14 Mayıs 2018 Pazartesi

BOYKOTA KARŞI MEKTUPLAR II


II.BOYKOTA KARŞI MEKTUPLAR
Karşı Devrim de Bir Devrimdir
Karşı devrim, Kemalizme, laisizme ve cumhuriyete hücum ile ve seçimle geldi.
12 Mart’ı mı,12 Eylülü’mü yoksa 28 Şubat’ı mı başlangıç almalıyız ki arada 1993 Çiller seçim darbesi de var, bunu bilmiyorum; belki 12 Mart, belki 12 Eylül, belki 28 Şubat, ama kesinlikle 2002 Kasım değildir; bu tarihe kadar zaten karşı-devrimin yarıdan fazlası, tekellerin mutfağında ve yüksek kemalist kadroların ve şimdilerde “yetmez ama evet”çilikleriyle anılan,12 Eylül ile birlikte TC’nin şefkatli kollarına koşan sahte sol gömlekli azap zebanilerinin, elleriyle pişirilmişti.
Pişirilmiş, böylece de AKP ve Erdoğan’ın kucağına bırakılmıştı.
Hepsi ama hepsi, yönetimindeki TC’nin ileriye gitmesinden, böyle giderse cumhuriyeti bir türlü terbiye edemedikleri komünistlere kaptırmaktan korkan, Kemalist yüksek kadroların, yönetimi dinci akımlara teslim etmesi, cumhuriyetin kurucu partisini deforme etmesi ve giderek tasfiye etmesi, birlikte Kemalizme ihanet etmesi, hücuma geçmesi sonucu gerçekleşmiştir.
Ve büyük bir tahribatla bugünlere gelmiştir.
Karşıdevrim elbirliğiyle bugüne ilerletilirken, “Kemalist vesayet rejimi” ne karşı koca bir toplum vesayet altına alınırken, vasat bir “politikacı” nın “halife” pelerini kuşanmasını sağlayan bir darbenin peşinden en çok,“darbelere karşıyız”, ”darbelere dur de” , “kahrolsun cumhuriyet”, ”kahrolsun laisizm” haykırışlarıyla ve de anti-komünist, dinci örgütlerle ittifak halinde, hatta kol kola, liberaller ve ondan daha az olmamak üzere, komünist parti artıkları ve peşlerinden giden vurgun yemiş solcular, sosyalistler ve de  “demokrasi” yi kendileri için iyi-dua, karşıtları için, hatta ezilen ve sömürülen sınıflar, halklar için bile bet-dua niyetine dilinden düşürmeyen Kürtler gitmiştir ve bu eserlerin önünde devam ettiklerini kanıtlamak için, dağa, taşa cumhuriyetin halifelikten daha kötü, daha adaletsiz, daha anti-demokratik, daha hukuk-dışı vb. masalını yazmışlar ve herkesi, “cumhuriyet” diyerek kirlenmekle korkutmuşlardır!
Şimdi, karşı-devrim, bugünün tarih sahnesinde, Tanzimat öncesi bir ortaçağ karanlığının resmini taşıyan tabloyu örtmek üzere iğreti bir biçimde monte edilmiş, vatan, millet, Sakarya ve bayrak ve cumhuriyet tablosunda görüldüğü gibi, takılıp kaldığı eşikte eşelenip dururken, eşelendikçe de eşiğin üzerindeki tümsekleri yükseltmekte, güçlendirmekte ve kendisi de güçten düşmektedir; düşmüştür.
Artık cumhuriyetten bir şey kalmamış ama yerine başkası da konulamamıştır ki bu, “yeni” rejimin, dinci-gerici, osmanik-islamik 12 Eylül karşı-devrimi olarak hukuki zemininin kurulamamış olması demektir.
Gücü, kendisinden daha çok, başta Kürt siyaseti olmak üzere, “muhalefet” gömlekli bilumum sacayaklarının açık ve/ya da sinsi desteğinden gelen dinci-gerici, osmanik-islamik rengi ile iki arada bir derede misli sallanan “Yeni” rejimin güçsüzlüğünün katsayısı bu denli yüksektir.
Sacayaklarının henüz, gövdesi üstüne düşmesine neden olacak şekilde desteğini çekmemiş olsa da, kendi ayaklarının birinin çukurda olması sebebiyle, oldukça belirleyici bir şekilde sarsılmasına, dengesini kaybetmesine neden olduğu ve ayaklarını çukurdan kurtarmak diğer ayaklarına sağlam basma ihtiyacına yaslandıklarından, “yeni” rejimin, gövdesi üzerine yumuşak bir düşüşe doğru yuvarlanması kuvvetle muhtemeldir.
Evet, 27 Mayıs ihtilâli, burjuva Cumhuriyet’i sürdürülebilir hale getirmek için gerçekleşmişti; gerçekten de en uç noktasına kadar ilerletti ve oradan itibaren geri çekilerek, önce 12 Mart ve ardından 12 Eylül darbesiyle artık tekelciliğin zirvesine çıkan burjuvazinin kendi yasallıklarını bile reddederek, burjuva rejimini kendi sınırlarının da gerisine çekme ameliyesi, yani burjuva Cumhuriyet’in çökertilmesi ve yerine Tanzimat öncesi bir ortaçağ karanlığının yerleştirilmesi ameliyesi başlamış bu ameliye ile bu ameliyenin nihayete ermesinin garantisi için kurulan Eylülist rejimin çeşitli seçim ve darbe hamleleriyle önemli oranda kotarılarak, Erdoğan ve AKP’nin kucağına bırakılmıştır.
Velhasıl, 27 Mayıs İhtilali, burjuva cumhuriyet’i sürdürülebilir hale getirmek için önce ileriye, demokratik devrimin en son noktasına kadar uzanıyor; akabinde kendisinin vardığı bu noktadan ürküyor ve tarihsel olarak burjuva topraklarının da çok gerisine çekilmek için, kendi varlığına bile hücum ederek, geriye, ortaçağ karanlığına doğru ilerliyor; 12 Mart ve 12 Eylül bu geriye doğru çekilmenin en önemli başlangıç halkalarıdır ve bu gerilemenin yerleşmesi için bazen bir adım ileri, iki adım geri ihtiyacından doğan taktiğini, bazen de sürekli bir geriye ilerleyiş içinde ki tarihe Çiller darbesi olarak kaydedilen 1993 seçimleri ve 28 Şubat darbesi bu geriye ilerleyişin, yani karşı-devrimin diğer yerleşme, pekişme, konuşlanma halkalarıdır ve en sonu 3 Kasım 2002 seçim darbesine ulaşılmış, buradan itibaren de cumhuriyetle birlikte bütün yapı ve kurumlar çökertilerek son derece orijinal bir eşiğe gelinmiştir.
Karşı-devrim bu eşiğe gelmiştir ama bu eşikten ileriye gidememekte bu eşikte cumhuriyetçilerden daha cumhuriyetçi bir renge bürünerek eşelenmektedir; eşelendikçe eşiğin üzerindeki tümsekler yükselmektedir ve yükselmiştir; öyle ki üzerinde bir Tanzimat öncesi ortaçağ karanlığının diktatörlüğü konuşlandırılarak çökertilen cumhuriyetin rengine bürünmeden o eşiği tutmaları bile mümkün olmamaktadır; sıkıntı, yükselen tümseklerden yükselmektedir ve tümsekler pek öyle kolay düzlenecek gibi görünmemektedir; öyleyse sıkıntı eşiğe dönmüştür.
Kemalistleri ve kemalist yüksek kadroların yönettiği cumhuriyeti çökerten karşı devrim, bu eşikte eşelenirken, toplumun önemli bir bölümü, oranı yüksek bir sol renkle kemalize olmuştur; şimdi kemalizmin ve cumhuriyet düşmanları düşmanlıklarını örtmek için, kemalci ve cumhuriyetçi renge bürünmeye çalışmaktadırlar ve bu halkın kemalize olma ve sol rengini artırma katsayısını daha çok yükseltmektedir.
Tümseklerin, eşiğe yönelik bir hücumla düzlenmesi olasıdır;  bunun yerine, eşikte tıkanıp kalan rejimin geri çekilmesi anlamına gelen, eşiğin geriye çekilmesine yönelinmesi sıkıntının göründüğünden çok daha büyük olduğuna işarettir.
Öyleyse eşiğin geri çekilmesine yönelik hücumda, bitaraf değil, hem taraf olmak yerindedir; bu tümüyle politiktir.
Öyleyse, kahrolsun cumhuriyet düşmanları, yaşasın cumhuriyet!
Peki, sosyalist mi, tekellerin cumhuriyeti mi?
İkisi de değil ve laik, demokratik, devrimci cumhuriyet; Kürt ve Türk emekçilerinin birlikte kuracakları halkçı-devrimci-emekçi cumhuriyet yerindedir ve sosyalizm düşmanlığı içermemektedir; dışlamamaktadır.
Seçim mi?
12 Eylül faşist darbesi ile birlikte konuşlandırılan Eylülist rejimin ki tekellerin egemenliğinin konuşlandırılmasıdır, yerleşme sancısı çektiği her dönemecinde seçimler bir darbe misli uygulanmış, uygulanamazsa, darbeye ya da en azından darbemsi oyunlara başvurulmuştur.
Dinci-gerici, osmanik-islamik faşist diktatörlüğü konuşlandırılarak, önemli bir eşiğe, ya da kavşağa getirildiği Eylülist rejimin son halkası olan AKP-Erdoğan iktidarında ilerleyen süreçte olduğu gibi bugün de değişen bir şey yoktur.
Çünkü artık seçim ile darbe özdeşleşmiştir.
Bugün seçim karşı-devrimci oyunun son halkası ise, düzlemi hukuki değil, karşı-devrimcidir ve oyuna katılmak, karşı-devrime karşı, devrimci bir zeminde konuşlanmanın, karşı-devrimin hukuki zeminine geçit vermemenin ilk adımıdır; bu, tümüyle politiktir.
Tümsekleri eşikle birlikte düzleyip aşmak için bir seçim oyununa daha başvurması, eşiğe dayanmış karşı-devrimin, ister-istemez geriye çekilerek, karşı-devrimin zemininde yine ister-istemez küçük de olsa kapaklar açması demektir; işte seçimin öncekinden hiçbir farkı yokmuş görünse de, bir değişimle sonuçlanması demek, bu kapakların açılması demektir ve seçime dâhil olmak demek, bu kapaklardan devrimi sokmak ve devrimci bir zemin yakalamak demektir; tersi, karşı devrimin tıkandığı eşiği, üzerindeki tümseklerle birlikte düzlemesi ve karşıya geçmesi demektir; karşıdaki zemin artık hukuki olacaktır ve karşı-devrimin hukuku tamamlanmış olacaktır.
Elbette dünyanın sonu olmayacaktır, devrimci savaş yine devam edecektir ama hukuksuz bir karşı-devrimci zemini alt edemediysek, hukuki bir karşı-devrimi alt edebilmemiz, ham hayal olmasa da, acılarla dolu oldukça uzun bir yol kat etmeyi zorunlu kılacaktır.
Demek ki, oyuna dâhil olup, açılan kapaklardan içeri girerek devrimci bir zeminde konuşlanmak için fırsat yaratmak yerine, sonucu en baştan değişmez bulup, sonucu değiştirme kudreti yaratmayacağı baştan belli olan bir ”Boykot”  iradesi, “sonucun değişmezliği “ konusunda haklı çıkacak ama “BOYKOT”un değiştirme gücü konusunda haksız ve yanlış çıkacaktır.
Marks, Bonaparte’ın 18. Brumaire’inin son cümlesinde şöyle diyordu:
”Durumunun gerektirdiği çelişkilerin baskısı altında, bir yandan Napoleon'un yerini dolduracak kişi olarak, bir hokkabaz gibi, kamuoyunun gözünü kendi üzerinde tutmak zorunluluğu altında, sürekli şaşkınlık yaratarak, yani her gün minyatür bir hükümet darbesi yapmak zorunluluğu altında, Bonaparte, bütün burjuva ekonomisinin altını üstüne getiriyor, 1848 Devrimi için ihlâl edilmez görünen her şeyi ihlâl ediyor; kimilerini devrime boyun eğmiş, kimilerini de devrim ister duruma getiriyor ve hükümet mekanizmasından hükümet mekanizması halesini çekip çıkartarak, onu hiçe sayarak, onu aynı zamanda hem rezil hem de gülünç ederek bizzat düzen adına anarşi yaratıyor.
Ama imparatorluk pelerini en sonunda Louis Bonaparte'ın omuzlarından düştüğü gün, Napoléon'un tunçtan heykeli, Vendöme dikilitaşının tepesinden gümbürtüyle devrilecektir.”
Gerçekten de, Marx, 18. Brumaire’in 2.baskısına önsöz yazarken, Louis Bonaparte'ın 1848 devrimi bastırıldıktan sonra seçimle geldiği devlet başkanlığı koltuğunda, 1851 yılı Aralık ayında bir darbe ile imparatorluğunu ilan ederek giydiği imparatorluk pelerini, omuzlarından düşmüş, tunçtan heykeli, gümbürtüyle devrilmişti.
Türkiye’de de ve öteden beri, darbenin gerekli olmadığı zamanda seçim yapılıyor, seçimin yetmediği dönemde ise darbe geliyor ki ikisinin de darbe olduğu artık kendiliğinden anlaşılıyor.
Türkiye bugün de erken ya da baskın bir seçimle darbeye hazırlanıyor!
Peki, darbe kime vurulacak?
Yani seçim darbesi, mevcut iktidarın boynuzlarını mı kıracak, yoksa boynuzlarını güçlendirip, bir kez daha işçi ve emekçilerin tepesine mi inecek?
Yani kime “iyi yolculuklar” diyeceğiz, cumhuriyete mi, cumhuriyeti tepeleyip, öteki tarafa geçmek için eşikte eşelenen “yeni” rejime mi?
Hep sözümüzdür, hep gerçekleşmiştir, yine gerçekleşecektir.
Fikret Uzun
13-Mayıs-2018

Hiç yorum yok: