14 Mayıs 2018 Pazartesi

BOYKOTA KARŞI MEKTUPLAR III


BOYKOTA KARŞI MEKTUPLAR III
Seçim Sathı Mailinin Yüklediği Görevlerden “BOYKOT” Sathı Mailine Savrularak Sıyrılmak Mümkün müdür?
Değerli yoldaşım, daha önce de yazmıştım, bu günlere, tıpkı Fransız ihtilalinin ardından egemenliğini pekiştirmeye çalışan burjuvazinin, halk karşısındaki egemenliğini korumak için soyluluğa ve feodal-bürokrasiye bırakması gibi, 12 Eylül ile beraber, Kemalistlerin, sosyalist hareketi peşlerine takarak yok edemeyeceklerini anlayınca, yönetimi gerici, dinci akımların eline teslim etmeleriyle gelinmiştir.
Önemli ve azımsanmayacak adımlar atarak geldikleri eşikte eşelenip durmakta ama bir türlü öteki tarafa geçememektedirler ki ne Türkiye ve halkı, ne bölge ve halkları yanında yönetimleri, ne de emperyalist dünya dünkü gibidir; üstelik emperyalist dünyada işler eskisine göre çok daha karışık ve ters gitmektedir.
İşte hem emperyalist dünyada, hem bölgede ve hem de Türkiye’de, egemenliklerini pekiştirmeye çalışan “büyük zenginler”, Kemalist yüksek kadrolara yaptırdıkları gibi, eşikte takılı kalan rejimi kurtaracağım derken, öyle ya da böyle işçi ve emekçileri, toplumun en geniş kesimini zapt-ı rapt altında tutmak ve sömürü çarkını döndürmek için onca zaman kullandığı cumhuriyetten de olmamak için, dinci akımların da ortak olduğu iktidar bloğunu, bu eşiğin gerisine çekilmesinde, çekilmek işine gelmiyorsa, bu eşiği daha sağlam basarak ilerlemek üzere geri çekecek ve geri çekerken egemen sınıfların sözünden çıkmayacak olan bir siyasi iradeye bırakmasında yarar görmektedirler.

Bu yüzden, daha önce şaibeli bir referandum marifetiyle onaylattırılan ve Türkiye’yi dejure otokratik bir rejime dönüştürmesi planlanan anayasanın geçerli olmasını sağlayacak seçimleri 2019’a bırakmışken, ani bir kararla ve bildirim ile erkene alındığı ilan edilmiştir.

Başka ifadeyle, hem ekonomik, hem politik, hatta hem de ideolojik olarak sıkışmış olan eşikte takılı “yeni” rejimin, kavga katsayısı artma eğilimi gösteren toplumsal güçlerin, otokratik bir anayasaya dönüş planlarını bozabilecek bir doğrudan devrim yoluyla laik bir cumhuriyete dönüş yolunda kavgaya tutuşması ihtimaline karşı, önemli oranda tamamlanmış ama eşiği aşamamış olan karşı-devrimi geriye çekmek, tahkim ederek daha sağlam adımlarla ilerletmek için toplumsal güçler âcil bir seçim sath-ı mailinde karşı karşıya getirilmiştir.

Yani, otokratik bir rejime dönüş ile laik bir cumhuriyet rejimine dönüşün onaylanacağı görüntüsü veren bir erken, baskın ya da Kılçer’lerin deyişi ile korsan seçim sathı mailinde toplumsal güçlerin karşı karşıya getirilmiş olması söz konusudur!

Bu, iktidar bloğu ile muhalefet bloğunun son dakikada onca zaman olduğu gibi, hep birlikte bu toplumsal güçleri ters köşeye yatırma ve eşikte takılı kalan otokratik rejimin eşiği atlamasının kotarılması ihtimalinden bağımsızdır; bu mümkündür ama tersi de yani geri çekilmesi öngörülen eşikten daha fazla geriye düşme ve eşiğe kadar getirilen karşı-devrimin bir doğrudan devrimle püskürtülmesi de mümkündür ve seçim süreci içinde, bu birbirleriyle kavgalı toplumsal güçlerin karşılıklı yer alımlarına göre şekillenecek bir ihtimaldir.

Dolayısıyla toplumsal güçlerin karşılıklı yer alımı, iktidar bloğunu ve muhalefet bloğunu böyle bir ihtimale sevk eden bir durum yaratırsa, bu, toplumsal güçlerin bir tarafını otokratik anayasa yönünde kemikleştirirken, diğer tarafını laik cumhuriyet yönünde kemikleştirecektir ki, işte o zaman devrim yolu kuvvetli bir ihtimal olarak ortaya çıkabilir ve toplumsal güçlerin diğer tarafı bu yolda konuşlanmaktan başka çare görmeyebilir.

Bunu seçim sürecinde ortaya çıkan gelişmeler, olaylar, baskılar, sahtekârlıklar, uzlaşmalar, yasaklar vb. ve elbette bu sürecin hareketliği içinde eylemli bir bilinç mekanizmasının etkisinde kalan toplumsal güçlerin aydınlanmaları ve çıkarları için bilince uyanmaları belirleyecektir.

Öyleyse, dereyi görmeden paçaları sıvayıp, “BOYKOT”  eylemine atlamak kabul edilir bir tutum olmasa gerektir.

Kaldı ki, Nisan 2017 Refarandumundan bugünkü seçimlerin ne farkı var ki, o gün “boykot” değil, “hayır” mücadelesi kararı alındıysa, bugün neden “boykot” ihtiyacı öne sürülmektedir?

Bizim bilmediğimiz, göremediğimiz, TKH’nin bildiği ve gördüğü, tüm anayasal kanalların dışında dolaysız bir çıkış arayan ve bulan, zengin bir devrimci enerjiyle gericiliğe karşı kesintisiz atağa geçmiş kitlesel hareketlilik mi mevcuttur da “boykot” bir zorunluluk halini almıştır?

Birincisi şartlar değişmedi, dün de seçimler anlamsızdı, bugün de öyle ama dediğim gibi bu bir dayatma olsa da, seçimlerin hiçbir anlamı kalmamış olsa da, kitleler buna rağmen bu seçimleri, hem de oldukça heyecanlı olarak, kabul etmişlerdir; bununla birlikte, kitleler seçimlere karşı yükselen bir coşku taşırken, devrimci bir yükselişe inanmamakta, hatta aklına bile getirmemekte, böyle bir durumu beklememektedirler.

Böyle bir koşul mevcut olmadığı halde, düzenin sıkışmışlığının sonucu olarak, her türlü oyunu ve oyun içinde oyunu barındırdığı aşikâr olan, dolayısıyla seçim vasfını kaybetmiş olan bir seçim dayatmasını,”oyuna gelmeyelim”, bu seçimden “kurtuluş çıkmaz”,“ eşikte eşelenen rejimin onaylanmasıdır” bahanesiyle reddedip “BOYKOT”a savrulmak, olgulara sırtını dönerek, ihtimallere teslim olmak demektir; başka ifadeyle, oyun dışında pirinç ararken, oyunun içindeki bulgurdan olmak demektir.
Öyleyse, gericiliğin, az ya da çok yakın devrimci dönemlerin anısını ve geleneklerini, halkın kafasından silmeyi başarmasına izin vermemek için inadına hatırlamak gerekir ki, “geniş devrimci bir yükseliş dışında bir anlama sahip olmayan boykot, bir taktik çizgi değil, özel koşullar altında uygulanabilir olan bir özel mücadele aracıdır ve Bolşevizmi boykotçulukla karıştırmak, Bolşevizmi aktivizmle ya da boyevcilikle karıştırmak kadar yanlıştır…”
Diğer yandan, meselenin, bugünkü seçimlerin niteliği,”boykot”a kendiliğinden mecbur bırakıp, onu en devrimci iş olarak meşrulaştırıyormuş gibi sunulması son derece sakat bir tutumdur ki, ister istemez, kendisi de bir eğik düzlem olan seçim sathı mailinden, başka bir eğik düzleme ricat etmek istendiğini düşündürtmektedir.
Oysa bir komünist hareketin yüksekteki temsilcisi, boykota ilişkin son kararın, salt bugün dayatılan seçimlerin niteliğine bakarak değil, daha önceki deneyimlerin de göstermiş olduğu gibi, belli bir mücadele yöntemi olan boykotun uygulanmasına olanak tanıyan özel koşulların varlığına bakarak verileceğini pekâlâ bilir.
Öyleyse mecbur bırakıldığımız düşüncemizde haksız sayılmayız.
Çürümüş, kokuşmuş, vahşileşmiş burjuvazinin yobazizm önünde eğilerek, kendi yasallıklarının bile gerisine yönelecek denli ödlekliği, küçük burjuvazinin kararsızlığı, işçilerin liderlikten yoksunluğu, hatta sahtekârların, hainlerin, burjuva ajanlarının liderliğine mahkûm edilmişliği, gericiliğin iktidarı elden kaçırma korkusuyla ve günü kurtarma güdüsüyle izlediği dargörüşlü politikaları, hatta gericiliğin selameti için, bir ülkenin her anlamdaki tüm birikimlerini düzleme politikaları, takiyeci, sahtekâr hatta kör cahil bir tarikat şeyhinin eteklerini öperek kendine yer açmaya çalışan profesörlerin iki yüzlülükleri, sahtekârlıkları, cehalet kokan “analizleri”, en koyu muhafazakâr kesilebilecek kadar sahtekârlığı çapsızlığından daha çaplı olan işçi liderleri,”komünist”, “sosyalist”, “liberal”, “sosyal-demokrat” gömleklerini üzerlerinden çıkarmadan yeni-mürteciliğe savrulan liderler, egemen sınıflar istedi diye emir telakki edip, yönetiminde bulundukları laik (ne kadar kaldıysa) cumhuriyeti, çok gerisinde bir ilkel ortaçağ karanlığı ile değiştirmek isteyenlere teslim edip, üstüne üstlük, bir de emrine giren yüksek Kemalist kadrolar, işçiler, kent ve kır emekçileri, küçük esnaf,  memurlar göz göre göre barınaksız, sığınaksız, mücadele araçlarından yoksun bırakılırken sessiz kalan ve işler terse sarmaya başladığında, bir saylavlılığın koruyucu şemsiyesi altına girmek için koşarak kaçan “sendikacılar”, işçi “liderleri” ve daha nice hainlikler, sinsilikler…
Ve elbette bütün bunlar olup biterken, en geniş kitlelerin bir yok - demokrasiye hapsedilmeleri,  işçi ve emekçiler ve toplumun bir avuç büyük zengin ve onlardan sebeplenen az sayıdaki küçük, orta, biraz daha az büyük burjuva dışındaki ezici çoğunluğunun mahkûm edildiği en baskıcı ve totoliter politikaların ve uygulamalarının, medyanın ve yukarda resmettiğim bilumum sahtekârların yarattığı marifetli “demokrasi” illuzyonuyla üzerinin örtüldüğü ya da hatta bu illuzyonun etkisiyle rahatlıkla uygulanmasının kolaylaştırıldığı bu geleceksiz, barınaksız, sığınaksız ve mücadele araçsız bırakan sinsi baskı mekanizmalarını, totaliterizmi konuşlandıran politikalarının ve topluma bir korku jeneratörü misli dayattıkları, bir cadı, bir öcü avına dönüştürülen, sonrasında fiyasko ile sonuçlanan ”Ergenekon”, ”Balyoz” vb. türü siyasi mahkemelerin daha çok “demokrasi”  sağladığı, ya da sağlamak için olduğu yanılsamasının yerleştirilmesi…
Ve dahi bunlar olup biterken, bu mekanizmanın, bu konuşlanmanın, bu sinsiliklerin, bu işçi ve emekçi düşmanlığının, bu halk düşmanlığının, bu cumhuriyet düşmanlığının baş müsebbibine taban olmaları bir yana, bu mekanizmanın, bu konuşlanmanın bizzat kendisine, bütün bunları şikâyet etmek, bu baş müsebbipden en asgari ekonomik-demokratik istemlerde bulunmak üzere, toplumun ve siyasetin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş, tüm köşe taşlarını tutmuş yeni tip Gaponların peşine takılarak, kendilerini bile bıktıran barışçıl yürüyüş- miting- hatta 1 Mayıs eylemlerindeki kısır döngünün içine savrulan işçi ve emekçilerin, toplumun ezici çoğunluğunun, bu kısır döngünün ve yarattığı atmosferin pek bilincine uyanmasalar da, ortada bir tersliğin olduğunun ama tutunacak dallarının kalmamış olduğunun farkına varmalarıyla birlikte en edilgin halet-i ruhiye içine girdikleri bir zamanda, tutundukları ekonomik-politik- örgütsel bütün dallardan umutlarını yitirdikleri bir zamanda, bu müsebbibin,  dallı-budaklı-dev gövdeli yıllanmış ağaçlara olan hıncıyla, öteden beri sistemli ve sinsi bir şekilde dayatılan karanlıkla ve korku üreten cadılarla, öcülerle körelmiş gözlerini, geriletilmiş akıllarını ve kilitlenmiş yüreklerini açarak, onca zaman farkında bile olmadan biriktirdikleri tüm öfkelerini kusmak için, hiçbir yeni Gapon’un peşine takılmadan, hatta onların kendi peşlerine, aralarına katılmalarına bile izin vermeden ayağa kalkmışlar, nerdeyse evlerinin balkonlarından atlayarak, hep birden “yeter gayrı” demek için,1 Mayıs’tan kaçırmak için gittikçe küçültülen ve daha da küçültülerek yok edilmek istenen Taksim meydanına, Gezi Parkı’ndaki ağaçların ve onlara siper olmuş bir avuç gencin yanına koşmaları, milyonlar olarak Taksim’e sığmaya çalışmaları, sığamayınca, tüm Türkiye’yi Taksim’e çevirmeye çalışmaları…
Ve akabinde medyanın gücü ve bilumum sahtekârların, yeni Gaponların ikiyüzlülükleri, sinsilikleri ile yarattıkları “demokrasi” illuzyonu ile zorsuz-zahmetsiz konuşlanan totalitarizmin, “korkanların daha çok korkutmak istedikleri” aksiyomunu doğrularcasına başvurdukları acımasız, vicdansız, kanlı zoru ile karşılaştıklarında, korkmak yerine daha çok öfkelenmiş olmaları, hatta kendilerine kuzusu misli gelen gençlerin anaları bile, korkup çocuklarını eve kilitleyeceklerine, ellerinde sefertaslarıyla yanlarına gitmiş olmaları, çocukları yanında bütün gençlere kalkan olmaları ve daha çok alanları, daha çok caddeleri, sokakları, parkları zaptetmek için akmaları ve o acımasız, vicdansız, kanlı zorun üzerine bir çakıl taşı dahi atmamış, sadece vücutlarını ve kararlı öfkelerini fırlatmış olmaları…
Ve elbette en başında resmettiğim ödlekliklerin, kararsızlıkların, sinsiliklerin, sahtekârlıkların, hainliklerin, yeni-mürteciliklerin, Gaponlukların ne denli her yeri sardığını gösterircesine, bu kendiliğinden fışkıran, alanlara akan, adaletsizliğin, haksızlığın, hukuksuzluğun, zulmün, vicdansızlığın, acımasızlığın, türlü kılıktaki yobazlığın üzerine öfke kusan, elinde bir çakıl taşı dahi taşımadan ilerleyen halk selinin içine bile sirayet ederek, tek başına başedemeyen zorun amacına, bu selin içinden hizmet ederek, bu seli kurutamasa da, yıkıcı etkisini kırması ve sönümlendirmesi…
Tüm bunlar, hiç de yeni olmayan, tarihin pek çok dönemecinde yaşanmış olgularken, bugüne, bu geride bıraktığımız ve bugün yaşadığımız gerçekliklere bıraktıkları dersleri özümsemek, bugün hâlâ geçerli olan ve dahi katastrof finale kadar da sormak ve cevabını bulmak zorunda kalacağımız “ne yapmalı” sorusunun cevabının bu güne taşınan dersler yanında, bugünün yaşanmış gerçek olguları içinden bulunup, çıkarılması gerektiğini hatırlamak bir yana, bu sorunun cevabının muhataplarının, öncelikle, bu tablo karşısında önlerine dikilen “ne yapmalı” sorusunun azametinden ürkerek “BOYKOT” politikasının eğik düzlemine savrulanlar olduğunun da aklımızın bir kenarına kaydedilmesi gerektiğini de unutmamak gerekmektedir.
Dahası ve belki de daha önemlisi, bütün bunlar, sınırlarımızın çevresinde ve dünyamızın bize en uzak yerlerinde yaşananlardan bağımsız olmadığı gibi, belki de daha çok bu yaşananların dayattığı, yani yenidünyacı emperyalizmin dünya çapındaki ve daha çok da özellikle bizim de için de bulunduğumuz Ortadoğu ve Kafkasları içeren bu büyük coğrafyada sahneye koyduğu ekonomik-politik-askersel sinsi-açık oyunların sonucu olduğunu da akılda tutmak gerekmektedir.
Öyleyse, birinci ve en önemli adım, öncelikle bu tablonun içerdiği dersleri, geçmişinden gelen dersler ile birlikte özümseyerek çözümlemek ve tüm azameti ile karşımıza dikilmiş olsa da, hatta beceriksizliğimizi sorgulayan bir sertliği de yüzümüze vurmuş olsa, “ne yapmalı” sorusunun cevabının “BOYKOT” olmadığını, bu sorunun tüm azametine ve tüm umutsuz görünümüne karşın, cevapsız da olmadığını, hatta yer yer yetersiz kalınsa da, hatta son derece vahim sonuçları getirmiş olsa da ama yeterli de olsa, son derece büyük ve dünyayı altüst eden bir sonucu da getirmiş olsa ve bu sonuç uzun bir zamandan sonra belli nedenlerle tersine çevrilmiş de olsa, cevabının dün de, ondan önce de verildiğini ve dahi bu cevabın, öncekilerden bağımsız olmayan ama daha ileri bir seviyeden, tarihin akışının bugünkü tarih sahnesine taşıdığı ekonomik- politik- teorik- örgütsel atmosferin içinden yükseleceğini bilince çıkarmış dolayısıyla inanmış ve kabul etmiş olmaktır.
Yukarda resmettiğim tablolar, Marx’ın deyişiyle, uluslararası plandaki tablolardan bağımsız olmayan bu acıklı-güldürü ve karikatürümsü tarzdaki tablolar zinciri, sınıf mücadelesinin, koskoca siyasal ve hatta orijinal biçimler alarak geliştiğini gösteren tablolar, amacı sınıf mücadelesinden ne kadar uzak görünürse görünsün, her devrimci mücadelenin, devrimci işçi sınıfının zaferi kazanacağı ana kadar, zorunlu olarak başarısızlığa uğramak zorunda olduğunu, her türlü toplumsal reformun, proleter devrimi ile feodal karşı devrimin, bir dünya savaşı içinde, silahlarla boy ölçüşecekleri ana kadar, yani katastrof finale kadar, bir ham hayal olarak kalacağını göstermek olanağını veren ve dolayısıyla, ister zafer kazandırsın, isterse yenilgi ile sonuçlansın, “ne yapmalı” sorusunun da, cevabının da, katastrof finale kadar nihai bir sonuç getirmeyeceğini ama “komünistlerin”, tarihin akışı içinde yer yer sessiz, yer yer çalkantılı olarak sürüp giden yaşamın dayattığı “ne yapmalı” sorusunu, zafer kazanacağının garantisinden ya da imkânsızlığından bağımsız olarak bu acıklı-güldürü ve karikatürümsü tarzdaki tablolar zincirinin bütünselliğinden bulup çıkardıkları derslerin ve işaretlerin yol göstericiliğinde, sonuçları zafer de getirse, yenilgi de getirse, bu sonuçların her birinden ayrı ayrı dersler çıkartarak, tarihin akışının önlerine çıkardığı yeni bir ne yapmalı sorularına verilecek cevaplara daha bir kolaylaştırıcı ve daha bir sonuç alıcı güç ve imkân biriktirerek, mümkün olan en doğru biçimde ve her zaman katastrof finali ham hayal olmaktan kurtarmaya, olgunlaştırmaya, daha çok yakınlaştırmaya ve elbette sonuçlandırmaya hizmet edecek biçimde cevaplamaya çalışmaktan vazgeçmeyeceklerdir! 
Dün de böyle olmuştur, bugün de böyle olacaktır.
13-Mayıs-2018

Hiç yorum yok: