EGEMEN İDEOLOJİ EGEMEN SINIFIN
İDEOLOJİSİDİR ARTIK EGMEN İDEOLOJİ KEMALİZM DEĞİLDİR.
Sevgili Atilla arkadaş, “işsiz aşsız” proleterler başlığının altında
gençlere reva görülen ilk “ders”i(*)i görünce, son derece üzüldüm ve “böyle
ders olmaz!” demenin yetmeyeceğini düşündüğüm için, gençlere, güncelliğini uzun
süre yitirmeyecek olan bir tarihsel ders sunmayı borç bildim.
Ve ekliyorum, kimse kızmasın, en azından bu “ders”i iyi niyetle ders
sayarak sunanlar ve bu “ders”te bir terslik olduğunun farkında olmayanlar
kırılmasın ki, Bu “ders”, zalimin tımarını andırmaktadır. Öyle bir derse
benziyor demek istiyorum. Oysa gençler tımar edilmek değil, eski ama eskimemiş
komünistlerden devrime götürecek ilkeleri anlatarak kılavuzluk etmelerini
bekliyor. Gençlere kendi başına ve yoldaşları ile birlikte öğrenmenin
ilkelerini anlatmalarını bekliyor. Gençler, eski ama eskimemiş komünistlerden,
sınıf savaşı kızıştığında, tarih hızlı aktığında ortaya çıkan büyük olaylar
yeni toplumsal katmanları meydana çıkardığında, dolayısıyla yepyeni ve kalıcı
sorular ve sorunları ortaya koyduğunda, kaçınılmaz olarak görülen,
gruplaşmalarda, dönüşümlerde nerede durmaları gerektiğinin ipuçlarını
beklemektedirler. Bu, gençlere borcumuzdur. Bunun için, bu “ders” son derece
terstir. Üstelik gerçeklerin, dolayısıyla gençlerin durması gereken zeminin
üzerini kapatıyor.
Borcumu ödeyeceğim ve gençler, hâlâ alacaklı olduklarını ve de borcumu
yeterince ödemediğimi veyahut da kalp ödeme yaptığımı düşünüyorlarsa, en sert
eleştirileri dahi kabulümdür ve mutlaka borcumu tamamlarım ve mutlaka
eleştirilere şükran duyarım. Eksiğim varsa tamamlar, yanlışım varsa düzeltirim.
Eleştiri, bizim için doğru yolda devam etmemizin motorudur, bu nedenle
birbirimizi eleştirmeye mahkûm olduğumuzu unutmamalıyız. Bu, egemen sınıfa ve
onun egemenlik aracına karşı sağlam temelli mücadele için oluşturulacak veya
nesnel olarak yan yana gelmiş güç birlikleri için de geçerlidir. Ancak bunun
dışındakiler eleştiri alanımızda değildir, daha doğrusu eleştirilerimiz,
tarihsel olarak mahkûm ederek, mahkûmiyetlerini teşhir etmek içindir. Egemen
sınıfın egemenliğine karşı yürüyüşümüzde önümüze çıkanlarla yürüttüğümüz
kavganın içindeki mahkûm edici eleştirilerdir. Ancak aynı yürüyüşün başka
adımında olanlarla eleştirel tartışmamız, onları, Türkiye’nin sosyalist
hareketini en yüksek düzeye yükseltmek sorumluluğuna çağırmak içindir. Ve bu
bir tasniftir. Aynılar aynı yere, ayrı olanlar ayrı yere. Artık aynılar ile
ayrılar daha kolay ayırt edilmektedir, ben biraz daha kolaylaştırdığıma
inanıyorum.
Bu yürüyüşte ve bu yürüyüşün varması gereken yere vardırılması sorumluluğu
yanında, birbirimizi eleştiriler nedeniyle kırmak hiç önemli değildir.
Eleştiriler, sorumluluğumuzun eksiksiz ve en üst düzeyde kotarılması içindir.
Bugün zayıf durumdayız, ancak bundan önceki görkemli kalabalık zamanında da
güçlü değildik; en azından zor olan hiçbir işi çözemedik. Bu gün de
önümüzde zor işler var ve son derece karışık bir yumak mislidir. Çözmek için
güç toplamak veya yaratmak gerekiyor. Bunun için ise öncelikle akıl gerekiyor.
Daha doğrusu, geriletilmiş akılları yerine koymak gerekiyor. Güç yaratmak ve
biriktirmek politika sanatının içindedir ancak bu, teoriye olan ihtiyacı öne
çıkartıyor. Şimdi, bu zayıf durumumuzda, politika daha da zor iştir. Ancak
güçlenmek ve güç biriktirmek zorundayız. Bunun teorisini formüle etmek
hepimizin sorumluluğundadır. Bunun anahtarı ise, farklılıkların zenginliği değildir,
tam aksine farklılıkların törpülenmesidir. Eleştiri bunun için gerekiyor.
Eleştiri netleşerek ilerlemeyi anlatıyor. Netleşerek ilerlemek, güç
biriktirmektir.
İşte bu yüzden dediklerimi adamakıllı eleştirmekten kendini alıkoymayan
arkadaşlarıma şükranlarımı ifade ediyorum.
Ve bu girişten sonra, iyi okumalar, tekrar tekrar okumalar dileyerek
borcumu ödemeye başlıyorum.
Bugün bu coğrafyada yapılmak istenenler yeni ve merkezinde İsrail olan bir
Osmanlı İmparatorluğu kurmaktır. Bu, ulus-devlet sistemini yıkmak demektir. Bu,
bölgedeki devletleri istikrarsız ve güçsüz hale getirmek ve öyle tutmak
demektir. B,u Chomsky tarafından da ve daha çok Siyonist belgelerine
dayanılarak açıklıkla ortaya konan bir tespittir. Yani yorum değildir. İsrail
bölgede Osmanizasyon’a mahkûmdur. Bölgede, ülke sınırlarının anlamını
yitirmesi, ulus-devlet sisteminin çökmesi, etnisite ve dinsel cemaatlere
Osmanist “millet” formunun verilmesi, Chomsky’ye göre İsrail’in bir devlet
politikasıdır.
Öyleyse anlaşılıyor, bu Osmanlı İmparatorluğunun merkezinde İsrail vardır.
Bir Moiz Cohen vardır kendinden içeri; ünlü Siyonist ve iktidardaki
İttihat-Terakkinin adamıdır ve Türkiye’de adı Munis Tekinalp’tir, Cumhuriyet
döneminin Kemalist ideolojisini yazanlardandır. Osmanlı döneminde Moiz Cohen ve
Jön-Türk ve de Yahudi bir aktivist idi, Cumhuriyetle birlikte, Munis Tekinalp
ve Kemalizm’in ideologudur. 9.Dünya Siyonist kongresinde Osmanlı delegesidir ve
Osmanlı Yahudilerini ve tabii iktidardaki İttihat-Terakkiyi temsil ediyordu. Biz
bunu pek telaffuz etmeyi sevmeyiz. En çok anti-Kemalizm yapanlar dahi
Tekinalp’in Kemalistliğini ve Kohen’in Siyonistliğini hatırlamak istemez.
Kongrede “Biz Osmanlı Siyonistleri” diyerek giriş yapan Munis Cohen, bu
kongrede, Yahudilerin Türkiye’ye göçü konusunun ilk defa 1908 Meşrutiyet
İhtilali sonrası gündeme geldiğini belirtiyor. Ve şöyle devam ediyordu; “Birden
kavuştuğumuz bağımsızlığın sarhoşluğu ve sevinci, bizleri, yaşadıkları
ülkelerde zor durumda bulunan kardeşlerimizi Türkiye’ye göç etme konusunda
umutlandırıyordu. Anti-Siyonist düşüncelerden uzak kalmış tek ülke Türkiye’yi
bizler zamanımızın Kenan Ülkesi, İsrailoğulları’nın kutsal toprakları olarak
değerlendiriyor ve kardeşlerimizin modern ülkelerin zulmünden ve kentlerin
uşaklık ve ezikliğinden kurtulmaları için tek çözüm olarak görüyorduk.
Türkiye’de ortaya çıkacak bir Anti-Siyonist hareketi etkisiz kılacak bir başka
gizil güç daha bulunmaktadır. Bu gizil güç de, Yahudilerin kendi aralarında
dayanışmasından başka bir şey değildir. Evet, Türkiye’ye gerçekleştirilecek
büyük bir Yahudi göçü ülkemizde dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan atak bir
güç olacaktır.”
Görülüyor, Cohen’in işareti ile Bilge Hasan amcamızın vurgusu çakışıyor;
Bilge amca, paşayı kastediyor ama aslında tam üstüne basıyor; Kenan Evren
Paşa’nın misyonu- veya bu misyonun yüklenmesi gereği Genel Kurmay başkanlığına
getirilmesi- tam da Cohen’in işaret ettiği Kenan Ülkesini Türkiye’de kurmak
içindir. Bilge amca bu tarihsel gerçekliği biliyor mu? Bunu bilmiyorum ama
vurgusunun çarpıtmak için olduğunu görebiliyorum. Burada Kemalizmin Evrimi’ni
göremiyoruz, olsa olsa Judaizmin Kemalist kalıptan sıyrılıp, yeni ve belki de
kendi kalıbına dönmesi olarak nitelenebilir. Dün Kemalizmin ideologu olanların,
bugün Kemalizmden başka deccal tanımaması bundan olsa gerek.
Hoş bu vurgum nedeniyle Bilge Tezcan, daha önce de olduğu gibi, boynuma
Anti-Semitist yaftası asabilir ama bence gerçekler bu yaftadan daha ağır
basacaktır.
Cohen bununla da kalmıyor, “ Ayrıca bizde kendilerini asimile edecek daha
yüksek bir kültür olmadığı için, göç eden Yahudiler kültürel kimliklerini
koruyabileceklerdir.”
Bunları sağolsun İletişim yayınları haber veriyor; daha doğrusu, haber
verenlerin haberini kitaplaştırmıştır. Merak edenler, J.M.Landau’nun,” Tekinalp
Bir Türk Yurtseveri 1883-1961 ) adlı 1996 da yayınlanan eserine bakabilirler.
“ Osmanizasyon, ne kadar itici ya da tiksindirici olursa olsun, Yişuv’un
devamlılığını garantileyebilmek için geriye kalan tek yoldur.”(Profesör İ.Friedman
–Germany Turkey Zionism 1897-1918)
Bu politika, Siyonistler için de tek yol olarak görülüyor ve
İttihat-Terakki ile pazarlıklar artıyor. Tabii İttihat Terakki şeflerinin de
projeye sempati duyduğu açıktır.
Bir “İmmigration Kompani” kuruluyor. Ve İttihat-Terakkinin önde gelen
yöneticilerinden olan Dr. Nazım, bu birliğin veya şirketin yönetim kurulunda
olmayı kabul ediyor ve Türkiye’ye 8 milyona kadar Yahudi almaya hazır olduğunu
bildirmektedir. (Prof. İ.Friedman haber vermektedir.) Jön-Türk devriminin
yapıcılarından olduğu söylenen Dr. Nazım’ı, İzmir Suikasti bahanesi ile Mustafa
Kemal’in astırdığını biliyoruz.
İmmigration Kompani, Osmanizasyon politikasının içindedir ve birinci
savaşın başlama ihtimali bu projeyi hızlandırmıştır. Hem şimdi öyle olduğu daha
net anlaşılıyor, hem de bunu haber veren kaynaklar var. Ancak birinci savaş,
beklenenin aksine bu projeyi başarısızlığa uğratıyor ve 12 Eylül darbesi ile
yeniden bu proje ısıtılıyor. Şimdi en sıcak noktasındadır. Bu projenin ilk
olarak, Jön-Türk devrimi ile harekete geçtiğini Munis Tekinalp’ten biliyoruz.
Tekinalp’in kongredeki ifadelerine göre, Jön-Türk devrimi ,“Osmanizasyon”
kapısını (Türkleşmek, İslamlaşmak, Batılılaşmak, kapısı olarak da
anlayabiliriz), açıyor. ( Nabi’nin ve türevlerinin Batılılaşma aşığı olmasının
ve aynı zamanda mürteciliğinin tavan yapmasının kökü belki biraz
anlaşılıyordur. ) Böylece Yahudiler’de, Türkiye topraklarını “yurt” sayma
kararlılığı artıyordu.
“Osmanizasyon” politikası ise, Yahudilere Osmanlı tebaasına girmeyi şart
koşuyordu.
Bu küçük hatırlatma ile Kemalist Cumhuriyet –Osmanist Cumhuriyet dizilişi
ile devam ediyorum.
Bu dizilişin bir tarihsel-nesnel diziliş olmadığının altını çiziyorum.
Burada Judaik bir öznellik olduğu açıktır. Ve artık saklanmamakta olduğunu
görebiliyoruz. Diğer yandan Kürt coğrafyalarındaki hareketlenmeyi de
bunun,”Osmanizasyon”un, içinde saymak eğilim olmaktan çıkmıştır ve koca bir
çıplak gerçek olarak karşımızda duruyor. Hatırlatarak geçiyorum.
Burada bir hatırlatma daha eklemek istiyorum, Emperyalizm teorisini
kuranlardan biri olan J.A.Hobson, Judaizm ile emperyalizmi bir arada
görmektedir. Teoreminin dayanağı ise oldukça ilginçtir.
Bugün Siyonist parmaklı bir Osmanizasyon denemesi gerçek olmaya pek
yakındır. Türkiye’de iktidara çok yakındır demek istiyorum, hatta iktidardadır
diyebiliriz. Diğer yandan Osmanlı topraklarının “kutsal toprak” olarak kabul
edildiğini biliyoruz. İlk Moiz Cohen haberini vermişti.
Peki, nasıl bir Osmanizasyon?
Hiçbir güçlenmenin kabul edilmediği; aynı zamanda hiçbir yayılmacı
politikayı taşıyan politikacıya izin vermeyen; Kutsal Topraklar olarak tarifi
yapılmış olan bu topraklarda İsrail’in dışında bütün devletlerin zayıflatılmış
olması; yine İsrail dışındaki devletlerde iç karışıklıkların kalıcı olması.
İşte Siyonist eli mahsulü Osmanizasyon budur. Ve bunun Jön-Türk devrimi ile
başladığı, Birinci savaşın işaretleri ile ciddiye bindiği ve Birinci savaşın
yarattığı başarısızlık ile bu günlere ertelendiği artık daha net
anlaşılmaktadır.
Bu politikanın, Osmanizasyon, Osmanlı İmparatorluğundan kalan bu
toprakların (sadece Türkiye olmadığı açıktır), etnik ve dinsel cemaatlere
bölünmesi olarak formüle edildiği de açıklıkla görülmektedir. Neredeyse kör
gözler bile görebilecekken, cin gibi bakan gözlerin bunu görememesi
düşündürücüdür, ekliyorum.
Kemalizasyon, Osmanizasyon politikasının başarısızlığa uğramasının sonucu
olabilir mi? Ya da belki, Osmanizasyonu, Kemalizasyon içinde biriktirmek olarak
düşünmek gerek! Evet, düşünmek gerekiyor. Kim bilir belki de Kemalizasyondan bu
kadar çabuk vazgeçebilmek bundandır! Bu da düşünülmelidir. Tabii düşünmeyi
unutmadı isek veya “öğretilmiş düşünceler” taşımıyorsak.
Türkiye’de belki çok kolay kazanıldığını söyleyebileceğimiz Kemalist Devrim
ile Kemalizasyon çok fazla ciddiye alınmaktadır. Batı’nın ve Sovyetlerin de
aynı yüceltme içinde olduklarını biliyoruz. Bu abartmanın mantıksal uzantısı
olarak, ordunun Kemalizm’e sonsuza dek bağlı olduğu abartması bir dogma misli
orta yerde kalmıştır. Oysa Türkiye’deki dinsel deformasyon, TSK eli mahsulüdür.
12 Eylül Faşist darbesi ile birlikte İmam Hatip Okulları genişledi ve öteden
beri büyütülen tarikatlar ortalığa saçılıverdiler ve devletin şemsiyesinin
altına daha fazla girdiler. Bunu hepimiz biliyoruz. Öyleyse Kenan Evren’i bir
Kemalist saymak ve böylece Kemalizm’in devam ettiğini kabul etmek ve bunu kabul
ettirmeye çalışmak, son derece manidar ve son derece sığ bir düşünce ve dar bir
politikadır. Hatta çıkmaz sokaktır.
Üstelik bu biçimdeki bir devamlılığı bilimsel bir söyleme oturtanlar,
devletin devamlılığı ilkesini dolayısıyla 12 Eylül rejiminin devam ediyor
olduğu gerçeğini ve en önemlisi bir devamlılık varsa onun, “Kenanizm”in, RTE
ile AKP ile devam ettiğini görmezden gelmeleri, hatta akıllarına bile getirmemeleridir.
Üstelik “ Kemalizm- Kenanizm “devamlılığından veya evriminden söz edenler,
Kenanizm ile kavga etmemekte ama Kemalizm ile kavgayı bir Politika
saymaktadırlar. Bunun politik-pratik yansıması ise artık çişini bile tutmakta
zorlanacak denli bitkisel hayatta olan Kenan Evren paşanın, yargılanması
tiyatrosuna dâhil olmak olarak kendini göstermektedir. Çünkü çıkmaz sokak, adı
üstünde ve çıkamıyorlar, hep Kemalizm sayıklıyorlar ki, başka bir abartmadır.
Abartmadır ve önceki abartmalara uymaktadır ve böylece de Kemalizasyon içinde
Osmanizasyonu biriktirmek ve yerleştirmek hem devam etmekte ve hem de
gizlenmektedir.
12 Eylül, aşırı ölçüde dindar ve hissedilir ölçüde dominant özellikler
gösteren bir tüccar düzenini yerleştirmek için ve sanıldığının aksine 24 Ocak
ekonomik kararlarından da önce yani 1978 in başında, Kenan Evren’in Genel
Kurmay Başkanı oluşundan da önce ihtiyaç olarak doğmuş veya keşfedilmiş olup,
hızla uygulanmasının koşulları yaratılmıştır. İlk hamle elbette ki, Kenan
Evren’in, hâlâ devam eden yöntemlerle Gn. Kurm. Bşk. Yapılmasıdır; Mart 1978dir
ve ardından biliyoruz ki, Aralık 1978 de sıkıyönetim ilan edilmiştir ve hiç
kalkmamıştır. 27 Aralık 1979 da uyarı mektubu ve arkasından müdahale kararının
onaylanması ve bu kararın sıkıyönetim komutanlıklarına da sözlü olarak
dolaştırılıp onaylatılması ve 12 Eylül 1980 günü faşist darbenin
gerçekleştirilmesi. Bunca zaman toplumun ve devletin bütün katları sanki kış
uykusundadır; birkaç işaret dışında, her yerde sanki bir sessizlik konsensüsü
vardır ki, bunun anlamı hoş geldin sessizliğine hazırlık olsa gerektir ve
geldiği anda sessizlik on kat, belki de bin kat fazlalaşmıştır.
Örnek olsun, hoş DİSK çoktan bitkisel hayata girmiş idi ve kitlelerdeki
hareketlilik katsayısı yatay düzlemde yüksek, derinlemesine ise ölü bir durumda
idi ama yine de egemenlerdeki korku boşuna değildi ve kitleler, örgütlü ve
kitlesel hareketliliğin sonucunda ellerine önemli kazanımlar geçeceğinin
eylemsel bilincini henüz unutmamıştı; Örneğimi DİSK genel sekreteri Karaca’dan
aktarıyorum, “ Biz darbenin geleceğini biliyorduk ama 12 Eylülde geleceğini
bilmiyorduk (oldu’ bir de saatini de verselerdi size) o nedenle Süleyman Üstün
12 Eylül’de sendikada toplanalım grevleri konuşalım derken, ona bir şey
diyemedim.”
Evet, Karaca, o da Tustav’ın sözlü tarih grubunda estirilen rüzgârla
aktardığı anılarında böyle diyordu ve TKP yönetiminin ise hiçbir uyarıda
bulunmadığını hepimiz biliyoruz. Bulundu ise de şimdi bir tarikat olarak,
Nabiciler de diyebiliriz, kendilerine “özgür komünistler” diyen tayfadan
başkalarına ulaşmamıştır. Bunu şimdi daha net görebiliyoruz.
Peki, bu ne demektir? Bunun anlamı, 12 Eylül askeri darbesi, darbe
olmasının ve faşist olmasının ötesinde, çok daha geniş bir politikanın ki şimdi
daha net bu da görülüyor, “Osmanizasyon” politikasının vücut bulmuş hali
olmaktadır. Ve bu tümüyle ve özellikle ABD-AB emperyalizminin dümenini aniden
kırdığı Yeni Dünya Düzeni yöneliminin içindedir ve onunla uyumludur.
Emperyalist kapitalizm, bu düzen için bir; dinselleşmeye, iki; ulus-devlet
sisteminden kurtulmaya ihtiyaç duymakta idi ve 12 Eylül bunun üzerine gelmiştir
ve durmamıştır. Lazım gelen ne varsa bir bir ve temelleri çok önce atılmış
Osmanizasyon projesine de uygun olarak - ki bu YDD projesinden ayrı değildir,
YDD de tümüyle Siyonist katlarda pişirilmiştir- yerine getirmiştir. O kadar
öyle yerine getirmiştir ki, bu topraklara iyiden iyiye nüfuz etmiş, her gün
yeni bir versiyonunu yerleştirmek, beğenmediklerini bozup, düzeltmek için
yaptığı hamlelerde hiç zorluk çekmemektedir.
12 Eylülün öncesinde, problem olmayan bir problem olan Türkiye var. Problem
iç savaştır, her gün onlarca insan ve daha çok aydınlar öldürülmektedir ve iki
taraf da korku içindedir ve bu bir problemdir ama “no problem”dir; çünkü
problem bu günler içindir, sonrasında 12 Eylül problemi çözmüştür. Çok yaşa
Kenan Evren paşa! Olmuştur. O gün bugündür,12 Eylül öncesinin artıkları,
döküntüleri “çok yaşa Kenan Evren, çok yaşa Kenanizm!” demektedir. Hemen
hepsinin 12 Eylül rejimine kapılanmış olduğunu şimdi daha net görüyoruz. O
kadar öyle ki, Nisan günlerindeki Lenin’in “Eski Bolşevikler” ,”Arşivlik
Bolşevikler” nitelemesini ve hepsini tarihin tozlu arşivine kaldırdığını, yani
bütün düzene kapılananlardan koptuğunu, tek başına kalmayı bile göze aldığını
hatırlıyoruz.
İşte tam burada çok önemli bir gerçeklik var; Amerika’nın ve İsrail’in son
derece güçlü olduğu bir Türk Silahlı kuvvetleri var ve Kemalizmden çoktan
kopmuşlardır. Öyleyse ufukta ve 12 Eylülcülerin elinde adı konulmamış bir
İslamik parti var ve oraya doğru sondaja devam ediyorlar. Sondaj tamamlanmış ve
sonunda da aranan kan bulunmuştur. Eski kanlar yetmemektedir ve araya araya
yenisini bulup çıkarmışlardır ki, sırf bunun için bile çok deneme yapılmış, çok
kan akıtılmış, çok çukurlar kazılmış ve sonunda, 23 yıl sonra, istenilen kan
bulunmuş ve hasta hazırdır ve hastanın problem olmayan problemlerinin de artık
şıppadanak ve elbirliği ile “çözüm”ü hazırdır. Çözüm, Osmanizasyon’dur.
İşte Bilge amcanın vurgusu burayı ( Kemalizm= Kenanizm demektedir) işaret etmektedir ki, bu “çözüm”den ayrı saymıyorum. Ağız birliği yanında “öğretilmiş düşünce” taşındığı açıkça görülüyor. “Kenanizm”, Kemalizmin “evrimleşmiş” hali ise bile, Kenanizm ile kavgayı bırakıp, aksine onun ağzı ile konuşarak, yerini Kenanizme bırakıp tarih olan Kemalizm ile kavgayı bayrak edinmeyi tek politika saymak son derece manidardır ve akıl taşıyanların aklını şaşırtamamaktadır.
İşte Bilge amcanın vurgusu burayı ( Kemalizm= Kenanizm demektedir) işaret etmektedir ki, bu “çözüm”den ayrı saymıyorum. Ağız birliği yanında “öğretilmiş düşünce” taşındığı açıkça görülüyor. “Kenanizm”, Kemalizmin “evrimleşmiş” hali ise bile, Kenanizm ile kavgayı bırakıp, aksine onun ağzı ile konuşarak, yerini Kenanizme bırakıp tarih olan Kemalizm ile kavgayı bayrak edinmeyi tek politika saymak son derece manidardır ve akıl taşıyanların aklını şaşırtamamaktadır.
Öyleyse ne demektir? 12 Eylül’de hem ABD ve hem de İsrail parmağı var
demektir!
Kemalizmi yüksek tutanlar ve aşırı abartanlar, Kemalizmi ( Bilge amcaya
göre “Kenanizm”e dönüştürmüşlerdir ve Bilge amcamız dönüştürenlere işaret
etmemektedir) tarihe gömerek, Osmanizasyonu yüksek tutmakta ve oya gibi işlemek
istemektedirler. Ne de olsa tarihsel ve tarihten gelen “çözüm”leri budur.
Bu fotoğrafın orta yerinden ise sarkan bir gerçeklik daha var, kimine göre
somuttur ama ne yazık ki, bütün fotoğraf soyutlanmadan somutlanamamaktadır ki
yukardan aşağıya bu soyutlamayı yaptığıma inanıyorum ve sarkan gerçeğe işaret
ediyorum; Orta Doğuda ve daha çok bir zamanlar Osmanlı mülkü olan
topraklarda, artık İsrail’in hegemonyası hem belirgin ve hem de belirleyici bir
noktadadır ve bu hegemonyayı kabul etmeyen devletler ve liderleri ile artık
açık olmaya başlayan bir savaş öteden beri vardır, işte şimdi bu gerçek, artık
fotoğrafın en koyu rengi olarak fotoğraftan taşmaktadır. Ve yanı başında sarkan
başka bir gerçeklik de, özellikle Suriye-Esad gerçekliğinde, İsrail’in
hegemonyasının çatırdamakta olduğunu ve bunun, bu bölgedeki anti-Siyonist, anti
Amerikancı dinamiklerin kararlılığını daha da pekiştirmekte olduğunu ve de bu
hegemonyanın yıkılabilir olduğunu hissettirmektedir. Ve bu sarkan gerçeklikler,
birkaç bütün fotoğrafın en arkasında yer alan çok daha büyük bir fotoğrafın
varlığını açığa çıkarmaktadır ki,ABD-İsrail ve AB nin YDD sinin bu fotoğrafta
olmadığını ve bu fotoğrafın YDD’ nin fotoğrafından daha geniş ve daha bir
nesnel renkler taşıdığını çok net olarak göstermeye başlamıştır.
Neticede ortaya saçılan renkler veya fotoğraf kareleri o kadar net olarak
gösteriyor ki, Türkiye’nin İslamlaştırılması da,Osmanlılaştırılması da TSK nın
yüksek kadroları eli mahsulüdür ve Evren ile sınırlı değildir ve Evren zamanı
ile de sınırlı değildir. Ancak başrolde hep TSK yüksek kadroları var ve şimdi
içlerinden bazıları zindandadır, TSK daki dönüşüm tamamlandığında ki, bu
Kemalizm’in tümüyle kazınması demektir, salıverilmelerinde mahsur
kalmayacaktır. Bu, zindanda kalmalarına gerek kalmayacaktır anlamındadır.
İslamizasyon da, Osmanizasyon da sınıfsaldır ve hatta hâlâ “Kemalizasyon”
illüzyonu peşinde koşmak, İslamizasyonu ve Osmanizasyonu ve buradaki
sınıfsallığı görmeyip “Kemalizm”den başka deccal tanımamak da sınıfsaldır. Daha
doğrusu aynı sınıfsal kategorinin içindedir.
“Öğretilmiş bakış” tam da buradadır. Emperyalist politikalara ve hâlâ devam
eden Eylülist politikalara tabi ve içindedir.
Burada başka ne var? Diye sorarsak; gördüğümüzün ve vereceğimiz cevabın,
Harp Akademilerinde, Türk-İslam Sentezi kadrolarının, Aydın Ocaklarından Hızır
gibi yetişen aydınların,”hoca” olduğu açıktır. Ayrıca, TSK nın yüksek
kadrolarının, büyük büyük zenginlerin ekonomik, dolayısıyla politik programının
uygulayıcısı olduklarını görürüz. İslamlaştırma ve Osmanlılaştırma temel
politikadır ve bu politika tümüyle sınıfsaldır ve ekmek arası soğandan, ekmek
arası havaya geçiş, yani ücretli kölelikten, kırbaçlı köleliğe geçiş için
olmazsa olmaz şarttır. Hem içerde hem dışarda politika budur; bir paralellikten
söz etmiyoruz, bu politika hem içeri, hem dışarıdır, iç içedir ve böyle bir
bütünsellik taşımaktadır.
Peki, ekmek arası soğandan, ekmek arası havaya geçiş sırasında ne olabilir?
Bu ekmek arası soğanı kabul ettirmek için onca disiplini, başka ifadeyle
sessizliği, devlet zoru ve yaydığı korku ile ancak sağlayanlar, ekmek
arası havayı ve elbette kırbaçlı köleliği aynı zor ile kabul ettirmenin kolay
ve mümkün olmadığını görmektedir; mümkün olsa bile maliyeti çok yüksektir ve de
riskleri vardır; öyleyse yeni ve oldukça ucuza sağlanan disiplin, İslamizasyon
ve Osmanizasyondur ki bu, çok muhterem Bilge amcamızın- aklı şaşırtmak
için vurulan bir vurgusu olsa da - vurgusundaki “Kenanizm” gerçeğinin ta
kendisi olmaktadır.
Kenanizm, aşırı din, aşırı ırkçılık ve aşırı işçi düşmanlığı demektir ki,
bunu Lenin 100 yıl önce işaret etmiştir. Komünistlere armağanıdır ama buradan
“işte ‘komünist’lerin hali budur, bu nedenle komünistler nerede denilmektedir
yoldaş Lenin! “ yollu haykırmayı bir borç biliyoruz.
Öyleyse vurguyu kalınlaştıralım ki, burada hâlâ Kemalizasyon veya
Kemalist “güç” aramak abesle iştigaldir. Burada Kemalizm yoktur ve
İslamizasyon da Osmanizasyon da, her ne kadar Kemalizasyonun içinde
biriktirilmiş olsalar da, Kemalizmi ve Kemalizasyonu dışlamaktadır. Artık onlar
için Kemalizm yoktur ve hâlâ seslerini duymaktan bu nedenle şaşkınlık
geçirmektedirler ve her boydan ve soydan kendilerine kapılananları göreve
çağırmaktadırlar veya o kapılananlar kendilerine bu durumdan vazife
çıkarmaktadırlar.
Peki, olmasını mı istiyoruz? Daha doğrusu komünistlerin, sosyalistlerin
istediği bu mudur? Yani kurtarıcı olarak Kemalistleri ve Kemalist ideolojiyi mi
çağırıyorlar?
Tek kelime yeter ve milyonlarca kez yinelenmiştir; hayır?
Sosyalistler ve komünistler bilirler ki, onları Kemalizm ilerletmez,
ilerletmedi ve aksine köstekledi ve başarılı olamayınca, yol uzayınca
yönetimlerini de güçlerini de dinci akımlara teslim ettiler; ancak komünistler
ve sosyalistler ki, devlet kapısına öyle ya da böyle kapılanmamış olanlardan
söz ediyorum, bir şeyi daha bilirler; o da, içinde bulunulan tarihsel
koşulların karmaşıklığında Kemalizmden daha geriye gitmeyecekleridir.
Türk –İslam sentezi, İslamizasyon ve Osmanizasyon hamlesinin hem ideolojisi
ve hem de hazırlanışını kolaylaştıran bir hamledir ki, bunun da yüksek
“Kemalist” kadrolarca ve TSK yüksek kadroları eliyle kotarıldığını biliyoruz.
Burada Aydınlar Ocağı Türk-İslam sentezinin en önemli kurucuları olmaktadır
ki, Ocağın kuruluşu 12 Eylülün çok öncesindedir. Öğrettikleri ise öz olarak ve
kısaca, “İslam Türk kültüründen üstündür ve eğer o olmasaydı Türk kültürü
yaşayamazdı; ama Türk kültürü de İslamı korumuş ve güçlendirmiştir.”
Bu konuda ki Ürüncülerin teorisyeni olduğunu ve bu nedenle Almanya’daki
“eski komünistlerden” epey bir eleştiri aldıklarını biliyoruz, Taha Parla’dan
söz ediyorum, söyledikleri oldukça öğreticidir. Aktarıyorum.
“İşte 12 Eylül’den sonra meydana geldiğini düşündüğüm değişiklik,
yönetimlerin ve bürokrasinin, klasik laik çizgiyi bırakarak, Türk-İslam sentezi
adı altında, vurgu Türk’te, oluşmaya başlayan dinci bir milliyetçiliğe, vurgu
milliyetçilikte, razı gelişleridir. Bu sentezde din, bir ahlak sistemi ve
toplumsal kurum olmaktan çok, bürokratik-otoriter devletin elindeki toplumsal
denetim araçlarından biri olarak görülmektedir.”
Ve devamında dedikleri ise, açıklığı ve öğreticiliği tamamlamaktadır; TRT
nin bir yayınına atıfta bulunan Taha Parla, şöyle devam ediyor; “1985
sonbaharında yayınlanan “laiklik” açık oturumlarında, Osmanlı Devleti’nin
teokratik olmadığı, Atatürk’ün ‘ 2000 yıllık Türk-İslam sentezine’ göre
düşündüğü, laikliğin din-devlet ayırımı olmayıp, tam tersine, laik öğretimin,
dinin denetim ve gözetimi altında bizzat ve önemle devlet tarafından
öğretilmesi olduğu, bilimsel ve mantıklı bir biçimde anlatılmıştı. Ve farklı
görüşlere yer vermediği için de bu bir endoktrinasyon (beyin yıkama olarak
kullandığını sanıyorum) girişimi olmuştu.” Diyor ki, bu kadar değil;
“20nci yüzyılda ‘dualı’ milliyetçilik, modernleşmeyi değil, yeniden
gelenekselleşmeyi temsil etmiyor mu?” sorusuyla bitiriyor. (Taha Parla-Din ve
Milliyetçilik –Yeni Gündem 19 Mayıs 1986)
Aydınlar Ocağı mı? Herhalde herkes biliyordur ama vurgulamak açısından, bu
Ocağın, tarikatçı ve ırkçı öğretim üyeleri ile bürokratları birleştiren bir
yapı olduğunu hatırlatmak yararlı olacaktır. İşte Türk-İslam Sentezi adı
verilen Arabistan’dan hareketle iç Asya’ya yayılan totaliter-expansiyonist
ideoloji, bu “Ocak” tarafından pişirilmiştir. Ve bu ocağın kadroları, önce Türk
Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu olmak üzere, Atatürkçü bütün merkezleri işgal
etmişlerdir ve dolayısıyla hiçbir Atatürkçü kurumda Kemalizm, bir güç olarak
kalmamıştır. Dolayısıyla hal böyle iken, bir Kemalizm’e dönüş yaşanması ve
bunun yarattığı sendrom,“yeni” 12 Eylül rejimini, RTE ile devam eden “Kenan
Evren Diktatörlüğü”nü şaşırtmakta ve öfkelendirmektedir; bazılarının yeniden
üzerine vazife almasının nedeni de bu olsa gerektir.
Ve hatırlatmaya gerek yok ama ben yine de altını çizmek istiyorum ki,
Osmanizasyon olmasa da, İslamizasyon, TC nin dönemsel her safhasında olmakla
birlikte, 12 Eylül ile en tam ifadesiyle yerine oturtulabilmiş ve gericilere
altın bir çağ yaratmıştır ve İslamizasyon temel olarak sol’un yükselişine karşı
bir tertip olmaktadır. Bunun içindir ki, yani her dönem içinde büyüttüğü
İslamizasyonla birlikte Kemalizm, sol’un yükselişini durdurmaya ve terbiye
etmeye yetmediği için, Kemalistler Kemalizmden de cumhuriyetten de vazgeçmiş ve
yönetimi dinci akımlara teslim etmişlerdir.
Dolayısıyla solu topyekün gömmek için, Kemalizm’in ve en son ve en
demokratik noktasını ki, sol’un en önemli sığınakları ve barınakları buradadır,
27 Mayıs ile yaşadığımız demokratik cumhuriyetin kökünü kazımak, olmazsa olmaz
idi. Bir devlet politikası olduğu açıktır. Ve bunda en çok yardımı,12 Eylül
öncesinden kalan solun artıklarından, döküntülerinden, vurgun yemiş
politikacılarından, sendikacılarından, aydınlarından almışlardır.
Şimdi bile bu yardımın devam ettiğini görmek, daha doğrusu hâlâ bu yardımı
esirgemeyenleri görmeyenleri veya görmezden gelenleri görmek, son derece üzücü
ve şaşırtıcıdır. Ancak ne üzülüyoruz, ne de şaşırıyoruz, sadece deşifre
ediyoruz ki, tarihsel olarak sonlarına koşmaktadırlar ve yardımları ile “yeni”
12 Eylül rejimini belki biraz rahatlatabilirler ama kendi sonlarını
çabuklaştırmaktadır.
Aşırı dinsellik ve ırkçılık ile İslamizasyon ve Osmanizasyon orta çağa
dönüşün hem habercisi ve hem de hazırlayanı olmaktadır. Emperyalist dünyada
düğmesine basılan orta çağa dönüş hamlesi, bu bölgede ve
İslamizasyon-Osmanizasyon hedefi ile ve de 12 Eylül faşist darbesi ile ardından
yerleştirilen ve “yeni” sureti ile hâlâ devam eden 12 Eylül Kenanist rejim ile
kotarılarak gerçekleştirilecek ve yayılacaktır. Emperyalist ABD-AB ve İsrail
için bir Yeni Dünya’dır ki, Laisizme, rasyonalizme yer yoktur. Bunlar yoksa
orta çağ kapıdadır ve kapıdadır.
12 Eylül ve baş aktörü Kenan Evren, genel Kurmay koltuğuna tesadüfen veya
bir silsilenin devamında oturtulmamıştır; Kenan Evren sırtında taşıdığı,
cumhuriyeti çökertme misyonu ile oturtulmuştur ki, RTE ve AKP ile devam
etmektedir.
İşte bütün açılan kapılar ve kapatılan kapılar, tam bu noktadadır, bir tarafı aydınlığa kapalı kapılarla, diğer tarafı karanlığa açılan kapılar ki, orta çağ eşiğinde olduğumuzun işareti olmaktadır, İşte sosyalistler, komünistler daha geri gitmeyiz derken bu karanlığa açılan kapıdan söz etmektedirler ve kapalı olan kapıları zorlayıp dönecekleri aydınlığın ise, henüz sosyalist cumhuriyeti aydınlatacak bir aydınlık taşımadığının bilincindedirler ki bu da komünistlerin hem karanlık kapıları kapatmak ve hem de aydınlık kapıları açmak tarihsel misyonu ile karşı karşıya olduklarını açık ve net olarak göstermektedir.
İşte bütün açılan kapılar ve kapatılan kapılar, tam bu noktadadır, bir tarafı aydınlığa kapalı kapılarla, diğer tarafı karanlığa açılan kapılar ki, orta çağ eşiğinde olduğumuzun işareti olmaktadır, İşte sosyalistler, komünistler daha geri gitmeyiz derken bu karanlığa açılan kapıdan söz etmektedirler ve kapalı olan kapıları zorlayıp dönecekleri aydınlığın ise, henüz sosyalist cumhuriyeti aydınlatacak bir aydınlık taşımadığının bilincindedirler ki bu da komünistlerin hem karanlık kapıları kapatmak ve hem de aydınlık kapıları açmak tarihsel misyonu ile karşı karşıya olduklarını açık ve net olarak göstermektedir.
“Eski solcu”ların buna, Kemalizm kuyrukçuluğu veya Kemalizm savunucusu diyerek
gerçekleri savuşturmaları mümkün değildir.
Ve bu “eski solcu”ların da zihnini açmak için ekleyelim; dinselleşme
burjuvazide, egemenliği eline aldığı andan itibaren vardır, ancak şimdi dönülen
dinsellik daha derin bir dinselliktir ki bunu “Kemalizm hâlâ işbaşında” olarak
algılamak akıl körlüğünden başka bir şey değildir.
Yapılan veya inşaatı devam eden, Türkiye’yi, Tanzimat öncesine çekmektir.
AKP ve her türlü yardımcıları, bunun için varlar ve bu bir karşı-devrim değilse
nedir? Karşı-devrim ise, Kemalizm bunun neresindedir? Soruyorum!
Şimdi biri diğerine tam olarak egemen olmayan, ancak vurgu “yeni”yedir, iki
iktidar olduğunu söylemek ayrıdır, Kemalizm ideolojisi ve dolayısıyla
Kemalistler hâlâ ve başka kılıkta iktidardadır demek başka şeydir ve birincisi
akıl ile bağlıdır; ikincisi ise akıl dışıdır.
Bu durum ise, bir iç savaşın varlığına dalalettir. Bu iç savaşı ise, en
azından bu noktada, burjuvazinin Kemalizm ile gericilik kanadının çarpışmasına
indirgemek veya Bilge amcamızın çıkarımı ile Kemalizm’in kendi kendine veya
yenisinin eskisi ile kavgası olarak görmek, son derece bulanık bir aklın
varlığına dalalettir. Bu, sınıfsal bakıştan uzak olmak demektir ki, 12 Eylül
rejiminin, dolayısıyla İslamizasyonun temel amacı bu idi ve fakat bu, o kadar kolay
kotarılacak bir amaç değildir. Karşısında toplumsal ve ekonomik yasalar var.
Ancak daha önemlisi var ve öfke ile şaşkınlık katsayısını artırırken, “oh
nihayet!” diye nefes alıp, yeni görevler için hazırlananları telaşa ve zorunlu
göreve koşturan bir dönüş var; iç savaşın rüzgârı dönmüştür ve daha da
kuvvetleneceğinin sinyallerini veriyor.
Devam ediyorum; 27 Mayıs devrimcidir; burjuvadır ama devrimcidir ve
demokrasinin olup olabileceği en son noktasıdır ki, hem tarihsel ve hem de
bilimseldir burjuvazi bu noktadan sonra geriye dönmektedir, kendi
yarattıklarının kökünü kazımak, ömrünü kurtarması için gereklidir. Demek ki,
sınıfsallık var ve sınıfsallık, belirleyici olanın Kemalizm değil, burjuvazinin
gelip dayandığı ve tarihin gerisine açılan noktadaki karşılıklı sınıf
ilişkileri olduğunu göstermektedir; Kemalizm, bu noktaya giden yolda bir
duraktır veya bir kaldıraçtır ve durdurulmuştur, bütün kaldıran mekanizmaları
kökünden kazınmaktadır. Sınıfsallık, büyük zenginleri Kemalizm’den kurtulmaya
ve İslamizasyon ile Osmanizasyona sarılmaya itmektedir. Burada Kemalizm’den
çok, Kemalizm’e saldırıdır İslamizasyon ile Osmanizasyonun kaldıracı. Son
derece ideolojik ve politiktir. Sınıfsaldır diyoruz.
İslamizasyon ile Osmanizasyon’un kaldıracı olarak ve hatta ortaçağ
karanlığına giriş kapısı olarak Kemalizmi - her ne suret ile anılsa bile-
görmek sınıfsal olmadığı gibi akıl dışıdır da.
Diğer yandan ve az önemli değildir, Kemalizmi Kemalizm yapan sosyalizm için
yola çıktıklarını eylemleri ile gösteren eski soldur, benden daha eski
oldukları kesindir; Ondan önce Kemalizm’in olmadığı da kesindir. Bu nedenle,
dünün Kemalizm’i kodifiye edenlerinin, bugünün Kemalizm düşmanı ve mürtecileri
olması şaşırtıcı olmamalıdır. Bir; Kemalizme ihtiyaç vardı, giderildi, yetmedi
ve şimdi, bu iki oluyor; İslamizasyona ihtiyaç hâsıl oldu, Kemalizm,
cumhuriyeti ile birlikte çökertildi; şimdi eskinin kodifiye uzmanları,
İslamizasyonu ve Osmanizasyonu kodifiye etmekle mahkûm ve maluldürler.
Peki, İslamizasyon ve Osmanizasyon yetecek mi? Hiç sanmıyorum ancak
denemekten vazgeçmeyecekleri kesindir.
Tekelci düzene, egemen sınıfa ve elbette 12 Eylül faşist rejimine,
İslamizasyonun da yetmeyeceği ama artık dönecek bir kaldıracının da kalmadığı
kesindir ve buna rağmen yine yeniden Kemalizm’e bile dönmek istemesi de
muhtemeldir. Ancak muhtemel olan ile gerçekleşmiş olan bir ve aynı değildir.
Komünistler ise, ihtimaller ile değil gerçek ile ilgilidir. Demek ki,
yıkılacaktır ve yıkılan Kemalizm olmayacaktır, Kemalizm ve Kemalist cumhuriyet
zaten yıkılmıştır ve yükselen de Kemalizm olmayacaktır; yükselen sosyalist
cumhuriyet olacaktır ki, iktidar perspektifi veya hırsı olmayanlar bu
gerçeklikle değil, ihtimallerle kavga etmekle ilgilenmektedir. İktidar
perspektifi ise, bir devrimin en önemli ve temel sorunu olmakla, iktidarın
azınlığın çoğunluğa dayandığı bir mekanizma olduğu gerçeğini içermektedir.
Öyleyse Kemalist iktidara değil ama Kemalistler üzerinden ortaçağ kapılarını
açıp, sosyalizme giden yolları tıkamaya çalışanlara karşı, nesnel olarak aynı
eşiğe düştüğümüz Kemalist potansiyele ihtiyaç vardır ve bu bir ittifaktan daha
fazlasıdır. Bu fazlada, Komünistlerin, egemen sınıfa karşı, bütün nesnel ve
öznel güçleri tasnif ederek sosyalist iktidar yürüyüşüne sokma hüneri ve
politikası var.
Bitiriyorum, egemen ideoloji, egemen sınıfın ideolojisidir ve egemen
politika buradan şekillenir diyorum ve ekliyorum egemen ideoloji Kemalizm
değildir ve Kemalizm eninde sonunda burjuvazinin ideolojisidir ancak artık
egemen sınıfın ideolojisi değildir diyorum. Artık egemen ideoloji İslam
olmaktadır. Egemen sınıf emretti ve Kemalistler yönetimi dinci akımlara teslim
ederek çöküşünü seyretmeye daldı. İktidar hâlâ egemen sınıfın elindedir ve ama Kemalistler
iktidarda değildir. Öyleyse Kemalist ideolojiyi bahane ederek egemen ideoloji
ile mücadele etmekten kaçmanın affedilir yanı yoktur diyorum.
Öyleyse Bilge amcaya hatırlatıyoruz;
Bir; TC çökmüştür.
İki; çöken cumhuriyetle birlikte Kemalizm de çökmüştür. Yıkılmıştır demek
istiyorum. Dönüşünü ayrı tutuyorum.
Üç; “yeni” rejimin ideolojisi İslamdır ve politikası hem İslamizasyon
ve hem de Osmanziasyon’dur, orta çağ diyoruz.
Dört; egemen sınıf, büyük büyük zenginler, Kemalist ideolojiyi ve
politikayı değil, İslamizasyonu istiyordu, buna ihtiyaç duyuyordu ve emir
buyurdu, Kemalistler emre uydu.
Beş; demek ki Kemalizm, egemen sınıf için olmazsa olmaz olmamaktadır ve
şimdi olmazsa olmaz İslam ve Osmanlı olmaktadır.
Altı; komünistler, yıkılan Kemalistlerle ittifak peşinde değiller,
Kemalistleri de yıkan, en başta sosyalist hareketi karanlığa açılan kapılara
kilitlemek isteyen egemen sınıfa ve onun egemen ideolojisine karşı, bütün
muhalifler yanında ve en başta kendine dönen Kemalistleri de bir ve aynı yerde
tasnifleyip, hem ideolojik ve hem politik ve ama ille de iktidar perspektifli
bir sosyalist mücadele için seferber etmenin politikasını hüner bilmektedirler.
Bu, geçmişte toplanıp, toplanıp bölünmeye yol açan eylem birlikleri misli
bir politika değildir. Bu, tamı tamına, egemen sınıfa ve onun ideolojik
hegemonyasına karşı bütün güçleri seferber etme politikasıdır. Kemalistler, bu
güçlerin içinde ve başındadır. Ama sosyalistler ve komünistler Kemalistlerin
kuyruğunda değil, hem yanında ve hem de önündedir. Bu bir güç birliğidir ve
Kürtlerin emekçi eğilimleri de aynı yerdedir.
Yedi; dolayısıyla yıkılması gereken Kemalist TC ve Kemalist ideoloji
değildir, o zaten yıkılmıştır, yıkılması gereken egemen sınıfın, tekellerin,
plütokrasinin egemenlik aracı ve ideolojik hegemonyasıdır , “yeni” 12 Eylül
rejimidir ve tekelci düzendir. İslamizasyonu ve Osmanizasyonu çare belleyen ABD
emperyalizmi ve emperyalist kapitalizmin en tepesine çöreklenmiş olan Siyonist
düzeneğin dünya hükümranlığıdır.
Sekiz; Lenin, Rusya’ya dönene kadar Çarlık zaten yıkılmış ve adı sosyalist
kendisi burjuva olan hükümet kurulmuştur ve Lenin çarlıkla bin bir bağ ile
bağlı Rus zenginlerini ve onların ideolojik hegemonyası yanında bütün
küçük-burjuva yılgınlarının hayallerini de yıkmıştır.
Ve bunu, hiç vazgeçmediği iktidar hırsı ile yaparken ve de iktidar hırsı
son derece baskın iken, bir süre, proletaryanın iktidarı burjuvaziye kendi
elleri ile teslim etmesini sükûnetle sürdürmüş ve vakti geldiğinde, “bu kadar
yeter, artık iktidar Sovyetlere!” demiştir. İkili iktidar diyoruz ki son derece
öğreticidir.
Yukarda değindim şimdi tarihin cilvesi bu ki, bu topraklarda da bir ikili
iktidar var ve birbiriyle çarpışıyor. Ve Bilge amcam gibilerin dar ufuklu
bakışları sayesinde ne yazık ki, komünistler, sosyalistler ve elbette işçi
sınıfı ve emekçiler, bu çarpışmada son derece cılız bir konumdadırlar. Neden?
Çünkü epeydir zihinleri bulanık, hafızaları kayıptır. Çünkü bir taraftan egemen
sınıfa karşı nesnel olarak mücadele edecek olan ve eden güçler ile komünistler,
sosyalistler ayırılmış; diğer taraftan, mücadelenin asıl hedefi olan
egemen gücün üzeri örtülerek, kitleler yanlış düşmanın üzerine sürülmüştür ve
bu, son derece koyu bir bulanıklık yaratmıştır. Bu bulanıklığın yaratılmasında
Bilge amcamın ve bağlı olduklarının da payı olduğunu tarih gösterecektir.
Dokuz; son tahlilde ve yakın görünmektedir, belirleyici olan emek sürecidir
ve bu sürecin keskinleştirdiği çelişkiler, işte bu “yeni” ideolojik egemenlik
aracı ile İslamlaştırma ile sessizleştirilmiştir; sınıfsal yaklaşımlar ve
bakışlar, yine bu ideolojinin ve diğer ideolojik araçların hegemonyasında
köreltilmişlerdir. Burada Kemalizm’i göremiyoruz. Ama apaçık ortada olan
gerçekleri görmezden gelenlerin, bu görünmesine imkân ve ihtimal olmayan
“egemen” Kemalizm’i görmek gibi bir üstün yetenekleri olduğunu görüyoruz ve
gülümsüyoruz. Akıl dışıdır ve illüzyondur. Ancak eninde sonunda emek sürecinin
yükselttiği, keskinleştirdiği ve bütün çelişkilerin üstünü örttüğü çelişki
baskın çıkacaktır.
On ve son; bunun için Gaponlara ihtiyaç yoktur, yaşamın yeşil ağacında
yüklü pratik, teorinin önüne geçmiş olan pratik, kitlelerin sınıf bakışını
yerine oturtmaya yeter de artar. Yeter ki, bu bakışa ihtiyacı olan proleter
unsurları, küçük-burjuva unsurlardan koparabilelim, bulaşıklıktan
kurtarabilelim. Yeter ki teoriyi pratiğin gerisinden kurtarabilelim.
Kurtarabilelim ki, son derece hırçın bir şekilde patlamalara gebe olan pratiği,
sezaryene uğramadan kendi nesnel akışında ilerletelim ve doğması gerekeni
doğurtacak olan devrimin teorisini ortaya çıkarabilelim.
Öyleyse şu, açıklıkla görülüyor ki, yani göstermiş oluyorum ki, sevgili
Bilge amcamızın dersi sınıfta kalmıştır eğer gençler bu ilk derse tepkilerini
çürük yumurta ile göstermezlerse, bu, “yeni” 12 Eylül rejiminin ideolojik
hegemonyasının, bu dersi verenlerce devam ettirildiğinin kanıtıdır.
Ve İşsiz –aşsız proleterlere bula bula bu ilk dersi ders diye yutturmak son
derece manidardır.
Söyleyeceklerim burada bitiyor ve borcumu ödemiş olduğuma inanarak;
Sevgilerimi gönderiyorum.
Fikret Uzun
30 Ekim 2012
Öyleyse Gençlerle derslerimize, birinci madde ile başlayalım!
Kemalizm TC. Devletinin resmi ideolojisidir ve bu onun altı okundan biridir yani“olmazsa-olmaz“ ilkesidir. Diğer bir deyimle:“ben devletim-devlet benim !“ bu böyle iken, gel gör, ki kemalizm ve onun savunucuları, sözüm ona bazı“komünistlere“
gore: müttefik sayılıyorlar! Yıkılması gereken devletin ideolojisiyle müttefik olmak, galiba sadece TC, de var! Bu mantığa göre: LENİN, lerin Çarlık Rus devletini yıkmaları, zinhar günahtır!
Tekrarlıyoruz: KENANİZM-KEMALİZMİN bugünkü evrilmiş halidir! Şapkada-takkede-takunyada-çizmede giyer! Onun için önemli olan: devletin ve iktidarın“ilel-ebed“ var olmasıdır!
Kemalizm TC. Devletinin resmi ideolojisidir ve bu onun altı okundan biridir yani“olmazsa-olmaz“ ilkesidir. Diğer bir deyimle:“ben devletim-devlet benim !“ bu böyle iken, gel gör, ki kemalizm ve onun savunucuları, sözüm ona bazı“komünistlere“
gore: müttefik sayılıyorlar! Yıkılması gereken devletin ideolojisiyle müttefik olmak, galiba sadece TC, de var! Bu mantığa göre: LENİN, lerin Çarlık Rus devletini yıkmaları, zinhar günahtır!
Tekrarlıyoruz: KENANİZM-KEMALİZMİN bugünkü evrilmiş halidir! Şapkada-takkede-takunyada-çizmede giyer! Onun için önemli olan: devletin ve iktidarın“ilel-ebed“ var olmasıdır!
Kapitalizmin küresel çağında birazcık kapitalist olunmaz,
evirilerek
onun tekelci ve finans kapital düzeyine varılır ve TC. Koşullarında bu, işbirlikçi=taşeron konumuna gelir ve olanda zaten budur!
( HASAN TEZCAN’dan alıntı)
onun tekelci ve finans kapital düzeyine varılır ve TC. Koşullarında bu, işbirlikçi=taşeron konumuna gelir ve olanda zaten budur!
( HASAN TEZCAN’dan alıntı)