18 Nisan 2016 Pazartesi

BURUNLARINI TIRMALAYAN CEVAPLARA KÖR VE SAĞIR OLMAYI KURNAZLIK SAYANLARA

BURUNLARINI TIRMALAYAN CEVAPLARA KÖR VE SAĞIR OLMAYI KURNAZLIK SAYANLARA

Ey benim “çokbilmiş”, cinlikte sınır tanımayan ama cahillikte direten Diyarbekirli kardeşim.

Bizde pek sevdiğim bir deyiş vardır : “açtırma kutuyu, söyletme kötüyü” deriz!

Bu deyiş size pek uymaktadır, çünkü kutuya kapatmak istediğiniz gerçekleri kutudan çıkarıp, yüzünüze fırlatmak size fena halde kötü gelmektedir!

Öz ve özet olarak, Kürtlerin, bilumum sahte sol gömlekli “yetmez ama evet”çi mahlûkat ile birlikte, dinci akımların eline teslim edilenTC ile de, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak dinci-gerici, osmanik-islamik temelde dizayn edilen 12 Eylül faşist rejimi ile de hiçbir kavgaları olmadığını ama laiklik ile olduğunu; kamu haklarının son kırıntısına kadar çiğnenmesiyle, Kürt emekçilerinin sömürülmesiyle, Kürt hareketinde emekten ve anti-emperyalizmden yana damarın ezilmesi ile hiçbir kavgası olmadığını ama Kürt sorununun emperyalizm lehine “çözülmesi”ne karşı çıkanlarla olduğunu; devrimci damarlarının tırpanlanmasında, dini renk kuşanmakta, Kürt sorununun emperyalizm lehine “çözülmesi” nde, Türkiye’nin anayasasını ve geleceğini kendi pazarlıklarına meze etmekte bir beis görmediklerini; Türkiye’ nin laiklik kavgasına girmekte ayak dirediklerini; daha önce “demokratik cumhuriyet” derlerken ve yer yer de hala derlerken, adına “demokrasi” diyerek, “çözüm” diyerek, “barış” diyerek yürütülen cumhuriyet düşmanlığının halkların geleceğine de kardeşliğine de çekilmiş silah olduğunu görmezden geldiklerini!


Kürtlerin, Cumhuriyet düşmanlığı’nın Berkin’lerin, Özgecan’ların, Sakine’lerin katli olduğunu inkâr ede ede, Berkin’leri, Özgecan’ları, Sakine’leri, yenidünyacı emperyalizmin, dinci-gerici 12 Eylül faşist rejiminin Kürt politikaları ile senkronize hareket etmelerini kolaylaştırmak ve örtmek için devrimci renkli bir bayrak olarak kullanmakta beis görmediklerini.

Kürtlerin, Kürt politik hareketinin, bu ülkenin laikleri, ilericileri, devrimcileri, devrimci–demokratları, sosyalistleri, komünistleri ve elbette cumhuriyetçileri tarafından kabul görmemesinin “Kürtlük”le,”Kürt düşmanlığı” ile bir ilgisi olmadığını, TC ile cumhuriyeti birbirine karıştırarak, kimi zaman bilinçsizce, çok zaman bile isteye cumhuriyet düşmanları ile saf tutmada beis görmemeleri ile ilgili olduğunu kabul etmek istemediklerini; bundan “Kürt düşmanlığı” çıkarmayı tercih ettiklerini ve cumhuriyet düşmanlarıyla saf tutmaya devam ettiklerini!

Velhasıl Kürtlerin, dökülen kanların, IŞİD(DAİŞ)’leri doğurtan ve büyüten emperyalizmin insana hınç duyan bir islama boğduğu bu topraklarda, solundan korkan bir cumhuriyetin artık yaşama şansı kalmadığı, halkların cumhuriyetten başka bir geleceği olmadığı gerçeğini örtülemek ve halkların solundan,devrimcisinden,ilericisinden,laikinden, halkçısından, sosyalistinden, cumhuriyetçisinden korkmasını, sınıftan kaçmasını, bunun yerine gericiliğe, dinciliğe, ümmet düzenine biat etmesini sağlamak için olduğunu inatla görmediklerini ve inatla cumhuriyet düşmanlarıyla, laiklik düşmanlarıyla, ilericilik, devrimcilik, halkçılık düşmanlarıyla, sosyalizm düşmanlarıyla, halk düşmanlarıyla, işçi ve emekçi düşmanlarıyla birlikte saf tutmaya devam ettileklerini ve buna kararlı olduklarını göstermekten çekinmediklerini, hala çekinmiyor olduklarını… vesaire gerçekleri ortaya koyduğum mektubumda, ne yaptıları, ne yapmadıları, nereye geldileri vb. anlatan ifadelerimden, Kürtlerin asıl ne yapmaları, ne yapmamaları gerektiğinin, nerede olmaları gerektiğinin cevaplarını bulamıyorsan, sana başka bir şey anlatmaya gerek var mıdır bilmiyorum!


Ama böyle oldu, şöyle oldu, bu söylendi şu söylendi yazmışım ya; ardına böyle olsaydı, şöyle olsaydı, bu değil de şu söylenseydi diye hiç yazmamışım ya; eleştirdiğim konularda benim de fikirlerim olmalı değil mi imiş ya; Kandil, selocan, hdp falan ne yapmalıydı imiş ya; neredeyse 5 sayfa yazı okumuşsun, hiç fikir verme yokmuş ya; 38 yıldır akan kanın durması için yol haritam ne imiş ya; hepimiz ölelim de AKP yıkılıp CHP başa geçsin de kalan sağları da onlar mı öldürsünmüş ya!


Ve AKP’yi Kürtler mi başa getirmiş ya!


Diyarbakır’da yıkılmadık eser kalmamış, 24 000 kişi evsiz kalmış, Diyarbakır’ın kalbinde taş üstüne taş kalmamış ya; insanlar (savaşa) tepkili imiş, bahsettiğim işçi sınıfı da savaş istemiyormuş ya; biz işçiliğimizle mutluyduk diyorlarmış ve eleştirip hataları tek tek söylemişim ama ne yapılması gerektiğini söylememişim ya; yani çözüm önerisi hiç yokmuş ya; bu yüzden mektubum aydınlatıcı olmuş ama mum ışığından daha fazla aydınlatmıyor imiş ya; dolayısıyla cevabını bilmediğim sorular sormuş gibi olmuşum ya!

Yani böyle buyurmuşsun ya!


Öyleyse biz de kutuyu açıp, gerçekleri çıkarıp, önünüze atıp, buyurduğun gibi miymiş, yoksa tersi miymiş biraz daha ayrıntılı olarak gösterelim; haliyle biraz uzun olacak, kusura kalma!

Ah benim “çokbilmiş” cin fikirli Diyarbekirli hassas kardeşim, kronolojik bir biçim tutturarak ne yapıldığına ve nereden nereye gelindiğine dair hatırlattıklarımdan o müthiş “çokbilmiş”liğine, hatta cingözlüğüne rağmen “ne yapmalı” anlamında bir sonuç çıkaramamayı başarmışsın ya, kutlayayım mı, cingözlüğünle ters orantılı bir başarı gösterdiğin için hayrete mi düşeyim bilemedim.

Peki, “ne yapmalı” sorusunun da “ne yapmamalı” sorusunun da cevaplarını dile getiren ve müzmin muhalifleri tarafından, bir kaşık suda boğulmaya çalışılan, su bulamazlarsa sessizlikle boğmaya çalıştıkları, sessiz kalamazlarsa küfürle bertaraf etmek istedikleri, o da olmazsa, seninkileri aratmayan türden, yani Semskovski’nin sorduğu türden yavan, içi kof, pratik bir değeri olmayan, yedi aptalın sorduğu ve yetmiş akıllının yanıtlayamadığı sorular türünden, beş yaşında çocuklara bile “ne ahmakça sorular” dedirten sorularla ya da o da olmazsa, ilgisi alakası olmayan üfürükleri iplere dizerek, o “ne yapmalı” ve “ne yapmamalı” ya dair cevapları içeren mektupları yok saymaya çalıştıkları mektuplardan da mı sonuç çıkaramadınız?

Hadi onları ya modaya uyup okumadınız, ya da okudunuz da uyarına gelmediği için okumamış yaparak sessize yattınız, ya da okudunuz da aklınız hafsalanız almadı kenardan baktınız; peki hiç gazete okumaz mısınız; haberleri takip etmez misiniz, sosyal medya diye bir şey var, bu forum var, başkaları var onlara da mı bigâne kalırsınız? Yoksa Diyarbakır’da açılan bir hendekte unuttular ve üstünüzü örttüler de büsbütün karanlıkta kalıp, dünya ile irtibatınızı mı kaybettiniz?

Canciğer kuzu sarması olduğunuz, diğer tarafınız “masayı devirince” dellenip, önce “ bak çözüme dönmezsen kötü olacak, tez çözüme dön” yollu ultimatomlar yağdırıp; sonra da “çözüme dönülmezse savaş çıkar” yollu tehditler yağdırıp; bu tehditleri savaş ilanı belleyen diğer tarafınız “savaş mı, siz istediyseniz biz varız” diyerek bombalar yağdırmaya başladığında siz çoktan hendekleri kazmamış mıydınız? Diğer tarafınız üzerinize çok sert saldırdığı için, “böyle giderse metropolleri de Amed yaparız” yollu kükremiyor muydunuz; yetmedi Öcalan’a sadık, “İntikamcı Kürt Tugaylarını” yani TAK’ı devreye sokup, Türkiye’nin baş ilinin merkez mevkiini kan gölüne çevirmediniz mi?

Dahası , “asıl savaş baharda, Nevruzda olacak” ,”bu savaş nihai savaştır”, yollu Kürt halkını, hatta kendi ifadenizle (Türk toplumunu) da bu savaşa katılmaya çağırmıyor muydunuz, “katılmazlarsa fena şeyler olacağını” buyurmuyor muydunuz?

“AKP-DAİŞ faşizmine karşı Kürt ve Türk emekçilerini, KÖH’ün kuyruğunda cephe kurmaya çağırmıyor muydunuz? Sürecin “devrimci halk savaşı” süreci olduğunu buyurmuyor muydunuz? Bu çağrıya uyulmazsa, AKP’nin, 12 Eylül faşist rejimini, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn etmesinin kolaylaşacağına yönelik beyanatlar vermiyor muydunuz?

Hatta bir taraftan “insan hakları çiğneniyor” yollu feryatlar ederken, diğer taraftan “TÜRK BAYRAĞINI BIRAKIP, MEVZİSİNİ BIRAKIP KAÇIYOR TÜRK ASKERLERİ” yollu böbürlenmiyor muydunuz; ? “Biz daha çok asker öldürdük ama saklıyorlar, hiç dürüst değiller “yollu böbürlenmeyle karışık yakınmıyor muydunuz?

Bütün bunlar benim suçum mu? Ben size “ne yapılacağını” söylemedim diye mi?

Kaldı ki, yanlış yolda olduğunuzu, onca emek, onca uğraştan sonra devrimci yönde tırmandığınız doğru bir yoldan gelip gelip önderinizin ifadesiyle “bin yıllık” bir karanlık kötülüğün içine girdiğinizi, öncelikle buradan çıkmanız gerektiğini söylemedik mi, hâlâ da söylemiyor muyuz?

Yoksa bunları, hendekte kapalı kaldığın için duyamadın mı?

Popülizm ile halkçılık aynı şey değildir diyerek, nasıl bir şey olduğunu anlatıp, halkçılığa dönmeniz gerektiğini söylemedik mi? Kürt halkını devrimcisizleştirmekten, gericileştirmekten vazgeçin demedik mi? DEVRİMCİ OLMAK MI ZOR DEVRİMCİ RENKLERİ BUDAMAK MI KOLAY? sorusunu sorduğumda, ne demek istediğimi merak edip okumuş muydun?

Okudun ama buradan şimdi sorduğun gibi “ne yapmalı”ya dair sorular çıkaramamış mıydın? Yoksa bu soruyu sorduğum mektubumu yok mu saymıştın da aradığın cevaplardan mahrum kalmıştın?

Savaşın bir şiddet barışıyla değil, gerçekten demokratik bir barışla sona ermesinin, sermaye devrilmeden imkânsız olduğu gerçeğini yüzünüze çarptığımızda, yani barışın da savaşın da bizim elimizde olmadığını, bu yüzden savaşa rağmen kardeşliği yükseltmek gerektiğini vurguladığımızda, savaşın siyasetin başka yollarla (şiddet yoluyla) devam etmesi demek olduğunu söylediğimizde, üzerimize gene “çokbilmiş” bir edayla “barış düşmanı” yaftası fırlatmadınız mı?

Sokaktaki cahil adamın savaş anlayışına göre; savaşın, ilgili hükümetler ve sınıfların siyasetleri dışında bir şey olduğunu, barışı bozanın, basit bir saldırı olduğunu; savaşın ardından yine barış geldiğini, her şeyin düzeldiğini; hatta neredeyse, kavga ettiler, sonra barıştılar!” demek gibi bir şey olduğunu; ama bunun yanlış olduğunu, doğru tahlilin ise, savaşın, onu doğuran siyasi sistemden ayrılamaz olduğunu; belli bir devletin ve o devlet içinde belli bir sınıfın savaştan önce uzun bir süre izlediği siyasetin, kaçınılmaz olarak, o aynı sınıfın savaşta, izlemeye devam ettiği siyaset olduğunu hatırlattığımızda bin dereden su getirip, bunun üzerini örtmeye çalışmadınız mı?

Bu yüzden tekrar tekrar, barış halindeyken halka, emekçilere etmediği kötülüğü bırakmayan emperyalistlerin, buna rağmen istedikleri “barışı” sağlayamazlarsa, “savaş”a başvurduklarının altını çizmedik mi?

Sağlamak istedikleri “barış”ın ise bir “pax-americana” olduğunu hatırlatmadık mı?

Yani kabul ettirmek istediklerinin bir sınıf barışı olduğunu, yani ezen ile ezilenin,“barış içinde, kardeşçe bir arada yaşaması” olduğunu vurgulamadık mı?

Peki, sen ezen ile ezilenin kardeşçe bir arada yaşamasının ne demek olduğunu bilir misin?

Peki, ezilenlerle ezenler arasında hiçbir zaman kardeşlik olmadığını ve ezenlerin, hiçbir zaman ezilenlerin elini kuvvetlendirecek, ezenlerin yok edici politikalarına taş koyduracak bir barışa razı olmadıklarını vurgulamadık mı?


Velhasıl,"SAVAŞ" ı "BARIŞ" yapmak için gene de bir "SAVAŞ" gerekir ve öyleyse "SAVAŞ" madan (ve savaşı kazanmadan) gelen "BARIŞ", savaşa boyun eğmektir, demedik mi?

Bunun gibi pek çok öğretici ifadeyle “BARIŞ”ın hikâyesini anlattığımızda, bundan ders çıkaracağınıza yine “barış düşmanı” yollu saçmalamadınız mı; olmadı üfürüp üfürüp bu hikâyedeki netliği bulanıklaştıracak abuk-subuk kelamları ipe dizmediniz mi?


Diğer yandan, liderlerinizin, daha önce “tasfiyeciliğin karakterinin devrime yürümemek, devrimi başarmamak” olduğunu söylerken, artık tam tersine bir devrimcisizleştirmenin, bir gericileştirmenin peşinde koştuklarını, koşturduklarını hatırlattığımız zaman türlü bahanelerle bunun üstünü örtmeye çalışmadınız mı? Liderlerimize laf söyletmeyiz demediniz mi?

Bu nedenle “geldiler geldiler bir karanlığın içine girdiler” sözümüz veciz bir söz olarak tarihe kaydedilmiş olmadı mı?

Bu sözü anlamazdan gelmek için her türlü köylü kurnazlığını yapmıyor musunuz?

Mademki, sol/sosyalist hareketle birlikte olmak istiyorsunuz, bu renk ile yüklü olduğunuzu göstermeye çalışıyorsunuz, öyleyse ne demeye Altan Tan gibi açıkça şeriat istediğini beyan etmekten kaçınmayan, HDP’nin soldan, sosyalist renkten kopması gerektiğini ısrarlı bir kampanyaya dönüştürmeye çalışan yobazları tekrar tekrar ve artırarak çatınızın altına topluyorsunuz?

Madem devrimciliği esas aldınız, neden İslam kardeşliğini, ümmet toplumunu, medine sözleşmesini, said-i Nursileri referans alıyor ve üstüne üstlük medine sözleşmesinin sosyalizmden bile üstün olduğu yönlü vaazları, hem de “komünist” gömleklerin ardına gizlenerek ortalığa saçıyorsunuz? Diye sorduğumuzda ya “din düşmanlığı” yaptığımızı, ya da “HDP marksist bir parti değil öyleyse içinde Altan Tan gibi şeriatçıların olmasında bir sakınca yok” demiyor muydunuz?

Egemen sınıf yeni ideoloji ve politikaları ile (kısaca ve önderinizin deyişiyle bin yıllık silah ile) emekçilere saldırırken, sahiplerinin de çoktan vazgeçtiği ve hiçbir kurumda egemenliği kalmamış bir ideoloji ile (yani Kemalizm ile) neden kavga edilir? Diye sorduğumda Kafanızda dank diye bir ses duymuş muydunuz? Bu sorunun cevabını aramış mıydınız?

EMPERYALİZMİN BAHÇESİNDE DEMOKRATİK DÜŞ ÇİÇEKLERİ BİRİKTİREN HAKİKİ SOSYALİZM” e işaret ettiğimizde oralı oldunuz mu?

“Manifesto günceldir” palavralarıyla kendilerine marxist-leninist renk vermeye çalışan, “marxizm’i aşıyorum” tiyatrosu oynayan marxizm düşmanlarına manifestonun aynasından Öcalan’ın “demokratik komün” düşüne damlayan gerici düş damlalarının; tutucu ya da burjuva sosyalizminden Öcalan’ın “demokratik” düşlerine akan damlaların resmini çizdiğimde, bu adam ne diyor diye merak ettin mi?

Osmanizasyon ile İslamizasyon ve elbette bop-bip-ydd sarmalında emperyalist kapitalizmin kuşatması altındaki dünyamızı; emperyalizm eli mahsulü planları, projeleri ve dost bellediğiniz abd emperyalizminin suç örgütlerinin marifetlerini hatırlattığımda, küçücük bir ders çıkardınız mı?

SOLU SOSYALİST HAREKETİ BİLLURLAŞTIRMAK’ tan söz ettiğimde, arıyormuş gibi ve bulamamış gibi yaptığınız cevapların burada olduğunu göremediniz mi?


TEK BAŞINA MUTLULUK UTANILACAK BİR ŞEYDİR dediğimde ve upuzun bir çalışmayı aktardığımda, bu adam ne anlatmaya çalışıyor diye merak ettiniz mi? Bulamamış gibi yaptığınız cevapların bu çalışmada da olacağı aklınıza geldi mi?
ZALİM KENDİ ZULMÜNDEN UTANIP, ZULMETTİKLERİNE MUTLULUK DAĞITIR MI diye sorduğum mektubumda neyi anlattığımı merak edip, aradığınız cevapların burada olabileceğini hiç düşündünüz mü?

“Gerçeğin peşinden gitmekten korkmak ahmakların ve cahillerin işidir; gerçeğin önüne dikilmek ise hainlerin işidir” dediğimde ve bunu niye dediğimi ve kimin ne olduğunu son derece açık cümlelerle anlattığımda; Kürt halkının, koca koca ve kaba yalanlarla “demokratik özerk komünün sosyalizmden ileri olduğuna” hükmeden bizzat kendi örgütü ve liderleri tarafından kandırıldığını gösterdiğimde hiç oralı oldunuz mu, o zaman da ”ne yapmalı” sorusunun cevabı aklınıza geldi mi?
UKKTH ÜZERİNE aydınlatıcı ve oldukça detaylı bilgiler verdiğimde, ilginizi çekip, enine boyuna irdelediniz mi?

Öcalan’ca kapitalist modernitenin; endüstriyalizm, ulus-devletçilik ve kapitalizm üçlüsü olduğunu: Batı modernitesi olduğunu: kapitalist modernite olduğunu: kısaca modernite olduğunu: EMPERYALİZM olduğunu ve hepsi hepsi eninde sonunda “kârın oluşum ve paylaşım biçimine sahip olan” bir sömürü düzeni olduğunu ve bunun önüne “demokratik” sözcüğünü koyarak da, “demokratize” ederek de bu sömürü düzeninden kurtulmanın mümkün olmadığını, dolayısıyla Öcalan’ın “dâhice” icadı olan “ demokratik özerk komün”ün bu sömürü düzeninin içinde olduğunu, ona uygun olduğunu, öyleyse sosyalizmden ileri olmak şöyle dursun, gerçek anlamda ve bizim tanımladığımız anlamda bir komünden çok ama çok geri, en azından bulunduğumuz tarihsel koşullar çerçevesinde geri bir toplum yapısının ifadesi olduğunu açıkladığımda bir itirazınız oldu mu, ya da dediklerimi anlamaya çalıştınız mı?

İLERİCİ,DEVRİMCİ, DEVRİMCİ-DEMOKRAT, SOL/SOSYALİST KÜRT GENÇLERİMİZE DOSTANE BİR TEMBİH VE MÜLAYİM BİR HİCVİYE başlıklı ve İlerici, devrimci, devrimci-demokrat ve sol/sosyalist genç Kürt kardeşlerim, diye başlayan mektubumu okuduysanız, bir itirazınız oldu mu?


Bu mektubumda:

Kurtuluş Türk –Kürt tüm emekçilerin birlikteliğinden doğacaktır!

Kurtuluş, tüm ilerici-devrimci Kürtlerle, Tüm ilerici –devrimci Türklerin kardeşçe birlikteliği üzerinden yükselecektir!

Kurtuluş, hem Kürtlerin, hem Türklerindir ve bu geniş coğrafyanın tüm ezilen, sömürülen halklarının, sınıflarınındır!

Kürt ilerici-devrimcileri ile Türk ilerici-devrimcilerinin birlikteliği, Kürt gericiliği ile Türk gericiliğin ittifakı önündeki en nesnel engeldir!

Yaşasın Kürt ve Türk emekçilerinin birlikte ve kendi elleri ile kuracakları laik, halkçı, eşitlikçi, ortakçı, emekçi cumhuriyeti!

Yaşasın insana en çok yakışan sosyalizm!

Dediğimi hatırlıyor musunuz? Yoksa çok cevval sorular soran biri olarak, burada “ne yapmalı” hususunda soracak bir soru bulamadığınız için gene bigâne mi kalmıştınız?

Dönüp bakın bakalım hangi genç, “arkadaş sen ne diyorsun? Ya da yanlış diyorsun” demiş görebilecek misiniz? Göremezsiniz, çünkü gerçekler ve doğrular söz konusu olduğunda, hepiniz başınızı kuma gömmeye programlanmışsınız!

KÜRT SORUNU BAHANE EMPERYALİST ÇÖZÜMLER ŞAHANE ABD EMPERYALİZMİ PEK SEVİNMEKTE OPORTÜNİSTLER İSE ZİL TAKMIŞ OYNAMAKTA diyerek açtığım konu ilginizi hiç çekmiş miydi?

Bu mektubumda sorduğum aşağıdaki soruların cevabını, şimdi pek cevval sorular soran biri olarak, o zaman da merak etmiş miydiniz?


Egemen sınıf, burjuvazi, uluslararası nitelik kazandığı ve emperyalist olarak yayıldığı bir dönemde, girdiği yere halkların kardeşliğini getirebilir mi?

Tersinden sorarsak, girdiği yere sermayenin boyunduruğunu götüren bir emperyalizm, burada özgürlük sağlayabilir mi? Eşitlik ve kardeşlik sağlayabilir mi? Dahası, burada sermayenin boyunduruğu altına aldığı halkların “dost”u olabilir mi?

Daha somut sorarsak, bugün dinci-gerici Osmanik-İslamik bir faşist diktatörlük olarak konuşlanmasını son derece ileri bir seviyede gerçekleştirmiş olan emperyalist hevesler taşıyan 12 Eylül rejiminin, yani tekellerin, yani TÜSİAD patronlarının ve en yüksek düzeyde kenetlenmiş oldukları ABD emperyalizminin, dibine kadar içinde oldukları Kürt coğrafyasında ve Ortadoğu’da Kürt, Türk bütün halklara bir özgürlük ve eşitlik ve kardeşlik sağlaması mümkün mü? Hatta bunu, bölgede parçalı olarak yaşayan Kürtler kendi aralarında sağlayabilir mi?

Bu mektupta, doğru dürüst kurulamadan kapatılan ve bunun için zindanda yatmayı göze alarak Türkiye’ye dönen ve mevcut yasalar izin vermediği halde “engelleyemezsiniz” yollu sahte kabadayılık yapan kurucularının, kapatılması karşısında, “yasalara karşı boynumuz kıldan incedir” yaklaşımı ile tek bir itiraz bile etmeden işlerine, güçlerine döndüğü TB”K”P’nin yöneticilerinden Şeref Yıldız’ın nasıl bir “Kürt çözümü” istediğini ve bunun tam da devletin istediği türden bir çözüm olduğunu “KÖH”ün de, BDP’nin de, HDP’nin de üzerlerine giyindikleri elbiselerin, onların da bu çizgiye sıkı sıkıya sarıldıklarını gizleyemediğini işaret ettiğim anlaşılıyordu; bu dediklerimi merak edip de değerlendirmiş miydiniz? Değerlendirdiyseniz, itirazınız olmuş muydu, yoksa burada da mı arıyormuş gibi yaptığınız cevapları göremediniz?


GERÇEKLER BİR DEMOKRATİK ÖZERK KOMÜN ÜTOPYASINA SIĞMAYACAK KADAR DEVRİMCİDİR ŞAPŞİKLER başlıklı mektubumu okumuştunuz da, aradığınız cevaplara hiç mi rastlamamıştınız?

KÜRTLER HALA AMERİKANIN İSTEDİĞİ DÜDÜĞÜ ÇALMAKTA ISRAR EDİYORLAR VESSELAM ! başlıklı mektubumda, şimdi cevval sorular sorarak eksik bulduğunuz cevapları bulamamış mıydınız? Yoksa uyarına gelmediği için siz de modaya uyup sessize mi yatmıştınız? Bu mektuba ne bir itirazınızı, ne de sorularınızı görebilmiş değiliz!

Oysa bu mektubumda, devrimciliğe ve devrimci iradeye vurgu yaparak, devrimciliğin, Marx’a ait olan ve ezilen ve sömürülen sınıfların, eninde sonunda bütün yapma mantıkları ve ideolojileri tuzla buz ederek, katastrof finallerini gerçekleştirecekleri anı yakalayacaklarının ifadesi olan insanlık serüveninin yol haritasını doğru okumak, okuduğunu göstermek, bu anlamda doğru ve devrimci irade göstererek, bu yol haritasının içerdiği bilimsel-tarihsel kaçınılmazlığın izdüşümünden fışkıracak olan özgürlüğün ebesi olmak olduğunu vurgulamıştım!


Yani Marx’ın teorisinin, aynı anlama gelmek üzere ezilen ve sömürülen sınıfların ve insanoğlunun kurtuluş serüvenini ifade eden tarihsel yol haritasının, devrimciliğin ve devrimci iradenin bu ebeliğine en bilimsel yol gösterici olduğunu vurgulamıştım!

Buradan hareketle, yapılması gerekeni, KÖH’ün ve elbette en başta Öcalan’ın, gelip gelip bir Tanzimat öncesi karanlığın içine girmeleriyle uyumlu bir şekilde, Marxizm’i aşıyorum tiyatroları üzerinden Marxizm-Leninizm’i ıskartaya çıkarmaya çalışarak çizdikleri ve egemen sınıflara, emperyalizme, resmi bir Kürt çözümüne razı olduklarının işaretini veren yol haritasına biat etmemizi dayatmaktan vazgeçip, aksine bu karanlıktan çıkarak, bu karanlığa biat etmeyecekleri, bunu kabul etmeyecekleri kesin olan gerçek solun, sosyalistlerin, Türkiye’nin devrimci hareketi ile ve elbette bunların içinde olan akıl taşıyan Kürt ve Türk devrimcileriyle, devrimci-demokratlarıyla, ilericileriyle, yurtseverleriyle, laiklik savunucuları ile birlikte Türkiye’nin sol/sosyalist, laik, ilerici, devrimci, devrimci demokrat hareketleri ile birlikte bu karanlığa karşı ikircimsiz bir karşı duruş sergilemesidir şeklinde ortaya koymuştum!

Aksinin ise, bu karanlıkla katolik nikâhı kıymakta beis görmeyen, dolayısıyla kaçınılmaz olarak ilericiliğin, laikliğin, devrimciliğin ve cumhuriyetin karşısında, yobazizmin yanında yer alan KÖH’ün, en başta ABD emperyalizmi olmak üzere, dinci-gerici osmanik-islamik 12 Eylül faşist diktatörlüğünün, yani ezilen ve sömürülen halkların, sınıfların amansız düşmanlarının maşası olmak demek olduğunu belirtmiştim!

Bunun ise, tarihin mantığı ile uyumlu olarak Türkiye’nin sınıf mücadelesinin ilericilik-gericilik çizgisinde şekillenmesine yol açacağını; başka ifadeyle ilerici-devrimci Kürtler ile ilerici-devrimci Türklerin birliğinin, gerici Kürt ve Türk ittifakına karşı mücadele çizgisini ortaya çıkaracağını ve sınıf mücadelesinin bu çizgi üzerinde şekilleneceğini; bu çizgi üzerindeki kavganın, Türkiye’nin laik, ilerici-devrimci, aydın, emekçi cumhuriyetini Kürt ve Türk emekçilerinin birliğinde kurmayı hedefleyen devriminin gerçekleşmesine kadar süreceğini ifade etmiştim!


Uyarınıza gelmeyenleri görmeme konusunda şerbetli olduğunuz için sizin de şimdi cevval cevval “ne yapılacağı” konusunda “eksik bıraktığımı, oysa benim de fikrim olması gerektiğini” vaaz ettiğiniz cevaplara bigâne kaldığınız ortadadır!

KÖH ve TDH başlıklı tartışmada ise:

Bütün bağlılıklar eninde sonunda bağlılıktır, tarihsel ve nesneldir; bu anlamda kategoriktir ve zamanı geldiğinde değişirler!

Bu anlamda İslam, inançla kitleleri birleştirmiş ve yeni bir bağ yaratmıştır!

Bir “doğrudan demokrasi” olarak da tanımlanan Dört Halife döneminin bitmesinden sonra, Emeviler’den, Osmanlı’ya kadar gelen egemenlik de bu bağ ile ayakta tutulmuştur!


Mustafa Kemal ise, halkına, halifeliği kaldırıp bir kenara koyarak, yeni bir bağ önerdi; tarihin akışı, ümmet olmaktan çıkıp, ulus ve halk olmaya yönelmişti; yani tarihin mantığı ümmeti değil ulusu ve halkı öneriyordu!

Bir tarihsel-nesnel kategori olan ulusun, kendisi gibi tarihsel-nesnel bir kategori olan ulus-devleti varsaydığını hatırlatmak ise yalnızca totolojidir ama görüldüğü üzere bundan hâlâ kurtulamıyoruz!

Yani, ulus, bir dahi bireyin icadı değildir ama tarihin dayattığı bir ihtiyacın doğurduğu keşiftir ve bu ihtiyaç için öne çıkmış olanlar, bu tarihsel-nesnel kategorinin yerinde ve zamanında tarih sahnesine çıkmasında sadece bir vesiledirler, elbette bu, bu kişilerin, bu tarihsel olaydaki katkılarını yadsımaz!

Politik olarak Osmanlı’da ve ümmet toplumunda keramet görenler yanında, temel görevleri İslamı yayarak dünyayı bir İslam devleti haline getirmek olan ve “egemenlik kayıtsız şartsız Allahındır” diyenlerin de tarihin mantığına gözlerini kapatarak, Mustafa Kemale ve Kemalizme intikamcı bir yaklaşımla saldırmaları bundandır!


Yani, İslam tarihinin bir anlamda,”egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen Mustafa Kemal tarafından kesintiye uğratıldığından hareketle Kemale, Kemalizme saldırmaktadırlar, dediğimde; yani, Her gün “milletin egemenliğini” yücelte yücelte, “egemenlik kayıtsız şartsız Allahındır” şiarını egemen kılmaya çalışmaktadırlar” demek istediğimde ve Mustafa Kemal’in bu tarihsel-nesnel kategorinin dünyaya gelmesinde sadece bir vesile olduğunu; yani Mustafa Kemal olmasaydı da tarihin akışının öyle ya da böyle, ümmet kategorisini, ulus ve halk kategorisine sürükleyeceğini; komünistlerin ise, başka bir bağ peşinde olduğunu; o bağın, ne bir devlet, ne bir ümmet, ne bir ulus, ne de piyasa olduğunu; bütün bunların ötesinde, bir insanlar toplumu oluşturmanın peşinde olduklarını; tarihin akışına içerilmiş mantığın da bunun peşinde olduğunu ve insanlığa bunu önerdiğini; ama önce bu önermenin muhatabı olan insana ulaşmamız gerektiği konusunda yaşadığımız sorunları aşmamız gerektiğini eklediğimde, uyarınıza mı gelmemişti de bigâne kalmıştınız

Ya da yoksa ana fikriniz bu forumun rahmine düşecek kadar olgunlaşmamış mıydı da dediklerimi göremediniz veya idrak edemediniz?

Hele artık veciz hale gelmiş “biz sosyalistiz, Kemalizm bizi ilerletmez ama biz de ondan geriye düşmeyiz” sözünü önünüze koyduğumda “işte bak itiraf ediyorsun, sen faşist bir Kemalistsin” yollu mal bulmuş magribiliğe bürünmüşsünüzdür ama bunun ne anlama geldiği konusunda aklınızı zerre kadar çalıştırmamışsınızdır!

Kim bilir belki de, “hadi oradan faşist Kemalist “ yollu kükreyerek ne kadar net bir devrimci olduğunuzla övünmüşsünüzdür!

EZEN VE SÖMÜREN SINIFALR ZAPT- RAPTA ALINMADAN NE POGROM BİTER NE DE BARIŞ GELİR başlığında dediklerim de var ki, aradığınız cevaplardan sizi esirgemiş olacağını sanmıyorum ama ne sizinne de başka birisinin ilgisini çektiğini görebildim!

Yine, Görev tamam ates kesilecek. Başlığında açılan tartışmada söylediklerim var ki, şimdi söylediklerimden temel olarak farkı yoktur, burada da bigâne kaldığınız görülmektedir!

Çıkışında Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketinin de örnek aldığı VİETNAM ULUSAL KURTULUŞ HAREKETİNİN TARİHİ ÜZERİNE DERS ÇIKARTILACAK ÖZET BİLGİLER. verdim oralı bile olunmadı, Vietnam gerçeği ile ilgili hatırlattıklarım sessizlikle boğulmaya çalışıldı; geç kalmış değilsiniz, eksik bulduğunuz cevapları orada fazlasıyla bulabilirsiniz!

VİETNAM DENEYİMİ VE "CEPHECİ " “BOYKOT” ÇULAR başlıklı mektubum da az öğretici değildir, aradığınız cevapları orada da bulabilirdiniz ama dedim ya önemli olan niyettir, gerçekten cevap arıyorsanız bulursunuz, aramıyorsanız önüne düşen cevaplara tekme vurmayı kurnazlık sayarsınız!

KONGRE GİRİŞİMCİLERİNİN ÜZERİNDE VİETNAM DEVRİMİNİN HAYALETİ DOLAŞIYOR başlıklı mektup da aynıdır!

Marxist-Leninist “ULUSLAR VE ULUSAL DÜZEYDEKİ İLİŞKİLER ÖĞRETİSİ” ni anlatmaya çalıştığım SORUN VE ÇÖZÜME DAİR MARXİST-LENİNİST FIRÇA DARBELERİ İLE KISA DERSLER de ise üretebileceğin pek çok sorunun cevabı vardı ama eminin bu mektup da uyarına gelmemiştir!

Örnekleri çoğaltabiliriz ve zaten yeterince uzun tuttum ama daha fazla uzatmaya gerek yok ki, pek çok kereler “ne yapmalı” sorusunun eksik bulduğunuz cevaplarını, anlamaya, dinlemeye ve görmeye niyeti olan herkesin anlayabileceği ve elbette ortaya koyduğum çelişkileri görebileceği açıklıkta formüle ettiğim kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçekliktir!

Dediklerimin hâlâ mum ışığı kadar aydınlattığını iddia etmeye devam edebilirsiniz ama sandıktan çıkarıp, yüzünüze fırlattığım gerçeklerin üzerini, örnek olsun “38 yıldır akan kanın durması için yol haritan nedir; bütün Kürtler ölsün de, AKP yıkılıp CHP mi başa geçsin ve kalan sağları da onlar mı öldürsün?”  yollu zırva sorularla örtemezsiniz de, üzerinden atlayamazsınız da!

Bir de, herhalde boş bulunup “AKP yi Kürtler mi başa getirdi? “ diye sormuşsunuz.

Bak bu önemli, ama bu da dünyadan haberiniz olmadığını göstermektedir? Yukarda belirttiğim gibi, dünya gerçekleri ile irtibatınızın olmadığını, ya da bu gerçeklerden pek hoşlanmadığınızı göstermektedir!

Yahu kardeşim, bu kadar sağırlık, bu kadar körlük olur mu? Olursa bunun adı köre ve sağıra yatmak olmaz mı?

Son tahlilde öyle sayabiliriz, yani AKP’yi Kürtler başımıza getirdi sayabiliriz ama siz son tahlil mahlil anlamazsınız değil mi, öyleyse daha netini söyleyelim ki anlayın!

Elbette AKP’yi Kürtler başa getirmedi ama AKP’yi zaten hem Türkler ve hem de Kürtler hükümete getirmedi ki, bütün yasalar ve teamüller çiğnenerek, hem de %34 oyla %63 sandalye kazandırılarak hükümet AKP’nin kucağına bırakıldı; işte AKP’nin bu hükümet ile kurdukları iktidarın ayakta durmasında bal gibi Kürtlerin payı vardır ve ziyadesiyle büyüktür!

Ve hâlâ bu iktidarın ayakta durması için “çözüüm” diye yakardıklarını duymuyorsanız daha ne cevap arıyorsunuz?

Üstelik liderleriniz de bunu saklamıyorlar, aksine bunu bağıra bağıra dosta düşmana duyuruyorlar!

Karayılan: Şubat / 2013’de, “Bugün muhafazakâr kesim devlette ve hükümette etkili bir güç haline gelmiştir. Bunda da Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin rolü vardır. Bizim mücadelemiz derin devleti, Ergenekon’u ve katı Kemalist bakış açısına dayanan kesimleri başarısız kılmış, yıpratmış, teşhir edilmesine ve iktidardan düşürülmesine zemin sunmuştur. Bugüne kadar tersine çevrilmiş toplumsal gerçeklik, ayakları üzerine oturtmaya uygun bir zemin oluşmuştur.” Demişti!

Öcalan: gene Şubat /2013’de,”…Kendime kızıyorum, 2001-2004’te biz eylemi ‘tak’ diye kestik. Hükümet anlamadı, ‘terör bitti’ dediler. (Altan Tan’a dönerek) Sayın Altan bilirsin İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi 2. Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar. Benim demokratik kriterlerim var bunu anlattık, bir baktık ki AKP hegemonya kurmak istiyor.” Demişti!

“Her KCK’lının içeri alınması bir ayaklanma sebebidir. İsyan çıkarmıyoruz. 10 bin kişi alındı. Bu da bir nevi darbedir.” Demişti!

“Bir darbe var, fakat derinliğini tam fark edemiyorum. MİT’i düşürseydiler. Türkiye’de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan’a gelecekti. Benim bu süreci canlandırmam, darbeyi engelleme sorumluluğu... Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım.” Demişti!

“Ben AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim, sabrettim. AKP anlar dedik. AKP darbe ile uğraşırken başını belaya/derde sokmayalım dedik. Onlar darbelerle uğraştılar. 2007, 2009 hatta 2011’e kadar seçim hesapları, oy hesapları yaptılar. Ben geri çekildim.” Demişti!

Bunlar, kimsenin itiraz etmediği ve yalanlamadığı, aksine maharet sayılan ve gerçeklerin itirafı olan beyanlardır!

Bir de, şimdi sistemli bir kampanya eşliğinde “basın özgürlüğü kahramanı” yapılan Can Dündar’ın açıkladığı ama yalanlanan, hem de yazılı olarak yalanlanan gene Öcalan’ın beyanı var; yukardakiler ile birlikte değerlendirildiğinde yalanlanacak bir durumu var mıdır, yok mudur kendiniz karar verin!

Bu beyanında,"Başbakan seçimlerde beni idam etmekten bahsediyordu ancak ben Gezi olaylarında kendisini kurtardım. Sağduyulu davranmasaydık Başbakan'ı götüreceklerdi. 17 Aralık darbesine de karşı duracağız. Tüm darbelere karşı durduk" dediği iddia edilmişti!

Kürt liderlerin bütün bu itiraf misli açıklamaları, bir 8 Mart gününde, yedi yaşında İmam-Hatip’e verilmiş babanın kızını kapama “özgürlüğünü” ihlal eder korkusuyla akılcılıkta ve kamu çıkarında tutarlılığın ifadesi olan laikliğe savaş açmayı özgürlük mücadelesi sayarak, “kahrolsun cumhuriyetçi, akılcı, dayatmacı tahakküm!”diye haykıran ahmak solculara inat, "Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü " anısına, Türkiye’nin, laik cumhuriyetten korkup dinci-gerici osmanik-islamik 12 Eylül faşist diktatörlüğünün şefkatli kollarına atlamayan, kapama ve kapanma özgürlüğüne karşı ikircimsiz karşı durma özgürlüklerini kullanan ilerici-devrimci kadınlarına ithaf ettiğim TC NE YANA DÜŞER CUMHURİYET NE YANA DÜŞER başlıklı mektubumda ortaya koyduklarımı teyit eder mahiyettedir; ama uyarınıza gelmediği için, ne aradığınız cevapları görebildiniz, ne de soru sormaya cesaret edebildiniz!

Diyarbakır’da yıkılmadık eser kalmadı, 24 000 kişi evsiz kaldı, Diyarbakır’ın kalbinde taş üstünde taş kalmadı. İnsanlar tepkili ama bahsettiğim işçi sınıfı da (hani şu sofradaki yeri ümmetten sonra gelen, velhasıl artık esamesi okunmayan proletarya da) savaş istemiyor ve biz işçiliğimizle mutluyduk diyorlar.” diyorsunuz ya, buna benim daha önce demediğim neyi dememi bekliyorsunuz anlamış değilim!

Hiç aklınıza gelmiyor değil mi?

Bu sıraladıklarını, Kürt halkının da, Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin de vazgeçilmez tarihsel çıkarlarına ters yönde ilerleyen bir “kazan kazan” oyunu olduğunu Kürtsever-barışsever akademisyenlerin de vurguladığı “müzakere masasına” dönülmesine gerekçe olarak öne sürüyorsanız, o zaman “bunu en baştan, yani ta en baştan, yani 35 yıl önce düşünecektiniz” denmez mi?

Kaldı ki daha önce de,“kan akmasın, çocuklar ölmesin, analar ağlamasın… savaş bitsin, barış gelsin…” diyerek, festival tadında “barış” kampanyaları, şölenleri yapmıyor muydunuz; sürekli uzlaşmaya vurgu yapmıyor muydunuz? Buna, çok uzağında olduğunuz Lenin’i bile referans göstermiyor muydunuz?

Sonra ne oldu?

Diğer tarafınız masayı devirince,”seni başkan yaptırmayacağız” yollu kükreyip, “ barajı aşamazsak, Kürt illerinde her yerde özyönetim direnişi başlatırız” demediniz mi; Kürt halkını Hendek savaşına, Kürt illerinde özyönetim için serhildana çağırmadınız mı?


Şimdi de “hendek savaşı çok kötü imiş”,”serhildan yanlış imiş”, “bundan vazgeçelim, çözüm masasına dönelim, en iyisi bu!” demeye getirmiyor musunuz?

Bunları yüzünüze vurunca, gene biz mi suçlu olduk? “O kadar kolaysa ne yapılacağını sen söyle” demeye getirerek, bile bile içine girilen yanlışları görüp eleştirmekten, başka ifadeyle yanlış yoldaki tekerleğinize çomak sokmaktan vaz geçmemizi sizin hakkınız olarak, bizimse zorunluluğumuz olarak mı gördüğünüzü ifade etmeye çalışıyorsunuz!

Kimse kimseyi kandırmasın, “çözüm süreci” Kürtleri TC ile değil, faşizm ile de değil, artık dinci akımların eline teslim edilen TC’nin ve dinci-gerici, osmanik-islamik çizgide ilerleyen 12 Eylül faşizminin lehine, cumhuriyet ile ve laisizm ile dolayısıyla ilericilik ve devrimcilik ile kavgaya sürüklemiştir!

Öyleyse, ille de masa etrafında konuşarak doğru ve Kürt halkının da Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin de vazgeçilmez tarihsel çıkarlarını ve gerçek bir kurtuluşu da kapsayan ve elbette laik, ilerici, devrimci, devrimci- demokrat, sol/sosyalist, halkçı, cumhuriyetçi, aydın kesimlerin itiraz etmeyeceği bir gerçek bir çözüme varmak istiyorsanız, bu çözümü kesinkes istemeyen ve iktidarlarının sağlam kalmasına yönelik “çözüm”leri dayatanların kuyruğundan düşerek; lideriniz Bese Hozat’ın deyişiyle “AKP’nin başını çektiği İslami ve milliyetçi neo faşist rejim projesi”nin peşinde koşanların kuyruğundan düşerek; gene Bese Hozat’ın deyişiyle, “12 Eylül faşist rejimini, laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden dizayn etmeye çalışan AKP”nin kuyruğundan düşerek; Kürt düşmanlığı olmayan, Kürt halkının vazgeçilmez tarihsel çıkarlarının yanında duran ve bu laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak yeniden ve dinci-gerici, osmanik-islamik bir renkle dizayn edilmeye çalışılan 12 Eylül faşist rejiminin karanlığından, baskılarından, dayatmalarından muzdarip olan ve bu karanlığı da, baskıları da, dayatmaları da kabul etmeyeceklerini, geçit vermeyeceklerini tekrar tekrar gösteren ve bunun için kararlı ve dik duran laik, ilerici, devrimci, devrimci-demokrat, sol/sosyalist, halkçı, cumhuriyetçi, aydın kesimlerle masa kurmak, müzakere yapmak ve bu temelde, yani Kürt ve Türk emekçilerinin birlikte laik, ilerici, devrimci, halkçı temelde emekçi cumhuriyet kurmayı hedefleyen bir çözüm formüle etmek daha doğru ve daha rasyonel değil mi?

Ayrıca, AKP’nin “açılım paketleri” ile “ çözüm süreci” ile “barış” ile yani “masada müzakere” ile sonuca götürmeyi amaçladığı “İslami ve milliyetçi hegemonik rejim inşasını”, “barışçıl” yol tıkandığı için, savaş ve şiddet yöntemiyle kotarmaya çalıştığını ama en başından dediğimiz gibi, bunun bir “kaybet-kaybet” savaşı olduğunu farkettiğini kazanmak için gene masaya döneceğini ama bu masada oynanacak olan “kazan-kazan” oyununun, son tahlilde Kürtler aleyhine, daha fazlasıyla da Kürt halkı ve Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin, ilerici, laik, devrimci, halkçı, cumhuriyetçi, aydın kesimlerin aleyhine, dinci-gerici, osmanik-islamik faşist 12 Eylül rejiminin ve elbette yenidünyacı emperyalizmin lehine “Kaybet-kazan” oyunu olacağını görmemek için, üstelik lideriniz Bese Hozat, eksik de olsa, yeterli açıklığı vermese de buna işaret ediyorken görmemek için, kör olmak ya da köre yatmış olmak gerekmektedir!

Bu “kaybet kazan” oyununun ise, vurguları iyi takip edersek çok net anlaşılacaktır ki, karşıt güçlerin karşılıklı yer alımını, gene bir “kaybet-kazan” ekseninde, konuşlandıracağını, dolayısıyla laik, ilerici-devrimci Kürtlerin ve Türklerin, laisizm düşmanı, gerici Kürtlerden ve Türklerden ayrılmasının ve gerici Kürt-Türk ittifakına karşı, ilerici-devrimci Kürt birliği temelinde sosyalizmi dışlamayan ilerici, laik, halkçı temelde bir emekçi cumhuriyet ile Lideriniz Bese Hozat’ın ifadesiyle laiklik kimliği yerine dini kimliği koyarak dinci-gerici, osmanik-islamik temelde dizayn edilen Faşist 12 Eylül ümmet rejimi karşıtlığında konuşlanmasının ve bir bölge devriminin güçlerini biriktirmesinin nesnel –tarihsel koşullarını ortaya çıkarmaktadır!

Diğer yandan, artık her türlü rüzgâr farklı esmekte ve üzerinde laikliğe dönüşün esintisini taşımakta iken, Kürtlerin oturmak için paralandığı masadan hiç kimseye bir çözüm çıkmayacağı da açıktır!

Umarım, kutudan çıkartıp, gözler önüne serdiğim gerçekler canınızı yakmamıştır!

Fikret Uzun

18-Nisan-2016


Hiç yorum yok: