle, takılıp kaldığımız bir sonuçtur. Öyleyse öncelikle dünyanın, doğru yorumlanması, bu yorum üzerinden ne yönde bir değişim gerekiyorsa, o yönde değiştirilmesi gerekmez mi? Bunun için de, yorumlama ile değiştirmenin bir bütün olduğunu kabul etmek gerekmez mi? Ve bu sözün işaret ettiği noktadaki ağırlığın, değiştirmeyle bağlı olduğunu unutmadan, yorumlamadan ayrı bir değiştirmeyi söz konusu etmemek gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.



Öyleyse, öncekilerin yaptığı gibi, sadece yorumlamakla yetinmek, dünyayı değiştirmeyeceği gibi, sadece değiştirmenin peşine takılmanın da değiştirmeye yetmeyeceğini görmek gerekir. Şimdi bu kısa ahkâm kesme denemesinden sonra, bu hatırlattıklarımı bir yere not ederek, tartışılan ama bir türlü etrafında dönmekten kurtulunamayan bütün kaleleri ile yerleşerek yaklaşan faşizm olgusuna dönelim.

Bu tehlikeye dair paylaşım için asılan ve en başta AKP ile bağlı olan olgunun, iki bölümü var.



Birincisi AKP nin ki, bu da bir olgudur ve kendisine etki eden diğer olgulardan bağımsız değildir ve AKP den söz ederken, diğer olgulardan ayırılmadığının artık algılanması gerekir, açık net ve fütursuzca yaptığı saldırıların dozajı ve önemi; ikincisi, bu saldırıların, açıkça ve fütursuzca ve de azgınca yapılmasına rağmen, görülemiyor olması, en azından gerçek boyutlarının farkına varılamıyor olmasıdır.

Sorun bu iki bölümdedir; sorusu da şudur, bu saldırılar nasıl püskürtülecek, püskürtmek için önce bu saldırıların üstündeki örtülerin kaldırılması ve bu saldırılardan zarar gördüğü için bir nebze farkında olanlar dışındaki kitleye de gösterilmesi gerekmiyor mu?

İşte bu noktada yorumlamak önem taşımaktadır ve henüz bu saldırıların varlığından haberdar olunulmayan bir durumda, bu saldırıların vahameti nasıl gösterilebilir, saldırıların karşısına bir güç nasıl, nereden konulabilinir? Sorusu şekillenmektedir.



Şimdi gelelim, yorumlamalara ki, bu yorumlamalar, tam da bu yorumlama-değiştirme bütünlüğünün ortasına takılmış olan yorumlamalardır, kimi arkadaşlarımız, “AKP nin demokrat olmadığını ama Türkiye’de faşizmin olduğunu da söyleyemeyeceğimizi “ifade ediyor. Bakılan yere bağlı olarak görülenlerle çıkarılan sonucun bu olması kaçınılmaz ama bu (doğru bir yorumlama olsa bile) dünyayı değiştirmeye yeter mi? Yani Nabi Yağcıgilleri, bu bakışı ifade eden arkadaşların deyimiyle geri zekâlılıktan kurtarıp, kitlelerin AKP nin gerçekte ne olduğunu görmesine yeter mi? Bence yetmez ve bence bu yorum da yanlıştır. Çünkü öncelikle AKP nin demokrat olup olmaması önemli değildir, AKP demokrat olsa ne olur, olmasa ne olur? Çünkü emperyalizm, 21. yüzyılda, tek bir kurşun bile atmadan, özellikle de demokratlığı yüce bir işmiş gibi gösteren ve bu misyonu yüklenenler eliyle ülkeleri ve halklarını teslim alabilmekte, dünyalarını değiştirebilmekte, dönüştürebilmektedir. Türkiye’de ise bu, kendini daha hızlı göstermektedir.

Diğer yandan, AKP, bir yanıyla dinci akımların temsilcisidir, diğer yanıyla da, tekellerin ve bu tekeller düzeninin entegre olduğu ve dünyayı kendine göre değiştirmeyi planlayan Emperyalist burjuvazinin temsilcisi ve bizzat AKP başkanının ifadesi ile bu bölgedeki Eş- Başkanlığını yürütmektedir. Bu bir; ikincisi, Türkiye’de, 12 Eylül ile birlikte gelen faşizm, bir yere gitmemiştir. Olduğu gibi durmakta ve daha sağlam bir şekilde, bütün kaleleri sağlamlaştırılarak, yerleştirilmektedir. Ve bu tehdit, sosyalist çözümler olmadan, sosyalist düzenlemelerin etkinliği gösterilmeden tümüyle ortadan kaldırılamaz, ancak geriletilebilir. Bunun için etkin bir demokratik mücadele gerekir. Bu mücadelenin sağlam ayağı ise işçilerdir. İşçilerin bilinç ve örgütlülük düzeyidir. Bununla birlikte bütün demokratik örgütlerin canlı ve ayakta olması gerekir. Fakat hepimizin gözünün içine kadar giren gerçeklik, bize işçilerin ve emekçi kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyinin çok cılız olduğunu ama sendikaların varlığının ve standart sendikal faaliyetlerin sürmesinin, STK biçiminde örgütlenen ama devletin birer sivil kanadı olduğu apaçık sırıtan örgütlerin, demokratik örgütlerin ayakta olmadığının, hatta cansız bir portre sergilediğinin üzerini örttüğünü göstermektedir.

Yani Türkiye’ye, 12 Eylül ile birlikte yerleştirilen faşizmi geriletmek için, bu güne kadar faşizmin kalelerini sarma olanağı hiç olmamıştır. Öyleyse, Faşizmin olmadığı şeklindeki yorum da gerçekçi değildir. Görülenlerin eksik yorumlanmasına dayanan bir sonuç yorumdur. Dolayısıyla bu yorum bizi, dünyayı değiştirme eyleminde yanlış noktadan başlamaya itecektir. Yani faşizme karşı “demokrasi” mücadelesine itecektir ki, Nabi Yağcıların da pompaladığı öteden beri budur. Bu yanılsama, faşizme karşı demokrasi mücadelesinin, hem sadece faşizmi geriletmeye yaradığının, ortadan kaldıramayacağı gerçekliğinin üzerini örtmeye ve bu günkü noktada, bu geriletilmişliği yaşadığımız illüzyonunu yaratmaya neden olacak dolayısıyla bu geriletmeyi olanaklı kılacak yapıyı kuracak olan ayaklardan yoksun olunduğunu da görmemizi engelleyecektir.

Ayrıca, ortaya koyduğu kazancın faşizmi yok etmeyi sağlamak olmayacağı gerçekliğinin üzeri örtülmüş olurken, böylece sürekli bir demokrasi mücadelesi kısır döngüsü ile Faşizmi geriletmek yanında, tamamen ortadan kaldırmayı sağlayacak olan, sosyalist çözümlerin ve faşizmin bütün kalelerini kuşatacak sosyalist düzenlemelerin etkinliği üzerinde durulmamış olunacaktır.

Bunun anlamı şudur, faşizme karşı sosyalist iktidar mücadelesinin öne konulmasını ve ancak bu iktidar ile sağlanacak çözümlerin ve düzenlemelerin faşizmi yok edeceğini gösterecek bir politik mücadele dinamiğinin geliştirilmesinden vaz geçilecektir. Başka ifadeyle, bir illüzyon yaratacak olan demokrasi mücadelesi dinamiği ile hem faşizmin varlığının üzeri örtülecek ve hem de, sosyalist iktidar mücadelesinin üzerine boydan boya demokrasi şalı atılarak, sosyalist demokrasi unutturulacaktır. Bu da, hiçbir zaman gelmesine izin verilmeyecek olan demokrasiyi (burjuva demokrasisi ) amaç haline getirecek ve hiçbir zaman gelmeyecek olan burjuva demokrasisi için mücadeleye hapsolunarak, faşizmin bütün kaleleri ile hazır bir şekilde konuşlanması, hiçbir engelle karşılaşmadan tamamlanmış olacaktır. Böylece faşizme karşı kendini gösteren en küçük bir tehdit, demokrasi görüntüsü bozulmadan sönümlendirilerek bertaraf edilebilecektir. Bu da, faşizmin ki, sözünü ettiğimiz, İslama dayanarak yerleştirilen bir faşizmdir, seçim oyunları ile yani meşruiyet içersinde, mutlak bir çoğunluğa dayanmasa bile, iktidara geldiğini ve baskı gücünü, devlet mekanizmasını eline geçirdiğini görmemizi engelleyecektir.

Ve işte bu şekilde uzun yıllar AKP nin, 12 Eylül faşist rejimini, İslama dayanarak konuşlandırdığını ve AKP’nin temsilciliğinde, baskı gücünün ve devlet mekanizmasının, İslami faşizmin eline geçtiğini göremedik, görenlere ve gösterenlere inanmadık ve hâlâ inanmamakta direniyoruz. Bu, aynı zamanda, olanların, Liberalizmin ekonomik değişim ve dönüşümlerine uygun politik reformları olarak değerlendirilmesini getirmiş; bunun sonucu olarak da, İslami faşizmin baskı gücünü ve devlet mekanizmasını eline geçirmesini engelleyecek olan solun devrimci yığınsallaşmasının yükseltilmesi gerektiğine önem verilmemiştir. Bu yaklaşımın sonucu olarak da, referandum yoluyla, İslami faşizmin konuşlandırılmasının tamamlanması çabalarına yeteri kadar önem verilmemesi ve bu çabaların düzen içindeki yönetici sınıfların iktidar kavgası olarak görülmesi dolayısıyla işçi sınıfının, emekçi halkların çıkarlarından bağımsız olduğu çıkarsaması kolaylıkla hâkim kılınmıştır.

İşte bu, yorumlama ile değiştirme arasındaki uyumu düzenleyecek olan diyalektikten uzaklaşıldığında ortaya çıkacak sonuca somut bir örnektir.

Diğer yandan, kimilerinin dedikleri ise, hem bilgiden, hem de tarih bilincinden uzaktır. Ne diyorlar? Öncekiler, yani “ Kemalistler”, Alevilere ne verdi ki, AKP ne verecek diyerek, bu gün haklı olarak, bazı arkadaşlarımızın, “AKP nin Alevileri buldozer gibi ezdiği, ezenin faşizm olduğu” sözüne itiraz ediyor. AKP yi işin içinden sıyırıyor ve aklamaya çalışıyor. Hem de, AKP nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet mekanizmasının devamlılığı içersinde, en başta Kemalist yüksek kadroların, yüksek komutanlığın eliyle ve devlet mekanizmasının diğer bütün araçları ile birlikte, elbirliği ile hazırlandığının üstünü örterek ve de AKP nin devletin baskı gücünü ve devlet mekanizmasını yine aynı dinamik içersinde ele geçirerek, İslamik bir sivil faşist diktatörlüğün konuşlandırılmasını tamamlamak üzere olduğunu gözlerden uzak tutarak aklamaya çalışıyor.

Bilgi eksikliği şudur, evet Dersim’de bir katliam olmuş olabilir ama bu gün, AKP nin yandaşı olduğunu gizlemeyen, bunun için emperyalist ideolojik ve parasal fonlardan beslenen Açık toplum örgütlenmesinin içinde olduğu aşikâr olan Birikimci Murat Belgelerin ve aynı çizgideki İletişim yayınlarının bile inkâr etmediği gibi, bu katliam, Alevilere yönelik olarak gerçekleştirilen bir saldırının ifadesi değildir. Doğrudur, yanlıştır ya da, haklıdır, haksızdır, o ayrı ama biraz tarih bilgisi olan görebilir ki, buradaki gerçeklik, bu katliamın ya da, Dersimlilere yapılan saldırının, yeni kurulan burjuva cumhuriyetin üniter yapısının, ulus-devlet yapısının ya da merkezi otoritenin yerleştirilmesi, dolayısıyla feodal yapının yıkılması dinamiklerinde ortaya çıkan bir çatışmanın ürünü olduğunu göstermektedir. Öyleyse bu sorunu, Alevi-Sünni merkezli bir eksene taşımanın ve bunun üzerinden, Kemalizme karşı olan dinamikleri canlandırmanın ama öte yandan, Alevileri, bu kışkırtma üzerinden AKP nin kuyruğuna takmaya ya da AKP nin politikaları karşısında pasif konuma getirmeye çalışmanın bir emperyalist ideolojik saldırı dinamiği içersinde olduğunu görmek de gerekmektedir. Dolayısıyla bu çabalar başarılı olmayınca, Alevilere bir nevi haçlı seferi başlatan AKP nin, bu yöndeki politikalarını haklı ve olumlu göstermenin, bu haksızlığa ve olumsuzluğa dikkat çekenlere itiraz etmenin iler tutar bir yanı olmadığını da görmek gerekir.

Öte yandan bu gerçekliğe dikkat çekmeyi, Kemalistlik ile komünistliği karıştırmak olarak nitelemek, son derece tehlikeli körlüklere davetiye çıkarmaktır. Örnek mi istiyoruz, son referandum seçme saçma yalanlarında kendini gösterdiği gibi, yüksek yargının “dedeler” den emir aldığının ortaya atılarak, Alevilerin üzerinin çizildiği ve hedef gösterildiği gerçekliği yeteri kadar örnek teşkil edebilir. Diğer ayrıntılar ise isteyen herkesin görebileceği mesafededir.

Başka bir yaklaşım da, belki kökü eskiye dayanıyor olabilir ama yine de sorunu çözmeye yaramayan bir yaklaşımdır; yani dünyayı değiştirmeye yaramayan yorumlamadır. o da; kimilerinin, belirleyici olanın “kemalizm denilen vebadan arınmak…” olduğu şeklindeki ifadesidir. Böyle olunca, bir tarafta baskı gücünü ve devlet mekanizmasını tümüyle ele geçirerek, İslami bir sivil faşist diktatörlüğün konuşlandırılmasını ( hem de burjuva devletin devamlılığı içinde yer alan bütün yönetici sınıfların el birliği ile hazırlanıp, güçlendirilerek) tamamlama noktasına gelen AKP ye karşı biriken güçlerin, diğer tarafta yine aynı AKP ye ve arkasındaki, yanındaki güçlere karşı bir güç olarak biriken ve kendisine ihanet ettiğinin farkına vardığı yüksek Kemalist kadrolara da tepkili hale gelen Kemalist potansiyel ile faşizmi geriletecek bir eksende birleşmesinin önü kesilirken, AKP ye ve politikalarına dolayısıyla emperyalist politikalara ve elbette tekellerin düzenine ve de AKP nin konuşlandırmasını tamamladığı faşist 12 Eylül rejimine karşı güçlenerek biriken ama sınıf ekseninden uzaklaşmış olan potansiyelin, faşizmin geriletilmesi yönünde biriken dinamikten saptırılıp, dinci akımlarca ve ABD-AB emperyalizmi tarafından, bütün işçi ve emekçi kitlelerin, elbette sol/sosyalist hareketin püskürtüldüğü gibi, püskürtülmüş olan Kemalizme karşı yönlendirmek başarılı olacaktır. Bu da, emperyalizmin, tekellerin ve bu çerçevede yerleştirilen İslami faşizmin başarısını kolaylıkla tamamlamasını getirecektir. Ve ben bunları ifade ettiğim için, bu ifadelerimin muhatabı olanlar, sadece benim boynuma Kemalistlik yaftası asmak ya da komünistliği Kemalistlikle karıştırdığım suçlaması yanında ulusalcılık yaftası asmak şeklindeki bildik demagojik silaha başvuracaklardır. Olabilir ama ne bunları dediğim için, ne de onlar bu yaftaları astığı için, gerçeklik bozulmadığı gibi, benim sosyalistliğime halel gelmeyecektir. Oysa burada da soru aynıdır, nasıl? Hangi güçlerle ve hangi yöne yönelerek, hangi hedefi vurarak ya da püskürterek dünyayı tarihin ilerleme çizgisi yönünde değiştirecek olan dinamikleri kurabileceğiz?

Ve yine görülüyor ki, doğru yorumlama olmazsa, dünyayı değiştirmek için hangi yönün doğru olduğuna karar vermek zor olduğu gibi, karar verilse de, değişim tarihin ilerleme çizgisi üzerinde olmayacaktır.

Son olarak, yine arkadaşlarım beni mazur görsün, son örneği de kendi ifadelerinden vermek istiyorum ki, şöyle diyorlar ; “Ne emekçi alevi halkı, ne ulusal ezgi altındaki Kürt halkı, liberal demokrasinin tekerleği olmayacaklardır. İşçi sınıfının öncülüğünde emekçi halklarımız mutlaka ama mutlaka sizi, baskı ve sömürü düzeninizi, kurtarmaya çalıştığınız kapitalizminizi alaşağı edecek, tarihin çöplüğüne atacaktır.” Evet, bu doğru ama artık şunu görmek gerekiyor; iktidarda olan, devletin baskı gücünü, mekanizmasını ele geçiren, liberal demokrasi de değildir, tırnak içindeki liberal demokrasi de değildir, hatta hiçbir zaman olmadı; bazı arkadaşların dediği gibi ( gerçi onlar da, liberallere olumlu bir ton veriyor ama bu ayrıdır, ayrılığı şurada; bu dinci akımların önünün açılması, güçlenmesi ve devlet erkini bütün mekanizması ile ele geçirmesi için en başta liberaller cengâverlik yapmıştır ve iktidardaki dinci akımların temsilcilerini zorla liberal olarak göstermiştir. Şimdi, bir liberal, başka bir liberale, ben senden daha liberalim, senin yaptığın liberalliğe sığmaz diyebilmektedir, “iktidarda olanlar, dinci-yobazların” temsilcileridir. Hal böyle olunca ve de, daha çok komünistler, faşist konuşlanmanın tamamlanmasına karşı biriken güçlerden ayırılmak için, ortaya konulan demagojik saldırı karşısındaki savunmaya geçme noktasına geriletilmiş ve bunun sonucu olarak, bazı arkadaşlar, Kemalizm konusunu, Kemalizmin "ne mutlu Türküm diyene" diyen milliyetçiliğin, gericiliğin timsali olmaya ve tüm düzen partilerinin beslendiği otlangaç olmaya indirgemekle, toplumsal dayanaklarını dikkate almamakla istemeden, bu eksende, AKP eliyle ve liberal kimlikle ve sahte sol gömlekle dolaşan devşirme solcuların yardımıyla konuşlandırılmaya çalışılan sivil İslami faşizme karşı biriken güçlerin, faşizm tarafından, yönetici sınıflar arasındaki çelişkinin düzlenmesini ve bu İslami faşizm çerçevesinde kurulacak olan konsensüsü kolaylaştıracak şekilde heba edilmesine kapı açmayı haklı gösterecek bir yaklaşımı savunmuş olmaktadır. Bu yaklaşım, işçi sınıfının öncülüğünü, Alevi emekçi halka da, Kürt halkına da uygularken, Kemalist dinamiklerin içindeki emekçilere dolayısıyla Faşizmi geriletecek olan eksende nesnel ve öznel olarak biriken bütün güçlere uygulamaktan kaçınmış olmamızı getirecektir. Kaldı ki, en başta ifade ettiğim gibi, işçi sınıfının bilinç düzeyi ve örgütlülüğünün cılızlığı yanında, demokratik kitle örgütlerinin ayakta bile durmadığı, hatta cansız olduğu bir gerçeklik iken, bu öncülükten söz etmek de pek anlamlı değildir. Eğer anlamlı diyorsak, örneğin, Silivri’deki Özbek’in sendikası Türk metalin işçilerini ne yapacağız, DİSK in patronlaşmış sendikacılarının ve sendikalarının tabanındaki işçileri ve elbette Türk-İş in, Hak-iş in tabanındaki işçileri ne yapacağız. İşsizleri, emeklileri ne yapacağız, kadınları, gençleri ne yapacağız? İşçi sınıfının, emekçilerin bilinç ve örgütlenme düzeylerindeki bu cılızlık durumunda, demokratik hareketlenmedeki cansızlığın had safhada olduğu bir durumda, Kemalizmin etkisindeki, CHP nin, hatta MHP nin ve hepimizin gördüğü gibi AKP nin ama daha çok dinci cemaat örgütlenmelerinin içindeki işçileri ve emekçileri nasıl işçi sınıfı öncülüğü temelinde birleştirebileceğiz?

Demek ki hiçbir şey o kadar basit değil ve henüz dünyayı değiştirebilecek dinamikleri oluşturabilecek bir açıklığa kavuşmuş değiliz. Ve işte bunun içindir ki, emperyalist ideolojik saldırı, en çok kozmopolitizm ve ulusal nihilizm noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve benim, bu noktaya çok öncesinden beri dikkat çektiğimi ve her seferinde de, işi Kemalistlikle suçlamaya kadar götürdüklerini ve bunu özellikle de, şimdi Anti-Kemalistliği liberalliğine şemsiye, AKP yandaşlığına örtü ve emperyalizm ajanlığını gizleme aracı olarak kullanan ama geçmişte aynı görev alanı içersinde sosyalist hareketi Kemalizmin peşine takmaya çalışan sahte sol gömleklilerin yapmakta olduğunu herkes görmektedir. Ve bir daha altını çizmeliyim ki, yine de, ne bu dikkat çektiklerimi çürütebilmişlerdir, ne de yaptıkları suçlamalar, astıkları yaftalar, benim ve benim gibi yaklaşanların sosyalistliğine halel getirmeye yetmiştir. Hiçbir zaman da yetmeyecektir. Çünkü ben de, benim dediklerim de çırılçıplak orta yerdedir, onların da ve onların dedikleri de. Ama onların çıplaklığının, Kralın çıplaklığı içinde olduğu artık açıklıkla görülmektedir.

Özetlersek, AKP deyince, AKP ye karşı olan dinamiklerde bile, AKP nin işine yarayacak yaklaşımların ön plana çıkmasının da, AKP yandaşlarının, AKP yi sol bir tonla kabul ettirmeye çalışanların, AKP yi savunma noktasından hareket ederek, AKP karşıtı dinamiklere saldırıyı, Kemalizm ile komünistlerin birbirine karışması temelinde sürdürmelerinin de pek şaşırtıcı olmadığı görülmektedir. Bu, yıllardır, en belirgin olarak 12 Eylül saldırından itibaren, emperyalist burjuvazinin, tekellerin ve 12 Eylül rejiminin ideolojik kuşatmasının sağlamlaşması çerçevesindeki ideolojik saldırı, hep Kemalizm karşıtlığı ekseninde yapılmıştır. Buna en çok Kemalist yüksek kadrolar ve yüksek komutanlık ön ayak olmuş, böylece çelişkiler sınıf çelişkisini örtecek ya da keskinliğini törpüleyecek şekilde, kemalizm karşıtlığına yönlendirilmiş, cemaat dinamikleri ile geriletilen akıllar ve yerleştirilen demokrasi illüzyonu ile kitleler, sınıfsal dinamiklerinden uzaklaştırılarak, oynanan oyunlara ve tepede cereyan eden, bir düzen içi iktidar kavgası gibi görünen çatışmaya seyirci konumuna getirilmiştir.

Böyle bir durumda sosyalist çözümler ve sosyalist düzenlemelerden söz etmek yersiz olmakla birlikte, bu çözümleri ve düzenlemeleri sağlayacak olanın sosyalist iktidar olacağı gerçekliğinden de uzaklaşmamak gerekir. Bunun için de, Türkiye'deki 12 Eylül faşizminin hiçbir yere gitmediğini, aksine bütün baskı gücünü ve devlet mekanizmasını ele geçirerek, kalıcı konuşlanmasını tamamlama noktasında olduğunu görmek; demokrasi illüzyonundan çıkmak, tekellerin ideolojik kuşatmasını yarmak ve sivil-İslamik-faşist diktatörlüğe karşı biriken bütün güçleri, faşizmi ortadan kaldırma perspektifi ile püskürtmek için doğru bir politik hatta yönlendirmek gerekmektedir.

Bu hat üzerinde ve bu hattaki sıcaklığın derecesi ile kitleler, sınıf eksenli bir kaynaşmanın momentine yaklaştırılmalıdır. Bu moment, sosyalist çözümleri ve düzenlemeleri sağlayacak olan sosyalist iktidar yürüyüşünün şekillenmesinin harcını oluşturacak moment olacaktır.

Bu momente yönelmiş güçleri, sen Kemalistsin, sen Özbek’in işçisisin, sen CHP nin, sen MHP nin tabanındasın diye ayırmak mümkün değildir. Adı üzerinde; sınıf ekseni ve sosyalist iktidar yürüyüşünün şekillendiği moment… Öyleyse bu ayrımı, bu momentteki şekillenmenin ve bu momente karşı gösterilen mukavemetin sıcaklığı belirleyecektir. Burada işin büyüğü ve hüner gerektiren tarafı, bu güçlerin ezici çoğunluğunu, işçi sınıfının ve emekçilerin hegemonyasındaki işçi sınıfı iktidarına, sosyalist iktidara taşıma hüneri gösterecek olan ideolojik-politik kadrolara kalmaktadır. Öyleyse, ideolojik netlik ve doğru yorumlama, bu işin temel çizgisidir ve ancak böyle işçi sınıfına, öncü olacağını emekçi kitlelere kanıtlayacak nitelik içerilebilinir. Gerisi ham hayal ve boş lafazanlıktan başka bir nitelik taşımayacaktır.
Dostlarımın alınmayacağını, eleştirel ifadelerimin, devrim çizgisindeki farklılıkları netleştirmeye yönelik olduğunu fark edeceğini ama katılmadığı ve yanlış bulduğu noktalarda eleştirilerini sakınmayacaklarını umarak söyleyeceklerimi burada bitiriyorum.

Fikret Uzun

21-09-2010

Hiç yorum yok: