31 Mart 2014 Pazartesi

TEORİ PRATİK ÜZERİNE DERS III


DERS -III
Teoriye vurgu, ne pratiği olumsuzlamak veya ne de küçümsemektir ve pratiğe vurgu da böyle olmak zorundadır; ancak çok zaman, özellikle dingin zamanlarda, teori hep pratiğin önündedir ve vurgusu yüksek olandır; ancak devrim zamanlarında, pratik öne geçer ve teori çok zaman pratiğe yetişemez ve işte şimdi tam da böyle bir atmosferin kıskacındayız, teorisiz kaldığımız bir zamanda pratik almış başını gitmektedir; ancak bu, çok da kötü bir şey olarak algılanmamalıdır; elbette teori ile yakın temas içinde ilerlerse pratiğin varacağı pratikler çok daha ileri noktaları ifade edecektir ama bu, belki tarihte hiç olmamıştır; pratik kendi mantığı çerçevesinde rengini gösterir, zaman zaman çok şiddetli, zaman zaman sessiz ve derinden ama her seferinde aniden patlar ve teori, bu patlamadan sonra peşinden yetişip, onun önüne geçer; ama ancak önceden kurgulanmış ve önünde giden pratiğe, embriyon halinde iken az ya da çok içerilmiş ise pratiğe yetişip onun önüne geçebilir ve pratiği ilerletebilir! Bu nedenle kendiliğinden hareket, örgütlü hareketin embriyon hali olarak nitelenir!
Yani program her şey değildir, bu doğrudur ama bir sınıf örgütünün, bir komünist partisinin en ileri teoriyi içeren sağlam bir programı varsa, yazılı olsun, olmasın fark etmez, her türlü bağlaşıklara adım atabilir, bu bağlaşıklıklardan korkmaz ve bu bağlaşıklara hiçbir zaman ilkelerini feda etmez! İşte bu, teorinin, teorik bakışın içinde olan ve yazılı olsun, olmasın bir sınıf örgütünün içerdiği teorik donanımın yansısıdır!
Eğer bu olmazsa, sınıfların karşılıklı yer alımının değiştirdiği veya ilerlettiği-gerilettiği güçler dengesinin ortaya çıkardığı yeni görev ve sorumlulukları, yeni saflaşmaları, yeni ittifakları, yeni taktikleri algılamak, yerine getirmek ve yenileri ile bağlamak mümkün olmaz! Bunlar ise hep teoriye yapılan vurgunun içindedir; bunun içindir ki, “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” diyoruz ve ancak en ileri teori ile en ileri devrim gerçekleştirilebilir diyoruz!
Ama bu, devrim zamanına kadar teori biriktirip, pratik görevleri devrim zamanına saklamak değildir ve şu da değildir ki, devrim zamanına kadar pratik eylem birikimi ile işçi sınıfını, emekçileri tam bilinçlendirmeyi bekleyerek de devrimi gerçekleştirmek mümkün değildir; başka ifadeyle devrim birikmez, devrim aniden ve derinden gelir ve birikim devrimi patlatan teorik damlalardır ki bu bazen broşürle olur; bazen alanlarda geniş kitlelere ajitasyon yaparak olur; bazen propagandif çalışmalarla olur; ama çok zaman eylemli bilinç ile eylemin kendiliğinden propagandası, ajitasyonu ile olur ki bu kendiliğindenlikte her zaman teorinin birikmiş damlaları vardır! Örnek olsun, çarın Japonlara yenilmesiyle olur; 1905’in 1917’ye eylemli bilinç taşıması ile olur; 1917’nin başka coğrafyalara bilinç taşıması ile olur; Vietnam halkının ABD’yi püskürtmesi ile olur; Kürtlerin, Türkiye devrimci hareketinin en sessiz olduğu, sosyalist hareketin bitkisel hayat yaşadığı bir zamanda yükselmesi ve Türkiye’de sessizliği hakim kılan Eylülist rejimin dengesini bozması ile olur; Gezi Direnişi ile olur, hatta sıradan halkın, sıradan çocuklarının, tesadüfi de olsa, bir kalkışmanın orta yerinden geçerken de olsa, düzen koruyucularının bir kör kurşunuyla yere düşen cansız bedeninin arkasına dizilen milyonların öfkesiyle olur; ama hiçbir zaman başıboş, ufuksuz, öfkesiz, pespektifsiz, teorisiz olmaz; teorisiz olursa, bu eylemli bilinç taşıyan pratiklerin varacağı yer ya davulcu olur, ya dönüp dolaşır, başladığı yere gelir!
Yani her halde sen de anlamışsındır ki, Türkiye’ye, hatta topyekün bu geniş bölgesel coğrafyaya ve hatta ve hatta dünyaya acilen ve hızla bir teori gerekmektedir; dünyaya yani işçilere, emekçilere, yani ezilenlere, sömürülenlere, yani aydınlıktan ve ilerlemeden yana olanlara, doğayı sevenlere, kadınların en çok yakıştığı yere ulaşmasını isteyenlere, Kürtlerin kurtuluşunu yürekten isteyenlere velhasıl başka şeyler, iyiden, güzelden yana şeyler ve daha yaşanılır bir dünya isteyenlere, yani bir avuç kokuşmuş, çürümüş, pislik akıtan ve yayan kan emici bezirgân dışında herkese teori gerekiyor!
Çünkü teori olmazsa ve daha çok da en ileri teori olmazsa hiç kimse en ileriye gidemez, en doğru yöne gidemez, kendi fasit dairesinin çeperlerini kıramaz, teori olmazsa hiçbir kimsenin pratiği, onu mutlu edecek yere götüremez; götürmediğini biliyoruz ve gördük!
Onun için, eğer gerçekten samimi isen ve gerçekten yüzüne taktığın Hayrullahoğlu sureti ile özdeş bir yüzün var ise aç gözlerini ve gör ki, biz teoriye, evet vurgu yapıyoruz ama pratiği ne küçümsüyoruz, ne de onun dışındayız ve ne de onsuz olur diye vaaz veriyoruz; sen de öğretilmiş düşüncelerin girdabı ile işkembe-i kübradan atarak, kendi ürettiğin veya sana öğretilen, “pratiği küçümsediğimiz” bahanesine sarılarak, teoriyi küçümseme; teorinin vurgusuna saldırma; bu vurgudan kaçma ve korkma!
Teori Marxizm-Leninizm’dir ve sempatizanı olduğun partinin bayrağında da bu teorinin işareti vardır ancak bu işareti oraya koymakla teori sahibi olunmuyor, dünyaya teori getirilmiyor!
Pratik en büyük doğrulayıcıdır ve doğruladığı tek şey teoridir; teori olmazsa tarihin doğrulayacağı bir pratik de olmaz, bu pratiklerin, birbirlerine zincir misli bağlanmaları ve başka pratiklere dersler taşımaları da mümkün olmaz!
Ve tekrar ediyorum, teoriye vurgu yapan hiç kimse, pratiğin dışında değildir ve olmayı da vaaz etmemektedir; ama senin bu zırva ifadelerin ağzına çok büyüktür ve pratiğin doğrulama vakti geldiğinde yutması çok zordur!
Diğer yandan sana öğretilen bu düşüncelerin sahiplerinden ne köy olur ne kasaba; güvendikleri dağlar elbette vardır ama o güvendikleri dağları delen kararlılıkların olduğunu da biz biliyoruz ve elbette her şey okuyarak olunmaz; mesela okuyarak çok iyi bir doktor, çok iyi bir mühendis, çok iyi bir pilot olunmaz, hatta çok iyi bir komünist de olunmaz ama okumadan ne doktor olunur, ne mühendis, ne de teorisyen, ya da başka bir şey… Hatta söz uygunsa sıradan bir komünist bile olunmaz. Okumak demek öğrenmek demektir; okumak demek öğretmeyi öğrenmek demektir; okumak demek akıldakileri biriktirmek, büyütmek demektir; okumak demek gerçeğin aynasında gerçeklik damlayan sözcükler kurmak demektir…
Bu nedenle okumak, tekrar tekrar okumaktır!
Sen şimdi bana kızıyorsun ve kendi terbiyesizliğini, saygısızlığını bir yana koyuyorsun ve yüzüne vurduğum gerçeklerden alınıp, o kıt düşüncelerinle, dar ufkunla, bulanık bilincinle ve daha çok da sosyalistlere ait olmayan öğretilmiş düşüncelerle beni aşağılamaya, küçümsemeye çalışarak laf ebeliği yapıyorsun ama eğer hep büyümemiş çocuk kalmazsan, sen de bir gün büyüyeceksin ve mutlaka dediklerimi hatırlayıp, eğer gerçekten komünist olabilmiş isen, bu gün durduğun yerden ve bu sarf ettiğin zırva sözlerinden utanacaksın!
Tabii gerçekten genç misin, başka bir şey misin, in misin, cin misin, hesabın nedir, kimin değirmenine su taşıyorsun, ne için Deniz yoldaşın adını maske yaptın vb. bunları bilmiyoruz; sadece senin “genç bir komünist” olduğunu ama teorik olarak yetersiz olduğunu ifade eden beyanlarını baz alıyoruz ki tabii bu da manidardır, hem eksiklisin ama hem de dilin pabuç gibi ve o pabuç gibi dilden dökülenler sadece mesnetsiz yakıştırmalar, daha doğrusu karalamalardır!
İşte bu, teorinin eksikliğinin yansımasıdır!
Bu eksiklikle, “genç bir komünist” olduğunu iddia eden ve bugünün TKP’den arta kalanlarından oluşan bir TKP karikatürünü pazarlamaya çalışan sen, “…öncü savaşçı rolünün ancak en ileri bir teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirilebileceği ” önermesinden bihaber ortalıkta dolaşıp, o kıt bilgilerinle, daha çok da yarım yamalak ezberlediğin kendine ait olmayan ifadelerle laf ebeliği yapmaya çalışıyorsun!
Ve Lenin’in, kendisine ait olan bu sözün anlaşılabilmesi için, Herzen, Belinsky ve Çernişevky’yi, Rus sosyal-demokrasisinin öncülleri olarak, yetmişlerin parlak, devrimci yıldızları olarak işaret etmesinden de bir sonuç çıkartmadığın anlaşılmaktadır!
Çıkartmadığın için zamanı komünistlerle ve komünistleri de komünist partileri ile başlatıyor gibisin!
Üstelik dondurmuşsun da; ne öncesi var, ne sonrası; zaman, Kürt sorununun üzerinde durdurulmuş ve Kürt sorununun çözümü de, ABD emperyalizminin “Kürt Politikası”na veya “Büyük Kürdistan “projesine bağlanana kadar dondurulmuş gibidir!
O dondu ise, Türkiye’nin işçi sınıfının kurtuluşu da donmuştur ve bu, sizin umurunuzda değildir; yani size göre, batsın işçi sınıfının kurtuluşu, Kürt sorunu dondu ise, Türkiye’nin devrimi donsa ne yazar?
Size göre, Kürt sorununun her ne şekilde olursa olsun çözümüne prim vermeyen komünistler “yere batasıca”lardır! Komünistler, Kürt sorunu, hem de nasıl olursa olsun, çözülene kadar bütün görev ve sorumluluklarını dondurmalılar; işçiler miş, emekçiler miş, onlar da “yere batasıca”lar, Kürt çözümüne hiç omuz vermiyorlar!
Kafan böyle ve tıpkı bir kurulmuş saat gibi çalışıyor.
Oysa zaman komünistlerle başlamadı ve komünistlerle bitmiş olmayacak; komünistlerden öncesi varsa ki var ve işte Lenin’in “öncüller” dediği budur, zaman komünistlerden sonra da devam edecek ve zaman, yani tarihin tekerleği, sadece ulusal kurtuluş için akmayacak, daha somutu, Kürtlerin ABD emperyalizminin “Kürt Politikası”için akmayacak, akmıyor; Kürtlerin kurtuluşunun da içinde olduğu, ABD emperyalizmini de ve Kürtlerin sırtında boza pişirmede, Türkiye’nin büyük zenginleri ile birlikte olan ve bundan zenginliklerine zenginlik katan ve şimdi daha fazlasını istediği için, ABD emperyalizminin Kürt Politikasına göbeğinden ve daha çok bağlanan ve Öcalan da bu politikalara yelken açtığı için, artık hepsi Öcalancı olan Kürt ağa ve beylerine, aşiret reislerine, şıhlarına ve Türkiye’nin büyük zenginlerine imrenen Kürt burjuvalarını da ve Türkiye’nin kan emici tekellerini de tarihe gömecek, yeryüzünden silecek bir proletarya kurtuluşu, bir insanlık kurtuluşu yönünde akacak, akıyor!
Ve bu akışa ancak ve ancak içinde gerçekten komünist olan komünist partileri ayak uydurabilir ve bu kaçınılmazlıkla akan, zorunlu olarak insanlığın kurtuluşuna doğru akan tarihin tekerleğini, bu zorunluktan, bu zorunluluğun bilincinden çıkan özgürlüğün, iradenin eylemi ile hızlandıracak ve insanoğlunun kendi kurtuluşunu geri dönüşsüz eline alacağı zamana kadar önünde yürüyecek olan ancak budur, en ileri teori ile donanmış komünist partileridir, bu partilerin politik hüneridir!
Bunu, içinde komünist olmayan bir örgüt hiçbir zaman yapamayacağı gibi, zaten yapmak istemesi de eşyanın tabiatına aykırıdır!
Burada da mevcut,”partisiz komünistlerle mi, komünistsiz partilerle mi” başlığında senin de yararlanacağın açıklamalarım var aç oku ve “örgütlü mücadeleyi reddeden” bir lakırdı var mı imiş bak bakalım görebilecek misin? Ama sen en baştan “Fikret Uzun fobisi” ile donatılmış olduğundan, ne desem “boş” öyle değil mi?
Peki, bu nasıl oluyor, bu elbette ki, teoriyi küçümsediğin için, daha doğrusu, yüzünü döndüğün taraftan bu algıyı aldığın için oluyor!
Sonuç; dün Kemalizmin kuyruğuna takılanlar ve bütün partiyi o yöne kaydırmaya çalışanlar, kısaca, kemalizmin programını komünist program olarak dayatanlar, bu gün Barzani’nin ve ABD emperyalizminin Kürt politikası ile örtüştüğü apaçık görülen Öcalan’ın “ü-topik” programını, komünist programlarının içinde sayıyorlar ve PKK bugün değil, dün terörist sayılıyordu ve dün PKK yi terörist sayanlar, bu gün ABD-Barzani poltikaları ile örtüştüğü için, PKK-Öcalan’ın Kürt politikasının peşinden gitmektedirler!
En bariz örnek sensin, Öcalan ve PKK kuyrukçuluğundan başka hangi parti faaliyetin var, gençlere bir komünist partisi olarak proleter anlamda hangi açılımları veriyorsun? Peki, Türkiye’de 12 Eylül rejiminin TKP dâhil bütün devrimci hareketi sessizleştirdiği bir zamanda, Kürt coğrafyasından yükselen bir güneş gibi Kürtler Türkiye’nin devrimcilerine el uzattığında, üstelik o zaman, Nabi Yağcılar artık likidatör olarak çoktan mahkûm olmuşlardı, senin şimdi yüzünü döndüğün TKP öbeğini teşkil edenler, bu yükselişe olumlu cevap verdiler mi de, şimdi ekseni kaymış ve bir ABD projesinin peşinden Kürt ve Türk emekçilerine dayatılan karanlığa giren oradan çıkmayı düşünmeden bir “demokratik özerklik” türküsüdür tutturan Kürtlerin kuyruğunda olmalarını, bir komünist partisi ağırlığında Kürt halkının yanında oldukları şeklinde mi düşüneceğiz!
Hadi burada bir aymazlıkları var ve eğer bir omurgaları varsa, bunu atlatırlar, peki Türkiye’nin bütün sorunları bundan mı ibaret, Kürt sorunu ABD politikası çerçevesinde de olsa, çözülünce Türkiye’nin sorunları çözülecekse ne âlâ ama bu ne mümkün ve adı üstünde “KP”; bir KP’nin aslî görevi bu mudur; sen “ pratiksiz teori olmaz” derken, bu “komünist” bayların diğer bütün görevleri askıya alıp, sadece Kürt politikası ile oyalandıklarını görmüyor musun? Üstelik bu proje, başlı başına ve sadece Türkiye’nin de değil, bütün Ortadoğunun ve Kafkasların emekçi halklarını topyekün köleleştirme projesinin en önemli payandasıdır!
Ve sen bunun ayırdında olamıyorsun, çünkü senin indinde, “teori hikâyedir”, “aslolan pratiktir”! Gecekondunun bile inşa edilmeden önce, kâğıda dökülmemiş olsa bile, en azından akıllarda bir şeklinin şemalinin kurgulanmakta olduğunu aklına bile getiremiyorsun! İşte teori veya proje başkasına ait ise, pratik de haliyle o başkasının olacaktır; öyleyse “yere batsın pratiksiz teori” derken, herhalde bu başkasına ait pratiğin esiri olduğun için,” pratik her şey, teori hiçbir şey” diyorsun! Tek geçer pratik ise senin indinde, Kürtlere anayasal yolla verilecek Amerikan veya İsrail mandası bir özerkliğe, yani bir Kürt-Yahudi devletine he demeye, yani hepimizi teorisiz bir pratiğe mahkûm olmaya çağırıyorsun!
Ama bu mahkûmiyeti biz kabul etsek, tarihin mantığı kabul etmez ve tarihin tekerleği ne kadar başka yöne çevrilse de, eninde sonunda kendi rotasını bulur, buluyor; çünkü toplumsal yasalar var ve ekonomik alandan yükseliyor; belirleyici olan budur ve emek-sermaye çelişkisi, emek sürecinden yükselen bu belirleyicilik, Türkiye’de de etkisini göstermek için sabırsızlanıyor; hiçbir mantık, tarihinki de, Türkiye’de işçileri, emekçileri kırbaçlı bir faşizme mahkûm eden çağdışı bir rejime göz yumarak, hatta onunla ittifak kurarak, politikalarına uyarak, masada kotarılacak olan, üstelik Kürt emekçilerini de bu faşizmin şerrinden kurtarmayan bir Kürt kurtuluşuna olumlu cevap vermez, veremez!
Bu gerçeklik, ne “farklılıklarımız zenginliktir”ve ne de “aslolan dünyayı değiştirmektir” tekerlemeleri ile hatta ne de “işçilerin vatanı yoktur” tekerlemeleri ile gizlenebilir!
Çok basit bir nedenden, belki siz yorumlayamıyorsunuz, ya da yorumlamak size zul geliyor ama dünyanın bu günkü halini yorumlayanlar, ortada bir olmayacak duaya âmin ayini olduğunu görüyor!
Hali pür melali ayna gibi belli olan dünyanın, Öcalan’ın, “U-TOPYA’sı olan “demokratik özerklik”i dalga dalga yayarak demokratikleştirilemeyeceği apaçık bellidir; bundan Kürt halkına bir özgürlük de çıkmaz; Kürtler de kurtulmuş olmaz!
Kurtulan ve özgürleşen, yine yeniden Kürt ağa ve beyleri, mollaları ve daha çok zenginleşmeyi kafaya koymuş olan Kürt burjuvaları olacaktır! Özgürce ve bağımsız olarak İsrail hegemonyasında, Amerikan mandaterliğinde Kürt emekçilerini ağızlarının suyu akarak sömüreceklerdir ve belki de TC’den çok daha fazla zulüm yapacaklardır!
Bunun, Türkiye’nin işçi sınıfı ve emekçilerinin kurtuluşuna hiçbir katkısı olmayacağı, aksine kurtuluşlarını belki de yedi kat yerin dibine gömeceği apaçıktır!
Bu konuda da teoriye vurgu yaptığım ve teori ürettiğim biliniyor bunu, biraz okuma merakın olsaydı sen de görebilirdin! Ama hiçbir zaman, ”pratiği bırak, teoriye gel” demediğimi de herkes biliyor ki, teorinin en çok önemli olduğu ve en çok ihtiyaç olduğu bir zamanda bile, pratik görevleri tatil etmeden teoriye vurgu yaptığımı kimse inkâr edemez!
Eğer sözün silah ve silahın söz olduğu zamanlar varsa ki hep vardır; işte o zaman, sözün etkisinin kaybolduğu yerde silah devreye girer; silah etkisini kaybettiğinde ise devreye söz girer; bu bir diyalektik döngüdür ve son tahlilde silah hiç bırakılmamaktadır ki silahı, ille de bir metal makine olarak almıyoruz!
Bunu,” sözün bittiği yerde savaş, savaşın bittiği yerde söz başlar” olarak da algılamak mümkündür! Henüz Marx, Engels ve Lenin külliyatında kapsamlı bir açılımı olmamakla birlikte Clauswitz’in bu konudaki açılımları hâlâ yetmektedir ki savaş politikanın, yani sözün, şiddet yoluyla, yani tankla, tüfekle, patriot füzeleriyle sürmesi olduğunda herkes hemfikirdir ve savaş biterse ancak o zaman söz devreye girer! Daha doğru ifadeyle sözün devreye gireceği şartlar oluşmuşsa aynı anlama gelmek üzere savaşın bitmesini gerektiren şartlar oluşmuşsa sözün devreye girmesi kaçınılmazdır; ancak, savaş devam ederken hiçbir sözün kıymet-i harbiyesi yoktur!
Var diyenler ne Clauswitz’i, ne iç savaşı, ne ulusal savaşı ve ne de sınıf savaşını anlıyor demektir; ulusal savaş dış savaştır ve sınıf savaşı değildir, iç savaş sınıf savaşıdır ve ulusal savaş değildir! Bu gün savaş bitmemiştir; hatta diyebiliriz ki savaş daha yeni başlamaktadır!
Bitmeyen savaşın kazananı yoktur ve sözünün sahibi de ortada yoktur; savaş bitip söz devreye girince, bu söz, savaşın kazananına aittir ve işte bu söz silah gibidir!
Bu söz, savaşın kazananını tescillemek, mührünü vurmak içindir! Ama henüz savaş bitmemiştir!
Egemen sınıflar, ezilen ve sömürülen sınıflara, politikalarının karşısında olan bütün katmanlara, belki çok daha şiddetli bir savaşı dayatmak üzere üvey çocuklarını tasfiye edip, hakiki çocuklarını karanlığın, kötülüğün her çeşidiyle donatarak sinsi bir restorasyona hazırlanmaktadırlar!
Savaşın rengi budur ve bu restorasyon, burjuva düzenin yırtık ve söküklerini dikmek için değildir, burjuva düzenini burjuva renkte pekiştirmek için değildir, kapısı şimdilik sıkışmış olan bir feodal restorasyonu tamamlamak üzere, o kapının sıkışıklığını gidermek içindir!
Dolayısıyla bu resme bütün olarak baktığımızda, kızışmış bir sınıf savaşı görünmektedir; sınıf ve katmanların hareket halinde oldukları ve karşılıklı yer alımlarını değiştirmeye başladıkları görülmektedir! Çünkü bir kere büyük olayların patlaması başlamıştır ve bu patlama yeni toplumsal katmanları, sınıf savaşında öne çıkacak toplumsal katmanları, tarih sahnesine çıkmaya, bu hazırlanan feodal restorasyonun karşısına dikilmeye hazırlamaktadır, bu ne senin, ne de benim irademe bağlıdır ve gelecekteki örgütlü mücadelenin embriyon halinin hazırlığıdır ve işte böyle durumlarda yeni sorular ve sorunlar ortaya çıkar, çıkmıştır; bu sorular ve sorunlar, yeni saflaşmaları ve karşılıklı yer almaları, yeni dönüşümleri ortaya çıkaracaktır; bunun motoru sınıf savaşıdır ve bu nedenle burada ebe, emek sürecinden yükselen çelişkilerin yarattığı irade olacaktır; bu irade bütün çelişkilerin toplumsallaşarak asıl çelişkiye bağlanmasının hız ve oranı tayin edici olacaktır ya da olamayacaktır ama restorasyon peşinde koşarak kendini tekrarlayan kokuşmuş, çürümüş, can çekişen soygun ve zulüm düzeninin sahiplerinin işi artık kolay olmayacaktır!
Dünyanın, bölgenin, Türkiye’nin bu hali pür melalinin resmi önümüzde iken, bu resmin bütününü idrak edebilmek için teoriye ihtiyaç olmadığını söyleyebilir misin?
Peki, teoriye burun kıvırıyorsun, pratik dediğin nedir sen biliyor musun; dahası bazen en şiddetli silahın, pratik eylemden daha çok, teori olduğunu biliyor musun?
Bu gün görmek, bu anlamda teorik bakmak ve bilmek en önemli silahtır!
Görmek mi? Var olup da görünmeyeni görmektir! Yüzeydekiler, yani görünenler var olanı göstermiyor!
Bu gün hâlâ “ergenekoncu”lar diye çığlıklar atılıyor, hatta PKK ‘nin liderleri bile hakkını vermişken, doğrusunu zikretmişken, S.S.Önder şeytanın tellallığını yaparak, Hrant Dink’in cinayetini, bir kumpasla zindana atıldıkları resmen ve ilanen tescil olunan “ergenekoncu” lara yüklüyor ve evet, ergenekon var ve hâlâ iş başındadır; bu çok önce bir kör kamyona toslayarak etrafa saçılıp varlıklarını gösteren ergenekoncular, Kürt emekçilerinin kanını içenlerle, Türkiye solcularının katilleridirler! Ama bu günlerde dışarı bırakılan “ergenekoncu”lar bunlar değildir!
Ancak içlerinde elbette bu karanlık günlere kapı açmış olan, açılmasında yardım etmiş olan vardır ve var olduğunu biliyoruz ama hâlâ faaliyet halinde olan ve ABD-CIA’dan ayrılamayacak olan, dahası, bu kokuşmuş düzeni aynı rotasında ille de sürdürmek için hazırlanan restorasyonun vazgeçilmeyen aktörü ve etmeni olan Fetullahi örgütten ayrılmayan Gladyo-ergenekon’u, bunlarda aramak akıl fukaralığıdır!
İşte bu teoridir ve beni ne ergenekoncu yapar, ne de ergenekonculara karşı olmamı engeller! Sadece yüzeyde görünmeyenlerin derinde olduğunu ve derinde olanların ise bunlar olduğunu görmeye ve göstermeye yarar!
İşte böyle bakamayanların sözü, her zaman biter ama biten sözün yerini zırvalar alır! Ve o zırvalardan da hiçbir şey olmaz!
Bunları ve teori ile pratik arasındaki diyalektik bağı kavramadığın için, eninde sonunda bir pratiği teori katına çıkaracağın şimdiden belli oluyor ki Kürt ulusal kurtuluşuna yaklaşımının, partin dâhil, böyle olduğu, yani bir pratiği, teori katına çıkardığınız anlaşılmaktadır ki, eğer doğru ise, Öcalan’ın yeni kasedinde, “özerklik” diyerek takiye yaptığı görülmekte, ama siz Öcalan ne derse, hangi pratiği öne çıkarırsa, bu pratiği teori sayıp, takdis etmeye can atıyorsunuz!
Bu da büyük resme bakarken resmin bütününü değil, önünde eğildiğiniz rengini görmenize ve teori saymanıza neden oluyor! Ve senin de içinde olduğun artıklar dâhil, diğer öbekler de, hep teoriye değil pratiğe vurgu yaparak, teorisiz, hatta amorf bir birlik peşinde koştular, kim olursan ol, geçmişte TKP’li isen gel bize katıl, hep birlikte ve nasıl olursa olsun bir TKP inşa edelim gerisini merak etme diye çırpınıp durdular! Buna katılmayanları veya orasına burasına, en naif eleştirileri bile yapanları, “örgüt düşmanı”, “örgütsüzlüğe övgü yapanlar” olarak yaftaladılar!
Ve işte senin ağzına da sakız olmuş, yazdıklarımda “Kendi geçmişinize küfretmekten ve örgütlü mücadeleyi küçümsemekten başka bir şey olmadığını” söylüyorsun ki çok uzun olduğu için okumadığından dem vurduğun yazdıklarımdan söz ediyorsun; ama fena halde yanılıyorsun, hem politik geçmişime hiçbir zaman küfretmediğim gibi, hem de bu geçmişimi hiçbir zaman inkâr etmediğimi herkes bilir! Bunlar senin hüsnü kuruntuların değilse, adam gibi kendilerine güvenip tartışmak için karşıma çıkamayanların kulağına üflediği dedikodu misli zırvalardır!
Daha komiği, Kürt ulusal kurtuluş hareketini, aç bak bakalım, benden başka kim bir Kürt yükselişi olarak niteleyen cümleler kurarak resmetmiş ve kim bu yükselişten sonra gelip gelip bir karanlığa girildiğini ve Kürt halkının da bu karanlığa sokulmak istendiğini söylemiş? Ayrıca, kim bu dediğimin kıymet-i harbiyesini anlamış anlayacak mısın?
Anlaman mümkün değil, çünkü pratik eylemin en dar biçimi içine hapsolduğundan bile bihabersin ki sen de koroya katılarak bu dediklerimden “kürt düşmanlığı” çıkarmaktasın!
Demek ki,”terörist” diyen ben değilim, ama bunu, şimdi PKK’yi terör listesinden kaldırmayı politika sayanlar, yani Gladyo-kontrgerilla ile Kürt yükselişinin üzerine saldıranlar dün hep söylüyorlardı ve Kürt halkı eğer devrimcisizleştirilmezse, kesinkes terörist kalacaktır ve politik öncüleri de terörist olacaktır ve anlattığım budur ve dahi binlerce Kürt aydınının, seçilmiş yerel örgüt temsilcisinin zindana atılması, hep bu devrimcisizleştirme ameliyesi içindedir!
Ama senin, bir “ u-topya” hayali ile kendinden geçmiş bir vaziyette olan bitenlere kayıtsız kalarak, bu “u-topik” hülyanın içine bakarken altından kayan bir şerit misli geçen bu gerçekleri görmen mümkün değildir ya da yarım yamalak görmen şaşırtıcı değildir!
İşte bu bile, pratik ile değil, elbette pratikte ama ancak teorinin yardımı ile yani teorik bakışın yardımı ile ayırt edilebilir!
Hal bu ki, Marxistler, devrimci şiddeti yadsımadıklarını, bunu devrimci bir etken olarak gördüklerini her zaman vurgulanmışlardır, çünkü bazı şeyler yalnızca şiddetle yok edilebilir. Ama burada sözü edilen kolektif şiddettir.
Şu ya da bu bakanın öldürülmesinin, Marrxistlere göre egemen sınıfa hizmet ettiği açıktır; Lenin de, kitleler içinde çalışmak gerektiğini, milyonlarca insanı örgütlemek ve işçi sınıfını aydınlatmak gerektiğini, tayin edici zamanın, ancak bu görev tamamlandığında gelip çatacağını ve dolayısıyla Marxistlerin bireylere karşı değil, bir bütünlüğe karşı kitlesel baş kaldırmaya önem atfettiklerini hatırlatmıştır!
Dolayısıyla Marxistlerin terörizme karşı olmaları sınıfsaldır!
Gerçekten de, Rusya'da 1905 yılında ilk kez denenen tam da budur. Üstelik 1917 Ekim Devriminin zaferle sonuçlanmasının deneyleri de buradan gelir.
Ancak bütün oportünistlerin buna ve üstelik Engels'i referans göstererek, karşı çıktıklarını biliyoruz. Bunun yerine, "devrimci özerk yönetim" gibi zemstvoları ve yerel meclisleri güçlendirmeyi öneriyorlardı.
İşte senin zırva sözlerin tam da Rusya’daki Menşeviklerinin mızıkçılıklarını hatırlatıyor; bu gün onların ardıllarının peşine takılman bu nedenle şaşırtıcı değildir!
Kürt halkının Ulusal Kurtuluş Mücadelesine “terör” diyormuşum; nasıl diyordun hadi canım sen de! Kürt halkı böyle aldatılıyor olabilir ama Kürt halkının Ulusal Kurtuluş Mücadelesi mi kalmış da, benim “terör” demem sorun olmuş? Benim böyle demediğim bir yana, Öcalan’ın Ulusal Kurtuluş Mücadelesini “demokratik özerklik” le pasifize ettiğini gösteriyorum; ama sen bunu göremezsin, ancak söylemediklerimi görürsün, böylece de benim gösterdiğimi örteceğini sanırsın.

Ve bak sen ki, ortaokul ile liseyi dışarıdan bitirmiş ama “ilkokul mezunu” olan genç “komünist”imiz, sırf benim yazdıklarımdan kendime Marx payesi biçtiğim sonucunu çıkardığı için, “pratiksiz teori yerin dibine batsın!” yollu bütün kinini kusuyor!

Bu ne kurnazlık, “ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirdin” ama “ilkokul mezunu”sun ve Kürt ulusal Kurtuluş mücadelesinin nereye savrulduğunu ve bunu benim gösterdiğimi görmüyorsun ama söylemediğim şeyleri “görüyorsun” !
Eğer bütün bu kurnazlıkların teorik ve politik körlükten değilse, sen çok kötü bir yalancısın ve çok acemi bir kurnazsın; kurnazlığın da, yalanların da her zaman gerçeğin tokadına toslamaya mahkûmdur! Diğer yandan, her teorinin bir pratiği gerçekleşecek diye bir mutlaklık yoktur ve her pratiğin bir de yazılı teorisi olacak diye de bir mutlaklık yoktur; ama biz en ileri, en devrimci pratikten söz ediyoruz ve işte bu pratik, teorisiz maalesef olmamaktadır; teori ne denli ileri ve katıksız olursa, pratik de o denli ileri bir noktadan gerçekleşir ve ilerler!
İşte komünist partisini gerçek bir sınıf örgütü yapan da budur ve bu, komünist partilerinin, komünist biriktirerek devrim yapmayacakları, en ileri teoriyi donanarak proletaryaya öncülük yaparak ve proletaryayı toplumun, bu anlamda tüm ulusun öncüsü yaparak devrimi gerçekleştirebilecekleri anlamındadır!
Ve okumaktan korkmamış olsaydın, teorinin hiçbir zaman küçümsenmeyecek denli önemli olduğunu kavrayabilirdin ki en azından mademki M-L bir partinin sempatizanısın ve üstelik kendini “komünist” kabul ediyorsun ve benim dediklerime itibar etmiyorsun, öyleyse Engels’in teoriye verdiği önemi ve bunun gerekçesini öğrenir, böylece ufkunu açabilirdin!
Engels ,"Alman işçilerinin, öbür Avrupa işçilerine göre, başlıca iki üstünlüğü olduğunu” söylüyordu ve şöyle devam ediyordu; ” Birincisi, Alman işçileri, Avrupa'nın en teorisyen halkına mensupturlar; üstelik sözüm ona 'kültürlü' Almanya'da iyice yitip gitmiş olan teorik anlayışı korumuşlardır. Eğer daha önce Alman felsefesi hele Hegel felsefesi olmasaydı, Alman bilimsel sosyalizmi —olmuş olacak tek bilimsel sosyalizm— hiçbir zaman kurulamazdı. İşçilerin teorik anlayışı olmasaydı, onlar bu bilimsel sosyalizmi hiçbir zaman özümsemiş oldukları derecede özümseyemezlerdi. Ve bu üstünlüğün ne kadar büyük bir üstünlük olduğunu, bir yandan, her türlü teoriye karşı, çeşitli sendikaların kusursuz örgütlenişine karşın, İngiliz işçi hareketinin pek bir ilerleme göstermemesinin başlıca nedenlerinden biri olan kayıtsızlık ve öte yandan da, Proudhonculuk tarafından, ilk biçimi içinde Fransızlar ve Belçikalılarda, sonradan, Bakunin eliyle karikatürleştirilmiş biçimi içinde, İspanyol ve İtalyanlarda yaratılan anlaşmazlık ve karışıklık tanıtlar. “
Bu kadar değil, dahası da var ama bu kadarı, senin o yere batasıca dediğin teorinin ne denli önemli olduğunu ve mücadelenin, teorik, siyasal ve ekonomik biçimindeki üç yönü ile uyumlu ve sistematik bir biçimde yürütülmesinin son derece önemli olduğunu göstermeye yeter! Bence sen sanki üzerine vazife almışsın gibi yüklendiğin hüsnü kuruntularından kurtulmak için, benim çeşitli zamanlarda TKP ve genel olarak Parti ile ilgili mektuplarımı, okuduğunu söylediklerin dâhil, okumalısın; hepsi ya SF sayfalarındadır ya da başka site veya dergi sayfalarındadır; arayıp bulmakta zorluk çekeceğini sanmıyorum!
Belki o zaman, kendi söylediklerine, daha doğrusu sana öğretilmiş kuruntularına kendin şaşacaksın; sadece sen değil, sana bu kuruntuları öğreten ağabeylerin dahi yazdıklarımda kendi politik geçmişime küfrettiğimi gösteremez; hiçbir ifademden, örgütlü mücadeleyi küçümsediğim sonucunu çıkartamaz!
Bu kuruntularının kaynağında, TKP likide edilirken kılını kıpırdatmayıp, TKP’nin tarihe havale edilmesini bekleyen TKP artıklarının, bir miras kavgası psikolojisi ile ve yangından mal kaçırır gibi apar topar ürettikleri karikatür TKP’lere katılmamam yanında, itibar etmemem ve hatta Eylülist rejimin yörüngesine girdiklerini deşifre etmem vardır!
Bu karikatürlükleri bir yana, tarihe birer kara leke olarak geçecek olan bu komünistsiz örgütlere (ki bunların komünist örgüt olduğuna inanarak içine girmeyi görev sayan arkadaşlarımı ayırıyorum), katılmadığım için mi örgütlü mücadeleyi küçümsemiş oluyorum, güldürmeyin insanı!
Fikret Uzun
26 Mart 2014

NEDEN UZUN YAZIYORUM



Bozışık arkadaş, öncelikle sorumu cevapsız bırakmadığın için ama daha çok samimi olduğun teşekkür ederim ve rahat ol,yanlış anlamıyorum, samimi olunca, yanlış anlamak mümkün olmuyor.

Evet, sana katılıyorum ki gerçekten çok çetin bir süreçten geçiyoruz ve haber çok ve de saldıran, akıl bozan, habersiz bırakan haberler daha çok; böyle olduğu için, doğru habere, gerçek habere ve bu saldıran, akıl bozucu haberlere kafa tutan haberlere ihtiyaç da çoktur; bu, taarruzu altında olduğumuz akıl bozan, belleklere hücum eden, gerçekleri bozarak karanlıklara hapseden haberlere, ne olur aklına sahip olanlar artık anlasın ki, kolay haberlerle kafa tutulamaz; okumadan, tekrar tekrar okumadan kafa tutulamaz!

Twiter gençliği ayrı ve onlar bir yol tutturmuş birbirleri ile haberleşirken, kendi çaplarında yalan haberleri, belleklere hücum eden haberleri bertaraf edebiliyorlar ve bunda sınır tanımıyorlar, sınırları delmeyi bırak, yerle yeksan ettiklerini hep beraber gördük ama twitercilerin tuttukları yol kolay yol değildir, okumanın, tekrar tekrar okumanın kolaylaştırdığı zor yoldur ve daha zordur; güzelliği buradan geliyor; alkışlarımız bu yüzden anlamlı oluyor; tekrar tekrar okumadan, uzun uzun okumaya gerek kalmadan anlamanın ve anlatmanın mümkün olmadığı burada da görülüyor!

Biliyorum, benimki kolaylaştırılmış zor değil ama kolaylaştırmak için başlangıç her zaman zordur; en zoru kolay başlamamaktır!

Hiçbir zaman kolay başlamak ve kolay başlatmak istemedim ama artık kolaylaştırdığıma ve kolay devam edeceğimize inanıyorum!

Bu nedenle cevabımı farklı ve kısa kısa cümlelere yoğunlukla içererek vermek istiyorum; deneyeceğim ve bunun bile kısa olacağından emin değilim!

Ama son bir kez, sınırlarını zorlayıp, okumanı diliyorum, hatta istirham ediyorum; ifadelerim "boş beleş" ise demediğini bırakma, sevinmeyeceğim ama suratımda tek bir asık çizgi göremeyeceksin ve samimiyetime inanıyorsan, bil ki sadece şükran duyacağım; çünkü benimki zorunlu bir görevdir ve özgürlük ile zorunluğun ikiz ve yapışık kardeş olduklarını biliyorum!

Ve başlıyorum:

Politika bir güç toplama, bir güç yaratma ve yönetme sanatıdır, felsefesidir; politika hasmının gücünü dağıtma eylemidir! Politika yürürken yol genişletme sanatıdır, balta girmemiş ormanda yol inşa etme sanatıdır!

Büyük politikacı büyük teorisyendir; büyük politikacı, yürürken tek eylemi teori olan kimsedir; büyük politikacı, hep kendisiyle ve yalnızca kendisiyle yarışan kişidir; bakışsız politikacı olmaz, olayların derinine nüfuz etmeden politika yapmak mümkün olmaz!
Öyleyse, politika, her şeyin ötesini görebilen bir bakış ile yaratılan gücü, bir yapıda toplayıp sevk etmeyi anlatıyor!
Sıfırdan başlayarak bir güç toplayıp, güç yaratabilmek politikadır; politikanın eylemliliğinin özü budur; bütün bu politik yaratıcılıkta, bakış en önemlisidir; politika bir bakıştır ve kalıcı olan budur; güç toplamak için önce bakış gerekiyor!

Kürt halkının yükselişi sıfırdan, hatta sıfırın altından başlamıştır ama yükselişinde bakış vardır; bakış Kürt halkının yükselişini devrimcileştirmiştir; Kürt hareketini popülizmden koruyup, halkçı yapmıştır; halkçılık halkla bütünleştirir, popülizm halkı kandırır, devrimcisizleştirir ve eninde sonunda hem kendisine yabancılaştırır ve hem de gerçekler yanında, hareketten uzaklaştırır, halk düşmanlarının kulvarına yakınlaştırır! Ancak bir kez yükselen halk, bir daha kolay kolay alçalmaz, alçaltılamaz ve alçaltılamıyor! Bakış, teoridir, teorik bakıştır! Bu ise okumadan, öğrenmeden olmaz, olmuyor!
Kürtlerin kurtuluşu için Türk ve Kürt emekçilerin ortak örgütlenmesi ve mücadelesi gerekir; bu bir bakıştır; peki bu bakışla, Kürtlerin anayasal yoldan kurtuluşunu düşünebilir miyiz? Düşünebiliriz, ancak bunun için, Eylülist rejimin yasalarına dayanmak zorunludur! Şunu da düşünebiliriz, Kürt halkının kurtuluş özlemlerini sosyalizmin ve devrimin ayrılmaz parçası saymak; bunun zorunlu olduğunu düşünmek; sosyalistlerin bakışı budur ve devrimci-demokratlara, bu bakıştan uzaklaşmanın, kurtuluşu gömmek demek olduğunu gösterme sorumlulukları bu bakıştan doğar! Bu sorumluluk, eninde sonunda Kürt gericiliği ile Türk gericiliğinin ittifakını önlemek ve Türk devrimciliği ile Kürt ilericiliğinin ittifakını kurmak görevi ile karşı karşıya kalınacağını düşünmeyi içerir!
Bu zor yoldur ama sonuç alıcı yoldur!
Demek ki kurtuluş çatallıdır ve birincisi kolay yoldur, ikincisi zor yoldur; ama birincisi kurtuluşu bulanıklaştırır, kolay olan kolay verilir; ikincisi kalıcıdır ve güzel olandır, nettir!
Bugün politika kolaya meyillidir ancak kolay kolaydır ve genellikle güzel değildir; zor güzeldir ve güzelin doğumunda hep zor vardır! Kolaycılık ise cehalet ile kol koladır ve doğrulara karşı inatçı, agresif bir direnişi vardır!
Okumaktan kaçmak, kolaycılıktır ve cehalet kolaycılığın kokusunu çabuk alır! Nerede zordan kaçma varsa orada cehalet vardır; küfür cahilin konuşma üslubudur ve en kolay tartışma biçimidir; hiçbir bilgiye, dolayısıyla öğrenmeye ihtiyaç gerektirmiyor!
En cahilane olanı,“faşist” le “komünist”e, ”komünist”le “faşist”e ve “köpek” ile her ikisine küfretmektir! Örnek olsun “hoşt faşist komünist” küfrü, kolaycılığın tavan yapmış halidir!
Kolaycılıktan kurtulamazsak, zoru yeneceğimize inanmazsak, hayalimizi ve aklımızı yüksek tutmazsak sosyalizme yürüyemeyiz; bu yolda, insanlığımızı büyütmeyi durdurmanın bir adım ötesi uçurumdur; uçurumun kenarına geldikten sonra, uçurumdan yuvarlanmak çok kolaydır!
Zor olan politikadır ve zor olan güç biriktirmektir ve arkasından hep başka zor geliyor ki biriken gücü sevk etmek de zordur; pratik kolaydır ama teori zordur ve teori yoksa pratik kolaycılıktır, kolaycılık ise uçurum demektir!
Mektuplarımı okuyanları kolaycılıktan kurtulmaya, zoru yenmeye davet ediyorum, mektuplarım hep bu daveti anlatıyordu ama önce zoru göstermeye çalıştım!
Zor olanı yaptım ve zor olanı yenmeye çağırdım; kolaycılarla zoru yenmeye çalışanları ayırmaya çalıştım; uzun okumak zordur ama uzun yazmak da zordur ve zor olandan korkmamalıyız; zor olandan korkmak, kolayı, kolay yolu seçmektir, kolayından sosyalizmi kuracaksak, kalsın, kurmayalım!
Zor olan doğrudur ve güzeldir; zor olan güzelin ebesidir!
Tekelci düzen sürekli baskıdır, zordur ve tekelci düzende insan küçük işlerin adamıdır; küçük işleri yapmak sürekli küçülmektir; tekelci düzen edilgen insan istiyor ve edilgen insan sürüdür; sürü ortaçağın insanıdır; tekelci düzen ortaçağı tekrarlıyor; tekelci düzen kendine güvensiz insan yaratıyor, kendine güvensiz insan yozdur!
Bu gün okumak zordur, tekrar tekrar okumak daha zordur, küçük işlerin insanı okumayı sevmez, tekrar tekrar okumayı hiç sevmez; edilgen insan okumak nedir onu da bilmez; sürü, günü yaşar, gelecekten korkar ve masalları sever; kendine güvensiz insan okumaktan korkar, öğrenmekten korkar. Tekelci düzenin insanı budur; tekelci düzen buna muhtaçtır!
Tekelci düzen sevgiden yoksun bir tanrı gibidir; öyleyse tanrı gibidir; sevgisiz tanrı, insanın bilme isteğinin ve karar verme iradesinin düşmanıdır; bu, insanı insansızlaştırma demektir; tekelci düzen insana düşmandır; insansızlaştırma temel politikasıdır; buradan ortaçağa geçmek çok kolaydır! İnsansızlaştırılmış insan köleliği severek kabul eden insandır! Kölenin ufkunda, daha ötesi olmasa da, en azından kölelik zincirinden kurtulma vardır; gönüllü kölede bu ufuk dumura uğramıştır; gönüllü köle, insansızlaştırılmış insandır!
Bugünün insanı insansızlaştırılmıştır ve köleliğe bir itirazı yoktur; “inanıyorum öyleyse doğru söylüyor” doğmasının yaygınlığı ve yadırganmaması buradan çıkıyor!
Öyleyse okumak, tekrar tekrar okumak gerek! Okumak aklındakileri çoğaltmaktır; tekrar tekrar okumak akıl gözüyle okumaktır!
Kapitalizm, iç bunalımlarını, iç baskıyı artırarak çözüyor; iç bunalım varsa halk hareketi de vardır, en azından olma ihtimali yüksektir; iç baskı, halk hareketini bastırmaya yöneliktir; 27 Mayıs bundan ayrılıyor; 27 Mayıs, daha çok, yükselen bir halk hareketinin orduyu da etkisi altına alması olarak görülüyor. Rekabetçi kapitalizm aşamasında, Türkiye kapitalizminin önündeki tıkanıklıkları açan, burjuva Türk milliyetçisi bir hareket görülüyor. Ancak, ne olursa olsun, kapitalizmin iç bunalımını çözmeye yöneliktir ve bundan kapitalist devleti güçlendiren kurumlar çıkıyor.
12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri ise iç bunalımın kaçınılmaz sonucu olan yükselen halk hareketine karşı ve bastırmaya yöneliktir!
Ve sonuçta 27 Mayıs da kapitalizmin önündeki tıkanıklığı aşıp, kapitalist devleti güçlendirir güçlendirmez, iç bunalımların çözümüne hazırlanmak üzere, iç baskıyı kalıcı kılmaya yöneliyor; geldiği noktadan geri çekiliyor; geldiği noktadaki kendine tehdit olarak algıladığı güç ve kurumları tasfiye etmeye hazırlanıyor; 12 Mart ve ardından 12 Eylül askeri darbeleri bu hazırlığın sonucu ve kapitalizmin iç bunalımının şiddetine karşı hazırlanan şiddetin örgütlenmesidir!
İç bunalım, tekelleşme bunalımıdır ve tekellerin düzenine ancak ve ancak daha şiddetli ve kalıcı bir baskı ile alan açılıyor; Lenin, emperyalizm ile tekelci düzeni bir elmanın yarısı olarak gösteriyor; ancak tekelci düzen, faşizm sözcüğünü gereksiz kılacak bir devlet zorunun artışının düzeni oluyor ve sorunlarını dışarıya açılarak çözmeye hazırlanmak oluyor; bu içerde sorun istememek demektir; içerdeki sorunları çözemiyorsa, uykuya yatırmak demektir!
Ancak tekelci düzene gelindikten sonra, ekonomik ve toplumsal sorunları, yalnızca içe yönelik zoru artırarak ve yayarak çözmek imkânı kalmıyor! Tekelci düzen emperyalist senaryolara yelken açmak durumundadır!
Türkiye de, emperyalist senaryoları denemek zorunda kalıyor!
Kürt devrimci mücadelesi tam burada patlıyor ve Türkiye’nin düzenini hem sarsıyor, hem de sıkıştırıyor! Tekelci düzen, tam içerdeki sorunları uykuya yatırdım, artık emperyalist senaryolara hazırlanabilirim derken, bu en büyük ve hatta uykuya yatırılan sorunları da uyandıran sorunu çözmekle karşı karşıya kalıyor!
İç baskı artırılırken, devlet zoruna bir başka kuvvet ekleniyor; basın artık bir kurum olarak, yasama, yürütme ve yargı ile hiç çelişmeyen, bunlarla iç içe olan bir kuvvet olarak, devlet zorunun bir kolu haline getiriliyor; artık, hiçbir baskının, baskı olarak görülmemesi için, bu kuvvet hazır ve nazırdır; faşizm sözcüğünü gereksiz kılmak ve devlet zorunu artırırken hissettirmemek artık kolaylaşmıştır!
Bir yanı tekelci, diğer yanı emperyalist olan Türkiye düzeni, basının da devreye girmesiyle Türkiye toplumunu uyguladığı baskısının şiddetine alıştırıyor, devlet zorunu artırarak yayıyor ve görünmez kılıyor!
İnsanlar insansızlaştırılıyor, sürü imalatı başlıyor; okumak ve okumaya ilgi yerini basının uykuya yatıran masallarına bırakıyor; ne roman kalıyor, ne sanat, ne sanat eseri hepsi işportaya düşüyor, sanat ve edebiyat niyetine akıl bozucu masallar altın madalyalarla topluma kakılıyor; okuyacaksanız bunu okuyun deniyor; bunun için festivaller düzenleniyor, okunmasını istedikleri masallara ödüller dağıtılıyor; okunmasını istedikleri masalları yazmaya aday olanları teşvik ediyor ve model yapıyorlar!
Çarpıcı bir örnek olduğu için Kundera’yı hatırlatmak istiyorum, Kundera hem sosyalizme düşmandır ve hem de sosyalizme başkaldırarak sosyalizme düşman bir düzenin yazınında kendisine bir taht elde etmiştir; artık model hazırdır ve önünde eğilenlere edebiyat ve sanat sertifikaları ödüller eşliğinde dağıtılacaktır; Kundera ise insanın insansız olanını model yapandır; tıpkı Nietsche gibi! Tekellerin insanı böcekleştirdiği bir zamanda tekellere değil insana düşmandır! İdeolojik hegemonya böyle ve bu çerçevede yerleştiriliyor ve güçlendiriliyor! İşte sürü imalatının resmi budur ve Türkiye hâlâ Kundera’dan çıkamamıştır ve Kundera’dan çıkamayanların okumaya ilgi duymasını, hele hele tekrar tekrar okumasını beklemek elbette saflıktır!
Ancak eşitsiz gelişme yasası her yerde ve alanda işliyor ve herkesi bu modele yöneltemiyorlar ki gerçeğin aynasında, bu aynanın aydınlattığı yollarda, okuyanların, tekrar tekrar okuyanların görünmez basınının aynasında yapılan tartışmalarla, yükselen tepkilerle tekelleri üzen sapmalar kaçınılmaz oluyor; okumak ve tekrar tekrar okumak, kararlı bir azınlığın en sevdiği sapma oluyor.
Sapmalar çoğalıyor ve basın da ikiye ayrılıyor ki Kürt mücadelesi önünde diz çökmesi beklenmeyen emperyalist Türkiye’nin Kürt mücadelesi ile “birleşmesi” bağlamında Türkiye basını, “küçük Türkiye” ve “Büyük Türkiye” yanlıları olarak ortadan çatlıyor ve birbirlerini boğazlamak üzere saf tutuyor ve sonra Büyük Türkiye yanlıları kendi aralarında saflaşarak birbirlerini boğazlıyorlar; bu saflaşmada en önde büyük zenginler ve yüksek komutanlar taraf oluyorlar! Sonra bu taraf olanların bazıları bertaraf, bazıları başka bir taraf oluyorlar, olmuşlardır demek istiyorum!
Okuyanlar ama daha çok tekrar tekrar okuyanlar bu sapmaları çok net görüyorlar, gösteriyorlar ve genellikle “demiştik” demeden başka sapmalara bakarak gerçeğin aynasında yeni ve daha geniş yollar açıyorlar! Bu bir zorunlu görevdir ki zorunlu görevler mecburidir ama zorla yaptırılan görevler değildir; zorunluluğun özgürlük olduğunu bilenlerin zorunlu olarak yüklendiği zorunlu görevlerdir!
Okumak bir zorunlu görevdir ve tekrar tekrar okumaz zorunlu olarak özgürleştirir! Yavaş ilerleyen tarihin yolları dardır ve tarih hızlandığında bu dar yollar, bu kitlelerin geçemeyecekleri geçitler, tekrar tekrar okumayı ve tekrar tekrar yazmayı zorunlu görev olarak yüklenenlerin özgürlüğü ve özgürleştirici etkisi ile genişler; önce akıllar genişler sonra geçitlere sığmaz olur ve geçitleri genişletir! Umut, bu dar geçitleri genişleterek büyüyor; umutsuz insan insansızlaştırılmış insandır! Umutsuz insan sevinç duymayan insandır, sevinç duymayan insanın geleceği o andır ve o andan sonrası başka bir gelecektir ve o ana kadar karanlıktır; umudu olmayan, sevinç duymayan insanın her anı karanlıktır; umutsuzluk karanlıktır; karanlık korkuya sarılmaktır; karanlık korkuyu örter ama hep korku yayar; karanlıkta yaşayanlar korkuya karşı son derece dayanıksızdırlar; korku üreten mekanizmalar hem saklanıp hem de korkuyu kalıcı kılarken hep karanlıkla örtünürler’ Karanlığın ve korkunun en azından korkuyu algılamanın ve korkuya karşı dayanıklı olmanın ilacı okumaktır; tekrar tekrar okumak, bu ilacı çoğaltmanın ve geliştirmenin adı oluyor! Okumak, tekrar tekrar okumak halkını sevenlerin, en çok da ezilen halkları ve sınıfları sevenlerin, kaderini onlarınki ile bağlayanların, ezilen ve sömürülen halklara borç ödemenin zorunlu ama özgürleştirici aracıdır ve görevidir; böyle bir borç, ödeyene sevinçten başka bir şey vermez!
Ancak bu zordur ve kolay sevinç yoktur varsa sonu üzüntüdür ve karanlıktır, karanlıkta kaybolmaktır; karanlıkta kaybolmak, burnunun ucundaki mutluluğu ve sevinci başka yerde ve hiç olmayacak yerde aramaktır!
İşte bu nedenle okumak tekrar tekrar okumak ve bunu anlatmak için bile yeter sayıda cümle kurmak zorunludur, görevdir ve özgürlüktür ve zor olan ama güzel olan budur!
Okumaktan korkmak ve kaçmak karanlıktan medet umarak karanlığa kaçmaktır; kaçıyoruz ve habarımız yoktur!
Haber veriyorum, habersizlik katsayısı yüksek olduğu için haberim çoktur ve ancak sığdırıyorum!
İşte böyle Bozışık arkadaş, bir dokundun bin ah işittin; umarım işittiğin ahlar, kulaklarını tırmalamamış, yüzünü astırmamış, umudunu karartmamış, sevincini bozmamıştır; öyleyse karanlıklar uzak, aydınlıklar yakındır; öyleyse gelecek yakındır ve gelecek en uzak haliyle bile görülebiliyorsa umutlar çok büyüktür ve en uzak gelecek kimsenin kuşkusu olmasın, sıçrayarak bize doğru gelen gelecektir!
Yeter ki sıçrarken sağlam basacağı zeminleri hazırlamak için umudu elden bırakmayalım; sıçramak için sağlam basmak, sağlam basmak için sağlam zemin gerekiyor ve gelecek ancak sağlam zeminlere basa basa sıçrıyor ve çok sağlam geliyor!
Bunu daha kolay yoldan anlatabilir miydim? Anlatabilirdim ama kolaycılığa teslim olmam gerekirdi ve haliyle kolaycılığa özendirmiş olurdum ki bu beni hiç sevindirmezdi!
Dediğim gibi zor olan güzel olandır ve zor en güzeli doğurtan ebedir!
Öyleyse yüzlerini bile hatırlamasak ebeler çok güzeldir ve bütün çirkin küfürler ebeleredir!
Saygı ve sevgi ile maruzatım budur ve haberimi tamamlamış oluyorum!
Fikret Uzun
28-Mart-2014