26 Şubat 2015 Perşembe

SEÇİMLER VE DEVRİMCİ TUTUM

SEÇİMLER VE DEVRİMCİ TUTUM
“1905’te ve 1906 başlarında, boykotu savunurken, seçimlere katılmanın öfkeyi azaltmaya, mevzileri düşmana teslim etmeye, devrimci halkı yanlış yola sevk etmeye, çarlığın karşı-devrimci burjuvazi ile bir anlaşmaya varmasını kolaylaştırmaya vb. yarayacağını söylemiştik. Bu iddiaların altında yatan temel ön koşul, her zaman belirtilmeyen, ama o günlerde kendiliğinden ortada olduğu hep varsayılan önkoşul ne idi?
Bu önkoşul herhangi bir ‘anayasal’ kanaldan başka, doğrudan çıkışlar arayan ve bulan yığınların zengin devrimci enerjisi idi.
Bu önkoşul, devrimin gericiliğe karşı sürekli saldırısıydı, bu saldırıyı, genel saldırıyı zayıflatmak üzere düşmanın bize kasten bıraktığı bir mevzii ele geçirip savunarak güçsüzleştirmek bir cinayet olurdu. Bu iddiaları, bu temel önkoşulun koşullarından ayrı olarak yinelemeye çalışın, tüm ‘müzik’ düzeninizin bozulduğunu, temel sesinizin yanlış olduğunu hemen hissedeceksiniz.” (Lenin - Boykota Karşı Bir Sosyal-Demokrat Yayıncının Notları )
Bugün ve öteden beri Türkiye’de, seçimlerin ve anayasal-yasal düzenlemelerin ölçüsüzce abartılmasına ve halkın oyuna yüce bir değer bahşedilmesine karşın, seçim barajı ve seçileceklerin halkın oyu ile değil, liderlerin tasarrufu ile belirlenmesi ve dolayısıyla vekillerin parlamentoya gönderilmesinin halkın oyları ile değil, parti liderlerinin ataması ile gerçekleşmiş olması; diğer yandan parlamento genel kurullarının ve komisyonlarının jet hızı ile hareket edip, paket paket ve gece vardiyaları ile yine jet hızıyla büyük zenginleri daha çok zengin edecek, çalışan sınıfları daha bir köleleştirecek, Türkiye’ye daha çok deli gömleği giydirecek olan, hatta daha çok sömürgeleştirilecek olan yasaların çıkartılması ve bundan bile memnun olunmayıp, bu bütün işleri “ol dedim oldu” yaklaşımına sığdıracak düzenlemeler peşinde koşulması ve bütün bunlar göz göre göre olurken, sadece “muhalefet” gömleği giymiş olan ama gerçekte iktidar partisinin sacayakları olan parlamento partilerinin ve dışarıdaki devlet ile yönetişim içinde olan bilumum STK ve STK misli sendikaların, politik örgütlerin parlamentoda ve alanlarda, kürsülerde “muhalefet” tiyatrosu oynarken, gerçekte bu olan bitenlere destek olması, meşruiyet kazandırması, anayasal hayalleri kalıcılaştırması ve elbette oy sayımlarındaki ve sandık başlarındaki, halkın oyuna bahşedilen yüce değer ile ters orantılı gelişmelerin alenen gerçekleşmesi ve benzeri ameliyeler, Türkiye’de seçimin bittiğini ve seçim ile bir yere varılamayacağını; hatta her seçimin konspiratif ve bir darbe niteliğinde olduğunu görmeye ve göstermeye yeter!
Öyleyse gerçek muhalefetin başka bir alanda, bu tiyatrodan özerk ve bu tiyatro ile bulaşık olmayan bir alanda doğması, gelişip büyümesi kaçınılmazdır ve bu kaçınılmazlık Haziran direnişinde vücut bularak kendisini göstermiştir; ancak, büyümesinin ve genişlemesinin önü alınabilmiştir ki, burada da iş başında “muhalefet” gömlekli sacayaklarının olduğu ve bu apaçık ortada olan gerçekliğin, yani seçimlerin çözüm olmaktan çıktığı ve sonucu değiştirmediği gerçekliğinin, halk kitlelerinin gözlerinden kaçırılmasının kolaylaştırılmış olduğu apaçık görülmektedir!



Dolayısıyla kitlelerde, seçimlerle bir yere varılacağı, sonuç elde edilebileceği yanılsaması hâkim kılınabilmekte, emekçi yığınlar parlamento ve sandık arasında sıkıştırılarak seçim illüzyonu güçlendirilmektedir; böylece kitleler umutsuzluğa ve seçeneksizliğe sürüklenerek, dayatılan alternatiflere boyun eğmekte, dolayısıyla iktidara taban olmaktadırlar.
Böyle bir atmosferi dağıtmadan, bu atmosferde kalarak, bu illüzyon içinde hareket etmeyi kabul ederek kitlelerin seçim illüzyonundan çıkarılması, alternatif aramaya yönlendirilmesi, işaret edilen alternatiflerin benimsetilmesi mümkün değildir!
Bu, illüzyonu daha da pekiştirir ve bu atmosferin kanıksanmasını, sonunda biat edilmesini getirir ve getirdiğini görüyoruz!
Demek ki, muhalefetin bu illüzyonun dışında ve bu illüzyona cepheden karşı çıkarak ve bu illüzyon ile bulaşık olmayı kesinkes reddederek doğması ve bu kararlılıkla ilerlemesi, maddeye bağlı bir sonuçtur ve bu nesnelliğin artık bu topraklarda varlığını gösterdiğini ve dayatılan, iktidar ve “muhalefet” gömlekli bloğun elbirliği ile güçlendirilmeye çalışılan illüzyonun karşısında en büyük ve en nesnel engel olarak varlığını koruyarak gelişmesi maddeye bağlı, toplumsal gelişmenin nesnel yasalarına bağlı bir kaçınılmazlığın yansımasıdır!
İşte iyimserliğimiz ve umudumuz buradan gelmekte, bu nedenle de bilimsel bir boyut arz etmektedir!
Öyleyse bu bilimsel iyimserliğimizin, umudumuzun peşinden gitmek, Türkiye’nin sisli atmosferini, elbirliği ile kotarılan türlü çeşit illüzyon dinamiğini ve elbette bu paralelde oynanan seçim tiyatrolarını tuzla buz etmenin en akılcı adımıdır!
Herkesin aradığı ama bulamadığı ve göremediği için, Türkiye’nin sisli atmosferini dağıtmak, seçim illüzyonunun sersemletici etkisini kırmak için harekete geçmek yerine, umutsuzluğa, çaresizliğe, alternatifsizliğe düşerek, bu illüzyona teslim olmak zorunda kaldığı şey tam da bu akılcı adımın başladığı yerde ve ilerisindedir!
O halde, belli bir açıklığa varmış olduğumuzu kabul edip bu açıklıktan ilerleyerek, önümüzde nasıl bir devrimci iş durduğunu netleştirebilmek için kulağımızı Marx’a verip, devrimci geleneklere dair vurgusunu ve devrimcilerin düşünmeyi unutmamaları gerektiğine, eski şiarları tekrar etmekle yetinmemeleri gerektiğine ve eski mücadele yöntemlerinin uygulanabilirlik koşullarını iyi tahlil etmeleri gerektiğine işaret ettiğini hatırlamalıyız!
Bunun anlamını anlamak için ise kulağımızı Lenin’e verelim:
“ Boykotun uygulanma koşullarını incelemeliyiz; boykotun, tamamen meşru ve devrimin yükseldiği anlarda bazen temel yöntem olduğunu yığınların kafalarına yerleştirmeliyiz. Ama bir boykotun ilânı için temel koşul olan devrimin gerçekte yükselmekte olup olmadığı sorusu, bağımsız olarak ortaya konulması ve gerçeklerin ciddî bir tahliline dayanılarak kararlaştırılması gereken bir sorudur. Gücümüz dâhilinde olduğu ölçüde böyle bir yükselişin yolunu hazırlamak ve uygun anda boykotu reddetmemek bizim görevimizdir; ama boykot sloganına, her kötü ya da çok kötü temsili kuruluşa uygulanabilir gözü ile bakmak kesin bir yanılgı olacaktır.”

Demek ki, şimdi de, yani yaşadığımız nesnel koşulların önümüze koyduğu görevler gereği de, ucundan tutulması gereken en devrimci iş, “boykot” mu, ”seçim” mi sorusunun arasında sıkışıp kalmadan,“boykot”un da, ”seçim” in de uygulanma koşullarını incelemektir; yani bu toprakların hafızasında yer alan yöntemlerin basit bir tekrarı veya basit bir reddi üzerinden devam ederek değil, bu yöntemlerin bıraktığı derslerin içinden çıkardığımız sonuçlar üzerinden devam ederek karar vermektir!
HDP mi CHP mi desteklenecek, yoksa ikisi ile birden geçici ittifaklar mı kurulacak, ya da yoksa BHH’nin veya daha net ifadesiyle devrimci bir halk muhalefeti, halkın parlamento dışındaki devrimci muhalefeti olarak bağımsızlığını mı koruyacak?
Soru sorudur ve içinde “boykot” mu, ”seçim” mi sorusunu barındırmaktadır; pişirmektedir de diyebiliriz!
“Boykot” sloganına, hem de yakın geçmişimizde bu günkünden bin misli düşük seviyede bir devrimci halk muhalefetinin olduğu, yani demek ki, herhangi bir kayda değer muhalefetin olmadığı koşullarda, “sol” renkli bir “itiraz” görüntüsüyle ihtiyaç sahiplerini sevindirmek üzere “boykot” cinliğini keşfedenlerin bu forumdaki uzantılarının fena takılmış olmaları ve ufukta henüz böyle bir slogan üretilip ilan edilmediği halde cepheden gardlarını almaları, kuvvetle muhtemel, bir devrimci halk hareketinin bu yönde ilerlemesi ihtimaline karşı korkunun dışa vurumu olsa gerektir!
Öyleyse, bir tespit yerinde ve zamanlı olacaktır!
HDP, daha çok bir STK profili çizmesi bir yana, parlamentosu yalnızca dekor olan bir ülkede ve hem de devleti reddederek, parlamenter bir parti olmaya ve cumhuriyet düşmanlığında yarış ettiği bir TC ile kanka olmayı radikal kurnazlık sayıp, yani bir taraftan cumhuriyet olgusuna ve temel ilkelerine karşı TC ile birlikte cenk halinde olup, öte yandan aynı TC ile pek bir yakın olarak, programı ile parlamenter, taktiği ile radikal görünmeye çalışırken, aniden programını da, taktiğini de anayasal hayallere sığdırarak, TC’nin yönetimine veya yönetim ortaklığına aday bir parlamenter partiye dönüştüğünün işaretlerini vermektedir!
Bunun yeni ve çözüm getirecek bir alternatif olmadığı bir yana, gerçekte iktidarın sacayağı olan ”muhalefet”in, ”muhalefet” renginin koyulaştırılması ama aynı zamanda dinci-gerici 12 Eylül faşist diktatörlüğüne sacayağı olma işlevinin pekiştirilmesi demek olduğu apaçık ortadadır!
Seçime katılınır ya da katılınmaz, bu ayrıdır; yani bu, seçim sürecine katılmayı engellemez; bu sürece dâhil olanlar, seçime katılsın katılmasın, bu süreci, seçimlerin artık bir çözüm olmadığının, hatta ne denli anti- demokratik olduğunun ve dahi parlamentoda üyesi olan politik partilerin hepsinin ve olmayanların da büyük bölümünün, iktidar partisinin bir kolu olarak çalıştığının, ilaveten parti yönetimlerinin istedikleri milletvekillerini parlamentoya koopte ettiklerinin teşhir edilmesi açısından bir olanak olarak değerlendirirler; bunun aynı zamanda, seçimlerin, “boykot” edilmesi sloganlaştırılmadan da, boykot edilesi bir noktada olduğunun anlatılmasına olanak veren bir süreç olduğunun da farkındadırlar ve dahi, “boykot” sloganının da, parlamento dışındaki devrimci halk muhalefetinin genişletilmesi, yükseltilmesi açısından bir başka olanak olabileceğinin bilincindedirler; ancak bunun, Lenin’in işaret ettiği gibi, kesinkes ve her kötü ya da her çok kötü temsili kuruluşa uygulanabilir bir olanak olmadığını da bilirler!



Boykot ilanı ile birlikte, önümüzdeki seçim süreci içinde, titiz bir ajitasyon ve propaganda faaliyeti yürütülerek, çarpıcı örnekleri tekraren hatırlatmak gerekirse, seçimlere giren ve özelliklede parlamento üyesi olan partilerin, yani AKP-CHP-MHP ve HDP’nin, birbirlerinden farkı olmadığının, tek bir düzen partisinin kolları olma durumlarının çok aşikâr olduğunun, seçim sisteminin, dolayısıyla baraj sisteminin ve aday belirlemelerinin anti-demokratik olduğunun, parlamentoya girecek milletvekillerinin aslında milletin oyları ile değil, parti yönetiminin veya liderinin emir –komutasındaki bir kooptasyon yoluyla tayin edildiğinin ve bütün anayasal yolların ve yasal düzenlemelerin, alenen ve jet hızıyla oligarşinin, işçi ve emekçileri, yoksul köylüleri ezmeye, sömürmeye doyamayan büyük zenginlerin çıkarına hizmet ettiğinin ve bunun gibi pek çok olgunun ve politikanın teşhiri ile işçi ve emekçilerin, nesnel ve öznel olarak muhalif pozisyonda olan sınıf ve katmanların, grevlerle, kitle eylemleriyle, vb. seçimlerin boykot edilmesine katılımının artırılması mümkün olabilir; böylece, sınıfsal ittifakların sınırını ve hedefini, karşılıklı yer alımını içeren portresine net bir siyasal suret kazandırılabilir!
Böylece de parlamento dışındaki ve tümüyle seçim sisteminin anti-demokratik azizliği nedeniyle parlamento dışına sürüklenmiş olan devrimci halk muhalefetine kalıcı ve hem nitel, hem de nicel bir içerik kazandırılarak, rotası netleştirilebilir ve yolu genişletilebilir!
Örnek olsun, cumhuriyet olgusuna ve temel ilkelerine karşı cenk halinde olurken, buna karşın, kendisi de bir cumhuriyet olan ve de Tanzimat öncesinin bir cumhuriyeti olma yolunda koşar adımlarla ilerleyen, hem 12 Eylül faşist diktatörlüğünün devamı, hem de dinci-gerici faşist bir diktatörlük olan ve üstelik sadece ve sadece Kürt ve Türk egemen sınıflarının, yani büyük zenginlerinin hizmetinde olan, yani halka karşı, işçi ve emekçilere karşı olan bir rejimin savunusu içinde olmanın son derece manidar ve son derece yaman bir çelişki olduğu gerçekliği, parlamento dışındaki devrimci halk muhalefetinin rotasını netleştiren ve iktidar-“muhalefet” bloğu içindeki parlamenter partilerin ve parlamento dışındaki STK misli parti ve kuruluşların “muhalefet” renginin kazınıp, altındaki sacayağı işlevinin ortaya çıkmasını sağlayan önemli bir açıklıktır!
Ki bu açıklığın, parlamento atmosferinde, ya da seçimle elde edilecek bir sonuç ile sağlanabilmesi, yani bu iktidar-“muhalefet” bloğunun içinde ve onunla bulaşık bir şekilde sağlanabilmesi mümkün değildir; öyleyse açıklık biraz daha artmıştır diyebiliriz ve öyleyse buradan devam edebiliriz!
Lenin’in pek sevdiğim sözlerinden biridir, bilinçli ya da bilinçsiz, politik ahmaklar; yani gerçekten politik ahmak olanlar ile ahmaklığa yatarak politika yapanlar, dün olduğu gibi bu gün de, bütün çabalarını, halkın devrimci yöndeki ve parlamentodan özerk bir karakter taşıyan uyanışının genel yükselişini, ekonomik- politik grev ve kitle gösterilerinin yardımı ile mücadeleye akıtmak yerine, bu yükselişi, seçimlere ” âmin” duaları eşliğinde alçaltabilmek, rüzgârını hafifletebilmek, ateşini söndürebilmek, ya da ölü oyları AKP’de, CHP’de ve MHP’de, hatta HDP’de reankarne edebilmek için harcayabilirler ve harcamak için can attıklarını görebiliyoruz!
Buna şaşırmayız ve şaşırmıyoruz; tarihten aldığımız haberler var ve bizden sonrakilere, bu gün de hala var olduklarını biz de not düşerek haber veriyoruz; ama bu uyanış, bir kere yükselmeye başladı mı ki, bunu da tarihten biliyoruz, ne kadar alçaltılmaya, dizginlenmeye, söndürülmeye çalışılırsa o kadar hızlı ve güçlü yükselişe geçer ve geçiyor; çünkü bu yükselişin kıymet-i, harbiyesi, bir geç gelmiş dahi bireyin maddeden özerk zihinsel tasavvurlarında değil, tümüyle maddede, maddeden özerk olmayan gerçek insan faaliyetlerindedir; bu faaliyet içindeki insanların üretim ilişkilerindedir!
Öyleyse bugün de mesele seçimlere katılalım mı katılmayalım mı değildir; yani buna “evet” ya da “hayır” demek, içinde bulunduğumuz nesnel durumun temel görevini belirlemeye yetmez!
Seçimden önce önümüzde, seçim süreci içerisindeki faaliyetlerin olumsuz etkilerini bertaraf etmek ve seçim sonrası istenmeyen ama olası sonuçları zapt-ı rapta almak ve bundan da sonraki olası gelişmeleri denetim altına almak üzere çıkartılmak istenen faşist baskı yasaları için hızlı bir çalışma var!
Bu yasalar ya çıkacak, ya çıkacak diyorlarsa ki diyorlar ve harıl harıl çalışıyorlar ve de “muhalefet” de harıl harıl muhalefet etmemek için “muhalefet” ediyor!
Amman, muhalefet, parlamento dışında ve devrimci ve de halkçı temelde büyümesin ve iktidar -“muhalefet” bloğunu üzmesin!
Öyleyse bu refleksler, dinci-gerici 12 Eylül faşist diktatörlüğünün, dolayısıyla iktidar-“muhalefet” bloğunun seçim süreci ve sonucu konusunda pek de iyimser olmadığını gösteriyor; başka ifadeyle, kırk yıldır süren ve son on yıldır dozu oldukça artırılmış olan uyutma operasyonlarına rağmen, uyumaya itiraz edip, uyanışa geçmenin pek fazla etkili görünmeyen sessiz dalga boyundan ürktüğünü ve korkunun dozunu artırarak önlem almaya çalıştığını gösteriyor!
Yani biz görüyoruz, görenler hızla artıyor ama görmemek için gözlerini kapatanlar da hareket halindedir!
Demek ki, seçimden sonra, hatta belki seçim sürecinde de, sınıfsal saflaşmaların ve karşılıklı güç dengesinin ve sınıfların yer alımlarının çok daha keskin hatlarla kendini göstereceği, dolayısıyla 12 Eylül’ün devamı olmaya devam eden dinci-gerici faşist diktatörlüğün sacayağı olan “muhalefet”in üzerindeki rengin kazınmasının ve asıl renginin görülmesinin artacağı da açıkça görülmektedir!
Türkiye’nin yönetimini, tekellerin, büyük burjuvazinin, kısaca oligarşinin direkt olarak ve yek vücut ele aldığını ve işi şansa bırakmadığını uzun zamandır görüyoruz; bunun ,“sol” ve politik parti görünümlü, hatta “sendika” görünümlü ve irili ufaklı “demokratik” kitle örgütü görünümlü şimdi TC ile daha çok yönetişim halinde olan pek çok STK’lar da dâhil, HDP, CHP ve MHP en başta, hepsinin iktidar partisinin birer kolu gibi çalışmalarında ifadesini bulduğu açıktır!
Yani politika arenasında muhalif görünen bu düzeneklerin hemen hemen hepsi, işçi ve emekçilerin çıkarlarına, hatta toplumun ezici bir bölümünün çıkarlarına karşı yok edici saldırılar içinde olduğu açıkça görülen bir iktidar partisine muhalefet etmemeleri biryana, bu saldırıların dozunu artırmasına, kalıcı kılmasına ve elbette güçlü ve alternatifsiz görünmesine önemli bir katkı ve destek de sağlıyorlar!
Öyleyse, işçi ve emekçilerin, dahası toplumun ezici çoğunluğunun çıkarları, sadece bu çıkarlara karşı cenk halinde olduğu apaçık görülen iktidardaki partiden kurtulmayı değil, bu partinin tüm güçsüzlüğüne karşın, güçlü kalmasına bile isteye koltuk değnekliği yapan bu “muhalefet” renkli tablodan da kurtulmayı gerektiriyor!
Öyleyse, bu tablodan farklı, dışında ve karşısında konuşlanarak halkçı temelde bir çizgi üzerinde ilerleyen bir kurucu politik irade için perspektif açmak ve tüm devrimci güçlerin bu perspektif etrafında birikmesini, saflaşmasını ve konum almasını sağlamak ve de bu “muhalefet” renkli tabloyu süsleyerek bir illüzyon yaratan iktidar partisinin sacayaklarından ayrı ve uzak durmasını sağlamak gerekmektedir!
Bu bugünün en devrimci işlerinden birisidir!
Parlamentonun içine hapsedilerek ve aynı parlamento aritmetiği ile yürürlüğe sokulup, egemen sınıfın üyeleri ve kuyrukları arasında bir konsensüs sağlayarak meşruiyet ve resmiyet kazanacak olan faşist saldırı yasaları ile zapt-ı rapta alınması planlanan parlamento dışındaki muhalefetin, iktidar partisinin ve elbette onun asıl gücü olan “muhalefet” görünümündeki sacayaklarının bu oyununu bozması için; politik ve alternatif bir güç olarak bu iktidar-muhalefet bloğundan kurtuluşun manivelası olması için; gücünü parlamento dışında biriktirerek konum alması, zorunlu olarak ve sinsi yöntemlerle dayatılan iktidarın birer kolu gibi hareket eden “muhalefet” görünümlü sacayakları bloğuna karşı alternatif bir kurucu irade olmaya aday olması için, programını bu devrimci işin perspektifiyle çizmesi gerekmektedir!
Burada ilkesel çizgi, tarihten gelen derslerden çıkarılan sonuçların içindedir, seçimlerin tali önemde bir mücadele biçimi olması, temel mücadele biçiminin ise, içinde bulunduğumuz nesnel koşulları çok açık yansıtan birbirine benzeyen ve birbirini tamamlayan bir “muhalefet” ve iktidar bloğunun dayattığı seçim illüzyonuna karşı, geniş halk kitlelerinin dolaysız devrimci muhalefet hareketinin yükseltilmesidir!
Bu çizgi esas alınıp, ilkeselliği korunursa, halk kitlelerinin devrimci muhalefetinin, kurucu irade olma potansiyeli de korunabilir ve güçlendirilebilir ve elbette iktidar ve “muhalefet” bloğunun birlikte oynadıkları bu illüzyonist seçim oyununun büyüsü bozulabilir; halk kitlelerinin devrimci hareketlerinin, bu seçim tiyatrosu ile parçalanması, dağıtılması, denetime alınması önlenebilir ve ortaya iktidar-“muhalefet” bloğunun da yok sayamayacağı, dolayısıyla bu bloğu, özellikle de “muhalefet” renginin parçalanmasına da sebep olacak olan halk kitlelerinin sıkı sıkıya sarılacağı bir alternatif güç, rengi ve çizgisiyle netleşmiş bir kurucu güç, halkın alternatif gücü olarak, halk kitlelerinin bu seçim illüzyonuna ve bu illüzyonla kotarılmaya çalışılan oyunlara karşı devrimci meydan okumasının önünde yerini almış olur!
Bundan sonrasını, tarihin mantığı anlaşılır bir şekilde işaret etmekte ve zaten, ancak ve birbirlerine rağmen, bir iktidar-“muhalefet” ortaklığı ile ayakta duran tekellerin dinci-gerici12 Eylül faşist diktatörlüğü, tarihin mantığının bu işaret ettiklerini fena halde dikkate alarak, fena halde hazırlık yapmaktadır!
O halde şimdi en devrimci iş, bu devrimci halk muhalefetinin bir illüzyonist seçim oyunu ile boğulmasını, faşist önlem paketi ile zapt-ı rapta alınmasını önlemek için ve iktidar-“muhalefet” bloğunun birlikteliğinin deşifre edilerek dağıtılması, tabansız bırakılması için, bütün ilerici, devrimci unsurları ve sınıfsal güçleri daha sıkı biçimde birleştirmek ve yoğun bir sınıfsal saldırıya hazırlanan iktidar-“muhalefet” birlikteliğine karşı, devrimci halk muhalefetinin yükselişini, halkçı, laik, ortakçı, eşitlikçi bir emekçi cumhuriyetinin kurucu gücü olma yönünde ilerletmek için politik hüner göstermektir!
Böylece açıklık tamamlanmıştır ve en devrimci işin, bu politik hünerin rengi ortaya çıkmıştır!
Bütün bu çizilen rotaya ve devrimci tabloya alıcı gözle bakan herkes kendiliğinden görecektir ki, bu politik hüner, bu iktidar-“muhalefet” bloğunun, tekelci TC ’ye, aynı anlama gelmek üzere dinci-gerici 12 Eylül faşist diktatörlüğüne kol kanat germek için cumhuriyete ve temel değerlerine saldırıyı içeren politikalarını geriletmek ve durdurmak için tümüyle parlamento dışından yükselmeye başlayan devrimci halk muhalefetinin alternatif arayan kitlelere ilerici-devrimci bir alternatif olma ihtimali çok yüksek olan gücünü, büyütmenin ifadesidir!
Bu politik hüner, iktidar-“muhalefet” bloğunun işçi ve emekçi düşmanlığını, aydın ve laiklik düşmanlığını ifade eden içyüzünü, bu bloğun en önemli dayanağı olan “muhalefet” partilerinin şimdiye kadar her dara düştüğünde iktidara koltuk değnekliği yapmak olan tutumlarını deşifre etmenin de ifadesidir!
Ve demek ki bu politik hüner, yükselme eğilimi gösteren devrimci halk muhalefetinin gücünü, mevcut parlamento üyesi partilere ve son tahlilde bu partilerin yönetimlerinin atadığı ve içlerinde ehven-i şer olanları da olabilecek olan saylavlara ve elbette parlamento dışında kalan ve son tahlilde hep iktidarın güçsüzlüğüne çare olan parti ve kuruluşlara akıtmanın ifadesi değildir; aksine bunu önlemenin ve bu bloğu dağıtmanın ve parlamento dışından yükselen devrimci halk muhalefetini alternatif olarak öne çıkartmanın ifadesidir!
Öyleyse bir kez daha altını çizmek için tekrar etmek gerekirse, bu devrimci muhalefetin gücünü, öteden beri iktidara koltuk değneği olan bir “muhalefet”e akıtan bir politik hüner, bir devrimci iş, bir devrimci hüner olamaz!
Böyle bir hüner, olsa olsa bir cambazlık olup, bu yükselme potansiyeli yüksek olan devrimci halk muhalefetini boğmanın, dizginlemenin, sönümlendirmenin ifadesi olacaktır!
İşte şimdi buradayız ve burada seçimlere katılmalı mı, yoksa boykot mu edilmeli sorusu gündemde tutulmaya ve bir çerçeve çizilmeye çalışılmaktadır.
Elde olan veri ise, artık seçimlerin bir çözüm olmaktan çıktığı, seçime katılan hemen hemen bütün partilerin, daha neti, iktidar partisi ile parlamento üyesi muhalefet partilerinin istisnasız hepsinin bir ve aynı olduğu ve iktidarın gücünü bu bir ve aynı olma olgusundan aldığı gerçekliğidir; ancak bu bir veridir ve nesnel bir olgu olmakla birlikte, kitleler bu nesnellik ile ne kadar yüz yüze ve hangi düzeyde sarsılmış durumdadır, bu konuda yeterli veri yoktur, hatta daha doğrusu, bu nesnelliğin kitlelere yansıması pek de yüksek görülmemektedir!
Ancak görülmemesi var olmadığını göstermez!
Bununla birlikte bir devrimci yükselişin hissedilir derecede kıpırdadığı, hatta sanki bir genleşmişlikle-sessizlik arasında sıkışıp, zembereğini boşaltacak bahaneyi arar halde, ufukta asılı durduğu yerden mevcut durumu ve görevlerini belirlemek için, akıl yürüten devrimcilerin aklına ve yüreğine doğru dimdik bakmakta olduğu da görülmektedir!
Ve devrimciler bilirler ki, Lenin’in ifadesiyle, güçleri dâhilinde olduğu ölçüde, devrimci bir yükselişin yolunu hazırlamak ve uygun anda boykotu reddetmemek, politik hünerlerin içindeki bir görevdir; ama “boykot” sloganına, her kötü ya da çok kötü temsili kuruluşa uygulanabilir gözü ile bakmanın kesin bir yanılgı olacağını da bilirler!
Ve şimdi, seçimlere katılmanın, her halükarda, yükseliş eğilimi gösteren devrimci öfkeyi azaltmaya, mevzileri yine yeniden birbirlerinden farkı olmayan fakat iki ayrı mevzide görünen güçlerin uyumlu birlikteliğinin ifadesi olan iktidar-“muhalefet” bloğuna teslim etmeye, dolayısıyla devrimci halk muhalefetini yanlış yola sevk etmeye ve dinci-gerici 12 Eylül faşist diktatörlüğünün konuşlanmasını pekiştirmeye yarayacağının aşikâr olduğu bir zamanda; herhangi bir “anayasal” kanaldan başka, doğrudan çıkışlar arayan ve bulan yığınların zengin devrimci enerjisi var mıdır ve dinci-gerici 12 Eylül faşist diktatörlüğüne karşı süreklilik arz eden ve artma eğilimi gösteren ve de devrimci faaliyet ile artırılması mümkün olan bir gücü ve saldırısı var mıdır ve nerede mevzi almıştır? Sorusu öne çıkmaktadır!
Çıkmıyorsa, çıkmış olmadığına inanılıyorsa, bu soruyu öne çıkartmak ve cevabını nesnel koşulların tahlilinden bulmak gene devrimcilerin görevi ve devrimci işlerinin içindedir!
Bu soru bir kere sorulup, cevabı olumlu olarak ortaya konuldu mu, yani bu gücün varlığı teslim edildi mi, ifadesini iktidar-“muhalefet” bloğunun uyumlu birlikteliğinde bulan dinci-gerici 12 Eylül faşist diktatörlüğünün konuşlanmasına karşı devrimci halk muhalefetinin zayıflatılması için, aynı iktidar-“muhalefet” bloğu tarafından, bilinçli ve kendi çaresi olarak öne çıkarılan ve hatta dayatılan seçimleri savunmak ve katılmak, Lenin’in ifadesiyle, gerçekten bir politik cinayet olur mu? sorusu da kendiliğinden ortaya çıkacaktır!
Ve biz şunu da biliyoruz ki, devrimciler için boykot, işçi ve emekçileri, dinci-gerici 12 Eylül faşist diktatörlüğünün karşısına çıkaran bir taktik çizgi değildir; ama özel koşullar altında uygun düşen, uygun düşünce de son derece belirleyici olan özel bir savaşım aracıdır.
Buna ek olarak, nesnel-koşullar, her ne kadar seçimlerin artık çözüm olmayacağını ve sonucu değiştirmeyeceğini gösterse de, kitlelerdeki bilinç ve hareketlilik durumunun buna uymadığına inanılıyorsa ve dolayısıyla parlamento dışındaki muhalefetin birikiminin heba edilmesi riski göze alınamıyorsa ve haliyle doğrudan “boykot”sloganı ile harekete geçme konusunda tereddüt ediliyorsa, velhasıl, bu devrimci uyanışın en doğru şekilde değerlendirilmesi konusunda yanlışa düşme kaygısı taşınıyorsa, “boykot”a da“seçime “de devrimci bakış perspektifini elden bırakmadan, seçim sürecini en verimli şekilde kullanarak, devrimci halk muhalefetinin kendi içinden seçtiği bağımsız temsilcileri, devrimci halk muhalefetinin dışarıdan denetimi altında, parlamentoya gönderilebilirler!
Ama şu çok açıktır ki her halükarda sonucu, parlamento dışında konum alan ki buraya, iktidar ve iktidarın “muhalefet” gömleği giymiş ya da giydirilmiş sacayaklarının birlikteliğinin ifadesi olan iktidar-“muhalefet” bloğunun, deyim yerinde ise şiir gibi uyum içinde sürdürülen birlikteliği tarafından sürüklenmiş olan devrimci halk muhalefeti belirleyecektir!



Bu muhalefetin, tarihsel-nesnel seyri, ilerici-devrimci - halkçı temelde, laik, eşitlikçi, ortakçı ve Kürt-Türk emekçilerinin birlikte, kardeşlik içinde, özgür iradeleriyle katıldıkları bir emekçi cumhuriyetinin kurucu iradesi olarak güçlenme yönündedir!
Tarihin mantığı bunu işaret ediyor ve bu, birilerini fena halde ürkütüyor.
Fikret Uzun
26-Şubat-2015