29 Eylül 2014 Pazartesi

AÇIK MEKTUP



Sevgili BORGA,
Öncelikle geçmiş olsun, sabah selamlaşmalarınızdan birinde kulak misafiri olmuştum ve bu vesile ile sağlık sorunundan haberdar olmuştum, umarım artık iyisindir.
Ancak bununla birlikte teessüf ederim, Zileli'den daha zehir zemberek mektuplar yazmıştım ve birine bile ve dudak ucuyla bile tek söz etmedin ama görüyorum ki sanki Zileli daha fazla zülfiyareye dokunmuş gibi, bir dokun bin ah işit durumu olmuş!
Ama Zileli’ye celallenmemelisin; nihayetinde bir köşe yazarı ve “ulusalcı” dır ve de bulunduğu yerden ne görüyorsa onu yansıtmaktadır ki onca zaman benim dediklerimden pek farklı şeyler değildir ve hatta biraz da “ulusalcı”lığını aşmış olduğunu göstermiştir ve bu ise bana göre onun “ulusalcı”lığından bir kıl bile eksiltmemiştir; ama diğer dedikleri ile de gerçeğin aynasından uzaklaşmış sayamayız!
Bence yabana atmamalısın; zaten şunun şurasında vurguladığı üç nokta var ve bence tıpkı Öcalan’ın yaptığı açılımlar gibidir; ne ki Öcalan daha çok Kürt halkı yerine Kürtlere ve Kürt siyasetinin temsilcilerine açılım yapmakta iken, Zileli Kürt emekçilerine de açılım yapmış!
Hatırlarsan HTKP de böyle bir açılımla ama daha nazikçe ve daha çok Öcalan’ın açılımlarını izleyerek Kürt halkına değil, daha çok Demirtaşlara mesaj göndermişti!
Öyleyse feveran etmeden önce en azından vurguladığı üç noktanın başlıkları üzerinden fikir yürütmelisiniz!
Sonuçta her şey Kürtlerin –Bekaa’sı kalmadı ama- bekası içindir; öyleyse hepinizin, Kürt kurtuluşunun ve her ne şekilde olursa olsun, hatta onurlu olmayan bir barışla dahi olsun ve hatta ezen ulusun elinden tepeden, yasalar yoluyla verilecek olsa da olsun bir kurtuluşun fetişizminde kaybolmuş iken, silkinip kendinize gelmeniz için bu da, yani Zileli’nin açılımı da bir vesile olur!
Seni de bağlıyor mu bilmiyorum ama ne de olsa HDP de bir açılım yapmış ve “ulusalcı” CHP’ye, şu ulusalcı paradigmadan kurtulursan seninle ittifak kurabiliriz mesajı vermiştir; CHP’nin uzun zamandır Cemaatçi- Halk Partisi olduğunu göz önüne alırsak, bu açılımın, şu birkaç ulusalcıdan da kurtulursanız, hoş geldin Cemaatçi-halk Partisi, sizinle her zaman ittifak kurarız anlamında olduğunu anlamak için çok zeki olmaya gerek yoktur!
Diğer yandan, Kürt halkı ve Türk işçileri ve emekçilerini; yani Kürt ve Türk kamuoyunu dikkate almadan, işi, rejimin tamı tamına sacayağı olarak işlev gören STK’larla ve STK misli partilerle kotarmaya çalışılıyorsa, baştan kaybedilmeye mahkûm bir durumun söz konusu olduğunu hemen belirtmeliyim.
Bunun açılımını bilahare yapmayı planlıyorum ama hemen yapmamı isterseniz erkene de alabilirim, bu nedenle değinip geçiyorum!
Yoksa sen her şeyi kişiselleştiriyor musun?
BORGA kardeş, artık herkes somut ve burunları gıdıklayan gerçeklerin aynasına bakıp mırıldanıyor; bu nedenle aynı cümlelerle, hatta harfi harfine aynı sözlerle konuşulsa bile, “sen şusun” yaftası havada kalmaya mahkûmdur ve zaten havada olan yaftalarınız artık “püf” uçmuştur; geride kalan yıllardır dillerde tüy bitiren gerçeğin yansısı ve yankısıdır!
Yani, BOP diyorum, BİP diyorum, ABD diyorum ve “Büyük Kürdistan” ekleyerek hatırlatıyorum; yani büyük resmi dolduran bu somutluklardan söz ediyorum!
İşte senin ve benzerlerinin sorunu ve dramı da tam buradadır BORGA!
Hep diyordum, Kürt halkı, Türk emekçilerinin şeriata dayalı faşist bir diktatörlüğün pençesine teslim edilmesi pahasına tepeden verilen bir “kurtuluş” a razı olmaz diye; şimdi, cumhuriyeti AKP’ye, Türk halkını gericiliğe ve faşizme vererek Kürt halkının kurtulacağını düşünmek ham hayaldir, ekliyorum!
Hele ki Kürt halkını devrimcileştirmekten vazgeçip, Türkiye’nin Kürtleri de içine alacak şekilde İslamlaştırılmasına destek vererek “kurtuluş”a bir milim yaklaştıramazsınız; bununla ancak ve sadece kendiniz de islamcı ve/veya yeni mürteci olursunuz!
Bir de belki böylece Kürt halkını da Türk halkını da, özellikle muhafazakâr kesimi kandırabilirsiniz amma ve lakin azımsanmayacak bir Kürt ve Türk kitlesini kandırmanız mümkün değildir!
Ulusalcılar, örnek olsun Perinçekler ne diyordu? Erdoğan Amerikan’ın eşbaşkanı! Ve ilk dediklerinde Erdoğan, yalan söylüyorlar yollu kükreyip mahkeme yolunu işaret etmişti ve devam ettiler, Erdoğan’ın 26 kez kendi ağzı ile “Biz Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesinin Eş-başkanıyız” çığırdığını tespitle ilan ettiler ve Erdoğan ekliyordu, "bu proje çerçevesinde Diyarbakır bir yıldız olabilir!”
İşte büyük fotoğraf budur ve bu fotoğrafa onca yıl birçok renk ve ton katılmış ama bu ilk rengi hâlâ ve çok daha koyulaşmış ve hatta herkesin dilinde ve zihnindedir!
Amma ve lakin sen hâlâ aynı nakaratı tekrar ediyorsun ki, bir bakıma bu büyük fotoğrafı inkâr etmek demektir!
Ol zaman ve bu bölgede ABD’nin bir politikası var ve bu çerçevede bir sürü işe imza atmıştır ki; en önemli işinin BOP projesi çerçevesinde İsrail’in coğrafik ve egemenlik alanını genişletmek idi ki bu, ABD emperyalizminin ekonomik ve siyasal hegemonyası altındaki bir Ortadoğu’da ABD emperyalizmine karakol vazifesi görecek küçük ama ABD emperyalizmine yaslanmış emperyalist devletçik olma hayalleri gören uydu devletçikler oluşturmak idi!
Bu iş çerçevesinde Siyonizme ve ABD emperyalizmine öfke katsayısı oldukça yükselmiş ve manipulatif kıpırdanmalar bile riskli hale gelmiş olan Ortadoğu’da İsrail’in expansiyonist emellerini bir Amerikan pax’ı ile garanti altına almak en başat proje idi!
Ve bu işin bir adım ileri iki adım geri ilerlediğini ama son tahlilde pek de ABD emperyalizmi için iyi gitmediğini biliyoruz; ayrıntısını isteyeceğini sanmıyorum ama herkesin bildiğine ve gördüğüne inanıyorum!
Ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki ABD Suriye-Esad nezdinde sert kayaya çarpmıştır ama daha önemlisi bu vesile ile bu bölgenin pek de köpeksiz olmadığını ve değneklerinin pek fazla para etmediğini ABD gibi, herkes görmüştür!
Ve şunu da hatırlatayım ki, çok net bir turnusoldür, Türkiye’de son derece terörize edilmiş ve manipulatif bir atmosfer ve kırk katır mı kırk satır mı seçeneği yanında bu seçeneklere prim vermeme ihtimaline karşı demirtaş seçeneği eşliğinde gerçekleştirilen bir seçime rağmen Erdoğan’ın % 38'lik oy ile Cumhurbaşkanı seçilmesi, bunun % 52 olarak gösterilmesi bir yana, “demokrasi” nin zaferi olarak gösterildi amma ve lakin Suriye’de,ABD'sinden Türkiye’sine, sağcısından solcusuna, hep bir ağızdan üç vakte kadar ineceği ve hatta yargılanacağı ilan edilen Esad’ın ezici bir çoğunlukla devlet başkanı seçilmesi antidemokratik ve hatta hâlâ darbe olarak görülmüştü ama işte fotoğraf ortada Esad inmediği gibi, Rusya-Çin-Suriye hattı ABD’nin ve işbirlikçi niyet sahiplerinin karşısına kalın bir duvar olarak dikildi.
Şimdi ABD’de de, niyetler değişmemiş olsa da, hem senaryolar değişti hem de taraftarlar taraf olmaya başladı ki “geri adım atma” lakırdıları çok duyulur olmaya başladı!
Hepsi, kim bilir belki sen de görüyorsundur, “ılımlı İslam”ın, eninde sonunda “Radikal İslamlığını” göstereceği bütün çıplaklığıyla görüldü; demek ki kızını suya gönderirken dövmeyen babaların başına gelen diz dövme hadisesi radikal İslam ile gündeme ve ABD emperyalistlerinin başına geldi; amma ve lakin büyük resim aynı kaldıkça ve niyetler değişmedikçe dizini dövse de sonuç değişmiyor ve yalnızca AB’nin ve işbirlikçilerinin çaresizliği artıyor!
Sonuç niyetleri kemikleştirmiş olsa da projeler çöküyor, çaresizlikleri aşmak için üretilen çareler şekil değiştiriyor!
Değiştiriyor ama nereye kadar?
İşte son çare değişikliği ortada ve bu, hepimizin bildiği IŞİD oluyor ki herhalde Mısır’da Müslüman Kardeşler projesinin yerine ikame edilmiştir ve Türkiye, belki de bu çareyi ABD’den daha çok sevmiş görünmektedir ki Müslüman Kardeşlerin paçasının bırakılmadığı gerçeği de ortadadır!
Ve eşzamanlıdır, tarihe Gezi direnişi olarak geçen halk ayaklanması renginin tam da buna, ılımlı veya radikal olması bir şey değiştirmiyor, İslam’ın halka dayatılmasına karşı olduğu bütün dünyada ve haliyle Türkiye’de ve ABD’de de görülmüştür!
İşte IŞİD bunların üstüne ABD’nin yarattığı ve Türkiye’nin pek sevdiği bir sevimli bir yavru canavar olarak ortaya çıkıyor amma ve lakin yavru iken sevimli olan canavar’ın büyüyünce ve sahibinin denetimine tabi olmayınca; en azından sorun çıkartınca, bütün canavarlığının ortaya çıkıyor olması şaşırtıcı değildir!
Şimdi ABD ve işbirlikçileri IŞİD’i uysal canavar yapmak için bazı köşelerde sıkıştırıyorlar ve yetmezse, onu fırlatıp atıp, yenisini ikame etmeleri kaçınılmaz görünüyor ama ille de böyle bir canavar şarttır ve üstelik canavarı daha çok ABD emperyalizminin tosladığı duvar diplerine salmak en çok şarttır! Yani niyet ve büyük resim değişmedikçe bundan başka çare kalmamıştır demek istiyorum!
Hem bu çarenin, tıpkı 11 Eylül İkiz Kuleler “faciası” gibi birleştirici ve uysallaştırıcı, ah-vah ayinleri ve buna ek olarak ağlama seansları eşliğinde yaratılan düşmana karşı zıt kutupları bile konsensüse yönelttiğini en azından kılıf olduğunu hepimiz biliyoruz ve çok kez gördük!
Ve işte büyük resmin bir köşesine ama görünen bir köşesine şimdi bu konsensüs’ün “iyiniyetli”, ”insancıl” ve “demokratik” rengi de monte ediliyor amma ve lakin resim aynı resimdir ve burada BOP-BİP ve ABD emperyalizminin kırk yıllık rüyası, hani eski başbakanın ifadesiyle “yıldız olacak bir Diyarbakır” ı içeren ama daha çok İsrail’i ve Amerika’yı bu bölgede her anlamda büyütüp, Türkiye dâhil diğer ve özellikle ulus-devletleri küçülterek uydulaştıran “Büyük Kürdistan” projesi boylu boyunca yattığı yerde heyecanla kıpraşıyor!
Aslında ABD emperyalizminin ve özellikle bu bölgede çaresizliğine ilaç olsun diye veya çaresiz kalmasın diye ürettiği çare yeni değildir; Sovyet sosyalizmi ayakta olduğu zaman da en önemli merhemi idi; Baas’a karşı olduğu kadar genel olarak her kış beklenen “komünizm tehlikesi”ne karşı “yeşil kuşak” parolalı İslam projesi hepimizin hafızalarındadır!
Peki sonuç? Irak resmen bölünmüş, Barzanistan kurulmuş, Libya aradan çıkarılmış, Türkiye eş-Başkan yapılmış, Suriye Kürtleri caz yapsa da, henüz İran Kürtlerinden ses çıkmasa da, PKK siyasallaştırılmış ve bir gözleri ile Öcalan’a diğer gözleri ile ABD’ye bakar olmuş ve arada Barzanistan’a ve zaman zaman kendi içine kayar olmuş ama neticede ABD emperyalizminin ve 12 Eylül rejiminin sahibi büyük büyük zenginlerin istediği kıvama gelmiştir ki TÜSİAD patronların demeç üstüne demeç vererek bu siyasallaşmanın önünde ve sevinçle eğildiklerini ilan etmeleri gözlerden kaçmamaktadır; ama bütün bu başarılmış görünen aşamalara karşın, Irak Kürdistan’ı ile İsrail, daha çok düşman ve daha çok radikal olan bir Arap ve İslam çukurunda takılıp kalmıştır!
Bu, ABD için sorun üstüne sorundur ve büyük resmin içinde kıpraşan “Büyük Kürdistan” projesi açısından hengâmeli ve netameli bir sorundur ki üstüne üstlük Rusya-İran-Çin-Suriye bariyeri de cabasıdır!
Demek ki, ABD emperyalizmi’nin her işinde “kontrol bende” deme yetisi geride kalmıştır ve çok kanlı bir bilanço ile geride kalan izler, Ortadoğu halklarının çok kayıplar verdiğini göstermekte ve birçok cephe de ABD emperyalizmi karşısında yenilginin tadı acı bir şekilde damaklardadır ve bu kan gölünü yaratan Amerikadır amma ve lakin ABD emperyalizmine muzaffer komutanlık verecek bir durum ortada yoktur!
Yani ABD emperyalizmi, tarihinde hiç görülmedik kadar, kontrolü elinde tutma yetisi hasar görmüştür; hatta yerlerde sürünüyor desek yeridir!
Fakat buna karşın sizin, ABD emperyalizmine tam tersi bir paye vermeniz ve adeta onun gücüne tapmanız son derece şaşırtıcıdır ki çaresizliğinizin ABD’ninkinden daha büyük olduğunu düşünmemek elde değil!
Öyleyse Amerika’nın elinde ne kalmış?
Öteden beri İsrail ile arasında anlaşmazlık konusu olan, Amerikan paralı askerlerinin ve savaş filosunun bölgeye yeniden girmesi ama bu da bir çıkmaz sokak misli ve asıl kalanın ne olduğunu şimdilerde net olarak görüyoruz ki bu, havadan insanlı ya da insansız uçaklarla IŞİD’e nişan alıp, Esat cephesini vurma planıdır! Amma ve lakin Amerikan savaş filosunun da yola çıkmasa da, kapıda hazır beklediği büyük ve kaçınılmazlık katsayısı yüksek bir ihtimaldir!
Ancak yine de hepsi birden, onca kan gölüne ve kazanılmış stratejik ama bir o kadar da risk taşıyan mevziye karşın ABD’nin kontrol yetisi bir yana, “Büyük Kürdistan” ve kara harekâtı ve haliyle savaş dâhil bütün projeleri çıkmaz sokağa girmiş ve bekliyor durumdadır ki bu çaresizlik, ABD emperyalizmine, ille de Esad ile işbirliği ihtimalini düşündürtmekte fakat Esad ile açık işbirliğinin de bir çıkmaz sokak olduğu da, en azından şimdilik açıkça görülüyor!
Demek ki, ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri son derece böbürlenme içinde görünmelerine karşın, aslında müthiş bir çaresizlik içinde kıvranmaktadırlar ve eninde sonunda bu çaresizliğin rengi, büyük resmi boylu boyunca kaplayan “Büyük Kürdistan” projesi olmasa da, BOP-BİP projesinin rengini ve tonunu kaplayarak, çok daha fazla mesela iki adım yerine beş adım geri atmasına neden olabilecektir!
Mümkündür ki ya da başka ifadeyle kuvvetle muhtemeldir ki ABD emperyalizmi, bu ileri geri tangoları ile eninde sonunda, kendi yarattığı canavara karşı, daha azametli bir canavarı uykusundan uyandıracak ve bu canavarın öfkesi ile Vietnam’da tattığı yenilginin yüz kat fazlasını ve bu kez çok daha erkenden tadarak, canavarını da yankilerini de alıp kendi topraklarına ve arkasına bile bakmadan kaçacak bir noktaya gelecektir!
Tarihin mantığı bunu doğrular işaretler vermekte ama bu işaretlerden, bu bölgede biriken öfkenin bu kez ABD emperyalizmini kolay kolay bırakmayacak ve kendisinde, kendi topraklarına dönecek bir şey bırakmayacak denli büyük ve kararlı ve hızla örgütlü bir renk biriktirdiği işaretini de okumak yanlış olmaz!
Yani bu kadar çok kalkan olmanıza, gücü önünde eğilmenize ve hüsnü kuruntu ve de vesvese biriktirerek kendinizi helak etmenize gerek yoktur; ABD emperyalizmi, tıpkı Türkiye’nin bir zamanlar egemen politikalarının yürütücüsü ve yöneticisi olan Kemalistler gibi, tek dişi kalmış ve kendi yarattığı canavarcıklarla bile tam olarak baş edemeyecek hale gelmiş bir zavallı canavardır!
Bu arada, Kemalistler, tek dişle orta yerde kalmadan önce, büyük devletlerden uzak olmayı; büyük sermayeden uzak durmayı ve dinle mesafeli olmayı temel alıyorlardı; ama tipiktir ve tarihte hep böyle olmuştur, egemen sınıflar egemenliklerini pekiştirdikçe kurucu ideoloji ve politikalardan pek çabuk vazgeçiyorlar!
Kemalist yüksek kadrolar, önce büyük sermayeye yaklaştılar ve ardından, ABD emperyalizminin hegemonyasına boğazlarına kadar battılar ve din ile mesafeyi kat be kat azalttılar; hepsi egemen sınıfın soldan duyduğu korkunun yansıması ve pratiğe geçmesidir ki sonuçta sırf sol/sosyalist hareketi bin yıl sürecek bir mezar sessizliğine gömmek için, yönetimi dinci akımlara verdiler; büyük kıyım ve tasfiyelerle, adım adım kendi mezarlarını kazmış oldular!
Aslında iyi oldu ve Türkiye kamuoyu, bu vesile ile büyük sermayeden de büyük devletlerden de ve tarikatlardan da dost olmayacağını pratik olarak görebilmiş oldular!
Hepsiyle eşit ve uzak mesafeden ilişki kurmak Türkiye kamuoyunun hem vücut ve hem de akıl sağlığı açısından son derece gerekli ve önemlidir; bunu anlamış oldular ancak bu mesafenin çok daha fazla kısaldığını, hatta iç içe geçilmiş olduğunu çok geç anladılar ve anlar anlamaz da Gezi’den uç verdiler!
Artık bu uçtayız ve bu uzak olanları net olarak görebiliyoruz; buradan, BDP’den klonlanmış HDP’nin de tıpkı bu ex olmuş Kemalistlerin izinden yürüdüklerini görmek de kolay olmaktadır!
HDP bugün, Amerikancılıkta ve tarikatçılıkta darbecilikten sabık 12 Eylülcü paşalarla yarış etmektedir ve darbeci ya da Ergenekoncu tespit etmekte ise artık “paralel yapı” olarak tarihe geçmiş olan Fetullahi örgütten daha heveslidirler; AKP’cilikte ise, büyük sermaye ve Amerika yanında, Belgeleri de, Nabi Yağcıları da sollamıştırlar!
Durduğumuz uçta işte bunu görüyoruz!
Bunun yetmediği de görülüyor ki, daha önce de hatırlatmıştım:
Kürt hareketi, çıkışında, Öcalan’ın ifadesiyle, yoksul Kürt emekçilerinin hareketiydi; laisizmden, modernizasyondan ve anti-emperyalizmden yanaydı, en azından itirazı yoktu ve Amerika ise Türkiye Kürtleri’ni Barzani’nin ideolojik hegemonyası altına almak istiyordu ve Öcalan’ın, 1990’lı yılların başında Talabani’nin, kendisine PKK silah bırakır ve Marksizm-Leninizm’den vazgeçerse, Washington’un PKK’yı “kabule hazır” olduğu mesajını getirdiğini, kendisinin bu teklifi şiddetle reddettiğini, bunun Kürt hareketini tasfiye etmek demek olduğunu söylediğini çok net hatırlıyoruz! Kayıtlarda vardır ve tarihe nottur!
Herkesin sorusudur, ancak herhalde sessiz soruyorlar, çünkü henüz duyanımız olmamıştır, PKK ve Öcalan ile müzakere yapılırken ve çok daha “bilimsel”, çok daha “demokratik” ve dolayısıyla çok daha “sosyalist” bir düzen kurmaya çalışmaları için, emperyalist ABD ve faşist 12 Eylül rejimi tarafından, Kürtlerin “kendi kaderlerini tayin hakkı” tanınıp, bu hakkı özgürce kullanmaları için, kendilerine, yüz elli yıl önce azgın ve acımasız bir şekilde, bugünkü faşist 12 Eylül rejiminin benzeri bir rejimin devleti tarafından boğulan “Paris Komünü misli” bir “özerklik” verilirken, neden Kürt hareketinin devrimci renklerini temsil eden Sakine Cansızlar katledilmişlerdir?
Kimin umurunda ve hatırında ben bilmiyorum, sen biliyor musun BORGA?
Gençler, ılımlı İslam ile radikal İslam arasında sıkışınca çareyi Demirtaş’ta bulmuşlardı ve pek “sol”da gösteren bir profil veren Demirtaş’a koştuklarında sormuştum, ne umdunuz? En azından diğerlerinin yanında solcu görünüyordu ve samimi bulduk! Demişlerdi!
Demirtaş’ı dinlerken “ kimi kandırıyor” yollu mırıldanıyordum; ancak gençleri kandırmış olduğu ortadadır ve sorum hâlâ geçerlidir.
Şimdilerde Kılıcıdaroğlu’nu solcu ve içindeki ulusalcıları atarsa daha fazla solcu sayan ve 12 Eylül rejiminin faşist diktatörlüğüne açıkça destek veren Demirtaş’ın sol ile ve demokrasi ile ilgisine kanmak, yalnızca çocuk altı çocuklara mahsustur!
Bir şey daha var ve bunu da Öcalan diyordu; “Said Nursi, Şeyh Said, hepsi aynı İslami emperyalist ekollerin ajan temsilcileri durumundadırlar” ve bu da kayıtlıdır ev tarihe nottur; Demirtaş şimdi Nursi’nin kabrini ortaya çıkaracaklarını vaat etmektedir ve Öcalan’ın ve tilmizlerinin bir itirazı yoktur!
Ancak, “KÖH” ün ve elbette HDP’nin Türkiye’nin ilerici-devrimci güçlerine en uzak mesafede olduğunu hatırlatanlara pek itiraz ediyorlar ve hatta Kürt düşmanı ilan ediyorlar!
Birlikte mücadele mi? TDH’ ne böyle mi sesleniyor ve el veriyorsunuz?
Bu en onurlu ve en anlamlı tutumdur; ancak mücadele yoksa birlik olmuyor! Ne için birlik, kime karşı mücadele? Soruluyor ama herkesin bildiği bir sır misli hep sessize yatırılıyor! Böyle olunca cevabına da gerek ve ihtiyaç kalmıyor!
Acaba TDH’nin, duyduğu bu sese ve uzatılan ele koşmaması bundan mıdır; mücadelesiz birlik davetini ciddiye almadıkları için olabilir mi, ne dersin BORGA kardeş?
Marksizmi aşan veya ulusalcılara terk edip ondan da kurtulan KÖH, artık laisizm yanında halkçılığı da ve anti-emperyalizmi de ve hatta Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin faşizme karşı mücadelesini bile gereksiz görüyorlar; bunları “Kemalist” görüyorlar!
Daha önce de hatırlatmıştım,“ver –kurtul”cu” Belgeler ve Altan kardeşler gibi, “ver, kurtul”, la ne de güzel ilerliyorsunuz ve “gelip gelip bir karanlığın içine girdiniz” deyince; yaptıklarınızı yüzünüze vurunca, ders çıkaracağınıza, ne de çok öfkelenip, düşman düşman ve karşınızda düşman görmüşcesine küfrediyorsunuz!
Oysa halkların ve çalışan sınıfların en büyük, en amansız ve en sinsi ve de en tescilli düşmanı olan ABD emperyalizminin “dost”lundan sual sorulmaz diyorsunuz!
Bu gerçekleri sadece devrimci sosyalistler görmüyor ve “ulusalcı”lar da ve hatta ABD yanında diğer büyük devletler de ve elbette İsrail de görüyor amma ve lakin bir tek siz görmüyorsunuz ve hatta görmemek için ayak diriyorsunuz!
Bu da ister istemez, hep hatırlatıyorum, gerçeği görmemeye mahkûm olduğunuzu düşündürtüyor!
Görseydiniz, hâlâ ABD emperyalizminden veya daha iyimser ifadesiyle ABD emperyalizminin politikalarıyla senkronize olmaktan medet ummaz, yol haritanızı buna göre çizmezdiniz; hadi çizdiniz ve bu yol haritasını da gördünüz, bu yolun çıkmaz ve ABD politikalarının bile sığmadığı ve duvara tosladığı bir yol olduğunu görür, gelip gelip girdiğiniz 12 Eylül rejiminin din temelli osmanik-islamik faşist diktatörlüğünün karanlığında kalmakta diretmezdiniz!
Hâlâ vakit var ve içinizde de bu uyarıları ciddiye alan azımsanmayacak bir kitlenin olduğu muhakkaktır ve siz de bu tek dişi kalmış canavarın peşinden gideceğinize, ikbali onunla ittifakta veya onun olmayan gücünü arkanıza almakta bulacağınıza, kendinize ve daha çok Kürt halkına ve bu halkın tarihsel vazgeçilmez haklarına dönebilirsiniz; yani ABD nin “gücü”nden güç almayı umduğunuz için ve karşılığında Kürt halkını sadece ve sadece diz üstünde bir kalkışmaya yönlendirmeyi değil, Kürt halkını yine yeniden devrimcileştirmek ve vazgeçilmez tarihi haklarına sahip çıkması için yükseltmeye dönersiniz!
İşte o zaman bakın görün ki, Türkiye’de ne denli potansiyel bir devrimci hareket birikmiş ve Kürt halkı ile birlikte, tek dişi kalmış ABD emperyalizminin o dişini de nasıl sökmek ve onu nasıl Türkiye’den hatta bu bölgeden defetmek için kararlı olduğunu dost-düşman görecektir!
Ancak onca zaman dediklerimiz aynıdır ve temcit pilavı gibi olmuştur ve çakıl taşları bile bir araya gelmiş denizin dibinden büyük bir taş kitlesi misli harekete geçmiştir ama siz hâlâ kör-sağır-dilsiz tiyatrosu ile gütmeyeceği eşeğin önüne ot koymama konusunda kararlı ve deneyimli olan ve tek dişi kalmış canavar olduğu halde hâlâ kendi istediği kadar ve gütmek için ot dağıtan ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin vereceklerinden medet umarak, ona kalkan olmayı politika sanıyorsunuz!
Ve işte artık gelip çattı ve ABD’nin de kaçamayacağı bir noktada savaş kapıdadır ve ABD-İsrail bu savaşı, en azından Esad'ı devirinceye ve/veya açık bir işbirliğine sürükleyinceye kadar Amerika’nın paralı askerlerinden çok en başta, asker kaputu giymiş, Kürt, Türk, İran, Irak ve Suriye halklarını ya da kısaca Araplarla Kürtleri birbirine kırdırarak, en tam ifadesiyle olmasa da, bölgede uzun bir Amerikan pax’ını yerleştirmeye yetecek kadar kazanmayı hesap etmektedirler ve sonuçta Kürtlerin bir kısmı belki bu pax’ın nimetlerinden yararlanacaktır ama bir kısmının başına gelecekler ise emin olunmalı ki Halepçe’den farklı olmayacaktır!
Çünkü bu savaş bir emperyalist savaştır ve ABD emperyalizmi için, tek diş yerine fazladan birkaç diş çok iyi gelecektir ve tek dişi ile yapamadığını o birkaç fazla diş ile yapmaya devam etmek için anlaşma yapmayacağı kötülük yoktur ve vazgeçmeyeceği söz yoktur!
Yani sevgili BORGA, “anaların ağlaması” daha da artacak, Ortadoğudaki kan gölü daha da derinleşerek, genişleyecek ve sonuçta bu kan gölünü büyüten de, anaları ağlatan da asker kaputu giymiş ezilen ve sömürülen halkların, sınıfların üyelerinin, çocuklarının kanı olacaktır!
ABD emperyalizmi ise daha sonra, daha keskin ve daha sert ısırmak için en azından birkaç diş daha kazanmış ve bu bölgedeki rüyasını gerçekleştirmeye daha bir yakınlaşmış olacaktır!
Ama bir ihtimal daha var ve tarihin mantığı ile senkronizedir; daha doğrusu bu mantığa kulak verenlerin konuşlandığı en nesnel ihtimaldir ve tümüyle Türkiye’yi, bölgeyi ve elbette dünyayı ve en çok da yöneten sınıfları içine alan emek-sürecinden yayılan çelişkilerin yarattığı ve Kürt ideologların medet umduğu Kontradief devreleri ile çözümlenemeyecek denli arıza yaratacak olan ekonomik buhranın belirleyici etkisi ile şekillenecek olan bir ihtimaldir; ve bu da Ortadoğu halkları birliğinin tarih sahnesine çıkıp, ABD emperyalizmine ve İsrail siyonizmine ve elbette Arap işbirlikçilerine meydan okuyarak, halkçı-devrimci temelde bir sosyalist devrimin güçlerinin birikmesidir!
O sizin hayalinizde tasavvur ettiğiniz ve Kürt halkının düşüncesini ve hayalini bu tasavvurla doldurarak kotarabileceğinizi sandığınız; daha doğru ifadeyle böyle bir yanılsama ile Kürt halkını da Türkiye’nin işçilerini, emekçilerini ve devrimcilerini de kandırabileceğinizi sandığınız ve çeşitli sıfatlarla pazarladığınız “devlet olmayan devlet” tasavvurunu, ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olarak gerçeklik haline getirmeniz mümkün değildir ama işte ancak Ortadoğu’da filizlenmiş ve dal budak salmış olan yukarda resmini çizdiğim güç, ABD emperyalizmi ile kanka olsun olmasın, çalışan sınıfların sırtında boza pişirerek onları ezmekle kalmayıp, bir sonraki çalışmaları için biriktirecekleri emekleri için lazım gelen lokmalarını bile çalan bütün ulus-devletleri, özgürlük-kardeşlik-eşitlik ve ortaklık temelinde, çalışan sınıfların iktidar olduğu ve “devlet olmayan devlet”e kapı açabilecek demokratik devletlere, sizin ifadenizle “demokratik uluslara” yataklık edecek “demokratik modernite”lere dönüştürebilir!
Öyleyse Kürtlerin ne yapacağı, ne yapması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu BORGA bey kardeşim?
Ve öyleyse, neden kafanızı Zilelilere, ulusalcılara, Kemalistlere ve dahi sizi eleştirdiği için “Kürt düşmanı” yaptıklarınıza takıyorsunuz? Neden bu kafaya taktıklarınızın, maddi yaşamın üzerindeki gerçeklikle ilgisi olmayan kendi kafanızda ürettiğiniz tasavvurlar olduğunu ve bu anlamda maddi yaşamda hiçbir karşılığı olmadığını ama gerçek anlamda hepsinin, Kürtlerin de kurtuluşuna ama gerçek kurtuluşuna, vazgeçilmez tarihsel çıkarları ile bağlı kurtuluşuna yarayacak olan ve ABD emperyalizmini bu topraklardan kovabilecek ve sizin o tapındığınız ama başka da bir şey yapmadığınız demokratik’liğin gerçekten sağlanmasını garantileyecek güçler olduğunu neden görmüyorsunuz?
Kısaca, bütün bunlar için, hayal kurmanın ve kurdurmanın yetmediğini, gerçek insanlarla ve gerçek maddi ilişkilerle gerçekleştirilen bir devrime ihtiyaç olduğu hiç aklına gelmiyor mu? Yoksa Rojava ve devrim lafızlarını bir arada kullanmanız ve övünerek vitrin yapmanız, bu gerçeğin üzerini örtmek için midir?
Farz edelim ki, sırf bir Amerikan reçetesi olan Kürt “kurtuluşu”nu Kürt halkına dayatmak ve buradan hareketle dört parçayı birleştirip Kürtleri bu bölgenin hükümranı yapmayı hesap ederek, yani ABD’yi ters köşeye yatırmayı planlayarak, ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olduğunuzu ve bunun açıkça anlatılabilecek bir politika olmadığını ama Kürt “kurtuluşu” için buna mecbur olduğunuzu anlayışla karşıladık ve bütün “demokratik” ön ekli parolalarınızı iyi niyetle değerlendirdik ama gene de ters giden bir şeyler olduğu apaçık ortadadır ve en önemlisi de, dünyanın en azgın ve sicili en bozuk canavarı olan ABD emperyalizminin en zayıf ve çaresiz olduğu bir zamanda, ona ilaç gibi bir çare olacak olan “Büyük Kürdistan” politikaları ile senkronize olmayı, sırf “kurtuluş” için sineye çekilecek bir politika sayıyorsanız, pekâlâ, ABD emperyalizminin, bu tek dişi kalmış canavarın kalan dişini de sökmeye kararlı olan ve dertlerinin sizin de hayalini kurduğunuz bir “kurtuluş” olduğu açıkça görülen bu birikmiş ve öfkeden dişlerinin üzerinde de diş çıkmaya başlamış güçlerin güçlerini de yanınıza alarak ABD emperyalizmini bu bölgeden defedip, ABD emperyalizminin pax’ı yerine, halkçı-devrimci ve sosyalizme açılan bir kapıdan içeri giren mazlum halklarla ve onların en devrimci unsurları ile birlikte ve bu gücün devrimcileştirici, değiştirici, dönüştürücü gücünün garantisi ile birlikte kurulacak bir barış için harekete geçmeyi de politika saymanızda bir sakınca olmamalıdır ki, birincisinin çıkmaz sokağa götürdüğü apaçık ortadadır ve ikincisinin ise tarihin mantığına pek yakın olduğu fazla zekâ gerektirmeyecek denli kolay görülmektedir!
Öyleyse neden lafları dolandırıp duruyorsunuz; iplere neden un serip, un yoksa ninemin dediği gibi o***p –o***p, ipe asıyorsunuz?
Acilen tarihin mantığı ile senkronize politikalar üretmek ve bu politikaları kuyumcu ustası gibi işleyerek Kürt halkını daha bir devrimcileştirmek ve vazgeçilmez tarihsel çıkarları etrafında ama ABD emperyalizmine ve kapıda ve de içinde olduğunuz 12 Eylül rejiminin şeriata dayalı osmanik-islamik faşist diktatörlüğünün karanlığına karşı mücadele kararlığına uyandırmak için, yüzünüzü Türkiye’nin asıl devrimci ruhuna, asıl kararlı kitlesine dönerek, tarihe altın harflerle yazılacak ve belki de Vietnam devrimcilerinin kahramanlıkları yanında, politikadaki sanatkârlıklarını da sollamış bir ulus olarak geçecek şekilde, Türkiye’nin ve bölgenin devrimini açığa çıkarmak için öne çıkmanız daha akıllıca değil mi?
Hani Kürt halkının makûs talihini değiştirecektiniz? Hani ağalık, derebeylik, aşiret mülkiyetinin kalıntılarını ortadan kaldıracaktınız? Hani mazlumun mutluluğu ve kurtuluşu için hep zalimin karşısında olacaktınız? Hani Kürtleri tasfiye etme planlarına prim vermeyecektiniz? Hani Kürtleri ki feodal kalıntılardan temizlemekle bağlı olduğu açıktır, kadın özgürlüğünden başlayıp, her anlamda devrimci bir yapıda değiştirip, dönüştürecektiniz?
Hani bir elinizde Ho-Şi-Min, diğer elinizde Türkiye’nin devrimci gençliğinin şanlı geleneği vardı? Hani yüzünüzü son tahlilde sosyalizme ve Marxizm-Leninizm’e çevirmiştiniz? Hani sizi bundan ABD emperyalizminin ince ve nazik davetleri de kaba-saba saldırıları da vazgeçiremezdi?
Öyleyse neden daha “bilimsel” ve daha “demokratik” bir “sosyalizm”den dem vuruyorsunuz da ve bunu ille de “demokratik” vurgusu ile öne çıkardığınız bir ortaklık düzenine, “komün”e sığdırmaya çalışıyorsunuz da; daha önce dediklerinizi neden artık dilinize bile yakıştıramıyorsunuz? Öncekilerden vazgeçtiğiniz için olmasın? “demokratik” ekleri bunun tescili için olmasın?
Yoksa niye hem bir taraftan “KÖH”ün sosyalist hareket olmadığını öne çıkarıp, diğer yandan KCK’ sözleşmesine, tepeden, yasalarla verilen “demokratik” ön ekli “özerkliği” hem “bilimsel” hem “demokratik” hem de “sosyalist” bir düzen olarak kaydedesiniz ki?
ABD emperyalizminin politikaları ile senkronize olmakta kararlı olduğunuzu göstermek için olmasın?
Marxizm-Leninizm’den de, sosyalizmden de çoktan vazgeçtiğiniz için olmasın?
Velhasıl söylemeye dilim varmıyor ama ABD emperyalizminin gücüne teslim olmakta ikbal gördüğünüz için olmasın?
Şimdi size her şeyi, eğrisini de doğrusunu da ve dahi sonucu da gösterdim; siz hâlâ bunları görmemek için, en azından üzerinde bir kez olsun düşünmeyip, kısaca, anlamadan, dinlemeden, sadece şu son sorduklarımı görüp, KÖH’e hakaret haykırışları ile celallenip, beni gene “Kürt düşmanı”, Zileli’lerin, Perinçek’lerin kuyruğuna takılmış “ulusalcı komünist” olarak mı ilan edeceksiniz?
Ve tarihe neyi, nasıl not düşeceğimiz konusunda bize ayar vermeye devam mı edeceksiniz?
Ama sevgili BORGA, bilmelisiniz ki, ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin, gerçekler her dediğinizden ağırdır ve yine de üstte kalan her zaman gerçeklerdir ve tarihin mantığı, hep bu gerçeklerin ağırlığında şekillenir ve ezilen sömürülen halklara, yani çalışan sınıflara, ama daha çok onların bilinçli unsurlarına yol gösterir; onların ezilen ve sömürülen halklara gerçekleri göstermek için tutacakları fenerleri ışıkla doldurur!
Bir düşün bakalım hangisi tarihte altın harflerle yerini alacaktır hangisi lanetlenerek anılacaktır ya da unutularak tarihin dipsiz kuyularına terk edilecektir!
Sağlıcakla kal
Fikret Uzun
28 Eylül 2014

28 Eylül 2014 Pazar

IŞİD AMERİKANIN YARATTIĞI BİR CANAVARDIR VE ARTIK ORTADOĞUDA YOLA DEVAM ETMESİNİN BAHANESİDİR.



IŞİD AMERİKANIN YARATTIĞI BİR CANAVARDIR VE ARTIK ORTADOĞUDA YOLA DEVAM ETMESİNİN BAHANESİDİR.

Kürt kurtuluşunu ABD emperyalizminin “dost”luğuna bağlayanların belleklerinde en küçük bir izi kalmış mıdır bilmiyorum ama şimdi “KÖH” olan Kürt ulusal kurtuluş hareketinin, çıkışında Türkiye’nin devrimci gençliğinin yolu ile Vietnam devrimcilerinin deneyimlerini kılavuz edinmiş olduğunu biz biliyoruz!

Ve şunu da biliyoruz ki çıkışında değil ama ilerleyen zamanlarda ABD emperyalizmi, bu hareketi, hep devrimci renkleri budanmış, gerici renklere bulanmış ve elbette itaatkâr bir çizgi ile donanmış halde ve müttefikleri arasında görmek istemiştir; bu temelde sık sık Talabani ile haberler gönderip, bu çizgiye gelirse ve sivil siyasete dönerse önünün açık olacağının işaretlerini vermiştir ve bu işaretleri çok iyi anlayan Öcalan, bunu her defasında bir tuzak olarak görmüş ve şiddetle reddetmişti, “bu, sivil siyasete dönmemizi istemeleri, bizi tasfiye etmek istemelerinin işaretidir” demişti.

Görülen o ki, bu işaretler gecikmeli de olsa artık alınmış ve gecikmeyi kapatmak için de var güçle çalışılmaktadır!

Dört bin yıllık tarihi olan Vietnam’ın sömürge savaşının sonu olan 1975 Nisanında, Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNL) ’nin kesin ve muzaffer ilerleyişi karşısında ABD emperyalizminin işgalci güçleri tası tarağı toplayıp kaçmıştı!

ABD emperyalizminin işgal kuvvetlerinin, dünyanın her tarafında uyguladığı pasifikasyon hareketi dünya tekelci medyasının yarattığı illüzyonun da yardımı ile hep yüce amaçlar olarak tanıtılmıştır.

Amerikan emperyalizmi Vietnam’a girerken de aynı filmi seyrettirdiler; pasifikasyon hareketi, “barıştırma”, ”yatıştırma” gibi terimlerle süslendi ve ABD emperyalizmine iyi yürekli, insancıl unvanlarını, hatta dünyanın yegâne kurtarıcısı unvanlarını sağladı.

Başrolde ve ön cephede CIA bağlantısı sır olmayan AID (Uluslararası Kalkınma Teşkilatı) idi. Ne gösterişli bir isim değil mi?

O günlerde başında McDonald vardı.

O günlerde de amaçlarını gizlemedikleri halde, dünyanın ezici çoğunluğuna gerçek niyetleri, Vietnam halkını “barıştırmak”, bunu yaparken “köy kalkınmasına yardım etmek” olarak tanıtan yine tekelci medya idi ve tabii bu yüce amaç uğruna gösterdiği özveriye karşı kötü niyetli “Vietnam ulusalcıları”nı “deşifre edip”, dünyaya “rezil eden” de aynı medya idi; ABD emperyalizminin bu “yüce” amacına karşı ne “utanmazca”, ne ”nankörce” tutum içinde idi Vietnam ulusal kurtuluş savaşçıları; ”rezil ulusalcılar!”

Ol tarihlerde Saygon'da AID'ın başkanının malikânesinde gerçekleştirilen bir yemekli toplantıda, AID adına Vietnam'da görevlendirilen bir CIA yetkilisi, Vietnam'daki yüce amaçlarını şöyle özetliyordu; “Artık gırtlağımıza kadar bu işin içindeyiz ve burada kalacağız; komünistleri kendi oyunları ile yeneceğiz; horozlarını boğazlayacağız; gerekirse kadınları ve çocukları da boğazlayacağız; bu, komünistlerin halk üzerindeki etkisini silene kadar sürecek; burasını bir ameliyathane gibi, mikroplardan arınmış hale getireceğiz ve bu işi Vietkongdan daha iyi becereceğimize de eminiz.”

Vietnam'da AID ile birlikte Amerika’nın paralı askerleri yanında CIA ve USIS (Amerikan Heberler Merkezi) de görev halinde idi.

Hepsi, ABD emperyalizminin Vietnam köylülerini kalkındırmak için gösterdiği yüce özveriye taş koyan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNL) nin “halka yaptığı zulümden halkı kurtarmak” içindi!

Halk, bir defa bu zulümden kurtarıldı mı, hemen Kao Ki'nin ya da yerine geçenin “demokratik yönetimi”ni seçecekti! Sıkıysa seçmesin!

Halk bunu öğrenene kadar Vietkonglu sayılacaktı!

Vietnam'da da Amerikalılar, Kürt coğrafyasında uygulanan Kürt korucuları misli, Vietnamlılardan oluşan kelle avcıları örgütlenmesi vardı ve kelle başına 42 dolar ile 4200 dolar arasında değişen ödül alıyorlardı.

Amerika’nın himaye ve yardımları ile Güney Vietnam polisi hem takviye edilmiş ve hem de yirmi bin olan sayısı, iki yıl içinde yetmiş iki bine çıkarılmıştı. Bunun dışındaki hükümete bağlı daha yetkili teşkilatların emrindeki emniyet kuvvetleri bu sayıya dâhil değildi.

Bu teşkilatlardan birisi, Vietnam’da honcho (kasap-işkenceci ) lakabı ile anılan ve bir süre sonra Türkiye'ye büyükelçi olan ve de üniversite öğrencilerinin arabasını yaktığı ünlü Robert Komer'in Johnson'a övgü ile rapor ettiği, “Sahra Kuvvetleri” dir. Bunların işi, Vietkong'a karşı haber alma faaliyetleri yürütmek ve bu çerçevede ortada duran, ne Vietkonglu ne de Hükümet yanlısı olan Vietnamlıları avlamak ve sahra kuvvetlerine katmaktı.

Bunun yanında, CIA’nin bir başka kolu olan OSA ( Özel Yardım Dairesi) himayesinde kurulan ve Hitlerinkileri aratmayacak denli insanlık dışı yöntemler kullanılan toplama kampları vardı. Bütçesi de epey bir kabarıktı.

Herkes hatırlar, 1970'lerde gençlerin elinden düşmeyen bir “direnme savaşı” başlıklı kitap vardı, işte o kitapta Vietnam zindanlarında, Amerikan emperyalizmine ve onların Saygon uşaklarına karşı verilen mücadelenin destanı yazılı idi ve bu toplama kamplarının insanlık dışılığını bu kitapta net olarak görmek mümkündü ki, 12 Eylül faşizminin sınıf kini yanında ırkçı kini ile de saldırarak korkunç işkenceler yaptığı Kürtlerin hali, bu toplama kamplarındaki Vietkongluların hallerinden kat be kat iyi kalmıştır.

Ve Amerikalılar o kadar yüzsüz ve pişkindiler ki, bunlar olurken, Güney Vietnam'da “Tam bir sosyal devrim” için çağrıda bulunan broşürler dağıtıyorlardı. Amerikan mantığı şu idi: Bir devrimi yenmenin en iyi yolu ona yeni bir devrimle cevap vermektir!

JOHNSON böyle buyurdu ve Ki de işareti alarak, ”öyleyse ben de bir devrim yaparım” dedi; böylece bütün pasifikasyon programını gölgede bırakacak bir “Devrimci Kalkınma Programı” (PRD) uygulanacaktı; mutfağında elbette baş aşçı olarak CIA vardı; mali desteğin çoğunu Özel Yardım Dairesi sağlıyordu!

Hepimiz biliyoruz ki, ABD emperyalizminin yardımseverliği, gütmek istediği eşeğin önüne ot koymakla kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek çerçevesindedir!

Bu Devrimci Kalkınma Projesi ile kotarılacak “devrimci iş“ ise tabii ki, Vietnam Kurtuluş Cephesi kadrolarının kökünü kazımak amacı ile Vietnam’ın bütün köylerine dağılarak sözde köylüleri Vietkong'un teröründen ve zulmünden korumaktı; ancak tam tersi oldu; bu birlikler, Diem zamanında bile görülmemiş ölçüde köylüleri soymakta, kadınların kızların ırzına geçmekte ve sırf zevk için etrafa dehşet saçmakta idiler!

Dolayısıyla AID ve PRD projecileri, ne yaparlarsa yapsınlar, ABD emperyalizminin “yardımseverlikleri”ni halka sevdiremiyor, benimsetemiyorlardı! Güney Vietnam halkı bile “Bunların hepsinin Amerikanın casusu ve gizli polisi olduklarını” düşünüyordu.

Vietnam örneği ABD'nin “devrimci”,”demokratik”,”insani yardımcı”, “kalkındırmacı”, işlerinin gerçekte nasıl bir insanlık dışılık içerdiğini, onun ipiyle kuyuya gidenlerin kuyudan çıkamadıklarını ve tek doğru yaklaşımın ve taktiğin, onun ipini eline verip, poposuna da bir tekme atıp, kendi topraklarına postalamak için, hiçbir güç hesabı yapmadan, hiçbir uzlaşma içine girmeden onunla ve işbirlikçileri ile mücadele etmekten ve hep kendi gücüne ve halkına güvenmekten başka bir şey olmadığını gösterdi. Yalnızca bir örnektir ama tek olmadığını ve ABD emperyalizminin ve elbette onun yanında diğer bütün büyük kapitalist devletlerin sicilinin bu konuda pek bozuk olduğunu hepimiz biliyoruz!

Ve elbette Vietnam'ın Ulusal Kurtuluş Mücacedelesi veren devrimcilerinin, Vietnam'da, ”analar ağlamasın”, “insanlar ölmesin”, diye; ABD emperyalizminin ve bizzat CIA'nin yönetiminde oluşturulan gözü dönmüş, 42 dolara kafa kesen ve kelleyi “Kalkınma Ajansı” adı altında kendini gizleyen CIA yetkililerine teslim edip ödüllerini alan çetelerin dehşetinden kurtulmak için, ABD emperyalizminin Vietnam halkına dayattığı Amerikan “demokrasisi”ne razı olarak, ABD ile ve bu Amerikan “demokrasi”sine boğazına kadar batmış Dien Hükümeti ile pazarlığa, sulh yapmaya girişmediklerini de biliyoruz!

Ve elbette bunun içindir ki, geride Vietnam halkının yüreklerinde son derece vahşet içeren bir yıkımın acı ve dehşet dolu izlerini bırakmakla birlikte, hem ABD emperyalizmi Vietnam’dan kovulmuş, hem de Vietnam Devrimini gerçekleştirmiş olduklarını biliyoruz!

Ama ne Amerika, ne diğer emperyalist devletler ve elbette ne de Amerikan emperyalizminin yerli muhipleri bu gerçeği bilmek isterler!

Ve işte bu yüzdendir ki, mesele ABD emperyalizmi ve onun dünya çapındaki ”demokrasi” fırıldaklıkları iken ve bu bölgede de tarihinin en büyük fırıldağını döndürmeye çalışıyorken, bizim ABD emperyalizminin sevgili muhipleri, ABD emperyalizminin de bir “kapitalist modernite” hem de en kötüsünden, en namlısından, en kara sicilli olanından biri olduğunu akıllarına bile getirmeden, “anti-ABD emperyalizmi”nin lafzına bile tahammül gösteremezken, “Kapitalist modernite” ye ve “devlet”e hücumla, tam da ABD emperyalizminin gönlünde olan bir Amerikan pax'ı için, bir sahte “demokrasi” dünyası için, yani Amerika’nın “Büyük Kürdistan” suretindeki rüyasına biat etmek için her türlü yolu denemektedirler!

Bu çokbilmiş, yafta uzmanları, ne tarih bilinci ile ne de mantığı ile barışıktırlar; hatta bu bilince ve mantığa savaş açtıklarını bile söyleyebiliriz!

ABD emperyalizminin ve işbirlikçilerinin bu bölgeye getirecekleri “demokrasi”yi ve bin yıl sürecek bir Amerikan pax'ını cilalayıp cilalayıp, çilekeş Kürt halkına ve Türk emekçilerine yutturmak için “iyi niyetli”, ”insancıl” ve elbette “demokrasi” şampiyonu ABD emperyalizmine ve işbirlikçilerine kalkan olmaya çalışmak ve ABD emperyalizmini Kürt halkına sevdirmek, böylece Kürt halkına ne denli uyanık, köylü kurnazı olduklarını hissettirmek temel politikaları olmuştur.

Çünkü ne Kürt halkına ne de kendilerine güvenleri kalmıştır; bu nedenle apaçık ortadadır ki, ABD emperyalizminin bin yıl sürecek pax'ına teslim olmuşlar ve bundan çıkacak kurtuluş ile Kürt halkının başına, bin yıl sürecek bir “iyi niyetli”, “doğa sevdalısı”, parça pinçik halkları pek seven, sırtını dünyanın en güçlü olduğunu zannettiği jandarmasının gücüne dayamayı en akıllı iş belleyen, bir devlet ya da moderniteyi kesinlikle reddeden, yerine etnik ya da dinsel tarikatların yönetimini koyan, haliyle cehaleti yüksek tutan ve bir ümmet toplumundan medet uman ilkel bir aşiret despotizmini dikmek istemektedirler!

Bu yaftacı baylar, Kemalizm deyip dururlar ama Kemalizm’in egemen sınıfların bir süre ihtiyaç duyduğu ve ihtiyacı kalmayınca ve dahi kendisine köstek olmaya başlayınca, en azından Türkiye’nin pek kocaman zenginlerinin baş düşmanı olan sosyalist hareketi tarihe gömmede yeterli gelmeyince vazgeçtiği ve yerine dinci akımların yönetimini ve haliyle dinci akımların bu yönetimine uygun olan ideolojiyi, ”ılımlı İslam” diye kendileri ilan etmektedirler, ikame ettiklerini görmedikleri gibi, bu ikame edilenin de, dünkü Kemalist ideolojik-politik yönetimsel iradenin de, ABD ile aralarından su sızmadığına da gözlerini kaparlar ve Kemalizme duydukları kini, ABD emperyalizmine de yönetimi eline almış dinci akımlara da, bunun ideolojik-politik iradesinin ardındaki aynı egemen sınıflara da duymazlar; hatta duymamayı en devrimci iş sayarlar!

Bu gerçekleri ortaya dökenlere, ikircimsiz yüzlerine vuranlara, her türlü yaftayı asmışlardır ve şampiyon “ulusalcı” yaftasıdır; amma ve lakin artık, yaftalarına hiçbir yalanı sığdıramadıkları için, yaftaları her tarafından su kaçırdığı için ve dahi üzerlerine üzerlerine bir deccal misli geldiği için, ”şerefsiz”, “alçak” yollu küfrederek korkularını, telaşlarını ve heyecanlarını teskin etmeye çalışmaktadırlar; ama daha çok ABD emperyalizminin “dost”luğunu kaybetmemek içindir bütün bu hezeyanları!

Sanki bir tek kendileri UKKTH konusunda bilgili, bilinçli ve harbi delikanlıdır, politikalarını ve tutumlarını eleştiren başka herkes gayri-delikanlıdır.

İşin garibi mi desem, komiği mi desem, bizzat kendileri, bu ilkeden de, devrimci olmanın ölçütü olan bu ilkeye sıkı sıkı sarılma delikanlılığından da vazgeçtiklerini, tek seçeneklerinin, ünlü kontrgerillacı Mehmet Ağar’ın ifadesi ile düz ovaya inmek ve ABD emperyalizminin ve elbette 12 Eylül rejiminin yıllardır “Marxizm -Leninizmi bırak gel masada anlaşın; sivil siyaset yapın” çağrısına uymak olduğunu; çünkü ulusal kurtuluş mücadelesinin o kadar kolay olmadığını konuşup durmaktadırlar!

Hatta kendilerini her fırsatta “eleştiren” birbirini bilen kırk kişinin üyeleri pek muhterem “eleştirici” bay ve bayanlara, ”sıkıysa gelin siz yapın bu işi” diye zılgıt çektikleri de olmaktadır.

Sonuçta Kurtuluş mücadelesi hareketi gitmiş, yerine özgürlük mücadelesi hareketi gelmiştir ve parolası “demokratik” komün, yol haritası ise ilkel bir aşiret despotizmidir ve bununla bütün dünyanın ezilen halklarına “model” oldukları kuruntusunu, caka satar misli hepimize ama en çok Kürt halkına ve bölgedeki mazlum halklara ki onları Esad'ın zulmünden, Baas'ın zulmünden, “kapitalist modernite”nin, devletin ve ulus-devletin gadrinden kurtaracaklarını ve yerine “sosyalizm” misli hatta ondan da “ileri” bir ümmet toplumunu yani ilkel bir aşiret “komünü” nü koyarak, bütün halkları yoklukta eşit kılacakları yönündeki vaatleri eşliğinde satmaya çalışmaktadırlar!

Oysa düpedüz, bütün tarihlerini inkâr ederek ve bütünsel tarihlerinden hiçbir ders çıkarmadıklarını kanıtlarcasına, ABD-AB emperyalizminin silahlı milis kuvvetleri rolünü üstlenmeye hazırlanmaktadırlar; en son örneklerinden birisi olan Halepçe'nin üzerinden ise henüz çok fazla bir zaman geçmemiştir!

IŞİD'mi?

IŞİD, tüm bu temel olgular yanında, bu olgulara bağlı olarak bizzat ABD emperyalizminin yarattığı bir canavardır ve ABD emperyalizmi bunu hep yapmaktadır; ABD emperyalizmi boğazına kadar IŞİD’lere batmıştır ki bu çaresizliğinin aynasıdır!

El kaide ve Hizbullah canavarlarını herhalde herkes hatırlıyordur!

Öncekiler bir yana, üzerinden henüz çok zaman geçmemiş olan ve Amerika’da herkesin bildiği bir sır olarak konuşulan ABD emperyalizminin, sırf BOP’u kotarmak ve bunun için Afganistan ve Irak'tan başlayarak Suriye üzerinden İran’a ve oradan Türkiye'ye dayanıp, kırk yıllık hayali olan “Büyük Kürdistan”ı kurmak ve İsrail’in ya da kendi mandaterliğinde devrimcisi kıt, gericisi bol ve pek bir itaatkâr Kürtlerden oluşan ümmet toplumunu Kürt işbirlikçilerine hediye etmeyi garantilemek için yarattığı ve tarihe “11 Eylül ikiz-kuleler faciası” olarak geçen bahanesinin yıldönümünde, kendi yarattığı IŞİD canavarı bahanesi ile hem Suriye’de ve hem de Irak ile birlikte diğer hedeflediği ulus-devletlerde yapmayı planladığı operasyonlara devam etmeyi planlamaktadırlar!

Oysa ABD’nin kendine göre şeytanca olan bu planı için, her yerde şu fıkra anlatılmakta ve en sıradan halkın zekâsının bile ABD'nin bu son derece çaresiz planına, hem de mahrem yeri ile güldüğü ortaya çıkmaktadır!

Fıkra şöyle ve anlatalım da ölmüşüz de haberimizin olmadığı ağlanacak halimize haberli bir şekilde gülelim!

Temel bir gün bir yokuştan aşağı inerken tırın freni patlamış. Temel tırı yavaşlatabilmek için ya sağa ya da sola çevirmesi gerektiğini fark etmiş. Sağa bakmış orda bir çocuk oyun oynuyor. Sola bakmış solda bir pazar yeri kurulu "eğer sola çevirirsem pazara girerim yüzlerce kişi ölür, ama sağa çevirirsem sadece bir çocuk ölür" diye düşünmüş ve olay olmuş bitmiş; ertesi gün gazete manşetlerinde şöyle yazıyor:

” Yük dolu bir tır pazar yerine girdi yüzlerce ölü var'' bu sırada temel mahkemeye çıkartılmış. Hâkim sormuş ''oğlum niye tırı pazara çevirdin? “

Temel cevap vermiş:

'' Efendum valla benim bir suçum yok. Ben tırı çocuğa çevirdim ama çocuk pazara kaçtı"

Evet, şimdi herkes IŞİD militanlarının Suriye pazarına kaçacağına ve çaresizlikten son derece Temel’leşmiş olan ABD emperyalistleri ve işbirlikçileri ve elbette KÖH'ün “meşru savunma milisleri” fren tutmayan çaresizlikleri eşliğinde, IŞİD bahanesi ile Suriye pazarına ve ondan sonra artık nereye sıra gelirse o pazara dalacaklar ve böylece tıkanan bahtlarını, Suriye ve diğer Arap pazarlarında bypass edeceklerdir!

Hadi biz, bu bay yaftacılara göre, bu fıkraya gülmekle yetinerek ve Kürtler’e ne yapacakları ya da ne yapmayacakları hususunda ahkâm keserek bu planın karşısında duruyor olmakla kalalım; peki bu dünyada sadece ABD emperyalizmi mi uyanık ve köpeksiz köyde değnek yerine bu fıkralara konu olan cinliklerle mi işi götürmeye çalışıyor?

Dolayısıyla hayallerden çıkıp gerçek hayata indiğimizde, bu uyanıklığa dur diyecek ve çıkarları bu bölgede belki de ABD emperyalizmininkilerden daha önemli olan başka büyük devletlerin olduğunu görmeyecek miyiz? Ve tarih bize, bu durumda, bu büyük devletlerin kendi çıkarlarını savunmak için yönettikleri ve sömürüp ezdikleri halkları hep yanlarına çekmeye çalıştıklarının haberini vermiyor mu? Bu büyük devletler, bu halkların en azından nicel gücüne dayanmamışlar mıdır? İşte ya gene öyle yaparlarsa ve bu işe halk da öyle ya da böyle karışırsa ve hatta halk bunun için epeydir ABD emperyalizmine ve Siyonizme diş biliyorsa, o zaman ne olacak?

Peki ya her bir parçadaki Kürt halkı oyunun farkına varırsa, asıl o zaman ne olacak?

“Temeldir ne yapsa komiktir” deyip gülüp geçmeyeceklerdir herhalde, öyle değil mi?

Bu nedenle komikliği bırakıp, gerçeklerle yüzleşmek ve doğrunun terazisinde tartılmak için, öncelikle yanlışlardan kurtulma cesareti göstermek gerekmektedir; ancak ondan sonra masaya oturarak, ya da aynı yolda yürürken, ne yapılacağı üzerinde konuşulur, tartışılır ve bir ortak çözüm mutlaka bulunabilir!

Ama bunun için, yanlışlardan arınmış olmak ve aynı hedefe doğru giden bir yol güzergâhında, kendi ayaklarının üzerinde durarak ilerlemek üzere, birbirinden bağımsız bir irade ile dizilmiş olmak gerekmektedir!

Aynı yol üzerinde taban tabana zıt hedeflere kilitlenmiş olan iradeler, ne tabanlarını ne de diğer iradeleri birbirlerinin yoluna çekebilirler!

Hele başka ve “gücü”nden sual sorulmayan bir iradeye teslim olanların bunu yapabilmeleri kesinlikle mümkün değildir ve bu hayalin sonu hep hüsranla bitmiştir; ama ne yazık ki, bu hüsranın faturası, öncelikle hep bu hayale inandırılan halkların asker kaputlu ya da sivil kaputlu bireylerine ve onların içinden çıktıkları halklarına çıkarılmıştır!

Peki, Vietnam savaşının son derece acı renklerle yüklü tablosunun resmi bilançosunu merak ediyor musunuz ki bunun içinde yargısız infazlar ve kayda geçmeyen ölümler ile sakat kalan insan sayısı yoktur?

Hemen arz edeyim: Amerikan resmi bilançosu, 1964-1973 arasında Vietnam’da 500 bin sivil, 200 bin Güney Vietnamlı asker, 55 bin de Amerikalının öldüğünü hesaplamıştır.

Ancak resmi olmayan bilgilere göre, Vietkong saflarında ve Kuzey Vietnam’da öldürülen insan sayısı en az 725 bindir.

Ya kaplan kafesleri, onları hatırlıyor musunuz? Hiç sanmıyorum, gözleriniz tavukkarası bakmadığı zamanlarda KÖH fetişizmiyle baktığı için, ne hafızanızın içini görebiliyorsunuz ne de sesini duyabiliyorsunuz!

Saygon’a 220 kilometre uzaklıktaki, Güney Çin Denizi üzerindeki adada kurulan Con Son Ulusal Islah Merkezi” uzun süre “şeytanın adası” adıyla anıldı; işte bu kampın en insanlık dışı “süsü” belki de insanların aylarca içinde tutulduğu aslan kafesleridir.

Bu kampın, emin olunmalı ki, yine ABD emperyalizminin bir eseri olan Guantonamo kampından çok daha dehşet verici bir anısı vardır!

Con Son’da kullanılan zincirler özel olarak ve Massachusetts, Spingfield Smith and Wesson şirketince imal edilmiştir; kalıplı ve düz değildir; F8 demirinden yapılmıştır ve ayakların etini kertikleyen kesici kıvrımları vardır.

Kaplan kafesleri yetmezse, ”öküz kafesleri” veya “manda kafesleri” kullanılmıştır!

“Direnme savaşı”ndan hatırlıyorum, tutsaklar, açlıktan böcekleri yemekte ve susuzluktan çişlerini içmektedirler ve balık istifi ve de çırılçıplak ve üstelik kadın erkek bir arada dar hücrelerde aylarca ayakta tutulmaktadırlar ve o kadar öyle ki, çıplak vücutların birbirlerine sürtünmesinden herkesin vücutlarında derin ve irin dolu yaralar oluşmuştur ki bunların hepsi Con Son toplama kampında yaşanmıştır!

Kürtler ya da Türkler, birlikte ya da ayrı ayrı, ABD emperyalizmini bu topraklardan, hatta bu bölgeden defetmedikçe, ne Kürt devrimi, ne de Türkiye’nin devrimi zafer kazanabilir; eğer ABD emperyalizminin “dost”luğundan ya da “güç”ünden medet umuluyorsa, acilen bunun ham hayal olduğunun bilincine varmak gerekmektedir; bu hayal ile bir halklar hapishanesi olan bu bölgede, ezilen ve sömürülen halklara ne huzur ve mutluluk ve elbette ne siyasal ne de insanal kurtuluş sağlanabilir!

Fikret Uzun

22-Eylül-2014