18 Aralık 2017 Pazartesi

BİR ZER ZEVAT'TAN BİR ZERZEVAT'A ZER KIYMETİNDE SÖZLER KÜFÜR SAYILIR MI?



BİR ZER ZEVAT'TAN BİR ZERZEVAT'A ZER KIYMETİNDE SÖZLER KÜFÜR SAYILIR MI?
Merhaba Hasan Karataş arkadaş,

Burada önemli olan “hitap” değildir; bu “hitap” larla karanlığın muhipleri olarak, gerçeklere karşı sistemli ve ahmakça bir kurnazlık içinde yürüttükleri saldırıların önündeki engelleri aşmak ve gerçeklerin görünmez kılınmasını sürdürmektir ki bunu, karanlığın muhipliğine mahkûm olmuş bütün Kurşungiller tayfası yapmaktadır.

Ancak görünen o ki, cehalet katsayısının yüksek olması Kurşungil kişiyi hem komik ve hem de çaresiz duruma sokmuştur ki, küfürlerine edebi bir ton verecek diye iyice çuvallamıştır; ama buna razıdır, çünkü gerçeklerin önünde karanlığa kalkan olmaya mahkûmdur; bu uğurda ahmaklığı bile bu zevatlar en yüksek onur bilirler.

Yani, bu, zerzevat(vegetable) hitabı ile küfür etmek isterken, bir gerçeği açık etmiş olan zevat’ın küfürlü kelamları ile muhatap olmayacağız diye, gerçeklere karşı haçlı seferine çıkmış bu zevatı deşifre etmek için gerçeklerin tokadını yüzlerine çarpmaktan vazgeçemeyiz demek istiyorum.

Bununla birlikte, yüce gök Kurşungil kurnazına bile söyletmiştir ki, Ulak’ın ifade ettikleri altın değerindedir; Yine yüce gök söyletiyor ki, Ulak denilen zer(altın) zevat(kişi)’ın bir ar damarı vardır; gerçeklerin de bir ar damarı vardır ve bu karanlığın muhibbi [zer(altın) zevat(kişi)] olmayan Kurşungil’de ise böyle bir damardan eser bile yoktur; yani düşünmeye, düşünmeye, daha doğrusu başkasına ait düşüncelerle hareket ede ede, düşünme yetisi körelmiş olduğu gibi, yalanlarının önüne dikilen gerçekler karşısında utanmadan yalan ve demagojilerine devam ede ede utanç duygusu, dolayısıyla ar damarı körelmiş, halkımızın ifadesiyle ar damarı çatlamış; gerçeklere nasıl saldıracağını şaşırmış vaziyettedir.

Ve evet, Ulak değil ama gerçekler çok şiddetli bir şekilde haykırıyor ve bu haykırışın, gerçekler karşısında ahmak kurnazlığı politika belleyen ÖzgürKurşungil’e “ciyaklama” sesi olarak yansıması son derece anlaşılır bir şeydir.

Yani Ulak’ın yaptığı, eninde sonunda gerçekleri karanlığın muhibbi kurşungillerin suratlarına çarpmaktır; öyleyse Kurşungil beyefendinin duyduğu “ciyaklama” sesi, gerçeklerin suratına çarparken çıkardığı ses olsa gerektir.

Bu ahmak kurnazlara göre ki beş yaşında çocuklar bile bilimdışı olduğunu idrak edebilir, ortadan kaldırılması gereken kötülük, sermaye değil, yani egemen sınıflarla ezilen ve sömürülen sınıflar arasında toplumsal gelişmeden doğan sınıf karşıtlığı değil, sadece ve sadece devlettir.

Bu çokbilmiş cahil kurnazlar, herkesi, sermayeyi devletin yarattığına ve kapitalistlerin sermayeye, devletin lütfu sayesinde sahip olduğuna ki eskimiş bir lakırdıdır, inandırmaya çalışıyorlar. Öyleyse onlara göre, asıl kötülük kaynağı devlet ise, her şeyden önce devletin ortadan kaldırılması gerekir ve ardından sermaye kendi kendine ortadan kalkacaktır.

Buradan hareketle de, çoktan ölmüş Kemal’i bir kez daha öldürünce ve egemenliğini çoktan kaybetmiş olan Kemalizmi bir kez daha ortadan kaldırınca, ortada ne sermaye, ne de sermaye sınıfının kalacağına inanıyor ve inandırmak istiyorlar.

Ancak beş yaşında çocuklar bile farkındadırlar ki ve bu Kurşungil tayfası da kabul etmelidir ki, sermayeyi, tüm üretim araçlarının bir avuç insan tarafından sahiplenilmesini ortadan kaldırsınlar, devlet kendi kendine ortadan kalkacaktır.

Bu arada Kurşungiller tayfası, “devlet istemezük” deyyu hışımlanırken, yerine sınıfsız, sınıf savaşsız, haliyle devletsiz ve demokrasisiz ve dahi ulussuz bir toplumu çağırmıyor, tam tersine sınıfların varlıklarını koruduğu, sınıf savaşının devam ettiği, ama bunları geri plana itecek, yokmuş gibi gösterecek, üzerini örtecek etnik ve/veya dinsel cemaatlerin, tarikatların yöneteceği, ümmilerden oluşan bir ümmet toplumunu çağırıyor.

Bu, Amerikan emperyalizminin heveslendiği bin yıl sürecek bir pax’ın, yani emperyalist “Yenidünya Düzeni”nin gereği, fabrikalardan sınıfı, sınıf bilincini kovup, tarikatları, tarikat bilincini koymaya ve işçi sınıfını, gerçek militan örgütlenmesinden uzaklaştırmaya çalışması ile senkronizedir.

Ve son derece acıklı bir güldürüdür ki, ulus-devlet istemezük diye haykıran bu âdemoğulları, bütün uluslar sonsuza dek varlıklarını koruyarak serpilip gelişsinler, Öcalan sayesinde “demokratik” aşiret komünlerinde dünyaya kazık çaksınlar deyyu kendilerinden geçmektedirler.

Oysa ilk enternasyonal’den bu yana sosyalistlerin önündeki görev, cemaatlerin, tarikatların yerine, işçi sınıfının gerçek militan örgütlenmesinin peşinde koşmak olmuştur.

Velhasıl, Enternasyonal, sosyalist ya da yarı-sosyalist sektlerin(cemaat ya da tarikatların) yerine işçi sınıfının gerçek militan örgütlenmesini koymak için kurulmuştur.

Şimdi bizim “çokbilmiş” köylü kurnazlarımız, karanlığın muhipleri de diyoruz, işçi sınıfının gerçek militan örgütlenmesi yerine, türlü çeşit “sosyalist” tarikatları model yapmayı hüner saymaktadırlar; ikide bir Weitling’i ve onun Hıristiyan sosyalizmini refere etmeleri bundan olsa gerektir.

Şimdi, Öcalan ile birlikte bu karanlığın muhibbi çokbilmiş kurnazları, geç kalmış Weitling’ler sayabiliriz; yani bu zevat’ı karanlıktan kurtarıp, aydınlığın kolları arasına çekmek mümkün değildir demek istiyorum.

Öyleyse sözlerimiz, bu zevat’a değildir, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali, bu karanlığın muhiplerinin gerçeğin üzerini örtmek için sarfettikleri lakırdıları ile akılları geriletilmek istenen, başka ifadeyle “inanıyorum öyleyse doğrudur” doğması ile esir alınarak karanlığa biat ettirilmek istenen ve son tahlilde gerçeklerin peşinde olan - az da olsalar - insanlaradır.

Yani gerçekten gerçeklerin peşinde koşarken, bu karanlığın muhibbi kurnazların çengeline takılanların zihinlerini açmak, gerçeğin adresini göstermek içindir.

Gerisi gerçekten gerçeklerin peşinde olup da bu çengele takılmış olanların, bu çengelden kurtulmak isteyip – istememeleri ile şekillenecektir; hiçbir etkisi olmazsa, bu sözlerimiz tarihe nottur ve tarih yargısını artık çabuk vermektedir.

Öyleyse Hasan Karataş arkadaş, gerçeklerin peşinde miyiz, karşısında mıyız, net olarak göstermemiz gerekmektedir; bu anlamda, Ulak’ın ifadeleri gerçekleri mi yalan ve demagojileri mi içeriyor, ya da gerçekleri çarpıtıyor mu, yoksa gerçeklerin üzerindeki örtüleri mi kaldırıyor, bunu da ortaya koymak zorundayız.

“Zerzevat” muhabbeti yaparak zevahiri kurtarmaya çalışan bu karanlığın muhibbi zevat’a hak ettiği gerçeklerin şamarını ancak böyle indirebiliriz.

Yönetici ideoloji hala Kemalizm değildir ve Kemalizm’e ne AKP ne de MHP sahip çıkmaktadır; hatta CHP bile sahip çıkmamaktadır; sahip olmaya çalıştıkları ise, Kemalize olmuş kitlelerin oylarıdır; Kemal’den ve Kemalizm’den rol çalmaya çalışmaları bundandır ve Kurşungiller tayfası bunu, bir “Kemalist iş” olarak, Kemalistlerin ve Kemalizmin “yeni” 12 Eylül rejiminin yönetimine ortak olduğu şeklinde göstermeye çalışmaktadırlar.

Kürt siyaseti ise “Kemalizm mi geri geliyor?” şaşkınlığı içinde, olan bitenleri izlemektedir.

Kemalizm artık halka, toplumun önemli bir çoğunluğuna inmiştir, bu çoğunluk artık Kemal’i ve Kemalizmi yüksek tutmaktadır.

Aslında yüksek tuttukları, dinci-gerici, osmanik islamik temelde konuşlanan, laiklik düşmanlığına, cumhuriyet düşmanlığına, emekçi düşmanlığına karşı, laikliği, cumhuriyeti, halkçılığı, devrimciliği, emekçilerin vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını savunan laik, halkçı, devrimci, emekçi bir cumhuriyettir
.

Öyleyse bir tekrar gerekiyor:

Bugünün meselesi, ortada olmayan, egemen hiç olmayan, hatta onun üzerinden, ezilen ve sömürülen halkların, sınıfların zapt-ı rapta alınmak istendiği ve bu sebeple tasfiye edilmiş olan bir “cepheye” karşı olmakta ya da olmamakta değildir; mesele, egemen olan, iktidar olan ve ezilen, sömürülen halklara, sınıflara karşı eskinin devamı olan ve dozu misliyle artırılmış bir saldırı içinde olması yanında, ortaçağ karanlığında bir düzeni dayatan cepheye karşı sessiz kalmakta ya da kalmamaktadır; birincisine “sessizlik” in kıymet-i harbiyesi yoktur ve sesliliğin kıymet-i harbiyesi ise resmi politikaları güçlendirmededir ama ikincisine, hem de birincisine hücum ediyor diye sessizlik, ihanetin en büyüğü ve affedilmezidir; asıl sessiz kalınmaması gereken ikincisidir; bu en devrimci ve en sonuç getirici iştir.

Neredeyse bütün soykırımların, mezalimlerin, insanlık dışı katliamların suçunu Kemalizme yükleyip, Kemalin ve Kemalistlerin haltlarıyla yatıp kalkarken, bunun ezen ve sömüren sınıflarla ezilen ve sömürülen sınıflar arasındaki uzlaşmaz karşıtlık taşıyan ilişkiden doğan bir sınıf kavgasının ifadesi olduğunu unutup, bu sınıf kavgasında en sinsi, en barbar, en acımasız, en kanlı ezen ve sömürgen olan emperyalizmin, ABD emperyalizmin yediği haltlarına gözlerini kapatarak, dünyanın bu en kara sicilli canavarını, Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına bir gram bile merhem olmayacağı apaçık ortada olan bir Amerikancı “kurtuluş” uğruna dost bellemek, bunun için ezilen ve sömürülenler üzerindeki ezgisi de, sömürüsü de ve artan ölçüde ve de işçi ve emekçileri ortaçağ karanlığındaki bir kırbaçlı köleliğe sürükleyerek devam eden bir rejimin politikalarından medet ummak fiziksel bir ahmaklık değilse, bir ahmak kurnazlık değilse, son derece kötü niyetli bir düşmanlığın ifadesidir; işçi ve emekçilerin azılı ve ezeli düşmanlarının muhibbi olarak çalışmanın ifadesidir!

Bu en sinsi, en barbar, en acımasız, en kanlı canavarın kara sicilini idrak edemiyorsak, Endonezya’daki antikomünist soykırımına bakalım; Amerikanın dahli ve General Suharto’nun emriyle komünistlerin, başta yöneticileri, neredeyse tamamı ve onlara yakınlıklarıyla bilinen yüz binlerce aileyi nasıl katlettiklerine bakalım.

Yetmedi mi? Öyleyse, Amerikan yerli halklarının Antiller’de, Meksika’da, Güney Amerika’da, Brezilya ve Kuzey Amerika’da İspanyollar, Portekizliler ve Anglosaksonlarca katledilmelerine bakalım.

Bu da mı yetmedi? Vietnam kıyımına bakalım.

Latin Amerika’da Kuzey Amerika müdahalelerine bakalım.

Hala mı yetmedi? Cezayir, Fas, Tunus, Kara Afrika’da sömürgecilerin sömürge halklarını kırımdan geçirmelerine bakalım.

Hala yetmedi ise, kara sicili çok kabarık olan emperyalistlerle empati içindeyiz demektir; hal böyle olunca Kemal’in ve Kemalistlerin haltlarına faltaşı gibi gözlerle bakmanın bir emperyalist iş, bir resmi iş olduğunu düşünmemek için hiçbir sebep kalmamaktadır.

Bu tarihsel gerçekleri, emperyalizmin ezilen ve sömürülen, halklara, sınıflara karşı yediği haltları ısrarla ve güncel tutarak “teşhir etmek ve halklara gerçekleri anlatmak “ ve bu haltları yiyen egemen sınıfların, egemen güçleri ile ideolojileri ve politikaları ve elbette ezilen ve sömürülenlere karşı yemeye devam ettikleri haltlarıyla hiçbir güç hesabı yapmadan mücadele etmek katastrof finale kadar en devrimci iştir.

Elbette, Kemalin ve Kemalistlerin ezilen ve sömürülen halklara karşı yedikleri haltları “teşhir etmek ve halka gerçekleri anlatmak“ da devrimci bir iştir!

Ancak bunun ezen ve sömüren sınıflar ile ezilen ve sömürülen sınıflar arasındaki bir uzlaşmaz ilişkiden doğan sınıf kavgasının ifadesi olduğunun üzerini örterek, Kemalin ve Kemalistlerin yedikleri haltlarla yatıp kalkıp, üstelik artık egemen olmayan bir güç olduğu aşikâr olduğu halde, üstelik bu güce hükmeden egemen sınıfın hala egemen olduğu ama ideolojik ve politik güç olarak Kemalizmi ve Kemalistleri değil, dinci akımları ve dinci ideolojiyi kullandığı apaçık olduğu halde, mücadele edilecek yegâne güç olarak Kemalizmi ve Kemalistleri belleyip belletmeye çalışırken, dünyanın en canavar egemen gücü olan Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçilerinin ve elbette egemen sınıfların yani hala işçi ve emekçileri ezen ve sömüren sınıfların hala devam eden haltları ile empati kurmak, en azından görmezden gelmek ve dahi bu haltlarının ifadesi olan politikalarıyla senkronize hareket etmek, karşı-devrimci bir iştir!

Bu karşı-devrimci iş, sınıf mücadelesini gizleyen bir iştir; tarihin, sınıf savaşımlarının tarihi olduğu somut gerçeğinin üzerini örtüp, tarihi, “medeniyetler, dinler, uluslar çatışması” olarak gösterme işidir!

Devlet içindeki bütün savaşımların, yani demokrasi, aristokrasi ve monarşi arasındaki savaşımın, oy hakkı uğruna vb. savaşımın, çeşitli sınıfların yürüttükleri gerçek savaşımların büründükleri aldatıcı biçimlerden başka bir şey olmadığı gerçeğini gizlemek içindir!

Yeni sömürgeciliğin en yeni versiyonu olan emperyalist “yenidünya düzeni” nin sahibi büyük emperyalist güçler içinde yer alan burjuvazinin egemen olan bölümünün, egemenliği altındaki küçük halkları daha da küçülterek ilelebet denetimi altında tutabilmek için, ulusal değerlere, özgürlüğe ve bağımsızlığa bel bağlamanın anlamsız olduğuna inandırmak, dirençlerini kırmak için politik arenaya sürdüğü gerici milliyetçiliğinin öteki yüzü olan kozmopolitizm ve ulusal-nihilizm ideolojisini model yapmak, bunun “en bilimsel enternasyonalizm” olduğuna inandırmak işidir!

Bunların hepsi, emperyalist kapitalist sistemin mutlaklığını, ebediliğini kabul ettirmek ve emperyalistlerin kendi ideologlarının bile artık inanmadıkları“tarihin sonu” ideolojisine bütün dünyanın ezilen ve sömürülen halklarını, sınıflarını inandırarak, sosyalizm peşinde koşmalarını büsbütün önlemek içindir.

Yani geleceğin mutlak sosyalizm olduğu bilimsel gerçeğinin üzerini örtme işidir.

Ancak bütün bunlar eşyanın tabiatına aykırıdır; yani bu çabaların nafile çabalar olduğunu zihinleri biraz zorlanırsa beş yaşında çocuklar bile idrak edebilir; çünkü tarihin de bir mantığı vardır ve bu çabaların nafile olduğunu peşin peşin göstermektedir.

Sınıflar olduğu müddetçe sınıf savaşları da olacaktır ve sınıf savaşları varsa, ezilen ve sömürülen sınıflar arasında var olan uzlaşmaz çelişkilerin keskinleşerek derinleşmesi, elbette geçici olarak engellenecektir ama önlenemeyecektir; öyleyse ezilen ve sömürülen sınıfların ezen ve sömüren sınıflara karşı mücadelesi de hızlanarak ve şiddetlenerek sürecek ve eninde sonunda, böyle giderse çok fazla uzun olmayan bir zamanda, bu mücadele katastrof finale ulaşacaktır.

Bütün bu gerçekler ise Kemalin ve Kemalistlerin yediği haltlar etrafında koparılan politik fırtınalarla örtülemeyecek kadar gerçektir.

Bunu görmek bu kadar mı zor? Bu tespitlerden Kemalizm muhipliği çıkarmak bu kadar mı kolay?

İşte Kurşungil tayfasının telaşı ve kurnazlıklarının ahmaklık katsayısının artması, bu somut gerçeklik karşısındaki acizlik ve çaresizliklerindendir; ne var ki, gerçeklere karşı karanlığın şövalyeliğini yapmaya hüküm giymişlerdir bir kere.

Öyleyse bir kez daha vurguluyoruz; Özgürkurşungiller tayfası için, Kemal ve Kemalizm bahane, dinci-gerici, osmanik-islamik “Yeni” 12 Eylül ideoloji ve politikaları ile senkronize olmak ve “yeni” 12 Rejiminde yer edinmek şahanedir.

Kürt sorunu ve “çözümü” ise bu ahmakça kurnazlık işinin; bu karşı-devrimci işin kılıfıdır.

Fikret Uzun

01-Aralık -2017


Hiç yorum yok: