6 Şubat 2017 Pazartesi

KÜRT HAREKETİ SAĞ AYAĞINI GERİCİLİKTEN VE AMERİKA'DAN NE ZAMAN ÇEKER YA DA ÇEKEBİLİR Mİ



KÜRT HAREKETİ SAĞ AYAĞINI GERİCİLİKTEN VE AMERİKA'DAN NE ZAMAN ÇEKER YA DA ÇEKEBİLİR Mİ?
- Karanlığın Gündoğumunda Dürüst bir niyet, samimi bir öğretme ve inandırma çabası mı zor, kötü niyetleri gizleme ve kusurları örtme çabası mı kolay?
- Kürtlerin “HAYIR” Eğilimlerini Yükseltmek İçin İttifak da Yapılabilir Cesaret de Verilebilir, Zihinleri de açılabilir ama Amerikan Rengi Taşıyan Bir “ Çözüm”de Diretmelerine Rağmen, ne Kürt Halkının ne de Kürt Hareketinin Sorunları Çözülebilir!
Deniz Hakan çok doğru söylemiş, elbette Kürt sorununun çözümü, özellikle de Kürt zebanilerine bırakılamayacak kadar önemli iken, Türkiye’nin örgütsüz ve isimli, isimsiz, ilerici, devrimci, sosyalist ve komünistlerinin boynunun borcudur;  zaten biz de eleştirilerimizin en sert tonunda bile hemen hemen bu temelde hareket ettik; Kürt hareketinin ilerici-devrimci damarlarına hitap ettik, gericiliklerini de, düşmanca bir ton taşımaya başlayan anti-Marksist-Leninist tutumlarını da, anti-laik, cumhuhuriyet düşmanı tutumlarını da mahkûm ettik; Sosyalist Forum’da bile bu yönde dalgalanmalar, yalpalamalar baş gösterdi; anti-Marxist-Leninist yaklaşımları ifade eden paylaşımlardan vazgeçilmesi gerektiği konusunda epey bir irade gösterildi ve SF sitesindeki en son teknik çöküş ve günlerce sitenin kapalı kalması, sonunda bu tür paylaşımların “hack edildi” bahanesiyle silinmesi ve akabinde neredeyse “biz Marxizm-Leninizm’i bırakmadık” yollu renk verilmeye çalışılması, Kürt hareketinde bu yönde dalgalanmalar olmasının SF’deki yansımasıdır; yani Deniz Hakan’ın dediği gibi, KÖH’ün de, HDP vesaire’nin de diğer ayaklarının sağ ayakların yanına gitmemek için direndiği, hatta daha fazlasını da söyleyebiliriz, sağ ayakları geri çekmek için (yeterli olmasa da) irade gösterdikleri ortadadır.
Ancak burada parantez içinde, kendi adıma bir not düşmek isterim ki, Kürt siyasetinin çatısı altında da, genel olarak Kürt hareketinin örgütsel dinamiği içinde de pek öyle sağ yan ile kavga etme konusunda irade gösterecek bir sol olduğunu (kaldığını) sanmıyorum; hele Kürt siyaseti içindeki “sol” ları sol olarak görmek çok daha fazla mümkün değildir; ancak Kürt siyasetinden de, Kürt ulusal hareketinden de sol renkli bir beklentisi olduğu ve/ya da öyle olduğunu sandığı için yüzünü bu tarafa dönmüş bir sol yanın olduğu yadsınamaz!
Örnek olsun, “Büyük devrimci Lenin'i saygıyla anıyoruz” diyen PKK MK üyesi Cemal Şerik’in, “Kürdistan ve Türkiye halkları önünde yalnızca devrim seçeneği var” yollu konuşarak, Lenin ve Mustafa Suphi ve arkadaşlarını, ölüm yıldönümlerinde anması; Lenin’in “Çarlık Rusya’sının egemenliği altında bulunan tüm halkları özgürlüğe, kurtuluşa doğru götüren bir sürecin başlatıcısı olmasına” ve her ne kadar kendilerine yontsa da ve hatta çarpıtıyor olsa da “Ekim Devrimi”ne, “1905 Devrimine” ve “Sovyetler” e vurgu yapması, bunun bir yansımasıdır; yani Kürt hareketi içindeki ve yüzünü bu harekete dönmüş devrimci damarlara – en azından- “Lenin’den ve devrimden ayrılmadık” mesajı vermeye de mahkûm olduklarının göstergesidir!
Oysaki PKK kongreleri kanıttır, PKK adı, KADEK’e ve oradan Kongra-Gel’e ve sonra da yine PKK’ye dönmesi aşamasında açıkça Leninist yapılanmadan ve devrim’den vazgeçtiklerini ve reformist bir yola girdiklerini hem ilan etmişler ve hem de bu yeni çizgilerinin üzerini örtmüşlerdi; şimdi bu yeni (reformist)çizgiye, kaçınılmaz olarak gericilik de eklenince ve daha önemlisi, ard arda yenilgiler ve tutarsızlıklar kalın çizgilerle kendini gösterince, örtüler dikiş tutmaz olmuş ve en azından soyut ve içi boş bir söylem tutturarak “devrim’den ve Lenin’den vazgeçmedikleri” yollu ritüelli beyanatlar vermeye ve Marxizm-Leninizm’i aşıyoruz yollu tartışmaları geri çekmeye ya da unutturmaya başlamışlardır!
Bu arada, Şerik’in “ ‘Sovyetler’ belirlemesinin devlet biçiminde anlaşılmaması gerektiğine” vurgu yapma gereği duyması var ki, hem yanlıştır ve hem de “komün” örgütlenmesini model gösteren Öcalan ve Kürt hareketi ile Çar’ın egemenliğine, despotizmine karşı, “Sovyet” örgütlenmesi ile mücadele eden Lenin ve Rusya proletaryası ve köylülüğünün “Sovyetler” biçimindeki ittifakı arasında bir korelâsyon kurması, gerçekleri örtmeye çalışması bir yana, tükürdüklerini yalamak istememenin psikolojisini de yansıtmaktadır!
Ancak Cemal Şerik, Lenin’e göre sovyetlerin, daha açık ifadesiyle “İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri”nin , “Proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü”  olduğunu göz ardı ediyor; göz ardı edilmesine çalışıyor ki bu da bizim Kürtler hâlâ aynı Kürtler olduğun un bir işaretidir!
Kürtlerin, ABD emperyalizminin diğer önemli kartlarından biri olan kozmopolitizmin, ulusal-nihilizmin labirentlerinde Kürt halkına yolunu şaşırtıp, Amerikancı bir yola sokmakta kararlı oldukları aşikârdır ki,“demokratik özerklik” ya da “komün”, bunun için hem biçilmiş kaftandır, hem Amerikan’ın ısrar ettiği “M-L’yi bırak gel masada müzakere yapalım” davetine icabet etmektir, hem de bunların üzerini örten bir kılıftır ve bu anlamda bir şaşırtmacadır!
Yani, Kürtlerin hemen hemen bütün politikalarının ısmarlama olduğunu, uydurma olduğunu ve Kürt halkını, kurtuluşuna, bir zamanların Öcalan’ının deyişiyle, vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına sahip çıkmaktan vazgeçirmenin, ulusal-nihilizme sürüklemenin sinsi politikaları olduğunu vurgulamaya çalışıyorum!
Diğer yandan, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ; 'Hayır' demeye çağırıyoruz diye kampanya başlatmaktadır;  “…mış gibi” mi yapıyorlar, yoksa ciddi ve samimi ler mi, kısa zamanda göreceğiz; ama pek çok “Kürtsever” “aydın”, TKP artığı Veysi Sarısözen de bunlardandır, zoraki ilan edildiğini (yani sol yanlarını teskin etmek için olduğunu ve aslında bu anayasa değişikliğinin,Kürt sorununun Amerikancı çözümü için biçilmiş kaftan olduğunu düşündüklerini), düşündüğüm “HAYIR”  kampanyasına karşı kafa karıştırıcı, bu yönde gelişecek ittifakları önlemeye yönelik ilginç açıklamalar ve itirazlar yapıyor ki, sağ yan - sol yan çatışmasında, sol yandan çekinerek(hem de sağ yan görünmekten çekinerek), sağ yanı daha çok sağa çekmeye hazırlanıldığını görüyoruz; en azından ben öyle görüyorum ki “aktif hayır” kampanyası açanların “HAYIR” vurguları da hem vurgulu değil, hem de net değil, başka ifadeyle bir ikircimlik hissettiriyor; 12 Eylül referandumundaki  “BOYKOT” cinliklerinin, şimdi “HAYIR”a çağırmalarının ciddiye alınma katsayısını düşürme ihtimali de cabasıdır!
Sanki, resmi politikanın, ya da en azından daha önce “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışlarında olduğu gibi, Amerikan’ın eğiliminin “HAYIR”  yönünde olması ihtimaline karşı bir ısınma ameliyesi gibi görünüyor!
Yani Kürtler (ne siyaseti, ne de genel olarak hareketi ), gerçekten sağ ayaklarını, sol ayaklarının yanına çekmeye ya da Amerika’dan çekmeye pek niyetli görünmüyorlar; aksine yine sol yanda görünerek, sol ayakları, daha çok sağ ayaklarının ve elbette Amerikan politikalarının yanına çekmeye çalışmakta kararlı olduklarını görüyoruz!
Bir başka olgu ise, Kürt milletvekillerinin tutuklanmaları yoluyla kendini gösteriyor ki, daha önce de dile getirmiştim; bunda, savaş içinde şiddet yoluyla müzakere dinamiği ve dolayısıyla sağ ayakların yanına gitmeye daha çok mahkûm etmeye çalışma dinamiği görüyorum; en azından önsezimdir diyebilirim ki hatırlarsak, barış içinde yürütülen müzakereler sırasında dahi, “açılım paketleri”nin biri açılıp, biri kapanırken bile, hem de kitlesel olarak, Kürt yöneticilerin zindanlara atıldığını, partilerinin kapatıldığını ve Kürtlerin buna eyvallah dediğini biliyoruz!
İşte burada, “Kürt sorununu çözmek” derken ; Kürtlerin sol ayaklarını sağ ayaklarının yanından uzak tutmaya devam ederek ve Kürtlerin ”HAYIR” vurgusundaki ikircimliği de, vurgusuzluğu da ortadan kaldıracak şekilde ilerici-devrimci çizgiyi öne çıkartarak, bu temelde sert eleştirilere devam ederek, her ne için olursa olsa da ve hatta Kürtler’in kayıtsızlık katsayısı yüksek olsa da, Kürt siyasetinin temsilcilerinin zindana atılmalarına karşı ciddi ve samimi protestolar yükseltmek gerektiğini anlamalıyız!
Ayrıca dikkat çeken bir başka konu da, Kürtler arasında ve Kürtlerin “BOYKOT”una omuz verenler arasında,  2010’daki “BOYKOT” tavrının yanlışlığı konusunda sesler yükseldiğinin ama henüz Kürt hareketinin bu sesleri duymadığının gözlemlenmesidir!
Örnek olsun, dünün “boykot”çusu, şimdinin “Geçen referandumda, benim de içinde yer aldığım ‘boykot’çular, yani o zamanın Kürt hareketi de, AKP’ye ‘yetmez ama evet’çiler kadar yardımcı olmuşlardır. Bugün ‘BOYKOT ‘ tutumu, ‘faşizme geçit var’ demekle aynı anlama gelir…. ‘Evet’ cephesi AKP’ye ‘evet’ diyecek, ‘HAYIR’cılar ise tek adam diktatörlüğüne ‘HAYIR’ diyeceklerdir” diyen “milli anarşist” Gün Zileli ve yine şimdi  “Sade ve Yalın Bir HAYIR’ın Hayati Önemde” olduğunu ifade eden Demir Küçükaydın gibi resmi politikaya eğilim gösteren aktörleri ki başkaları da vardır, bu gözlemi doğrulamaktadırlar!
Sonuç olarak, bizim şimdiye kadar sürdürdüğümüz eleştirel tutumumuzdan bir adım bile geri atmamız mümkün görünmemektedir; yani bu eleştirel tutumumuzun şiddet katsayısını düşürmeden, hatta artırarak,“HAYIR” a gerçekten eğilimli iseler, Kürtlerin bu eğilimlerini yükseltmek için onlarla ittifak da yapılabilir, cesaret de verilebilir, zihinleri de açılabilir ama Kürtler’in Amerikan rengi taşıyan bir “çözüm” de ısrar etmelerine rağmen, yani sağ ayaklarını sol ayaklarının yanına çekmemekte kararlı görünen bir Kürt hareketine rağmen, ne Kürt halkının ne de Kürt siyasi ve ulusal hareketinin sorunlarını çözebiliriz!
Yani, ortada sol yana basan ayakların yanına gitmeye eğilim gösterebilecek bir sağ yana basan ayak yoktur; bu ayaklar, onca zaman, geri dönüşleri mümkün olmayacak biçimde son derece kemikleşmiştir; öyle ki, sola, sosyalizme, hatta Lenin’e ya da Marx’a veya Marxizm-Leninizm’e dair her övgüleri, yanında bir sövgü ile dengelenmektedir; övgüleri, bu çerçevede görüntü yaratmak için, sola, sosyalizme, Lenin’e, Marx’a veya Marxizm-Leninizm’e kendilerinin atfettiklerinedir ve beraberinde gerçekten sola, sosyalizme, Lenin’e, Marx’a veya Marxizm-Leninizm’e ait olanlara dair sövgüleri ihmal etmemektedirler!
Buradan da ortaya şu çıkar ki, çözüm; Kürtlerin hiçbir zaman sol yana basmamaya kararlı olduğu sağ yana basan ayakları ile sola basan ayaklarını ayırmaktadır; ya da daha açığı, sol yana basan ayakları sağ yana basan ayaklardan kesinkes ayırmakta, fakat Kürt halkının sağa sürüklenen ayaklarını sola basan ayakların yanına yöneltmek için sabırlı ama  hızlı bir aydınlatma çalışması yapmaktadır; elbette beraberinde sağ yana basan ayakların içinde hâlâ sol bir yanı kalmış olması ihtimaline karşı, onların da sol yana basan ayakların yanına çekilmesi için ikna edici bir eleştirel çalışma yapmaktadır!
Demek ki ortada, elinde tayin edici bir “kart” haline gelmiş olan ama buna rağmen bu kartı açmaya cesaret edemeyen ABD emperyalizminin çürük politikalarıyla senkronize hareket etmeye kararlı Kürt siyasi kadroları ve genel olarak Kürt hareketini ille bu çizgide tutmaya kararlı bir liderlik kadrosu var demektir ki, öyleyse çözüm, bunlara bırakılmayacak ama bunlara rağmen kotarılamayacak denli önemli, acil, ölümcül bir değerdedir!
Öyleyse çözüm, ancak ve ancak eleştirinin şiddetinin dozunu artırmakla ve böylece Kürtlerin sola basan ayaklarının sağa basan ayakları çelmesine ön ayak olmakla; yani sol yanın cesaret ve kararlılık katsayısının artırılmasıyla mümkündür; özcesi bu, gerici-dinci bir renkle donatılmaya çalışılan Kürt halkının ayaklarının, bu gericilikte ve Amerikan sopasına tutunmakta direten ayakların yanından çekilmesi, sol ayakların yanına yöneltilmesi demektir ki bu da Kürtlerin sol ayaklarının cesaretini de kararlılığını da artıracak ve sağ yanda ve Amerika’nın yanında durmaya kararlı olan lider kadrolarının karşısına dikilmeleri, popülizmin defterini dürüp, yerine halkçılığı şiar edinmeleri mümkün olabilecektir ki, zaten bu kadroların, Kürt halkı ile aralarındaki mesafe ve elbette güven köprüsü, önemli oranda uzamıştır!
Bunun da çizgisi de hedefi de net olan bir ittifak politikası ortaya çıkaracağı açıktır ki ucu tarihin epeydir işaret ettiği ilerici-devrimci Kürt-Türk ittifakı veya birliği ile gerici- karşıdevrimci-Amerikancı Kürt-Türk ittifakının karşı karşıya gelmesine açıktır ve bunu engellemek mümkün görünmemektedir!
İşte çözüm, tarihin akışının sürüklediği bu ittifak karşıtlığı temelinde, ilerici-devrimci çizgideki ittifakın şimdiden netleştirilerek güçlendirilmesine bağlıdır!
Öyleyse bir yerde çözümsüzlük ya da çözüm önündeki engeller koyu renklerle kendini gösteriyorsa, çözüm de en az o kadar yakınımızdadır aksiyomundan hareketle, bu kez Kürtleri “HAYIR”  kampanyasına ikna etmek yerine, kendilerinin açtıkları “HAYIR” kampanyasına omuz vermek, bundan vazgeçmelerinin önünü kapatmak, bu temelde ittifak kurmak ya da güç ve eylem birliği yapmak ve yanında Kürt siyasetçilerin tutuklanmalarına karşı seslerin ciddi ve samimi bir tonda yükseltilmesi, kampanyaya dönüştürülmesi ve beraberinde aslolanın Öcalan’ın tutsaklığından kurtulması değil, Kürt halkının ve siyasetinin ve genel olarak Kürt kurtuluş hareketinin ve elbette Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin bu dinci-gerici faşist rejime tutsaklıktan kurtulması olduğunun gösterilmesidir!
Burada da minik bir parantez açarak altını çizmek isterim ki, Kürtler’e şiddet dozu yüksek olan öteden beri yönelttiğimiz eleştirilerin, bugün ısıtılarak öne çıkartılmasının, bugünkü politik atmosfere, yani “HAYIR” eğilimi taşıdığının rengini yansıtan Kürtlerin “kararlılığına” olumsuz bir etki, olası bir ittifak zeminine zarar verici etkisi olmaz; tam tersine, bu temelde ikircimleri ortadan kaldırır ve bu temelin sağlamlaşmasına yönelik olarak sol ayakların sağlam basmasına önayak olur!
Öyleyse bu durumda, Kürt hareketinin bu tutsaklık zincirini kırmak için hem faşizme karşı topyekün bir seferberliğe çağırmasının hem de Öcalan’ı tutsaklıktan kurtarmaya endekslenmiş bir müzakere politikası ve trafiği ile bu dinci-gerici faşizmden medet umma eğilimini yükseltmeye çalışmasının çelişki olduğunu, hatta bir kandırmaca olduğunu net çizgilerle göstermek de gerekmektedir!
Hatta ve hatta Kürt hareketinin lider kadrolarının, karşısındaki tüm nesnel güçleri düşman olarak belledikleri ve yem ettikleri faşizme karşı peşpeşe topyekün seferberliğe çağırmalarında bile, bir devrimci halk hareketine, bir ilerici-devrimci ittifaka değil, topyekün herkesin, canlı TAK bombacısı olmasına veya buna onay vermesine vurgu olduğunun görülmesi, gösterilmesi de gerekmektedir!
Aksi takdirde, “…emperyalizmin ‘Kürt kartı’ yoluyla Türkiye ile dilediğince oynayamaması için Kürt sorununu çözmemiz” adına, geriye sadece emperyalizmin dilediğince oynayacağı Kürt kartını açma vaktinin gelmesi anlamında bir “çözüm” kalacaktır ki bu, “çözüm”ün çözüm olmadığının apaçık görüleceği bir anın ama artık iş işten geçmiş olan bir anın ifadesi olacaktır!
Kürtler, belki teslim oldukları bir Amerikan “çözümü” ile üzerinde “Kürt” yazan bir bayrağa ve istedikleri bir “statü”ye de kavuşabilirler ama kurtuluşları belki yedi kat yerin dibine gider ve ortada bu kurtuluşu o yedi kat dipten çıkaracak ilerici-devrimciler de kalmamış olacağı için, esaret günleri ortaçağın tarihinden bile uzun sürecek bir pax’ı Amerikan emperyalizmine hediye etmiş olmanın pişmanlığını da yaşayacaklardır!  
Demek ki öyleyse, adına “ilerici” desek bile, Türkiye’nin dinci gerici faşist rejiminden kurtuluşun çözümü, Kürt sorununun çözümüne bağlı olmamalıdır; tam tersine, Kürt sorununun ilerici-devrimci çözümünün ancak ve ancak bunu mümkün kılacak bir ilerici-devrimci çizgiyi ortaya çıkaracak Türk kurtuluşu ile (en azından bunun için ilerici-devrimci çizgide Kürt-Türk birliğinin konuşlandırılmasıyla) mümkün olacağının kabul edilmesi gerekmektedir!
Burada da bir parantez açıp, bir hatırlatma yapmak istiyorum ki, zaten Kürt siyasetinin ve genel olarak hareketinin öteden beri güttükleri ideoloji ve politikalar, sırf Kürt sorununun çözümü konusunda gerçekten Kürt halkının ve Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin vazgeçilmez çıkarları, kendi kaderlerini tayin etme hakları açısından işe girişecek kim ve hangi güçler, nesnel ve öznel olarak varsa onlarla Kürtler arasına peşin duvar örmeye yönelik olarak ve kuvvetle muhtemel yukarıda da değindiğim gibi, ısmarlama ve uydurma olarak geliştirilmiştir!
İşte bu yüzden Kürt siyasetini ve genel olarak Kürt hareketini, “çözüm”lerinin Amerikan patentli olduğuna ve çözüm olmadığına ikna etmek ve bu anlamda öne sürdükleri ve kendilerine ait olmadığı açık olan “çözüm” önerilerine destek bir yana, saygı dahi duymak, Türkiye’nin ilericilerinin, devrimcilerinin, devrimci-demokratlarının, sosyalistlerinin, komünistlerinin sabırla peşinden koşacakları bir görev olmamalıdır; aksine, Kürt siyasetini ve hareketini mahkûm eden eleştirileri ile Kürt halkına ve Kürt ilericilerine, devrimcilerine, devrimci-demokratlarına, sosyalistlerine, komünistlerine deşifre etmek ve Kürt siyasetinin ve hareketinin dizginlerini ellerine alıp gerçek bir çözüm için, temel şiarları olmasa da, sosyalist iktidarı dışlamayan, ilerici-devrimci–halkçı-laik-cumhuriyetçi bir çizgide Kürt-Türk birliği temelinde dinci – gerici-faşist 12 Eylül rejimine ve elbette Amerikan emperyalizmine karşı bayrağı yükseltmeleri gerektiğine ikna etmek olmalıdır!
Başka türlü, bu gericilikte ve Amerikancılıkta ve dahi takiyecilikte Kürt renkli bir çığır açan Kürtlere rağmen Kürt sorununun çözülmesine kapı açmak mümkün görünmemektedir!
Diğer yandan Kürt sorununun çözümüne, Türkiye’nin ki defacto sürdüğü halde yeterli bulunmayan ve dejure bir dinci-gerici faşist diktatörlüğe mahkûm edilmeye çalışılan bir Türkiye’den söz ediyorum, işte bu Türkiye’nin sorununun çözümünü feda etmek demek olan bir “Kürt sorununun çözümü mü, Türkiye sorununun çözümü mü” ikilemine hapsolmak pek akıllıca değildir!
Kürtlerin politikalarının ne denli pislik içinde ve yabancı damgalı olduğunu biraz daha resmetmeye yarayacağını umduğum, Kürt vekillerin tutuklamalarıyla ilgili bir de dipnot düşmek istiyorum:
Hatırlarsak, bir süre önce, HDP’nin eş-başkanlarıyla birlikte tutuklanmaları talebiyle mahkemeye mahkemeye çıkartılanlardan S.S.Önder ile birlikte, PKK’nin kurucularından Kemal Pir’in yeğeni ve HDP saylavı olan Ziya Pir de serbest bırakılmıştı; bu süreçte HDP, meclis çalışmalarına katılmayacağını ilan etmiş ve katılmamaya başlamıştı; ama bir süre sonra aniden katılma kararı aldılar ki hemen akabinde, TBMM'nin ev sahipliğinde gerçekleşen NATO Parlamenterler Asamblesi 62. Genel Kurulu toplandı; bu toplantıda, Ziya Pir NATO PA Alt Komite Başkan Yardımcılığı’na seçildi. 
Bu konuda pek çok yerde haberler çıktı, eleştiriler yükseldi ve haliyle bu haberler SF’ye de yansıdı ki, sözünü ettiğim “hacklenme” hadisesinde, ne tesadüf ki onlarca tartışma sayfasından az sayıda silinen tartışma sayfaları içinde bu yönde açılan tartışma sayfası da vardı!
Ziya Pir, Türkiye ve Almanya vatandaşıdır. Bochum Ruhr Üniversitesi’nin Ekonomi Bölümünü bitiren Pir, diploma tezini, "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Ekonomik Uyumu İçin Bir Araç Olarak Gümrük Birliği" üzerine hazırlamıştır. Akademik öğrenimini 2011 yılında tamamlamış olan ve 2001 yılında "Dünya Deutschland" adlı ilk Almanca Türk gazetesini yayınlayan Pir, Alman ARD ve ZDF televizyon kanallarının Türkiye'den Almanya'ya göçüşün 40’ıncı yıldönümü ile ilgili yayınlanan bir dizi programların hazırlanmasında Türk işletmeleri ile ilgili uzman olarak yer almış ve bu sıfatla canlı yayınlara katılmış; "Alman Türk Forumu" kurucusu ve yönetim kurulu üyeliğini yapmıştır. İyi derece Almanca, Türkçe, İngilizce orta derece Fransızca dillerini konuşabilen Pir, 2015 Genel Seçimleri’nde HDP’den milletvekili atanmıştır!
Ne tesadüf değil mi?
Bir paraşütle meclise inme vakası daha! Ve HDP’den saylav olarak meclise “seçimle” koopte edilen Pir, paraşütle meclise inmeden önce, NATO Parlamenterler Asamblesinin üyeliğine gene “seçimle” koopte edilmiş bir zattır!
İşte bu haber üzerine açılan tartışmada “Kürtler, Burjuvazinin Kötü Çocuğu Faşizme Karşı, Burjuvazinin İyi Çocuğu Demokrasiyi Koyarak İyi Bir şey mi Yapıyorlar?” başlıklı bir mektup yazmış ve peş peşe pek çok sorular sıralamıştım!
Ve mektubumu, “ Öyleyse Eylülist rejimden bütünüyle çıkmadan demokrasi memokrasi hayaldir!” diyerek bitirmiştim; öyleyse Eylülist rejimden tamamen çıkmadan Kürt sorununun çözümü de hayaldir ve bir “çözüm” kotarılırsa, bu Eylülist rejimin varması gereken yere varmış olduğunun ifadesi olacaktır ki buradan da kendiliğinden anlaşılacağı gibi, Kürtler Eylülist rejimin en son hedefine vararak kendisini son derece sağlamlaştırması pahasına herhangi bir kurtuluşa sahip olamayacaklardır; “kurtuluş, Türkiye’nin egemen sınıfları ve rejimi yanında, ABD emperyalizminin kurtuluşu olacaktır; dolayısıyla “çözüm” de Amerikan damgası taşıyan bir “çözüm” olacaktır ve elbette Kürt halkına da Türkiye’nin işçi ve emekçilerine de, bu kurtuluş gereği ki diyalektir, kaybetmek, bu anlamda uzun süren bir karanlık ve soğuk, bütün yolları kapatmış esaret kışı düşecektir!
Aynı tartışmada bir başka mektup ile HDP’nin, düzen içi bir proje parti olduğunu vurgulamış; HDP’nin, aslında devletle yönetişim içinde olan bir demokratik kitle örgütü ve bu günkü adıyla Sivil Toplum Kuruluşu olduğunu ve yöneticilerinin zindanda olmasının bu gerçeği değiştirmediğini eklemiştim!
Buna bir itiraz yoksa,doğru kabul ediyorsak ve herhangi bir değişiklik söz konusu değilse, yukarda dile getirdiklerimde bir yanlışlık olmasa gerektir; yani Kürt siyasetinin ve hareketinin tepesindekilerin resmi politikanın ve özellikle de ABD emperyalizminin Kürt politikasının dışına çıkacağını beklemek saflık olacaktır ve dışına çıkmadan da çözüm’ün “çözüm” olmayacağı açık olduğuna göre, çözüm, Kürtlerin resmi politikanın dışına çıkmasını, daha açığı resmi politikaların karşısında, Kürt halkının ve Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin vazgeçilmez tarihsel çıkarlarının yanında olmasını sağlayacak bir formülden geçmektedir!
Peki, bu, Kürt siyasetçilerine ve Kürt hareketinin liderlerine, “yapmayın etmeyin, tuttuğunuz yol yanlış, girdiğiniz karanlık bataklıktır, kurtuluş getirmez, esaret getirir” desek,“Amerikancı yolu ve Amerika’ya dayanmayı bırakıp, Kürt halkının vazgeçilmez çıkarlarının kurtuluşu yoluna ve Kürt halkına dayanmaya dönün …” eklesek bizi dinlerler mi, dediğimize dönerler mi?
Onca zaman dediklerimizin özü bu değil mi? Döndüler mi? Yoksa kızıp,”Kürt düşmanı” yollu kükrediler mi? Halka dayanacaklarına, halkın gücünü açığa çıkaracaklarına, canlı TAK bombalarından medet beklemediler mi?
Öyleyse, onlara rağmen Kürt sorunu çözülebilir mi? Çözülürse,  Kürt halkının değil, ABD emperyalizmin, “yeni” 12 Eylül dinci-gerici faşist rejiminin çözümü olmaz mı?
Öyleyse, politika hep güç dengesiyle şekillendiğine ve bu günkü güç dengesi de ikisinin de(Kürtlerin ve ABD emperyalizminin) diğer ayağını sağ ayağının yanına getirmesine izin vermediğine göre ve haliyle bu durum, ABD emperyalizmi yanında bilumum işbirlikçilerine sorun yarattığına, programlarını aksattığına ve ekonomik bunalımı derinleştirmeye, sınıf savaşını da politik savaşı da keskinleştirmeye başladığına göre; en azından, bunları önleyecek, imkân ve hamleler konusunda ABD emperyalizminde ve işbirlikçilerinde zayıflıklar yarattığına göre; Kürtler, güç dengesinin öyle ya da başka türlü şekil almasıyla, ya ABD emperyalizmi ile birlikte bu bölgede dayatılan Amerikan damgalı “çözüm”ün altında kalacak; ya da tam tersi, ABD emperyalizmi ile birlikte bu “çözümün” sultanı olup, Kürt halkına belki de tarihinde görülmedik bir despotizmi yaşatacak!  
Fikret Uzun
06 Şubat 2017

Hiç yorum yok: