15 Mart 2015 Pazar

İŞTE ŞİMDİ BİR AMERİKAN BARIŞI İLE AMERİKAN SAVAŞININ EŞİKLERİ ARASINDA SIKIŞMIŞ DURUMDAYIZ!



İŞTE ŞİMDİ BİR AMERİKAN BARIŞI İLE AMERİKAN SAVAŞININ EŞİKLERİ ARASINDA SIKIŞMIŞ DURUMDAYIZ!
Bugün ABD emperyalizmi kendi barışını ki bu otoritesine kavgasız-gürültüsüz boyun eğdirmesi demektir ve Pax-Amerikana diyoruz; çok daha ucuzdur; başka türlüsü ki bu mutlaka savaş ve/veya savaş oyunları demektir, oldukça pahalıdır, önemli oranda kabul ettirmiştir!
İşte şimdi bir Amerikan barışı ile Amerikan savaşının eşikleri arasında sıkışmış durumdayız!
Daha doğrusu, ABD emperyalizmi bir taraftan kendi barışını kabul ettirerek otoritesine boyun eğdirmiş, diğer taraftan bu barışa boyun eğenlerden oluşan bir askersel güç ile yine kendi savaşını, Amerikan savaşı’ nı, kendi topraklarından çok çok uzakta ve kendi askerlerinin dışında sürdürmek istemektedir!
Bunun adı Amerikanca “eğit-donat” olarak tarihe geçmiştir ki, daha önceki “yeşil kuşak” projesinin bir versiyonu olduğunu söyleyenler de vardır!
Kürtler bu “eğit-donat” projesinin tam ortasındadırlar; Kürtlerin ABD emperyalizminden, ABD emperyalizminin Kürtlerden medet umması gereğidir!
Amma ve lakin bu proje sadece Kürtleri değil, Suriye’nin ÖSO, vb. gibi muhaliflerini ve elbette tüm “bitiriyoruz” culuk oyunlarına karşın, IŞİD ve benzeri “radikal İslamcı örgütlerini” de kapsamaktadır!
Şimdi bütün “yetmez ama evet” çi tayfa ve elbette dün Kürtlerin, özellikle de Kürt ulusal hareketinin yakınından bile geçmeyip, bugün tüm Kürtsever hümanistlikleri ile Kürtler için paralananlar ki, o Kürtlerin emekçi Kürt halkı ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı açıktır, şimdi bu “eğit-donat” projesine, tıpkı ABD emperyalizmine atfettikleri “ılımlı emperyalizm” nitelemesi misli, en “dost”ane proje olarak bakmakta ve pek yüksek tutmaktadırlar!
Ve bunun resmi politikanın içinde olduğu, beş yaşındaki çocukların zekâsı ile bile anlaşılabilirken, bizim pek Kürtsever “komünist”lerimiz, hem anlamazdan geliyorlar ve hem de anlaşılmasına yönelik eleştiri yöneltenleri “Kürt düşmanı” ilan etmektedirler ki, kastettikleri Kürt halkıdır!
Oysa çok net ve ikircimsiz, “ sırf Kürt oldukları için Türkiye’nin tekelleri ile ve emperyalist tekellerle bin bir bağ içinde olan Kürt zenginlerini sevmek zorunda olmadığımızı ve Türkiye’nin tekellerine ve emperyalist tekellere nasıl bakıyorsak, onlara da öyle baktığımızı (yani Kürt halkını bunlardan ayırdığımızı),“ defalarca hatırlatıyoruz!
Ve “ezilen halk”tan,”sömürülen sınıf” tan ve “sınıf mücadelesi” nden ve özel olarak “Kürt halkı”ndan söz edenler ve kendilerine “komünist” diyen ve bir “komünist” partinin muhipleri misli hareket edenler dahi, bu dediklerime bigâne kalmakta ve ille de “Kürt düşmanı” yaftaları ile dediklerimdeki gerçekleri savuşturmaya çalışarak, gelip gelip bir karanlığın içine giren ve orada kalmak için direnen bir Kürt siyasal hareketini her şeyin üstünde göstermek istemektedirler!
Oysa biz, Türkiye devrimini Kürt pınarı ile buluşturmanın önündeki en büyük engellerin, sol/sosyalist alanlarda azap zebaniliği yaparak hayatlarını kazanan “sol/sosyalist” gömlekli sahtekârlar olduğunu, hemen hepsinin devletin devşirmesi olmayı gönüllü kabul ettiklerini, nerede bir resmi devlet politikası varsa içine girip, sol/sosyalist alanlarda bu politikaları “sol” renkle pazarladıklarını, dün de biliyorduk, ama artık çok daha fazla görüyor ve biliyoruz!
İşte bu gün, bu sahte sol/sosyalist gömlekli devrim kaçkınlarının, Kürt siyasal hareketinin en sadık destekçileri oldukları, kraldan çok kralcı yaklaşımı ile kol kanat gerdikleri, Kürtlerin ayağı taşa çarpsa “Kürtlere bir şey olursa biz ne yaparız “ ağıtları yaktıkları pek açık olarak görülmektedir!
Resmi politikanın içindedir ve her zaman, Kürtlere rağmen, resmi poltika gereği Kürtlerden yana olmuşlar, resmi politika Kürtleri görmüyorsa, onlar da görmemişlerdir ki, Türkiye’nin devriminin Kürt ulusal hareketinin devrimci yükselişi ile buluşma ihtimali karşısında ürken ve korkularından kurtulmak için daha çok korkutmanın yöntemlerine başvuran 12 Eylül faşist rejimi için, ”devletimize zeval gelirse biz ne yaparız” ağıtları yakmışlar, ona kol kanat germişlerdir!
Şimdi hepsi Kürt siyasal hareketinin destekçiliğinden de öteye, en sadık adamı olmayı en geçer politika bilmektedir!
Öcalan, dün bu resmi politikanın gönüllü tetikçilerini teşhir ederek, Kürtleri ve Türkiye’nin devrimci sosyalistlerini uyarırken, şimdi bu aktörlerden bir “sol/sosyalist” renk elde etmeye ve bazılarını bu rengi artırmak için milletvekili olarak tayin etmektedir!
Bu aynı aktörler, “dün Aziz Nesin sen nesin “ kampanyasının baş müdavimleri ve Aziz Nesin düşmanlığının ölçüsüz şövalyeleri idiler; Aziz Nesin ölünce onu göklere çıkarmak, melekler gibi göğe yükseltmek için tersine “Aziz Nesin biz sana vurgunuz” kampanyaları düzenlediler ki tam bir iki yüzlülüktür ve gene resmi politikanın içindedir!
Bu ünlü "Aziz Nesin Sen Nesin" kampanyasının en sadık amigosu Aydın Engin’di; Aydın Engin şimdi Cumhuriyet’in fıkra yazarıdır ve köşesinden “HDP barajı aştı” yollu yazmaktadır!
Sanırım tam da bugünkü gibi bir seçim atmosferi idi; TKP ve DİSK-Maden iş Ecevit’in CHPsini destekliyordu ve Disk-Maden iş birden grev patlattı. Bugün artık mürteciliği tescillenmiş olan “YETMEZ AMA EVET” çi Nabi Yağcı, DİSK –Maden iş’in en popüler ve otoritesi yüksek “sendika uzmanı” idi!

DİSK-Maden-İş Büyük Grev’i patlatmış Aziz Nesin de "Büyük Grev" öyküsünü patlatmış, şiirsel bir anlatımla nerede ise “ihanet” telakki ediyordu!
Çarçabuk “Aziz Nesin sen nesin” linç kampanyası başlatılmıştı; bir süre devam etti ve her halde amacına ulaştığı için sonra kesildi; ben sonuna yetiştim, “sol” renkli geceler sık sık tertiplenirdi ve bu gecelerde en az bir doz “Aziz nesin sen nesin” sloganları atılırdı!
Hepimiz katılmışızdır ve o sıralar DGM direnişleri önemli boyutlarda idi ve hep anarım ki, “DGM’yi ezdik sıra Mess’de“ ana başlıklı yürüyüş ve mitingler yapılırdı ve bu yürüyüşlerde işçilere önden megafonla aktarılan bu slogan, arkada yürüyenlere “DGM’yi EZDİK SIRA BİZDE “ olarak yansır ve işçiler böyle haykırırlardı!
Bugün MESS grevcilerinin direnişlerini izlerken hep o günleri hatırlarım!
O tarihlerde, biz İsmail Bilen biliyorduk ama kuvvetle muhtemel TKP’yi Nabi Yağcı kliği yönetiyordu; en azından sendikal alanda bu kliğin borusu ötüyordu! Disk’i daha o zamandan sermayeye teslim etme operasyonlarına başlamış olduklarını biliyoruz ve sonunda DİSK, CHP üzerinden sermayenin olmuştu!

Henüz kimse hesabını sormamıştır; hâlâ DİSK bizimdir şarkısı çalınmaktadır ki kuruntudan öte değildir!
Kızıl Bayrak, 0cak 2015 sayısında Büyük Grev’i şöyle hatırlatmaktadır;
“Bundan nerede ise 40 yıl önce; 1977, 1978 ve 1980 yıllarında MESS’in kölelik dayatmalarına karşı grev silahını kuşanmışlardı metal işçileri. Bu üç önemli grevden 1977 grevi ise 'Büyük Grev' olarak anılmaktadır.
30 Mayıs 1977 günü DİSK’e bağlı Maden-İş’in MESS’e karşı 23 fabrikada birden başlattığı, sözleşmenin imzalandığı 3 Şubat 1978’e kadar 44 fabrikaya yayılan BÜYÜK GREV’de metal işçileri, MESS’in ve metal patronlarının tüm ayak oyunlarını boşa düşürmüş, taleplerinin önemli bir bölümünü elde etmeyi başarmıştı.
DGM direnişi nedeniyle işten çıkarılan işçiler işlerine iade edilmediler ama kara listeler yırtıldı. Kıdem tazminatları arttırılamadı ama çalışma süreleri kısaltıldı. Ve işçilerin parasal haklarında önemli sayılabilecek artışlar getirildi… “
“Büyük Grev” başlıklı kitabın tanıtım sayfasında ise Aziz Nesin’in ifadesiyle şu yazmaktadır:
“Bütün yaşamımda kalem kavgasına ilk atılan, kavgayı çıkaran ben olmadım. Hiçbir kalem kavgasına da isteyerek girmedim, hep itilmişimdir. Bu kez de öyle oldu. Ama saldırılmışsam, ama üstüme üstüme gelinmişse, kavgadan kaçamam. Kalem kavgasında ille de yengin gelmeyi düşünmem. Yanılgım gösterilmişse, teşekkür ederek özür dilemenin kavga etmekten daha büyük yiğitlik olduğunu bilirim. ‘Büyük Grev’ adlı masal-öyküm dolayısıyla yapılan saldırılara yanıtlarım, takım tutan saldırganlar için değildir. Çünkü onlar, kendilerine her ne anlatılırsa anlatılsın, önceden neyi ve nasıl anlamak istiyorlarsa ancak onu anlayacaklardır. Önyargılıdırlar. Bu yanıtlarımı, bu sevimsiz kalem kavgasında önyargılı olmayanları uyarmak için yazdım. Gerçekte olay, işçi sınıfımız ve geleceğimiz açısından çok önemlidir. Bu konuda başka yazarların susmalarını doğru bulmuyorum. Onların susmaları da anlam taşır, (hangi yan haksızsa, onlar ya da ben) susmaları, haksızdan yana olmaları demektir. Konu önemlidir, çünkü amacımız, geleceğimiz için kamuoyunu yaratmaktır.”
Ve şimdi, bütün yüzüne çarptığım gerçeklerden utanıp sıkılmıyorsun ve bu gerçekleri savuşturmak için “Sen nesin …. Hatırladın mı?” Yollu soruyorsun.
Elbette hatırladım ki ben unutsam tarih unutmaz ve dediklerim bu sayfalardadır; yani daha önce ben sormuştum ve bu soruya verdiğin ilk cevabın, “Sayın Fikret Uzun... Ya çok komplo teorisi ile ilgili kitap okuyorsun, ya da hayal gücün çok gelişmiş... Yakında bizi BOP projesinde çalışan CİA ajanları olarak yaftalarsın sen...” olmuştu ve tartışmanın ilerleyen safhasında kim olduğunu,” Ben HDP içerisinde savaşım veren, TKP sempatizanı bir işçiyim... Enternasyonalistim… Devrimciyim....Sadece bu kadar...” diyerek açıklamıştın!
Devamında aynı soruyu bana sorarak,“Peki sen kimsin Ulak veya Fikret Uzun…Niçin tüm eski TKP liler adını duyunca müstehzi bir şekilde gülümsüyor..??? Niçin Deniz Yoldaşın ele geçirilmesi sürecindeki belirsizliği buraya yazarak o dönemde içinde bulunduğun partiye çamur atıyorsun..? Bildiğin bir şey varsa açıkla...” demiştin ve hemen arkasından da, “Onun derdi bizimledir..” yollu kuruntularını dile getirmiştin!
Ve işte tekrar aynı soruya döndük; demek ki içine oturmuş ve aklınca rövanş alıyorsun ki çocukçadır!
Yani, hâlâ aynı yerde durduğunu görebiliyorum; tam beklediğim gibisin yani; suçüstü yakalananların halet-i ruhiyesi ile abuk sabuk konuşmuşsun; oysa her şey ortada değil mi? Ben kim olacağım; ben Fikret Uzun’um, her hangi bir maskenin arkasından, resmi politikanın borazancılığını yapmıyorum ve dediklerimin hep arkasındayım ki henüz kimse çürütememiştir!
Görüldüğü gibi, asıl senin kim olduğun belli olmuyor ve dolayısıyla bu soru tam yerinde oluyor; ben yüzüne taktığın maskeyi kazıyarak altında kim olduğunu teşhir ediyorum; sen nesin, kimsin, hangi saiklerle göz göre göre o insanları kandırmaya, aklını karıştırmaya çalışıyorsun? Sorusuna gerçeklik katsayısı yüksek cevaplar yükseltiyorum!
“AKSEYMEN “ suretinin arkasına sakladığın neyin nesidir? Kimin hizmetindedir? Buna dikkat çekiyorum!
“Ben teşhir etmekten yoruldum, sen yalan ve demogoji üretme konusundaki başarısız hamlelerinden bıkmıyorsun!” demiştim; al işte hâlâ aynı hamlelerle “köylü kurnazlığı”na devam ediyorsun!
Ve bozacının şahidi şıracı misli, CHE efendi, kendisinin yekten “öküz” yollu aşağılamaya çalıştığını unutup, “köylü kurnazlığı” nitelemesinden hakaret çıkararak, ”köylü kurnazlığı”na devam işareti çakmaktadır!
Aklı sıra, "Kürt halkını aşağıladığım" sonucu çıkaracaktır; oysa bu kavgada Kürt halkı yok; henüz Kürt halkı kavgaya girmedi; henüz hangi kavganın tarafı olacağına karar vermedi ve benim bu nitelememde bir hakaret görmediği kesindir!
Çünkü hakaret yoktur ve sırf CHE böyle bir kuruntuya kapıldı diye Kürt halkı bundan hakaret çıkarmaz!

Aslında Kürt egemenleri ve bilumum işbirlikçileri ve onların izinden gidenler için de bir küfür ve hakaret değildir ama öyle algılarlarsa da Ulak'ın umurunda olmaz!
Ve CHE efendinin, "Bravo,”köylü kurnazlığı” ndaki şampiyonluğu Kürtlerden alırsın bu gidişle!" sözünden geri dönüşü olmayan bir hakaret, demogojiyle üstü örtülemeyecek kadar açık bir düşmanlık” çıkarması nafile çabadır ve şu hatırlatmam ki tekrar olacak, bu çabasının nafile olduğunu gösteren en net ifadedir:
“ Sırf Kürt oldukları için Türkiye’nin tekelleri ile ve emperyalist tekellerle bin bir bağ içinde olan Kürt zenginlerini sevmek zorunda değiliz ve Türkiye’nin tekellerine ve emperyalist tekellere nasıl bakıyorsak, onlara da öyle bakıyoruz (yani Kürt halkını bunlardan ayırıyoruz .) “
Yani demem o ki, diyeceklerime diyecek tek bir sözünüz yoktur; dediklerimin hepsi doğrudur ve bu yüzden işi pişkinliğe vurup, “TÜRK” ü, alt edememişsin, “sen nesin…” nameleriyle, “sen anladın…” “hatırladın mı?” soruları ile bir gizem yaratmaya çalışarak, insanları kandırmak için bilinçli olarak yalan ve demagoji faaliyeti içindeyken suçüstü yakalandığını gargaraya getirmeye çalışıyorsun!
O okumadan, bilmeden etmeden, sırf insanların aklını karıştırmak için bütününden kopararak bayrak yaptığın ifadenin bulunduğu yerde Stalin’in dediği gibi, bu devrim karşıtı faaliyetini, “AKSEYMEN” maskesi takarak gizlemene engel olduğum için, işi hakarete ve yeniden cambazlığa vuruyorsun!
CHE efendi ise, sanki daha önce yüzüne tuttuğum gerçeklere karşı makul ve mantıklı bir tek cevap verip de, yüzüne tuttuklarımın gerçek olmadığını kanıtlamış gibi, şimdi “köylü kurnazlığı” nitelemesini limon misli sıkıp, haysiyetimin de, ahlakımın da, şerefimin de üzerine damlatarak, zihinlere,“hakaret” katsayısı yüksek bir niteleme imiş gibi yansıtmaya ve böylece “hakaret” olarak mahkûm ettiği, “köylü kurnazlığı” na devam etmen için destek çıkmaktadır!
Yukarda da hatırlattığım gibi, daha önce ve gene bu forumda, senin bu tür cambazlıklarından birisini teşhir etmek üzere, “Aziz Nesin sen nesin?” kampanyasını hatırlatarak,”AKSEYMEN sen kimsin? Diye sorduğum ve “Biliyorum, şimdi bunu AKSEYMEN, SF’ deki kariyerinden aldığı güçle çok sert, belki de son derece temelsiz yaftalamalarla püskürtmeye çalışacaktır; ama gerçekler artık çuvala sokulamıyor!” diye eklediğim mektubumda şunu da ifade etmiştim;
“Şimdi bu iki forum üyesi; (diğeri “Deniz Yoldaş” maskesi takıyordu şimdi yoktur) cehaletleri en sıradan kişilerce bile fark edilir olan bu baylar, sırtlarına geçirdikleri TKP gömleği ve yakalarına taktıkları TKP rozetini de yeterli bulmuyorlar ki, bir de bu iki ismi kendilerine vitrin yaparak, TKP sempatizanı ya da üyesi olmaktan çok “KÖH” ve/veya HDP muhibbi olarak gençlerin akıllarını karıştırıyorlar ki bu tutumları ile bir taraftan Gezi ruhu deyip, öbür taraftan TKP çizgisine yüzünü dönmüş olan gençlerin zekâlarına hakaret niteliğindedir!

Bunun için nasıl bir yol izledikleri ise ortadadır ve bir eski TKP üyesi olarak, istisnalarını hep ayırdığım ve içlerinde çok değer verdiğim arkadaşlarımın da olduğunu vurguladığım TKP öbeklerini ve şimdi parti sıfatı yüklenenleri,“birbirini bilen kırk kişi” misli tanımlayarak uyardığım gençleri, bir kez daha uyararak tarihsel sorumluluğumu yerine getirmiş oluyorum.”

Ve dediklerimin hep arkasında oldum; zaten arkasında olduğum için bu yeni cambazlığına göz yummadım ve teşhir etmeyi borç bildim! Böylece, yüzeyde görünenlerin asıl gerçek olmadığını gösterdim; asıl gerçeğin derinde olduğunu hatırlattım ki Marx’ın görünen ile öz aynı olsaydı bilim olmazdı önermesine uygundur ve bu derinlikten söz ettiğimde, bir forum üyesi burada kafamızın içindekileri mi okuyorsun mealinden alay etmişti; anladığı budur!
Seninki ise derindekileri gizlemek için yüzeydekileri bilinçli olarak abartmaktır ve Marx’ın önermesinin yadsınması ama resmi politikanın sevindirilmesidir!
Resmi politika, TC ve bu arada AKP sağlamlaşsın ama cumhuriyet yıkılsın ve elbette Kürt siyasal hareketi özgürleşsin ama devrimcisizleştirilsin ve de ümmi işçiler baş tacımızdır, hatta işçi-patron el ele cennete ama ah şu isyankâr işçiler olmasa demektedir!
O halde cımbızlayıp kalanını derine gömdüğün Stalin ifadesi, bu resmi politikayı sevindirmek içindir ve öyleyse bunun Marxist-Leninist bakış ile ilgisi yoktur; terstir demek istiyorum!
Ve Bu çok net gerçeklik karşısında dilin tutulmadığına göre ki sözlerinden tutulmadığını görebiliyoruz, eleştirileri cevaplamak ve çürütmek yerine hâlâ gerçeklere kurşun sıkar misli, küfüre benzettiğin ipe sapa gelmez sözler fırlatıyorsun ki, kurusıkıdır ve gerçekler karşısında çok acizdir!
Demek ki gerçekler karşısındaki derinden bulup, çıkarıp, önüne koyduğum gerçekliktir, dilin tutulmamış ama diyecek sözün kalmamıştır!
Fikret Uzun
14- Mart-2015

13 Mart 2015 Cuma

KÜRT SİYASAL HAREKETİNİ, PROLETER VE DEVRİMCİ UNSURLARA KOŞULSUZ DESTEKLETMEK İÇİN BÖYLE BİR “KÖYLÜ KURNAZLIĞI” ŞEYTANIN BİLE AKLINA GELMEZDİ



KÜRT SİYASAL HAREKETİNİ, PROLETER VE DEVRİMCİ UNSURLARA KOŞULSUZ DESTEKLETMEK İÇİN BÖYLE BİR “KÖYLÜ KURNAZLIĞI” ŞEYTANIN BİLE AKLINA GELMEZDİ
AKSEYMEN Bey, AKSEYMEN BEY! Geldiğimiz noktada, boylu boyunca önümüzde duran gerçekler karşısında, yarım-doğrulara dolanmış yalan ve demagojilerin hiçbir hükmü yoktur; işe yaramaz demek istiyorum.
Ama bu ne azim, bu ne inat!
Ben deşifre etmekten yoruldum, sen yalan ve demogoji üretme konusundaki başarısız hamlelerinden bıkmıyorsun!
Bravo,”köylü kurnazlığı”ndaki şampiyonluğu Kürtlerden alırsın bu gidişle!
Sonunda yalan ve demogojilerinize, tıpkı “Ekim Devrimi devrimciliğinden”, artık “burjuva istekleri olan ezilen ulus devrimciliğine” terfi eden Kürtlerin, Marxizm-Leninizm üzerinden yüksek atlama yaptırılarak, kestirmeden 12 Eylül faşist diktatörlüğünün Tanzimat öncesi karanlığının içine savrulması misli, Stalin’in başka bir gerçekliği anlatan sözlerini, bu sözlerinin bulunduğu ve bu sözle yakinen bağlı olan diğer bütün sözlerinin üzerinden yüksek atlama yaparak, bir gösterişli çerçeve içinde forum ahalisinin önüne fırlatıp, aynı işi yapmak için ne kadar da istekli ve gönüllü olduğunu göstermişsin!
İlgili yazıyı okumadığın, hatta belki de nerede ne zaman yazıldığından bile haberdar olmadığın ne kadar da belli oluyor! Yazık, pek yazık!
Bir ulusal hareketin ki, “artık her türlü kötülükle ittifak kurmakta beis görmediği apaçık ortadadır, kuyrukçuluğundan, muhipliğine terfi etmek için, yarım-doğrular sayesinde kuyruklu yalanlar üretmek, hainlikten de ötedir” diyeceğim ama dilim varmıyor ve kendimi tutuyorum; ama tarih, ne görürse onu kaydediyor; yani olan biteni kayıt altına alırken, benim gibi kendini tutmuyor!
Stalin’in, “Leninizmin Sorunları” adlı çalışmasında yer alan “Leninizmin Temelleri Üzerine (Sverdlov Üniversitesinde Verilen Konferanslar. Nisan 1924)” başlığı ve “Ulusal Sorun” alt başlığında yazdıkları,“Emperyalist baskı koşullan altında ulusal hareketlerin devrimci karakteri, harekette mutlaka proleter öğelerin yer alması gerektiğini; hareketin devrimci ya da cumhuriyetçi bir programa, demokratik bir temele sahip olması gerektiğini ön şart koşmaz. “ ifadesinden ibaret değildir!
Keşke okumuş olsaydın da, bu başarısız ve aynı ölçüde traji-komik çarpıtmaya yeltenmese idin!
Bu ifadeye gelene kadar şu ifadeler yer almaktadır:
“….Eskiden ulusal sorun, reformist bir bakış açısıyla, ayrı, bağımsız bir sorun olarak; sermayenin iktidarı, emperyalizmin devrilmesi, proleter devrim genel sorunuyla bağlantısız bir sorun olarak ele alınırdı.
Sömürgelerdeki kurtuluş hareketiyle doğrudan ittifak olmaksızın Avrupa'da proletaryanın zaferinin mümkün olduğu, ulusal sorunun ve sömürgeler sorununun sessizce, "kendiliğinden", proleter devrimin ana yolunun dışında, emperyalizme karşı devrimci mücadele olmaksızın çözülebileceği sessizce varsaydırdı.
Şimdi bu devrim karşıtı görüşün maskesi düşürülmüş olarak görülmelidir.
Leninizm tanıtlamış ve emperyalist savaş ile Rusya'daki devrim doğrulamıştır ki, ulusal sorun ancak proleter devrim ile bağlantı içinde ve proleter devrimin zemini üzerinde çözülebilir; Batı'daki devrimin zafer yolu, sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin emperyalizme karşı kurtuluş hareketiyle devrimci ittifaktan geçer.
Ulusal sorun, proleter devrimin genel sorunun bir parçası, proletarya diktatörlüğü sorununun bir parçasıdır.

Sorun şudur: Ezilen ülkelerin devrimci kurtuluş hareketlerinin bağrında var olan devrimci olanaklar artık tükenmiş midir, tükenmemiş midir ve eğer tükenmemişse, bu olanaklardan proleter devrim için yararlanmak, bağımlı ve sömürge ülkeleri emperyalist burjuvazinin bir yedek gücü olmaktan çıkarıp devrimci proletaryanın bir yedek gücü, onun müttefiki yapabilmek için gerekçeli bir umut var mıdır?

Leninizm bu soruya olumlu yanıt verir, yani ezilen ülkelerin ulusal kurtuluş hareketlerinin bağrında devrimci potansiyelin var olduğu görüşünü savunur ve bunlardan, ortak düşmanın devrilmesi için, emperyalizmin devrilmesi için yararlanmanın mümkün olduğu görüşündedir.
Emperyalizmin gelişme mekaniği, emperyalist savaş ve Rusya'daki devrim, Leninizmin bu konuda vardığı sonuçları tamamıyla doğrular.

"Egemen" ulusların proletaryasının, ezilen ve bağımlı halkların ulusal kurtuluş hareketlerini destekleme, kararlılıkla ve aktif bir şekilde destekleme zorunluluğu buradan çıkar.

Bu elbette ki, proletaryanın her ulusal hareketi her zaman ve her yerde, tek tek bütün somut durumlarda desteklemek zorunda olduğu anlamına gelmez.
Burada söz konusu olan, emperyalizmi sağlamlaştırmaya ve sürdürmeye yönelik hareketler değil, onu zayıflatmaya, devirmeye yönelik ulusal hareketlerin desteklenmesidir.
Tek tek ezilen ülkelerin ulusal hareketlerinin, proletarya hareketinin gelişmesinin çıkarlarıyla çatıştığı durumlar vardır.
Kendiliğinden anlaşılır ki, böyle durumlarda bir destek söz konusu olamaz.
Ulusların hakları sorunu, soyut, kendi içine kapalı bir sorun değil, tam tersine proleter devrimin genel sorununun bir parçası, bütüne tabi ve bütünün bakış açısından görülmek zorunda olan bir sorundur.
Geçen yüzyılın kırklı yıllarında Marx, Polonyalıların ve Macarların ulusal hareketinden yana, Çeklerin ve Güney Slavların ulusal hareketine ise karşıydı.
Neden?
Çünkü Çekler ve Güney Slavları o sıralar "gerici halklar" dı, Avrupa'daki "Rus ön karakolları" idi, oysa Polonyalılar ve Macarlar mutlakıyete karşı mücadele eden "devrimci halklar" idi. Çünkü o sıralar Çeklerin ve Güney Slavlarının ulusal hareketinin desteklenmesi, Çarlığın, (yani) Avrupa'daki devrimci hareketin en tehlikeli düşmanının dolaylı desteklenmesi demekti.

"Demokrasinin tek tek talepleri", diyor Lenin, "bunlardan biri olarak kendi kaderini tayin hakkı, mutlak bir şey değildir, tam tersine, genel-demokratik (şimdi: genel-sosyalist) dünya hareketinin küçük bir parçasıdır. Tek tek somut durumlarda parçanın bütünle çelişmesi mümkündür, o zaman parça atılmalıdır." (Bkz. Lenin, Bütün Eserler, C. 19, s. 319, Rusça.)

İşte tek tek ulusal hareketler sorununda, bu hareketlerin mümkün olan gerici karakteri sorununda durum budur; elbette ki yalnızca, biçimsel bakış açısından, soyut haklar bakış açısından değil, somut olarak, devrimci hareketin çıkarları bakış açısından bakıldığında.

Aynı şeyi, genelde ulusal hareketlerin devrimci karakteri için de söylemek gerekir.
Ulusal hareketlerin muazzam çoğunluğunun kuşku götürmez devrimci karakteri, tıpkı tek tek bazı ulusal hareketlerin mümkün gerici karakterinin göreli ve kendine özgü olması gibi, göreli ve kendine özgüdür. “
Bu ifadelerle yeterince açıklık sağladıktan sonra “Emperyalist baskı koşullan altında ulusal hareketlerin devrimci karakteri, harekette mutlaka proleter öğelerin yer alması gerektiğini; hareketin devrimci ya da cumhuriyetçi bir programa, demokratik bir temele sahip olması gerektiğini ön şart koşmaz. “ İfadesini kullanır ve şöyle devam eder!
“Afganistan Emiri' nin Afganistan'ın bağımsızlığı için mücadelesi, Emir'in ve mücadele arkadaşlarının monarşisi görüşlerine rağmen, nesnel olarak devrimci bir mücadeledir; çünkü bu mücadele emperyalizmi zayıflatmakta, parçalamakta ve onun altını oymaktadır; oysa örneğin Kerenski ve Tsereteli, Renaudel ve Scheidemann, Çernov ve Dan, Henderson ve Clynes gibi "çaresiz" demokratların ve "sosyalistlerin", "devrimcilerin" ve cumhuriyetçilerin emperyalist savaş sırasındaki mücadelesi gerici bir mücadele idi; çünkü emperyalizmi şirin gösteriyor, sağlamlaştırıyor ve zafere götürmek istiyordu.
Aynı nedenlerle Mısırlı tüccarların ve burjuva aydınların Mısır'ın bağımsızlığı için mücadelesi, Mısır ulusal hareketinin önderlerinin burjuva kökenine ve burjuva toplumsal konumuna rağmen, nesnel olarak devrimci bir mücadele iken; İngiliz "İşçi" hükümetinin Mısır'ın bağımlı konumunu sürdürmek için mücadelesi, bu hükümetin üyelerinin proleter kökeni ve proleter toplumsal konumuna rağmen, bunların sosyalizmden "yana" olmalarına rağmen, aynı nedenlerden ötürü gerici bir mücadeledir.
Hindistan ve Çin gibi, kurtuluş yolunda her adımları biçimsel demokrasinin taleplerine pek uymasa bile, emperyalizme indirilen güçlü bir balyoz darbesi olan, yani hiç kuşkusuz devrimci bir adım olan daha başka, daha büyük sömürge ve bağımlı ülkelerin ulusal hareketinden söz bile etmiyorum.”
Ve böylece, vitrin yapıp, gerçeklerin üzerine salvo atışı yapmak için kullanmak üzere kullandığın ve kullandığın soyut haliyle, bir yarım-doğru haline getirdiğin ifadenin, hiç de senin yansıtmaya çalıştığın bir ifade olmadığı kendiliğinden anlaşılmaktadır!
Kim bilir ne kadar çok sevinmiştin, insanların aklını Stalin’in sözleri ile karıştıracağını düşünüp; ne de çok böbürlenirdin bu işe Stalini de alet ederek emeline nail olsa idin; ama yağma yok ve meydan boş değildir AKSEYMEN beyefendi!
Hâlbuki kafada beyin taşıyan ve elbette yanlış anlamaya bile –isteye teşne olmayan herkes, Stalin’in bu bütününden soyutlanmış ifadesinde bile, gerçekte neyi anlattığını anlardı!
Burada söz konusu edilen, emperyalizmin baskı koşulları altında, anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı bir karakter taşıyan dolayısıyla da bir devrimci karakter taşıyan ve elbette haliyle devrimci bir ulusal burjuvazinin varlığının söz konusu olduğu bir ulusal harekettir!
Dikkatli bir okur, dediğim gibi kafasında beyin olan bir okur, yanlış anlamaya bile –isteye teşne olmayan bir okur, buradaki asıl vurgunun, tam da bunlar olduğu, proleter unsurları ıskartaya çıkarmak, devrimci ya da cumhuriyetçi bir programı ve demokratik bir temeli yadsımak olmadığını, çok net olarak anlar!
Bugün, anti-emperyalist bir karakter taşımaktan özenle kaçan, aksine emperyalizm ile dostluğu ya da ittifakı yüksek tutan ve proleter unsurları biat düzeyinde, gerici unsurları yönetici unsur düzeyinde ele alan, devrimci karakteri olmadığı gibi, temel politikası devrimcisizleştirme ve emperyalist politikalara biat etme düzeyinde olan ve bir ulusal burjuvazisi de olmayan bir Kürt siyasal hareketini, proleter ve devrimci unsurlara koşulsuz destekletmek için böyle bir “köylü kurnazlığı” şeytanın bile aklına gelmezdi ama AKSEYMEN beyefendinin aklına gelmiştir ve son derece manidardır!
Boşuna heveslenmemelisin AKSEYMEN beyefendi, bu yeltendiğiniz taktikleriniz, yarım-doğrulara dolanmış yalan ve demogojileriniz, gerçeklerin karşısında acz içinde olduğunuzun çok açık kanıtıdır sadece ve bu tür “köylü kurnazlıkları “ ile kimsenin aklını karıştıramazsınız!
Ama belki bin kez anlatsak dank ettiremeyeceğimiz gerçekleri, kralın çıplaklığında gözler önüne sermiş olursunuz; ama dediğim gibi, kafada beyin varsa ve yanlış anlamaya bile –isteye teşne olma durumu yoksa!
Yani kafada beyin taşıyan ve yanlış anlamaya bile –isteye teşne olmayan hiç kimse, bu bütününden koparılmış ifadeye bakarak, Ulusal sorunun, proleter devrimin genel sorununun ve proletarya diktatörlüğü sorununun bir parçası olduğu gerçeğini unutmak veya göz ardı etmek gerektiğini düşünmez!
Yani AKSEYMEN beyefendi bu çaresizliğinizi yansıtan kurnazlıklarla gerçeklerin üzerini örtemezsiniz; gerçeklere çelme takıp, gerçekliğinden bir şey kaybettiremezsiniz; aksine gerçeklerin daha çok üzerinize gelmesine ve gelirken kendisine daha çok sahip çıkanları biriktirmesine neden olursunuz ki, bu eminim sizi daha çok üzer!
Bu nedenle sol memenizin altındaki cevahiri yoklayarak, gerçeklerin mi, yoksa gerçeklerin düşmanlarının safında mı duracağınıza net olarak karar vermelisiniz; yoksa görünen o ki, “şu yetmez ama evet”çi mahlûkatlar gibi, ”kandırıldık ey halkım” yollu ağlasanız da, tarih sizi affetmeyecektir!
Fikret Uzun
13-Mart-2015

İKİ HABER BİR YORUM - TARİH EN BÜYÜK DOĞRULAYICIDIR VE ARTIK ÇABUK KARAR VERİYOR



İKİ HABER BİR YORUM - TARİH EN BÜYÜK DOĞRULAYICIDIR VE ARTIK ÇABUK KARAR VERİYOR

Tarih mi?

Bugünden geçmişe bakıp, geçmişten çıkarılan kavramla geleceği anlamaya çalışmak “tarih” oluyor; tabii, tarihi anlamak için bugünü çok iyi anlamak gerekiyor; böyle yapılırsa tarih en büyük silah oluyor; olmuştur!

Bu mektup, tarihin en büyük silah olduğunu hatırlamayı hatırlatmak içindir!

Bugün mü?

Önce geçmişe bakıyoruz ve pek uzakta değildir ancak öncesi de vardır; bu öncesinden başlayarak Kemalizmle birlikte, akıl ve cumhuriyet düzenini yıkmayı hedef aldılar ve amaçları daha koyu, zifiri diyoruz, bir karanlığı hâkim kılmak, emekçi sınıfları ve bu arada Kürt halkını, bu karanlığa kul-köle yapmak idi, ümmi de diyebiliyoruz ve bu uğurda, son on yılda hızlanarak önemli yol katettiler; tahribatları büyüktür!

Ancak tamamlayamadan, zayıflıkları ortaya saçıldı ve hem yobazlar ve hem de Kürtler birlikte kaybettiler!

Şimdi buradayız ve bu mektup aslında buradan ve birbirini teyit eden Haberlerle başlıyor ve bugünü anlatıyor!

Buradan “yaşasın Kürt ve Türk emekçilerinin cumhuriyeti” ve “kahrolsun cumhuriyet düşmanları” sesleri yükseliyor; onarmak için değil, yenisini yapmak için geliyoruz demektir!

Tabii bu kadar basit değildir!

Anlayana sivrisinek saz, anlamayan davul zurna az hatırlatmasıyla başlıyoruz!

I-HABER:

“Kürtlere bir ülke verelim bizim için savaşsınlar”-Tarih: 12-03-2015


?Kürtlere bir ülke verelim bizim için savaşsınlar? - ilerihaber.org


ABD'deki Cumhuriyetçi Parti'nin yükselen isimlerinden Senatör Rand Paul, “Kuzey Irak Kürtlerine devlet sözü verelim, bizim için daha iyi savaşsınlar” önerisinde bulundu.

II. HABER:

Bayık: Musul'da IŞİD'e karşı savaşırız - Tarih: 12-03-2015

Bayık: Musul'da IŞİD'e karşı savaşırız - ilerihaber.org

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, "Bizden istenirse IŞiD'le, Musul'da da savaşmaya hazırız. Gerektiğinde Musul’un temizlenmesinde de yer alırız. Başka yerlerde de bu insanlık düşmanlarına karşı savaşırız" dedi.

VE TEYİT EDİLEN YORUM:

Musul’dan Kobani’ye - Deniz Hakan – 07 -03-2015

Deniz Hakan - Musul?dan Kobani?ye - ilerihaber.org

“…Amerika’nın Ortadoğu’daki iddiasını koruma amacıyla başlattığı yeni bir uzun savaş geliyor dedik; şu iki noktaya dikkat çekiyorduk:

Uzun savaş bir de-islamizasyon rüzgârıyla birlikte geliyor; öncelikli hedef Esad olmaktan çıkıyor; Amerika bu süreçte kendi safına çekidüzen vermeyi umuyor;başta Kürtler olmak üzere yeni ittifaklar, yeni ve daha modern ordular arıyor ve IŞİD’i gördüğü her yerde bitirmek üzere vurmak yerine, Amerikan yardımını bölge güçlerini bu yolda “terbiye etmek” için kullanmaya çalışıyor…”


“... On dokuzuncu yüzyılda Mısır, şeklen Türk egemenliğinde olmakla birlikte Hidiv sisteminde aslında İngiltere yönetimindedir. Şimdi ise Irak içinde, şeklen Bağdat’a ve aslen Amerika’ya bağlı de facto bir Kürt devleti kuruyorlar... Ancak bu politikanın içinde Musul’un Kürtlere verilmesi yoktur ve Kürtlere bahşedilen güçlü bir federasyon değil, Amerikan askerliğidir…”

“…Emperyalist cephe, Bolşevizm’in yayılmasını engelleyecek bir “tampon” arayışı içindeydi ve 1926’da Amerikan raporları Kürtler ile Ermenilerin devlet yönetme tecrübesine ve mevcut durumda yetisine sahip olmadıklarını, bir Kürdistan ya da Ermenistan’ın ayakta kalmasının pek güç olduğunu kabul ediyordu. Aranan tampon Türkiye olunca, İngiltere Musul’u aldı ve Şeyh Sait’i bastırırken Türklere karışmadı…”

“…Şimdi Amerika, Musul benimdir, diyor. Bu kez, emperyal devletlerin Türk egemenlerine uygun gördüğü, Kürtlerin de-türkifikasyonu’ dur; tampon işlevini yitirmiş Türkiye’ye ise Diyarbakır da fazladır. 2014 yazında Netanyahu, The Guardian’a Kürdistan’a İsrail’in talip olduğunu açıklıyor ve şöyle diyordu:

“Kürtlerin bağımsızlığını desteklemeliyiz” ve “Kürtler siyasal olarak İsrail cephesine siyasal bağlılıklarını kanıtladılar…”


“…İsrail, Kürtleri haremine dâhil etmek ister gibi konuşmaktadır. Peki, ama nasıl olacak, bu Kürdistan nasıl ayakta kalacak; İsrail ya da Amerikan ordusu doğrudan koruyamayacaksa, bir harem ağası şarttır. ..”

“…Demek, metreslikten harem ağalığına terfi var; ancak harem ağalarının kendi iktidarları yoktur ve haremin kimin olduğunu unutmamaları elzemdir…”

“…süreç”, islamizasyon ile Amerika-İsrail taşeronluğu getirmek için yürütülmektedir; bu anlamda Barzanileştirme demek yerindedir…”

“…KCK iddianamesinden okuyoruz, “09.06.2010 tarihli Avukatlar ile yaptığı görüşmede sonrasında Avukatlar tarafından düzenlenen Görüşme Notlarında” Öcalan’ın değerlendirmesidir:


‘İsrail bu bölgede Kürtlersiz yaşayamaz, boğulur. Bunun için on yıldır bir proje peşindedir. Güney’de küçük bir ulus-devleti kurduruyor, buna ihtiyaç duyuyor.’ Öcalan Irak Kürtlerinden, Barzani’den bahsediyor.

Devam ediyoruz, iddianamenin 665. sayfasından olduğu gibi aktarıyorum; avukatların Öcalan’dan ‘Suriye’de Kürtlere belirli hakların tanınması ve bazı belediyelerin verilmesi durumunda, Esad rejimini destekleyecekleri ve bu konunun Esad’a yazılı ve sözlü iletilmesi talimatını aldıkları’ yazıyor.

Bu ‘suçlama’ iddianamenin çeşitli yerlerinde tekrarlanıyor. Esad’ın Kürtlere sırtını dönmesi durumunda, Öcalan’ın ‘muhalif’ hareketin içinde yer alabileceği de not düşülüyor…”

“…Esad Kürtlere sırtını dönmedi; ancak Amerika, Ortadoğu’da kalıcı olma iddiası taşıyacaksa, Türkiye ve Suriye Kürtlerini “muhalif” harekete katmak zorunda…” “…Bunun bir ayağı olarak Türkiye’deki açılım sürecini kullandığını biliyoruz; kimilerinin “ulusal hareketin doğası” olarak “normal” gördüğü açılım/pazarlık süreci, emperyalizmin programıdır ve “normal” görenler de bunu “normal” görüyor, hatırlatarak geçiyoruz. Amerika, PYD ile Barzani’yi “birleştirmeyi” ise sayısız kez, sayısız konsey ya da anlaşma ile denedi. Başarıları, olduğu zaman bile geçici oldu…”

“…Amerika’nın Musul savaşı ilanını, Musul’a yerleşme planı olarak okuyabiliyoruz…”

“…Tekrar tekrar hatırlatmak gerekiyor. Barzani Musul hayalleri kurabilir; Erdoğan ve Davutoğlu IŞİD’e karşı vermeye zorlandığı ve zorlanacağı savaşta bir kez daha Amerikan pastasından birşeyler koparabilme umudu besleyebilir. Ancak, Amerika Kürtlere yer açarken Arapları düşünmek, en azından bir kısmını kendi yanında tutmak zorunda ve şimdiye kadarki işaretler Musul’u kendi yandaşı Sünnilere vermek istediği yönünde. Amerikan programında Türkler ve Kürtlere düşen, Amerikan askerliğidir…”

“…denge” hangi şekilde kurulursa kurulsun, Türklerin de, Kürtlerin de, bu programda, Musul’u alması değil, kendi askerlerinin kanlarını akıtarak Musul’u Amerika’ya vermesi öngörülmektedir…”

“…AKP, Amerika istediği ya da dayattığı zaman Musul’u Amerika’ya hediye etmek için çalışmaya ikna edilmiş görünüyor…”

Fikret Uzun


13-Mart-2015